NAZIM HİKMET VE BEN
Her bir insana nasip olmaz dünyaca ünlü büyük şairleri yakından görmek. Tesadüf eseri işte, bana nasip oldu Nazım Hikmet'i görmek . Sadece görmekle de kalmadı, onun önünde kendi şiirini okumak, beğenisini kazanma şerefine de nail oldum. Fakat küçüktüm, çok küçüktüm, 10 yaşındaydım, fakat yaşım küçük, boyum küçüktü. İlkokulu yeni bitirmiş, ortaya geçmiştim. Fakat kimin önünde şiir okuyacağımın farkında, bilincindeydim. Tabi ki, çok heyecanlıydım...
Türk edebiyatının dev ismi Nazım Hikmet 17 Haziran 1951'de, İstanbul Boğazından Karadeniz'e açıldı. Ve 70 yıl önceki Jön Türk Turan Bey gibi Romanya'nın Köstence limanına ulaştı. Oradan Moskova'ya gitti. Bulgaristan şairler heyeti kendisini ziyaret etti ve Bulgaristan'a davet etti. Nazım, 500,000 Türk'ün yaşadığı Bulgaristan'ı merak etti ve daha Eylül ayında ilk gezisi başladı. Dobruca, Deliorman, Gerlova, Tozluk ve Kırcali yörelerini tek tek dolaştı, coşkuyla karşılandı, kendisi de çok mutlu oldu. Tabi, Varna'ya da geldi ve oradan benim oturduğum Tolbuhin (Dobriç) şehrine getirdiler. Kasabamızı ziyaret etmesi müthiş heyecan yarattı, karşılama tertip edildi. Ufak tefek olmama rağmen okul birincisiydim ve güzel Türkçe okuyabiliyordum. Öğretmenler beni seçtiler, yani Nazım Hikmet'in huzurunda Nazım Hikmet şiiri okumak. Seçtikleri şiir de 1928'de yazmış olduğu "Salkım Söğüt" şiiriydi. Şairin ünlendiği ilk şiirlerdendir. Benim de ezberim zayıftır, iki gün durmadan evde yüksek sesle uğraştım. Dedem hiç mutlu olmadı, söylendi durdu, komünistmiş, dinsizmiş diye.
Türk Mektebinin koridoru uzun ve geniş tutulmuştu. Bir ucuna da ahşap bir sahne yapılmıştı müsamereler için. Koridor, avlu, sokaklar hınca hınç dolu idi. Çevre köylerden gelenler olmuştu. Sahneye bir masa kondu, Nazım ve yanındaki Türk ve Bulgar şairler oturdular. Sıra bana geldi, içim titriyordu, fakat sükûnetimi muhafaza ettim. Ve heyecanlı ton ile, vurgular ve kesintiler yaparak şiiri okudum. İki metre ötede oturan Nazım başını sallıyor, benim telâffuzumu ve vurgularımı onaylıyordu.
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını,
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçlarını çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal sesleri sünüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!
Ağlama salkımsöğüt
ağlama
kara suyun aynasına el bağlama!
el bağlama!
ağlama!
Sonradan öğrendiğime göre, "Benim şiirlerim öz vatanımda gizli ve sessiz okunur. Burada özgürce okunması beni çok mutlu etti". demiş.
Altı yıl sonra, 1957 yılında Nazım Hikmet ikinci defa Bulgaristan'ı ziyaret etti. Türkiye özlemini en yakın topraklarda gidermek istiyordu. Fakat Bulgaristan'da komünist rejim bu sefer soğuk karşıladı, Türkler arasında dolaştırmadı. Sadece Varna'da misafir etti. Gene tesadüf eseri ben artık Varna'da lisede okuyordum. 16 yaşıma gelmiştim. Kendisini tekrar görebilmek için Hotel Odessos çevresinde saatlerce gezindim, çünkü en yeni modern hotel idi. Fakat Nazım'ı 8 km kuzeydeki sayfiye yerinde "Bor" Hotelde ağırlamışlar halktan kaçırmışlardı. Bir daha görmek nasip olmadı. Altı yıl sonra da, Moskova'da, yakındığı "Angina Pectoris" hastalığından, kalp krizinden vefat etti. Fakat Varna'da, Türkiye özlemini dile getiren en duygulu şiirlerini kaleme aldı:
"...Karşı yaka memleket,
sesleniyorum Varna'dan,
işitiyormusun
Memet, Memet.
Karadeniz akıyor durmadan,
deli hasret, deli hasret,
olum, sana sesleniyorum, işitiyormusun
Memet, Memet'
"...Şu Varna deli etti beni,
divane etti,
Domates, yeşil biber, kalkan tavası,
radyoda "Ha uşaklar" Karadeniz havası,
rakı kadehte arslan sütü, anason,
uy anason kokusu,
ahbabça, kardeşçe konuşulan dilim...
A be, islah be, islah be halim...
Şu Varna deli etti beni
divane etti...
Türkiye'ye göç ederken, Bulgaristan'da Türkçe olarak basılmış 10 kitaplık bütün eserlerini cesaret ederek getiremedim. Yanarım da, ne yanarım... Fakat Edirne'de birden Dr. Ratip Kazancıgil'in kütüphanesinde "Kuvâyi Milliye Destanı"nı gördüm. 30 yıl Sağlık Müdürlüğü yapmış olan Ratıp Hoca bana itiraf etti, "Kurtuluş Savaşını" en iyi anlatan eser bu destandır, dedi.
Artık Nazım üzerindeki yasaklar kalktı, dizeleri herkesin dilinde. Kurtuluş Savaşını ebedileştiren şair Moskova'da yatıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder