Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
ESKİ ZAĞRA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ESKİ ZAĞRA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
4 Ağustos 2024 Pazar
25 Şubat 2023 Cumartesi
1 Mayıs 2021 Cumartesi
1 Mart 2019 Cuma
Eski Zağra'da Hamza bey Camii
12 Eylül 2015 Cumartesi
Eski Zağralı Eyüp Durukan Paşa’nın Edirne’nin Düşmesiyle Başlayan Sofya Esaret Günleri
Eski Zağralı Eyüp Durukan Paşa’nın Edirne’nin Düşmesiyle Başlayan Sofya Esaret Günleri
Basri Zilabid
Son yıllarda Türkiye’de Balkanlara ve Bulgaristan’a dair
oldukça güzel kitaplar yayınlanmaya başladı. Geçen yıl ziyaret ettiğim İstanbul
Tüyap Kitap Fuarından Sofya Esaretinden Çanakkale Zaferine
adını taşıyan bir kitap almıştım. Okumak şimdi nasip oldu.
Kitabın yazarı Eyüp Durukan 1882 yılında Eski Zağra’da
doğmuş. 21 yaşında bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi olan Mühendishane-i
Berri Hümayun’u bitirmiş ve Osmanlı ordusuna girmiş. Almanya, Fransa, Avusturya
ve İngiltere’ye ağır silahlar almak üzere giden ekiplerde yer almış, Çanakkale
ve Balkanlar’daki topçu bataryalarını denetlemiş bir subay.
Eyüp Durukan, Edirne’de topçu komutanı Rifat Paşa’nın refakat
subayı iken Balkan Savaşı patlak verir. Edirne’yi Bab-ı Ali’nin isteğinden çok
daha uzun bir süre müdafaa etmesine rağmen İstanbul’dan bir türlü yardım
gelmeyince Şükrü Paşa’nın şehri Bulgarlara teslim ettiği herkesin malumu olan
tarihi bir hadisedir. İşte bu olaydan sonra başta Şükrü Paşa olmak üzere Rifat,
İsmail ve Kazım Karabekir paşaların da dahil olduğu toplam 15 kişilik kurmay
subay kafilesi ile birlikte Yüzbaşı Eyüp Efendi de 1913 yılında esir olarak
Sofya’ya getiriliyor.
Splendid Otel’de yedi ay kaldıkları esaret günlerinde bu
notları tutuyor. İki devlet arasında yapılan anlaşmadan sonra esaretten
kurtulunca önce Çanakkale ve sonra da Türkiye’nin İstiklal Savaşında görev
alıyor. Askerlik vazifesinden emekliye ayrıldıktan sonra iki dönem Hatay
milletvekilliği yapıyor. 1963 yılında vefat ediyor.
Aslında Eyüp Durukan için “nev-i şahsına münhasır bir adam”
diyebiliriz çünkü günlükleri sadece bu kitaptan ibaret değil. O elli yıl
boyunca toplam 17 277 sayfa günlük tutmuş ve bu günlükler şimdi peyder pey
yayınlanıyor.
24 Haziran 1913 Salı günü yüzbaşı Eyüp Efendi defterine
şunları yazmış:
Sabayleyin
toplandık. Bu toplantıda Bulgaristan’da 36. Nizamiye Alayı’ndan esir bir
mülazım efendi tarafından Şükrü Paşa’ya gelen bir mektup okundu. Bahsi geçen
mülazım efendi Nevrekopa’a tabi Pletena köyünde bulunan validesinden aldığı bu
mektuptan bahsediyor. Ve validesinin yazdığı mektubun bir kısmını aynen
yazıyor: “Oğlum, Bulgarlar köyümüzün
erkeklerinin hepsini kestiler. Genç kadınj ve kızlarımıza vahşiyane hücum
ettiler. Namuslarını parçalayıp ayaklar altına almaktan utanmadılar. Sonra başlarında
bir iki rahip olduğu halde köyümüze tekrar geldiler. Evvela hoca ve
müezzinimizi şehit ettiler. Kutsal kitabımızı hakaretle ayakları altında
parçaladılar. Camimizi kiliseye dönüştürdüler. Bizi cebren bulgar yaptılar. Hep
isimleri değiştirdiler. Bizi zorla kiliseye çevirdikleri camiye götürüp haç
çıkarttırıyorlar. Benim ismime de Babadinska dediler. Kadınlarımızın çarşaflarını
çıkarttılar. Öyle gezmeye zorluyorlar. Bana yazacağın mektuplarında artık Müslüman
ismiyle bana hitap etme çünkü o mukaddes isimlere hakaret ediyorlar.”
Mektuptan bu
kadar kısmını yazdıktan sonra validesini getirmek üzere birkaç muhafızla oraya
gönderilmesini Dahiliye Nezaretinden istirham ettiği ve bir dilekçe garnizon
kumandanına verdiğini fakat bir cevap alamadığını yazıyor ve bu yönde Şükrü
Paşa’nın yardımını talep ediyor. Heyhat! Gölgesinden korkan böyle yüreksiz bir
kumandandan ne beklenir. Erkanıharbi “biz yapabiliriz” deyip ellerini
ovuşturuyor. Biz de Almanya sefaretine veyahut Şükrü Paşa’nın bunu doğrudan
doğruya çara yazmasını teklif ettik. Fakat ne yazık ki cüret edebilecek bir hal
gösteremediler. Yüreğimiz titredi. “Allah alçakları kahretsin ve din
kardeşlerimize selamet ihsan etsin” deyip kaldık.[1]
[1] Eyüp
Durukan, (Yay. Haz. Murat Uluğtekin), Günlüklerde Bir Ömür – II: Sofya
Esaretinden Çanakkale Zaferine (1913-1915), Türkiye İş Bankası Kültür Yay.,
İst. 2014, s. 87-88.
12 Mart 2015 Perşembe
ESKİ ZAĞRA HAMZA BEY CAMİİ
HAMZA BEY CAMİİ
Bulgaristan’ın Eski Zağra şehrinde XV. yüzyılda yapılmış cami.
Bugün Stara Zagora olarak adlandırılan ve eskiden Bulgaristan’daki Türk şehirlerinin en büyüklerinden olan Eski Zağra, XIV. yüzyılın ortalarından 1877-1878’e kadar Rumeli’deki önemli bir merkez olma durumunu korumuştu. Evliya Çelebi’nin 1062 Zilhiccesinde (Kasım 1652) burayı ziyaretinde mevcut on yedi cami ve mescidden bugün ayakta kalabilen tek ibadet yeri şehrin merkezinde bulunan Hamza Bey Camii’dir. Eskicami de denilen bu eser, Evliya Çelebi tarafından kalabalık cemaate sahip büyük bir ibadet yeri olarak tarif edilmiştir. Tam okunamayan cümle kapısı üstündeki üç satırlık Arapça kitâbesine göre, Yıldırım Bayezid’in oğlu Emîr Süleyman Çelebi döneminde Emîr Hamza Bey tarafından 811 (1408-1409) yılında yaptırılmıştır. Burada adı geçen Hamza Bey’in tarihî kimliği tam olarak aydınlanmamıştır. M. Kiel bu hususta bir fikir beyan etmemiş, Ekrem Hakkı Ayverdi ise bunun Fîruz Bey’in oğlu Antalya muhafızı Hamza Bey ile aynı kişi olabileceğini ileri sürmüştür. M. Süreyya Bey, bu zatın 833’te (1429-30) Eski Zağra’dan ayrılarak Sofya’ya gittiğini ve burada vefat ettiğini bildirir (Sicill-i Osmânî, II, 251). Hamza Bey Camii, üstündeki bir kitâbeden öğrenildiğine göre 1204’te (1789-90) bir tamir görmüştür.
Eski Zağra 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda korkunç bir facia ile karşılaşmış ve buradaki müslüman halk bir katliama uğramıştır. Bu felâkette hemen hemen bütün Türk eserleri tahrip edilmiş ve müslüman halktan sağ kalanlar göçe zorlanmıştır. Minaresi yıkılmış ve tahrip edilmiş olan Hamza Bey Camii, müslüman ahalinin yeniden şehre döndüğü sırada Osmanlı hükümetinin baskısı ile halka teslim edilince tamir edilerek ibadete açılmıştır. Daha sonra tekrar ibadete kapanan cami yıllarca kapalı olarak ayakta kalabilmiştir. 1966 Ağustosunda Bulgaristan’da yapılan bir inceleme gezisinde bu tarihî eserin bakımsız fakat ayakta olduğu görülmüştü. Ekrem Hakkı Ayverdi 1969 ve 1982 yıllarındaki ziyaretlerinde camiyi ancak dışından görebilmiş, ölçüsünü dahi tam alamadığı yapıyı çok kötü durumda bulmuştu.
Hamza Bey Camii, üç bölümlü son cemaat yerini takip eden kareye yakın (19,32 × 20,50 m.) bir harime sahiptir. Bu mekânın üstünü örten 17,50 m. kadar çapında yüksek kasnaklı kubbesiyle mâbed, Osmanlı dönemi camileri arasında kubbe büyüklüğü bakımından özel bir yere sahiptir. Binanın dış yüzü pek intizamlı olmayan taş ve tuğladan diziler halinde örülmüştür. Kubbe kasnağında taş ve tuğla tekniğinin esas duvarlara göre daha düzenli oluşu ve buradaki oval pencereler kasnakla kubbenin çok geç dönemde yenilendiğine işaret sayılabilir. Hatta kubbenin tam yuvarlak olmayışı da belki bu yüzdendir. Son cemaat yeri tuğla pâyelere binen kemerlerle ayrılmış olup yanlarda da ortasında bir pâye bulunan çifte kemer vardır. Buradaki üç bölümden iki yanda olanlar birer büyük, ortadaki ise daha küçük bir kubbe ile örtülmüştür. Son cemaat yeri kubbelerinin üçü de sekizgen kasnaklıdır. Geç bir dönemde buradaki kemerlerin içleri doldurularak örülmüş, sadece bazı pencere açıklıkları bırakılmıştır.
Rumeli’deki minarelerin çoğu gibi ince ve uzun gövdeli olan minaresi esas beden duvarı ile son cemaat yeri köşesi üstünde yükselir. Merdiveni buradaki duvar kalınlığı içinde bulunduğuna göre M. Kiel’in sandığı gibi sonradan ilâve edilmiş olamaz. Büyük kubbenin kareden kasnağa geçişi geniş çaplı tromplarla sağlanmıştır. Harim, her cephesindeki ikişer alt ve birer üst (kıble cephesinde iki) pencereden aydınlanmış, ayrıca kubbe kasnağına bir dizi oval biçimli pencere açılmıştır. Türk yapı sanatının klasik dönemine yabancı olan bu pencerelerin XVIII. yüzyıl sonlarındaki tamirde bu şekle sokulduğu düşünülebilir. Esasen mihrap ve kemerlerin araları ile kubbe pencereleri etrafındaki kalem işi nakışlar çok açık şekilde barok üslûbuna işaret eder. Ahşap mahfil ile mermer minberi de üslûpsuz basit eklemelerdir. Böylece Hamza Bey Camii’nin, geç bir dönemde belki bir yangın arkasından büyük ölçüde değişiklik ve tamir görmüş olduğunu söylemek mümkündür.
Bulgaristan’da 1980’li yıllarda hüküm süren Türklüğün ve Müslümanlığın kökünü kazıma politikası esnasında büyük bir zarar görmeyen bu mâbed, yumuşama politikasının ön planda tutulduğu günümüzde (1977) tamir edilerek ibadete açılmayı beklemektedir.
Semavi Eyice, TDV DİA
Not: Makalenin son satırında sanılım sehven 1977 yılı yazılmış, kast edilen 1997 olsa gerektir. Ayrıca "ibadete açılmayı beklemektedir" ifadesi güzel bir temennidir, ancak gelişmeler böyle olmamıştır. Cami, "Dinler Müzesine" dönüştürülmüştür. Fotoğraflarda da görüldüğü üzere. BTG
Beyhan Mustafa: Hamza Bey Camii minaresi 1985 yılındaki korkunç zorla Bulgarlaştırma döneminde eski Bulgar Komünist Partisi Kültür Bakanı Georgi Yordanov'un katılımıyla Bulgar Ordusu askerleri tarafından yıkılmıştır. Yordanov, 1988 yılında Ilıca/Кюстендил/'yı da ziyaret eder ve Fatih Mehmet Paşa Camii minaresinin yıkılması için de dua eder. |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)