28 Mart 2019 Perşembe

KIRCAALİ TÜRK RÜŞDİYESİ


Kırcaali’nin en muhteşem yapılarından biri olan Medrese’nin arsası 1920 yılında bölge Müslüman encümenliği tarafından satın alınmış ve 1923 –1928 yılları arasında St. Petersburg’da Güzel sanatlar Akademisi profesörlerinden Rus mimar Pomerantsev’in projesi üzerine inşa edilmiştir. Medrese binası olarak planlanan bina Orta Asya Türk mimari tarzında olup, hiçbir zaman kuruluş amacına uygun kullanılamamıştır. Kırcaali Medresesi komünist idare ile birlikte Türklerin elinden tamamen alınarak müzeye çevrilmiştir. 1.300 metre kare sergi alanıyla Bulgaristan’ın en güzel müzelerinden birisidir.
Bulgaristan Türkleri kendi geçimlerini sağlamakta güçlük çektikleri yıllarda, lokmalarını ayırarak, çocuklarının eğitimi için alın teri ile inşa edilen Medrese gerçek maksadına uygun işlevini yapacağı günleri beklemektedir. Kırcaali halkı kimi para, kimi bedava çalışarak, en çok ise kurban derileri toplanarak bu medreseyi halk kendi imkânları ile bitirebilmişlerdir.
1939 – 1945 yılları arası binanın yarısı askeriye tarafından kiralanmış. 1947 yılında Müslüman encümenliği tarafından tapu çıkarılması istenmiş ancak devlet tarafından reddedilmiş. 1950 yılında devlet tarafından el konulmuş ve devlet malı tapusu çıkarılmış. Devlet Türk İlkokulu olarak devam etmiş. 1980 yılına kadar ilkokul olarak devam etmiş. 1980-1986 yılları yapılan büyük tamirden sonra Kırcaali Bölge Müzesi olarak şu ana kadar kullanılmaktadır. Medreseyi geri almak için Sofya Başmüftülüğü tarafından 1992 yılı Mali Bakanlığının reddinden sonra Yüksek Mahkemeye başvuruldu, ancak mahkeme başvuruyu reddetti. O zamandan bu yana medresenin geri verilmesi için bir gelişme yok.
KAYNAK: KIRCAALİ HABER GAZETESİ

17 Mart 2019 Pazar

BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN 1950-1951 GÖÇÜ VE TRAKYA'DA İSKANLARI

SONUÇ KISMINDAN

Bulgaristan 10 Ağustos 1950 tarihli notasında Türkiye’nin üç ay içinde 250.000 Bulgaristan Türkünü göçmen olarak almasını talep etmiştir. Bu nota ile başlayan karşılıklı notalar neticesinde Ağustos 1950’den Bulgaristan tarafından göçün yasaklandığı Kasım 1951’e kadar toplam 154.393 Bulgaristan Türkü 212 Türkiye’ye göç etmiş, göç süresince Bulgaristan’dan gelen göçmenler çok kötü uygulamalara maruz kalmışlardır. Bulgarlar, gayri yasal bir şekilde göçmenlerin mallarını tasfiye etmesine fırsat vermemişlerdir. Göçmenler tamamen elleri boş ve sefil bir şekilde Türkiye’ye gelmişlerdir. Bulgaristan’dan gelen göçmenlerin iskân edilmesi iki aşamada yapılmıştır. İlk aşama barınma aşaması sonra ise kesin olarak yerleştirilecekleri bölgeler olan iskân aşamasıdır. Barınma aşamasında göçmenler sınırdan geçtikleri andan itibaren misafirhanelere alınmışlardır. Edirne ve İstanbul’da misafirhaneler hazırlanmış ve göçmenler buralara yerleştirilmişlerdir. Misafirhanelerde gerekli barınma ve sağlık muayenesi gibi ihtiyaçları giderildikten sonra yerleştirilecekleri iller için çalışmalar başlatılmıştır. Kasım 1950’deki Bakanlar Kurulu kararlarınca sanat, meslek, ziraatte çalıştıkları alanlar ve yaşadıkları iklim şartlarına göre tasnifi yapılan göçmenlerin, gönderilecekleri illerin valilerinin de bilgisi dahilinde olmak üzere, Türkiye’nin çeşitli illerine sevk edilmiştir. Göçmenler gerek göçleri gerekse geçici iskânları sırasında çeşitli sorunlarla karşılaşmışlardır. Devlet bu sorunları giderici tedbirler almaya çalışmış, göçmenler için askerlik ve vergi muafiyetleri sağlamıştır. 1950-51 göçüyle göçmenler maddi varlıklarını Bulgaristan’da bırakmak zorunda kalmış, hükümet göçmenlere destek vermiş ve iskân etmiştir. Göçmenlere yardım amacıyla pek çok yerde yardım komiteleri kurulmuş ve göçmenler için yardımlar toplanmaya başlanmıştır. Bir süre dağınık bir şekilde devam eden bu çalışmalar başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın teşvikiyle Göçmen ve Mülteciler Türkiye Yardım Birliği adı altında kurulan birlikle düzenli bir hale dönüşmüştür. Göçmen ve Mülteciler Türkiye Yardım Birliği vasıtasıyla halkın göçmenlere yaptığı nakdi ve ayni yardım önemli miktarlara ulaşmıştır. Trakya, göçmenleri barındıran önemli merkezlerden birisi olmuştur. 1950- 51 göçünde de gerek Balkanlarla iklim şartlarının uygunluğu, gerekse Trakya’nın stratejik konumu sebebiyle bölge yoğun iskân faaliyeti yapılmıştır. Edirne’ye 4665, Kırklareli’ne 6952, Tekirdağ’a 7659 kişi olmak üzere toplamda 19.276 nüfus iskân edilmiştir. Tez çalışmasında mekân konusunda sınırlama yapılmış Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinde olan iskânlar incelenmiştir. Ayrıca hem köy hizmetleri 213 arşivinden yararlanması sebebiyle hem de 1950-1960 arasını kapsamasından dolayı Cevat Geray’ın verilerini ölçüt olarak almıştır. Göçmenlerin nüfusu, mesleği, muhtaç halde olup olmadığı vs. konularda muhacir defterlerine kayıtlar tutulmuştur. Ayrıca iskân edilecek yerin nüfus yoğunluğu ve kabul edeceği göçmenin ne kadar olacağı hakkında bilgi istenmiştir. Bu kayıtlara göre il iskân planları hazırlanmıştır. Devletin öncelikli hedefi, göçmenlerin barınabilmeleri için bir eve yerleştirilmesi ve sonrasında göçmenlerin üretici duruma geçirilerek hem devlete yük olmamaları, hem de hiçbir kimseye muhtaç olmadan kendi geçimlerini sağlaması şeklinde olmuştur. Bu yüzden Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’da ilçe ve köylerde göçmen evleri yapılmış, çiftçi olan göçmenlere arazi, hayvan, tarım araç gereci, tohumluk verilmiş, donatım ve çevirme kredisiyle üretime başlaması hayatını idame ettirmesi sağlanmıştır. Ticaret ile uğraşanlar için dükkânlar açılmış ve ticari krediler verilerek iş kurmalarına yardımcı olunmuştur. Gelen ailelerin yerleşim ve işyeri için iki tip konut projesi hazırlanmış, bunların inşaatına hemen başlanılarak çiftçi göçmenler için köylerde, yetişmiş işgücü için de şehir ve kasabalarda konut üretilmiştir. Bunlar yapılırken devlet büyükleri, vali, kaymakam, iskân memurları ve diğer görevliler Trakya’da inceleme gezileri yaparak göçmenlerle görüşmüşler ve yapılanları denetlemişlerdir. Türkiye Göçmen ve Mültecilere Yardım Birliği Edirne, Tekirdağ, Kırklareli merkez ve ilçelerinde şubeler açmış bu şekilde hem halkın katılımı sağlanmış, hem de yapılan yardımlar birlik aracılılığıyla göçmenlere ulaştırılmıştır. Göçmenlerin sağlık sorunları karşısında hastaneler yeterli gelmediği için yeni hastaneler açılmıştır. Sağlık taramaları yapılarak salgın hastalık yayılmaması için tedbir alınmıştır. Bu görevleri üstlenen Kızılay, göçmenlerin misafirhaneye gelmelerinden iskân yerine kadar iaşe, giyecek, sağlık gibi her türlü yardımda bulunmuş, ayrıca göçmenlere yapılan yardımlar için aracılık görevi üstlenmiştir. 214 Trakya’ya göçmenlerin yerleştirilmesinin gelmesi sosyal, ekonomik, demografik etkileri olmuştur. Göçmenlerle birlikte bölgenin nüfus yoğunluğu artmıştır. Göçmenlerin büyük oranda tarımla uğraşmaları, toprakların daha verimli hale gelmesini sağlamıştır. Ayrıca kısa zamanda üretici duruma geçmeleri ekonomiyi canlandırmıştır. Türkiye bu göçe hazırlıksız yakalanması sebebiyle bütçe olarak yetemeyeceği sıkıntıya girmiştir. Bu konuda Kızılay, Göçmen ve Mültecilere Türkiye Yardım Birliği ve yabancı ülkelerin yardımları olmuştur. Ancak Türkiye hem halkın yardımları hem çeşitli kurumların yardımlarıyla bu göçmenlerin iskanının üstesinden gelmiştir.

BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN 1950-1951 YILLARINDA TÜRKİYE'YE GÖÇLERİ

SONUÇ KISMINDAN

1950 – 1951 yıllarında Bulgaristan’dan Türkiye’ye yapılan göçler, göçler öncesinde yaşanan çok boyutlu nedenlerden oluşan bir olaylar silsilesinin sonucu olmuştur. Bulgaristan’daki Türkler uzun yıllar eğitim alanında baskı görmüş ve çeşitli kısıtlamalarla yüzyüze kalmışlardır. Okulları tek tek kapatılmış ve daha sonra kalan az sayıdaki okulları da devletleştirilmiştir. Komünist dönemle beraber kooperatifleşme kılıfı altında tüm mal ve mülkleri ellerinden alınmıştır. Çeşitli nedenlerle gerginleşen Türkiye – Bulgaristan ilişkileri neticesinde Bulgar otoriteleri Türkler’e sosyal alanda da baskılar uygulamış ve yaşamlarını çekilmez hale getirmiştir. Türkler dinlerini yaşayamaz hale gelmiş camileri, müftüleri, din özgürlükleri teker teker ellerinden alınmıştır. Yeni iskan politikalarında Türkler’in yerlerine başka ırkları ve toplulukları yerleştirme planları yapmışlardır. Bulgarlar’ın izlediği bu politikalarda Sovyetler Birliği’nin büyük etkileri olmuştur. Boğazlara hakim olmayı ve ılık denizlere inmeyi her zaman isteyen Sovyetler Birliği ile izlediği politikalar sonucu ters düşen Türkiye’yi sıkıştırmak istemiş ve Bulgar yönetimlerini bu doğrultuda kullanmıştır. Ancak bu doğrultuda geçmişte istediklerini savaş yoluyla elde edememiş ve Bulgaristan’ı kullanarak Türkiye’ yi baskı altına almak istemiştir. Türkiye’yi göçlerle ekonomik olarak zayıf düşürmek ve komünizmi yaymak, planlarının ana amaçları olmuştur; ancak bu 125 durum karşısında Türkiye’nin kendine müttefikler edinmek istemesi ve özellikle A.B.D.’ye yanaşması Sovyetler Birliği ile olan ilişkileri daha da germiştir. Türkiye’ nin NATO’ya katılmak istemesi ve bu nedenle Kore Savaşı’na Sovyetler Birliği karşısında girmesi ilişkilerde en gergin sürecin başlamasına neden olmuştur. Göç süresince Bulgaristan’dan gelen göçmenler çok kötü uygulamalara maruz kalmışlardır. Bulgarlar, gayri yasal bir şekilde göçmenlerin mallarını tasfiye etmesine fırsat vermemişlerdir. Göçmenler tamamen elleri boş ve sefil bir şekilde Türkiye’ye gelmişlerdir. Yaşamları için gerekli ne varsa Türk Hükümeti ve Türk halkı tarafından karşılanmaya çalışılmıştır. Bu kadar büyük bir kitlenin gelmesi nedeniyle Türk Hükümeti’nin aldığı tüm önlemler, halktan topladığı tüm yardımlar yetersiz kalmıştır. Göçmenlerin iskanı yokluk içerisinde gerçekleştirilmiştir. 1950 – 1951 yıllarında yaşanan göç hareketinde Türkiye’ye A.B.D. dışında hiçbir ülke önemli bir yardım yapmamıştır. Ancak sonuç olarak Türkiye bu göçmenlerin hepsini iskan edebilmiş ve zorlu bir görevi yerine getirebilmiştir. İki hükümet arasında da vahim ilişkiler yaşanmış ve düşmanlık artmıştır. Türk Hükümeti her seferinde doğal bir göç sürecinin yaşanmasını istemiş ve bu yönde politikalar izlemiştir. Ayrıca uluslararası kuruluşları da arkasına almayı başarmıştır. Ancak Bulgarlar’ın düşmanca tavırları nedeniyle 140 bine yakın göçmen verilen notanın ardından sınırların tamamen kapatılmasına kadar geçen kısa bir süre içerisinde Türkiye’ye gelmiştir. Öte yandan sınırların kapanmasıyla ve Bulgar yönetiminin göçleri durdurmasıyla binlerce Bulgaristan Türkü göç edememiş ve Bulgaristan topraklarında yaşamaya devam etmek zorunda kalmışlardır. Yaşanan göçlerin Türk dış politikası açısından sonucu, Türkiye’nin Sovyetler Birliğinin baskısı karşısında A.B.D.’ye daha çok yaklaşması olmuştur. Bölge bakımından sonucu ise, Balkanlar’da 1947’den sonra başlayan soğuk savaşı hızlandırmasıdır. Truman Doktrini’nden sonra Yunanistan ve Türkiye’nin A.B.D.’ den askeri yardım almaları ile Balkanlar bölgesi iki düşman bloka ayrılmış oldu. Türkiye – Bulgaristan ilişkileri karşılıklı şüphe temeline kuruldu. 1950 – 1951 yılındaki göç hareketinden sonra Bulgaristan’da ilk genel nüfus sayımı 1 Aralık 1956 tarihinde yapılmıştır. Bu sonuçlar 1950 – 1951 göçünün ardından Bulgaristan’da ne kadar Türk’ün kalmış olduğunu göstermesi bakımından 126 önemlidir. Sayım sonuçlarına göre toplam Bulgaristan nüfusu 7.613.708’ dir. Bunun 6.505.541’i Bulgar nüfusu, 656.025’i Türk nüfusudur. Bulgar nüfusu içinde 250.000 Müslüman Pomak’da sayılmıştır. Göçmelerin Türkiye’ye göçtükten sonra yeni hayat düzenlerini kurması kolay olmamıştır. Zaman zaman işsiz kalma ihtimalinin mevcudiyeti, tek işte çalışanların ekseriyeti teşkil etmemesi ve iş değiştirmelerin yaşanması, emniyet hissinin köklü olarak yerleşmesine müteakiben sanayileşme sürecinden etkilenen göçmenler imalat sektöründe mevcut işgücüne katkı sağlamışlardır. Göçmenlerin çalışma hayatına uyumları sosyal çevreye uyumlarından daha hızlı olmuştur. Göçmenlerin yerli Türk halkı ile evlenmek istememeleri ve tahsile talep göstermemeleri sosyal hayata uyumlarının yavaş ilerlediğine işaret etmiştir. Bir kısım göçmen, ülke içerisinde iskanından sonra hayatlarını daha iyi idame ettirebilecekleri yerlere göçmüşlerdir. Göçmenlerin Türkiye şartlarına uyumu göçleri gibi sancılı olmuştur. Sonuç olarak Türkiye bir bütün olarak bu sorunun üstesinden gelmiştir. Bu hadise Türk toplumunda dayanışma ve yardımlaşma duygularını üst seviyeye çıkarmış, Türk Hükümeti’nin azmi, kararlılığı ve uyguladığı doğru politika rol oynamıştır. Türk halkının yardımları, misafirperverliği ve birbirine bağlılığı en büyük desteği sağlamıştır. Bu olay tarih sayfalarına Bulgarlar’ın yüzünü kızartacak bir talihsizlik olarak geçmiştir.

13 Mart 2019 Çarşamba

Balkanlar’da Bir Osmanlı Şehri: Sofya (1385-1878)

Balkanlar’da Bir Osmanlı Şehri:
Sofya (1385-1878)

Selim Hilmi ÖZKAN

Künye: Avrasya Etüdleri - Balkanlar Özel Sayısı 50/2016-2 (s. 279-314)

Özet

Osmanlı Devleti’nin Anadolu topraklarının büyük bir kısmını egemenliğine almadan önce fethettiği toprakların başında Balkan toprakları gelir. Balkan topraklarından da Bulgaristan ve Sofya, Osmanlı topraklarına en erken katılan yerlerdendir. Bu fetihler sonucu başlayan Balkanlar’daki ve Sofya’daki Osmanlı egemenliği 500 yıldan fazla sürmüş ve bu süre zarfında Balkanlar ile birlikte Sofya şehri de bir ilim ve kültür şehri haline gelmiştir. Türkler Balkanlar’da ilerlerken burada kurdukları egemenliğe paralel olarak yeni yerleşim yerleri kurdukları gibi yerleştikleri şehir, kasaba ve köyleri de şenlendirmişler ve ekonomik olarak zenginleştirmişlerdir. Ayrıca yerel halk ile bütünleşerek şehirlerin kültürel anlamda zenginleşmesine de katkı sağlamışlardır. Bu süreçte Sofya, Balkanlar’ın en önemli

ilim ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir. Sofya Osmanlı döneminde vakıfları, camileri, hanları, hamamları ve Türk-İslam şehirlerinin ayrılmaz bir parçası olan kendine özgü çarşıları ile bölgenin merkezi konumundaki önemli şehirlerinden birisi olmuştur.

Anahtar kelimeler: Sofya, Osmanlı Devleti, Balkanlar, Bulgaristan.

Sonuç 
Osmanlı öncesi döneminde küçük bir kasaba görünümünde olan Sofya, Osmanlıların burayı fethi sonrası gelişerek Balkanların en önemli şehirlerinden birisi haline gelmiştir. Şehir Osmanlı Devleti’nin elinden çıkıncaya kadar askeri, ekonomik, siyasi ve stratejik açıdan önemini hep korumuştur.
Osmanlı Devleti Balkanlarda ve Anadolu’da egemenliği altına aldığı yerlerdeki şehirlere kattığı değer gibi, her alanda bu şehre de önemli değerler katmıştır. Bu değerin bir yansıması olarak Sofya, günümüzde de Balkanların önemli devletlerinden olan Bulgaristan’a başkentlik yapmaktadır.
Şehrin bu derece önem kazanmasında Osmanlı Devleti’nin katkısı unutulmamalıdır. Çünkü Sofya’nın idari yapısı Balkanlar ile birlikte Osmanlı idaresi dönemde belirgin şekilde şekillenmiştir
Önemli tarihi yollar üzerinde kurulan Sofya, Osmanlıların batıya yapacağı seferlerde de hep geçiş noktasında oldu. Tarihi süreçte birçok devletin hâkimiyetinde kalan Sofya, belki en müreffeh ve huzurlu dönemini Osmanlı hâkimiyetinde geçirdiği dönemlerde yaşadı. Ayrıca şehir Osmanlı
Devleti’nin Batıya yapacağı askeri seferlerde üst olarak kullanılmasının ayrıcalıklarını da her zaman yaşadı. Belki günümüzde Bulgaristan’ın başkenti ve en önemli şehirlerinden birisi olmasında bunun payı büyüktür. İncelemiş olduğumuz dönem itibari ile Sofya ve çevresinde dönemin ve bölgenin ekonomik şartlarına uygun olarak arpa ve buğday başta olmak üzere tahıl üretiminin yapılmakta olduğunu söyleyebiliriz. Tarım faaliyetlerinin yanı sıra bölgede hayvancılığın da önemli bir geçim kaynağı olduğu tahrir kayıtlarından anlaşılmaktadır. Şehrin konumu ve Osmanlı ordusunun
geçiş güzergâhında olmasından dolayı ticari faaliyetlerde oldukça gelişmiş durumdadır.

Makalenin tamamı için: http://www.tika.gov.tr/tr/yayin/liste/avrasya_etudleri-31

10 Mart 2019 Pazar

SAHLİM KARAMUSTAFA: ZORUNLU ASİMİLASYONA KARŞI BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN DİRENİŞİ 1960-1989


ZORUNLU ASİMİLASYONA KARŞI
BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN DİRENİŞİ 1960-1989
SAHLİM KARAMUSTAFA
Baskı: Razgrad 2010
Sayfa adedi: 240
Şahsi yayın
Dili: Bulgarca






8 Mart 2019 Cuma

Bulgaristan'da Türk Spor Birliği Nasıl Doğdu ve Nasıl "Turan" Oldu?

Bulgaristan'da
Türk Spor Birliği
Nasıl Doğdu ve Nasıl "Turan" Oldu?

Yazar: Tunalı Ali Hüsnü
Basım: Vakit Matbaası, 1933
Sayfa: 68

Bu kitapçıkta Rusçuk "Yıldız" Spor Kulübünün başkanı olan Ali Hüsnü daha sonra meşhur olacak olan Turan Cemiyetinin veya Turan Spor Birliği'nin ilk doğuş günlerini ve çektiği zorlukları anlatıyor. Yani "mutfaktan" haber veriyor. Vidin ve Varnalıların birlik idaresini üzerlerine almaktan çekinmelerini ve "benlik" sebebiyle bazı jimnastik ve spor kulüplerinin birliğe katılmamalarını ve neticede 3. Kongrede (Varna'da yapılan) Vidinlilerle Varnalıların Türk Spor Birliği'ni nasıl "Turan"a çevirdiklerini ve bu Varna Kongresini Turanın birinci kongresi ilan ettiklerini anlatıyor. 



1 Mart 2019 Cuma

ÇEKMEKÖY ÖĞRENCİLERİNE BULGAR ZULMÜ ANLATILDI

İstanbul Çekmeköy Ömer Halisdemir İmam Hatip Lisesi 27.02.2019 günü Belene gazisi saygıdeğer Mehmet Turker büyüğümüzü misafir etti. "Zulmün Coğrafyası" seri konferansları çerçevesinde Bulgar Zulmü konulu bir konuşma yaptı. Bizde acizane kendilerine eşlik ederek kısa bir takdimde bulunduk. Basri Zilabid Çalışkan

İSLAM BEYTULLAH ERDİ, GÜNEŞİ ARARKEN, GELİNUÇTU, BİSERTİYE HİÇ GİTTİNİZ Mİ?




YAŞADIKLARIMIX BİR DAHA YAŞANMASIN, EMBİYA ÇAVUŞ

Embiya Çavuş adını ilk 1997 yılında Kader Kurbanı kitabını okurken öğrendim. Daha sonra onu izlemeye başladım, başta Bulgar zulümlerini anlatan resimlerini ihtiva eden kitabı "Yaşadıklarımız Bir Daha Yaşanmasın" kitapligimiza katmak bugüne nasip oldu. 
1926 doğumlu olan ressam, Şumnu'nun Mahmuzlu (Todor İkonomovo) köyündedir. Nüvvab'da okurken arkadaşları ile teşkilat kurmuş, ancak yakalanarak yargilanmislar ve uzun yıllar Belene ve başka hapishanlerde yatmıştır.





OSMAN KILIÇ HOCA'DAN İKİ ESER DAHA: İSLAMIN İNTİŞARI VE MUKADDİMELER

1920 doğumlu asırlık çınar.. Bulgaristan Türkünün dava adamı.. Komünist rejim onu 15 yıl hapiste tuttu, türlü işkenceler uyguladı. 1965 yılında Türkiye'ye geldi. Sadece 3 yıl sonra Türkiye onu Bulgar devlet başkanı Jivkov'a tercüman yaptı. Sizin mahpus tuttuğunuzu biz Cumhurbaşkanı tercümanı yaparız dedi. Belene toplama kampı ve diğer hapis anılarını Kader Kurbanı adlı ilk kitabında yayınladı. İslam'ın İntişarı (İslam'ın Yayılması demektir) ve Mukaddimeler, Makaleler, Sunumlar ve Hakkında Yazılanlar son yayınlanan kitaplarıdır. Bu iki kitabı gönderme inceliğinde bulunan saygıdeğer Mehmet Türker Ağabeye teşekkür ederim.

Eski Zağra'da Hamza bey Camii

1981 yılında yayınlanan bir kitapta böyle gösterilmiş.
Şimdi ise minaresi yok.
1985 yılında zorla isimlerin değiştirildiği günlerde yıkılmıştır. 

RAZGRAT (ANILAR), HAKKI TEZEL

Baskı 2001, 322 sayfa. Razgrada dair çokça malûmat vardır.
Yazar Hakkı Tezel, 1929 yılında Razgrad'da doğmuş, orada okumuştur. Dönemi için önemli bir okul olan 4 yıllık sanat okulunu (meslek lisesi) bitirmiştir. 1944 yılında Razgrad Yardım Cemiyeti'nde görev almış. 1950'de Türkiye'ye göç etmiştir. 30 yıl Emlak Bankasında teknik ressam olarak görev yapmıştır.