2 Kasım 2023 Perşembe

İSMAİL ABİ, RECEP MESUT

 İSMAİL ABİ

Turan Bey çoktan ölmüştü, fakat malikanesinde artık tam dört aile oturuyordu. Çünkü inşaatlar durmuş, ev sıkıntısı had safhada idi. Malikane sakinleri birden kalabalıklaştı, odalar doldu taştı, avlu dar geldi.
Bir gün dedem, uzak akrabalarından Ümmiye Anneyi topladı getirdi. Çaresiz ve yalnız kalan Ümmiye Annenin önce kocası, sonra da büyük oğlu Ali veremden ölmüşler, sadece küçük oğlu İsmail hayatta kalabilmişti. Ben onları önceden tanımıyordum, fakat genç bir delikanlının avlumuza gelmesine sevindim. İsmail Abi benden 8 - 10 yaş büyüktü. İlk mektepten sonra çırak olarak çalışmaya başlamış ve annesini de geçindiriyordu. Bir Bulgar elektrikçinin yanında meslek öğreniyordu. O yıllarda elektrik tesisatı işi yapmak çok revaçta idi. Sokaklara direkler dikiliyor, her eve teller geriliyor, sıva üstü kablolar döşeniyordu. İsmail Abi benim için rol modeli idi, çünkü değerli bir meslek öğrenmiş ve para kazanıyordu. Çok da şık giyiniyordu, uzun boylu kumral saçlı yakışıklı bir genç adam olmuştu. Evden erken çıkar ve gece karanlığında dönüyordu, çünkü arkadaşları ile eğlenmesini de biliyordu. Fakat bütün arkadaşları Bulgar idi ve Türkler de kendisini Bulgar zannediyorlardı. Çünkü çarşıda herkes "İvanço" diye hitap ediyordu. Dedem sokak kapısını her gece kilitlemeden önce İsmail geldi mi diye sorardı. Ümmiye Anne gece yarılarına kadar oğlunun dönmesini beklerdi, çünkü kendisini hayata bağlayan tek oğlu kalmıştı. O da bunu bildiği için geç saatte de olsa mutlaka gelirdi. Sundurma tarafında yattığım için tahtaların gıcırtısını ve hayalet gibi sessizce geçiveren karaltısını hissediyordum. Bazı günler ise, bağrı yanık Ümmiye Anne sundurmadaki mindere oturur ve acıklı bir türkü tuttururdu, "Alişimin kaşları kare...". Genç yaşta ölmüş olan büyük oğlu Ali'ye yakarır, gözünden yaşlar süzülür, kalabalık avluda çıt çıkmazdı. Daha önce erkek çocuk büyüttüğü için benim sünnetimdeki yaraların bakımını Ümmiye Anne yapmıştır. Bu cefakâr kadının simasını hiç unutamam.
İsmail Abi benim ilk işverenimdir de. Patronundan ayrılmış, müstakil iş tutturmuştu. İhaleye girmiş ve Kuzey Gar yakınındaki "Askeri Mezarlığı"nın ışıklandırılması işini üstlenmişti. Bize bir kilometreden uzak bir yerdi. Birinci Dünya Savaşında ölen askerler için "şehitlik" anlamında mezarlar yapılmış, duvarlarla çevrilmiş, bekçisi ve koruyucusu vardı. Mezar taşlarının yarısında ay-yıldız, diğerlerinde haç vardı. Çünkü 1916 Dobruca cephesine gelen Osmanlı askerleri müttefik olarak uzak diyarlardan gelmişler ve şehir çevresindeki siperlerde hayatlarını kaybetmişlerdi. Bulgarların İslâm dinine ve Türk askerlerine saygı göstermesi istisnadır ve bizim kasabadaki bu abide bunun şahididir.
İsmail Abi beni yaz tatilinde çırak olarak aldı, getir götür işlerinde kullanıyor ve gündelik para veriyordu. Hayatımda kendi emeğimle kazandığım ilk paradır. Mezarlığın ortasında bir paraklis (küçük kilise) yapmışlar ve bodrum katındaki camekânlara savaş meydanlarında toplanan kemikleri ve kafataslarını koymuşlardı. Bu ıssız ve karanlık bodruma elektrik çekerken, İsmail Abi beni bıraktı ve malzeme almak için çarşıya gitti. Kaldım mı yapayalnız yer altında, kafataslarının göz çukurları hep bana bakıyordu. 13-14 yaşlarında idim, daha tıp okuyacağımı ve anatomist olacağımı bilmiyordum. Korku kapladı her tarafımı, amma terk etmedim, kaçmadım...
İsmail Abi çıraklığa başladıktan sonra Türklerle ilişkisini koparmıştı. Sadece Bulgar arkadaşları vardı ve bütün gün Bulgarca konuşuyordu. Fakat bizim avluda ise sadece Türk aileler oturuyordu. Doğal olarak bir Bulgar kızına âşık oldu ve o kız da hamile kalıverdi. Kızın babası evden atınca bir gece ansızın bizim avluya Stanka adında bir gelin geliverdi. Hamileliği de epeyi ilerlemişti. Bulgarlar reddettiler, amma Türkler kabul ettiler ve şefkat gösterdiler. "Kaka Stanka" (Stanka Abla) gündüzleri sadece benimle Bulgarca konuşabiliyordu. Ümmiye Anne gelinine kanat gerdi, doğumunda ve lohusalığında hizmet etti. Fakat kendisi de felç geçirerek yataklara düşünce Stanka gelin ölünceye kadar ona sahip çıktı, temizledi, pakladı.
Ben Dobriç'ten uzaklaşmış, Varna'ya yerleşmiştim, doktor ve asistan olmuştum. Bir gün doğum kâğıdı gerekti ve Dobriç'e gittim. Ve birden karşımda İsmail Abi'yi gördüm. Kaldırımda karşı karşıya geldik. Biraz yaşlanmıştı, fakat yakışıklılığını kaybetmemişti. Maziden bir hayal canlandı sanki. Benim başarılarımı takip ediyormuş, mutluluk duyuyormuş. Annesi çoktan ölmüştü, bir çocukları daha olmuştu. İnanırmısınız, Bulgarca konuşmak istedim, fakat o temiz Türkçesi ile cevap verdi, uzak geçmişine özlem herhalde. Biraz afalladım, ama içimden sevindim de. Bir daha ne gördüm, ne duydum...

Hiç yorum yok: