Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
SOFYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SOFYA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
22 Kasım 2024 Cuma
21 Temmuz 2020 Salı
Sofya'nın düşüşünden sonra Elhac Bayram Camii bira fabrikası yapıldı
4 Haziran 2020 Perşembe
13 Mart 2019 Çarşamba
Balkanlar’da Bir Osmanlı Şehri: Sofya (1385-1878)
Balkanlar’da Bir Osmanlı Şehri:
Sofya (1385-1878)
Selim Hilmi ÖZKAN
Künye: Avrasya Etüdleri - Balkanlar Özel Sayısı 50/2016-2 (s. 279-314)
Özet
Osmanlı Devleti’nin Anadolu topraklarının büyük bir kısmını egemenliğine almadan önce fethettiği toprakların başında Balkan toprakları gelir. Balkan topraklarından da Bulgaristan ve Sofya, Osmanlı topraklarına en erken katılan yerlerdendir. Bu fetihler sonucu başlayan Balkanlar’daki ve Sofya’daki Osmanlı egemenliği 500 yıldan fazla sürmüş ve bu süre zarfında Balkanlar ile birlikte Sofya şehri de bir ilim ve kültür şehri haline gelmiştir. Türkler Balkanlar’da ilerlerken burada kurdukları egemenliğe paralel olarak yeni yerleşim yerleri kurdukları gibi yerleştikleri şehir, kasaba ve köyleri de şenlendirmişler ve ekonomik olarak zenginleştirmişlerdir. Ayrıca yerel halk ile bütünleşerek şehirlerin kültürel anlamda zenginleşmesine de katkı sağlamışlardır. Bu süreçte Sofya, Balkanlar’ın en önemli
ilim ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir. Sofya Osmanlı döneminde vakıfları, camileri, hanları, hamamları ve Türk-İslam şehirlerinin ayrılmaz bir parçası olan kendine özgü çarşıları ile bölgenin merkezi konumundaki önemli şehirlerinden birisi olmuştur.
Anahtar kelimeler: Sofya, Osmanlı Devleti, Balkanlar, Bulgaristan.
Sonuç
Osmanlı öncesi döneminde küçük bir kasaba görünümünde olan Sofya, Osmanlıların burayı fethi sonrası gelişerek Balkanların en önemli şehirlerinden birisi haline gelmiştir. Şehir Osmanlı Devleti’nin elinden çıkıncaya kadar askeri, ekonomik, siyasi ve stratejik açıdan önemini hep korumuştur.
Osmanlı Devleti Balkanlarda ve Anadolu’da egemenliği altına aldığı yerlerdeki şehirlere kattığı değer gibi, her alanda bu şehre de önemli değerler katmıştır. Bu değerin bir yansıması olarak Sofya, günümüzde de Balkanların önemli devletlerinden olan Bulgaristan’a başkentlik yapmaktadır.
Şehrin bu derece önem kazanmasında Osmanlı Devleti’nin katkısı unutulmamalıdır. Çünkü Sofya’nın idari yapısı Balkanlar ile birlikte Osmanlı idaresi dönemde belirgin şekilde şekillenmiştir
Önemli tarihi yollar üzerinde kurulan Sofya, Osmanlıların batıya yapacağı seferlerde de hep geçiş noktasında oldu. Tarihi süreçte birçok devletin hâkimiyetinde kalan Sofya, belki en müreffeh ve huzurlu dönemini Osmanlı hâkimiyetinde geçirdiği dönemlerde yaşadı. Ayrıca şehir Osmanlı
Devleti’nin Batıya yapacağı askeri seferlerde üst olarak kullanılmasının ayrıcalıklarını da her zaman yaşadı. Belki günümüzde Bulgaristan’ın başkenti ve en önemli şehirlerinden birisi olmasında bunun payı büyüktür. İncelemiş olduğumuz dönem itibari ile Sofya ve çevresinde dönemin ve bölgenin ekonomik şartlarına uygun olarak arpa ve buğday başta olmak üzere tahıl üretiminin yapılmakta olduğunu söyleyebiliriz. Tarım faaliyetlerinin yanı sıra bölgede hayvancılığın da önemli bir geçim kaynağı olduğu tahrir kayıtlarından anlaşılmaktadır. Şehrin konumu ve Osmanlı ordusunun
geçiş güzergâhında olmasından dolayı ticari faaliyetlerde oldukça gelişmiş durumdadır.Makalenin tamamı için: http://www.tika.gov.tr/tr/yayin/liste/avrasya_etudleri-31
25 Mayıs 2017 Perşembe
12 Eylül 2015 Cumartesi
Eski Zağralı Eyüp Durukan Paşa’nın Edirne’nin Düşmesiyle Başlayan Sofya Esaret Günleri
Eski Zağralı Eyüp Durukan Paşa’nın Edirne’nin Düşmesiyle Başlayan Sofya Esaret Günleri
Basri Zilabid
Son yıllarda Türkiye’de Balkanlara ve Bulgaristan’a dair
oldukça güzel kitaplar yayınlanmaya başladı. Geçen yıl ziyaret ettiğim İstanbul
Tüyap Kitap Fuarından Sofya Esaretinden Çanakkale Zaferine
adını taşıyan bir kitap almıştım. Okumak şimdi nasip oldu.
Kitabın yazarı Eyüp Durukan 1882 yılında Eski Zağra’da
doğmuş. 21 yaşında bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi olan Mühendishane-i
Berri Hümayun’u bitirmiş ve Osmanlı ordusuna girmiş. Almanya, Fransa, Avusturya
ve İngiltere’ye ağır silahlar almak üzere giden ekiplerde yer almış, Çanakkale
ve Balkanlar’daki topçu bataryalarını denetlemiş bir subay.
Eyüp Durukan, Edirne’de topçu komutanı Rifat Paşa’nın refakat
subayı iken Balkan Savaşı patlak verir. Edirne’yi Bab-ı Ali’nin isteğinden çok
daha uzun bir süre müdafaa etmesine rağmen İstanbul’dan bir türlü yardım
gelmeyince Şükrü Paşa’nın şehri Bulgarlara teslim ettiği herkesin malumu olan
tarihi bir hadisedir. İşte bu olaydan sonra başta Şükrü Paşa olmak üzere Rifat,
İsmail ve Kazım Karabekir paşaların da dahil olduğu toplam 15 kişilik kurmay
subay kafilesi ile birlikte Yüzbaşı Eyüp Efendi de 1913 yılında esir olarak
Sofya’ya getiriliyor.
Splendid Otel’de yedi ay kaldıkları esaret günlerinde bu
notları tutuyor. İki devlet arasında yapılan anlaşmadan sonra esaretten
kurtulunca önce Çanakkale ve sonra da Türkiye’nin İstiklal Savaşında görev
alıyor. Askerlik vazifesinden emekliye ayrıldıktan sonra iki dönem Hatay
milletvekilliği yapıyor. 1963 yılında vefat ediyor.
Aslında Eyüp Durukan için “nev-i şahsına münhasır bir adam”
diyebiliriz çünkü günlükleri sadece bu kitaptan ibaret değil. O elli yıl
boyunca toplam 17 277 sayfa günlük tutmuş ve bu günlükler şimdi peyder pey
yayınlanıyor.
24 Haziran 1913 Salı günü yüzbaşı Eyüp Efendi defterine
şunları yazmış:
Sabayleyin
toplandık. Bu toplantıda Bulgaristan’da 36. Nizamiye Alayı’ndan esir bir
mülazım efendi tarafından Şükrü Paşa’ya gelen bir mektup okundu. Bahsi geçen
mülazım efendi Nevrekopa’a tabi Pletena köyünde bulunan validesinden aldığı bu
mektuptan bahsediyor. Ve validesinin yazdığı mektubun bir kısmını aynen
yazıyor: “Oğlum, Bulgarlar köyümüzün
erkeklerinin hepsini kestiler. Genç kadınj ve kızlarımıza vahşiyane hücum
ettiler. Namuslarını parçalayıp ayaklar altına almaktan utanmadılar. Sonra başlarında
bir iki rahip olduğu halde köyümüze tekrar geldiler. Evvela hoca ve
müezzinimizi şehit ettiler. Kutsal kitabımızı hakaretle ayakları altında
parçaladılar. Camimizi kiliseye dönüştürdüler. Bizi cebren bulgar yaptılar. Hep
isimleri değiştirdiler. Bizi zorla kiliseye çevirdikleri camiye götürüp haç
çıkarttırıyorlar. Benim ismime de Babadinska dediler. Kadınlarımızın çarşaflarını
çıkarttılar. Öyle gezmeye zorluyorlar. Bana yazacağın mektuplarında artık Müslüman
ismiyle bana hitap etme çünkü o mukaddes isimlere hakaret ediyorlar.”
Mektuptan bu
kadar kısmını yazdıktan sonra validesini getirmek üzere birkaç muhafızla oraya
gönderilmesini Dahiliye Nezaretinden istirham ettiği ve bir dilekçe garnizon
kumandanına verdiğini fakat bir cevap alamadığını yazıyor ve bu yönde Şükrü
Paşa’nın yardımını talep ediyor. Heyhat! Gölgesinden korkan böyle yüreksiz bir
kumandandan ne beklenir. Erkanıharbi “biz yapabiliriz” deyip ellerini
ovuşturuyor. Biz de Almanya sefaretine veyahut Şükrü Paşa’nın bunu doğrudan
doğruya çara yazmasını teklif ettik. Fakat ne yazık ki cüret edebilecek bir hal
gösteremediler. Yüreğimiz titredi. “Allah alçakları kahretsin ve din
kardeşlerimize selamet ihsan etsin” deyip kaldık.[1]
[1] Eyüp
Durukan, (Yay. Haz. Murat Uluğtekin), Günlüklerde Bir Ömür – II: Sofya
Esaretinden Çanakkale Zaferine (1913-1915), Türkiye İş Bankası Kültür Yay.,
İst. 2014, s. 87-88.
24 Şubat 2015 Salı
23 Ekim 2014 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)