2 Kasım 2023 Perşembe

ZERZEVATÇI İBRÂM AGA, RECEP MESUT (Prof. Dr.)

 ZERZEVATÇI İBRÂM AGA

Zerzevatçı (bizde Zarzevatçı denir) İbrâm Aga bizim dip komşumuzdu. Fakat uzun süre komşuluk yapmadık, çünkü 1951'de Türkiye'ye ailece göç ettiler. İki avlu arasında küçük bir komşu kapı vardı ki, sokağa çıkmadan birbirimizin avlusuna geçebiliyorduk. İbrâm Aga'ların evi eski tıp kerpiç Türk evi idi ve geniş avluda sandıklar, sepetler, kasalar dağınık halde bulunuyordu. İbrâm Aga'nın dükkanı ise 200 metre mesafede, çarşı sokağında bulunuyordu. Önündeki geniş tezgâh üzerinde sebzeler ve meyveler sergileniyordu. Zerzevatçı denmesine rağmen meyve de satıyordu. Kış aylarında ise turşucu oluyordu (Dobruca'da kışın meyve sebze yetişmiyordu). Delikanlı oğlu Halil de sabahtan akşama kadar babasına yardım ediyor, geceleri dükkanda yatıyordu. İbrâm Aga da pek konuşkan sayılmazdı ama Halil genellikle tek kelime ile cevap veriyordu. Bizim eve meyve sebzeleri dedem gelirken seçerek alır, zembil içinde taşırdı. Bazen de Halil peşinde bazı kasalar taşırdı.
Komşu kapısı vardı amma bizden karşıya geçen pek olmuyordu. Fakat İbrâm Aga' nın iki kızı her gün bize gelirlerdi - Sabriye Abla 25 yaşlarında, Samiye Abla ondan birkaç yaş küçüktü. Aslında çok konuşkan olan bu ablalarım günlük olarak sadece bize gelebiliyorlardı, sokağa çıkamıyorlar, başka evlere gidemiyorlardı. Tesettürlü değillerdi, fakat açık cezaevinde gibi yaşıyorlardı. Ben bu ablaların haline acırdım. Saniye Annem de kendilerini uğurlarken, her defasında "evde kaldı bu güzelim kızlar, gören yok, isteyen yok" diye söyleniyordu. Fakat İbrâm Aga aşırı titiz, sert mizaçlı, yüzü gülmeyen bir taassup içindeydi. Oğlunu da rahat bıraktığını pek zannetmiyorum.
Dedemle genelde anlaşırlardı. Hele sonbahar geldi mi, dedem bodrumdan fıçıları ve batlakları çıkarır, pınarın yanına dizer (el pompasıyla çalıştırılan bir derin kuyu vardı) tahta fırçasıyla hepsi yıkanır ve kurulanırdı. Sıra kışlık turşuların hazırlanmasına gelirdi. İşte o zaman İbrâm Aga devreye girer, küfe küfe turşuluklar bizim avluya dökülürdü. Hatta lahanalar eşek kotikası ile gönderilir ve koca fıçılara konurdu. Batlak denen ufak fıçılara yeşil domates, ratunka biber (yuvarlak ve etli), havuç, hıyar (kornişon), bamya, kereviz sapı konurdu. Ve tuzlu su ile fıçılar doldurulurdu. Bunun ince ayarını İbrâm Aga yapardı. Bazı turşulara iç dolgu hazırlanır ve dolma şeklinde envai karışımlar yapılırdı. İki hafta süren bu hummalı faaliyetlere heyecanla katılırdım. Kış aylarında taze sebze bulunmazdı, seracılık bilinmiyordu, konservecilik de sonra
popülerleşti. Dedem için turşuların kralı doldurulmuş patlıcan turşusu idi. Kendisi için özel çok acı biber (çuşka) turşusu hazırlardı. O kadar acı ki, kendisinden başka kimse ağzına süremiyordu. Her yemekte muhakkak turşu da konur, bardaklara turşu suyu doldurulurdu. Tabi, Dobruca'nın iklimi sert, kışlar uzun ve kar örtüsü Aralık'tan Mart ayına kadar kalkmazdı. Bu nedenle kışlıklar özenle hazırlanırdı: un sandığı ve un çuvalları, yağ tenekeleri, peynir tulumları, kuru bakliyat, soğan ve sarmısak hevenkleri, kurutulmuş bamya ve hoşaflık kurutulmuş meyve çeşitleri.

Hiç yorum yok: