Prof. Stoyanka Kenderova ile Söyleşi
Söyleşiyi yapan: Ema Ivanova
Stoyanka Kenderova 1947 yılında Velingrad’da doğdu. Osmanlı ve Arap tarihçisi, profesör, St. Petersburg Doğu Dilleri Enstitüsü’nde tarih doktoru, Strazburg Üniversitesi’nde tarih bilimleri doktorudur. Sofya Üniversitesi’nde Türk Filolojisi bölümünü, ikinci uzmanlık alanı olarak da Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü tamamlamıştır. Daha sonra Tunus’taki Burgiba Yaşayan Diller Enstitüsü’nde kütüphanecilik ve bibliyografya üzerine yüksek lisans yapmış, ayrıca edebî Arapça eğitimi almıştır. Bağdat, Cambridge ve Madrid’de uzmanlık çalışmalarında bulunmuştur.
Milli Kütüphane’de arşivci, baş arşivci, Doğu Bölümü Başkanı ve bilimsel sekreter olarak görev yapmaktadır. Sofya, Tırnova ve Strazburg üniversitelerinde Osmanlı-Türk diplomasisi, Arap ülkelerinin kültür tarihi ve Osmanlıca alanlarında fahri öğretim görevlisi olarak dersler vermektedir.
“Tuna Vilayeti’nde Yoksullar ve Göçmenler İçin Hastaneler”, “Samokov Müslümanları Arasında Kitaplar, Kütüphaneler ve Okuma Alışkanlıkları” ve “Çepinsko’nun Geçmişine Dair Kaynaklar” gibi pek çok bilimsel kitabın ve yayının yazarıdır.
2025 yılının başında “Vidin’deki Osman Pazvantoğlu Kütüphanesi. Kütüphane Kataloğu (1837–1887)” adlı kitabınız yayımlandı. 2.600 ciltlik bir koleksiyon tespit ettiniz. Osman Pazvantoğlu’nun (1758–1807) Vidin yöneticisi olduğunu ve cami ile bitişiğinde bir kütüphane inşa ettirdiğini biliyoruz. Ancak bu kütüphanenin ölçeği hakkında bugüne dek pek fikrimiz yoktu. Önce Osman Pazvantoğlu’nun kişiliğinden bahsedelim: O, bir istisna mıydı?
– Pazvantoğlu oldukça çelişkili, enerjik ve güçlü bir kişiliğe sahipti. Yaşadığı dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nda ademi merkeziyetçiliğin öne çıktığı bir dönemdi. Yerel yöneticiler (ayanlar) her bölgede güç kazanarak merkezi otoriteden bağımsız hareket etmeye başlamışlardı. Bu süreç özellikle Avusturya’nın sık sık saldırdığı sınır bölgesi Vidin’de daha belirgin biçimde yaşandı.
19. yüzyılın başlarında yaklaşık 9.000 kişilik bir yeniçeri ordusu Vidin’de toplanmış, zamanla şehrin ekonomik yaşamında da etkin rol oynamaya başlamıştı. Sultan III. Selim, Osmanlı ordusunu Avrupa modeliyle modernleştirmeye yönelik reformlara girişmişti. Ancak bir yeniçeri subayının oğlu olan Osman Pazvantoğlu, bu reformlara karşı çıktı; ona göre Osmanlı’nın büyük başarılarını yeniçeriler elde etmişti.
Vidin’deki Hristiyan ve kırsal kesim halkı, reformlar sonucunda vergilerinin düşmesi nedeniyle onu destekliyordu. III. Selim ona karşı üç büyük askerî sefer düzenledi fakat başarılı olamadı.
Pazvantoğlu’nun ordusu çok milletliydi: Arnavutlar, Türkler ve yerel halktan oluşuyordu. Hatta süvarilerinin çoğunun Bulgar olduğu söylenir. Yer yer kundaklama ve yağmalama eylemleri de gerçekleştirmiştir. Osmanlı arşivlerinde, yerel idarecilerin onun ordusunun yağmacı hareketlerinden şikâyet ettiklerini gösteren belgeler mevcuttur.
Öte yandan Batı’ya da ilgi duymuş, özellikle Fransa’ya yönelmiştir. Güvendiği iki adamını Paris’e göndermiş; Napolyon’un dışişleri bakanına ulaştırdıkları mektupta, kendi yönetimindeki topraklarda Fransız tüccar ve çıkarlarının koruyucusu olduğunu bildirmiştir.
Hayırsever yönü de güçlüydü. Babasına adadığı büyük bir cami ile bitişiğinde bir kütüphane (1802–1803) yaptırmıştır. Ebeveynlerinden kalan kitaplar da bu kütüphanenin temelini oluşturmuştur: Babasından 1569, annesinden ise yaklaşık 100 cilt kalmıştır; bunların otuzu bugün Milli Kütüphane’de muhafaza edilmektedir. Bu durum, kitap sevgisinin köklü bir aile ortamında geliştiğini gösterir. Avusturyalı bilim insanı Felix Kanitz (1829–1904), Vidin’in onun döneminde büyük bir gelişme kaydettiğini belirtir.
– Osmanlıların genel olarak eğitimsiz olduğu yönünde bir algı vardır. Bu kütüphane, Balkanlar’daki en büyük Osmanlı kütüphanesi miydi?
– En büyük kütüphane Saraybosna’daki Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’dir (16. yüzyıl). Bulgar topraklarında ise 1842–1843 yıllarında Mehmed Hüsrev Paşa’nın Samokov’da kurduğu kütüphane önemlidir. Bu kütüphane, yerel halkın kitap koleksiyonlarının birleştirilmesiyle oluşturulmuştur ve fon açısından Vidin’deki kütüphaneye yaklaşır. Ayrıca 18. yüzyıl ortalarında kurulan Şumnu’daki Şerif Halil Paşa Kütüphanesi de önemlidir. Halil Paşa, cami ve külliyesiyle birlikte bir ilkokul ve medrese de inşa ettirmiştir.
Kütüphane kurmak büyük mali kaynak gerektirir. El yazması kitaplar süslemeli, ciltli ve oldukça pahalı eserlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda matbaanın kullanılmaya başlanması, Gutenberg’in icadından yaklaşık 250 yıl sonradır. Ömer Ağa son derece zengin biriydi; geniş topraklara sahipti ve bu servet Pazvantoğlu’na da miras kalmıştı.
– Kütüphaneye 115’ten fazla bağışçının katkı sağladığını belirtiyorsunuz. Bunlar kimlerdi?
– Çoğu 1–2 kitap bağışlamış, bazıları ise 50–70 hatta daha fazla cilt hediye etmiştir. 1837’de hazırlanan orijinal katalogda, kitapların bir kısmının halk arasında dağıldığı, kütüphanenin korunmasından yerel ulemanın sorumlu olduğu kaydedilmiştir. Bağışçılar arasında çok sayıda yeniçeri bulunmaktadır. Vidin müftüsü ve Vidin İdare Meclisi eski sekreteri Mahir Efendi de bunlar arasındadır.
Milli Kütüphane, Vidin halkına ait tereke kayıtlarını da içeren 80’den fazla sicil defterine sahiptir. Bu defterlerde ölen kişilerin mirası (yorganlar, mutfak eşyaları, kitaplar vb.) ayrıntılı şekilde kaydedilmiştir. Bu belgelerden, dönemin en pahalı kitaplarının hukuk alanındaki eserler olduğu anlaşılmaktadır.
– Pazvantoğlu’nun kütüphanesinde 22 tematik kategori yer alıyor. Dini içerikli (Kur’an, hadis, kelam, tasavvuf, fıkıh) eserlerin yanı sıra dil, matematik, felsefe, astronomi gibi seküler alanlara ait kitaplar, biyografik koleksiyonlar ve şiirler de var. Özellikle dikkat çeken eserler nelerdir?
– En değerli eserlerden biri, 16. yüzyıl sonlarında Medici ailesi tarafından Roma’da basılan İbn Sînâ’nın *Tıpta Kanun* adlı kitabıdır. Ayrıca Davut’un Mezmurları’nın İtalyanca bir baskısı da bulunur. İsviçreli bilim insanı Paracelsus’un eserlerinin Türkçeye çevrilmiş bir nüshası mevcuttur (bir örneği Samokov kütüphanesinde de vardır).
Öklid’in *Elementler* adlı eseri, Milli Kütüphane’de korunan en eski el yazmalarındandır ve 11. yüzyıla aittir. Bu eser, Abbasîler döneminde yaşamış büyük çevirmen Kosta ibn Luka (820–912) tarafından Arapçaya çevrilmiştir. Ayrıca Orta Asyalı astronom ve bilgin Nasîrüddin et-Tûsî’nin, Semerkantlı Uluğ Bey’in astronomik cetvellerinin de kütüphane koleksiyonunda yer aldığı bilinmektedir.
– O dönemde kütüphaneleri kimler kullanıyordu?
– Vakıf kütüphaneleri genellikle okuma salonu esasına göre işletilirdi; kitaplar dışarı çıkarılamazdı. Ancak Pazvantoğlu’nun kütüphanesinde, kefil gösterilmesi halinde kitapların ödünç alınmasına izin verilirdi.
– 1878’den sonra ne oldu?
– Kurtuluştan sonra, ülkemizdeki birçok Osmanlı kütüphanesi Milli Kütüphane’ye devredildi. Osmanlı Devleti, kötü saklama koşullarını gerekçe göstererek Pazvantoğlu’nun kitaplarını geri istemişti. Vidin’de kalan Müslüman nüfus azdı; buna rağmen kütüphane yerel yönetim tarafından teslim edilmedi. 1883’te Maarif ve Din İşleri Bakanı Konstantin Stoilov da aynı şekilde iade talebini reddetti.
1887–1888 yıllarında, Stefan Stambolov döneminde, kitapların üçte ikisi Osmanlı İmparatorluğu’na devredildi. Stambolov, Sultan ile ilişkilerini güçlendirmek ve Makedonya’daki Bulgar Kilisesi’nin korunmasını sağlamak amacıyla bu adımı atmış olabilir. Ödeme yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir.
Katalogdan, dini içerikli kitapların iade edildiği, tarih, tıp ve dilbilgisiyle ilgili eserlerin ise korunduğu anlaşılmaktadır. Kitapların incelenmesi için kurulan komisyonda Edirne, Selanik, Manastır ve Üsküp’te Osmanlıca ve Arapça öğrenmiş kişiler görev almışlardır. Bu kişiler, Bulgaristan’da Osmanlı ve Doğu bilimlerinin temellerini atan ilk araştırmacılardır.
– Türkiye’de bugün bu kitaplar nerelerde bulunmaktadır?
– Türkiye’den bir meslektaşım, Osmanlı Devleti’nin kitapları toplamak üzere Sofya’ya gönderdiği Mahmud Nedim Bey’in listesinde Nadir Eserler Kütüphanesi’ne ait kayıtları buldu. Barton Üniversitesi’nden bir diğer meslektaşım ise, kitapların bir kısmının Beyazıt Kütüphanesi’nde olduğunu tespit etti. İstanbul’da beni kütüphane müdürüyle tanıştırarak Pazvantoğlu’nun kitaplarını görmemi sağladı.
OSMANLICA EKOLÜMÜZ AVRUPA’NIN EN İYİLERİ ARASINDA
– İstanbul ve Kahire arşivlerinden sonra, Milli Kütüphanemiz Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsça belgeler bakımından dünyanın en büyük üçüncü arşivine sahiptir. Ancak bunları okuyacak insan gücümüz var mı?
– Türkiye 1931 yılında arşivinin bir kısmını açık artırmayla satmış, biz de bu şekilde birçok belgeyi edinmişiz. Ülkemizdeki tüm bölgesel arşivlerde ve müzelerde Arap harfli Osmanlı belgeleri bulunmaktadır. Milli Kütüphane arşivi 80 yılı aşkın süredir tasnifli olduğu için araştırmacıların belgeye ulaşması kolaydır.
Bulgaristan’daki Osmanlıca araştırma ekolü bugün hâlâ Avrupa’nın en güçlülerinden biridir. Bunun nedeni, Trakya ve Makedonya’da Osmanlıca öğrenen Bulgar aydınlarının oluşturduğu güçlü temellerdir. Ayrıca Almanya’da Şarkiyat eğitimi alan Prof. Boris Nedkov’un (1910–1975) katkısı da büyüktür. Günümüzde Osmanlı uzmanlarının çoğu tarih kökenlidir, ancak Türkçeye hâkimiyet dereceleri genellikle zayıftır.
– “El-İdrisî Haritalarında Balkan Yarımadası” kitabının ortak yazarıyken, Arap bilim ve kültürünün Avrupa üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz.
– Bilgimiz gerçekten yetersiz. Ancak Milli Kütüphane 1960’lardan bu yana Arapça, Farsça ve Türkçe Doğu el yazmalarının kataloglarını ve kilise mücadelelerine ilişkin belgelerin envanterlerini yayımlamaktadır. Günümüzde çağdaş İslam okulları ve İslam dünyasındaki siyasi hareketler hakkında da giderek daha fazla araştırma yapılmaktadır. Özellikle Sofya Üniversitesi’nin Arapça, Türkoloji ve İran çalışmaları bölümlerinde bu konularda önemli akademik üretim gerçekleşmektedir. Prof. Yordan Peev’in büyük ansiklopedisi *“İslam Evi”*nin ikinci cildi yayımlanmıştır; burada İslam tarihinin önde gelen şahsiyetleri tanıtılmaktadır.
Tarihimizin Osmanlı döneminde İslam kültürü ve biliminin Bulgar topraklarında yaygınlaştığını bilmemiz gerekir. Bununla birlikte, 1396 sonrasında el yazmaları ve kütüphaneler de dahil olmak üzere Bulgar kültür mirasının akıbeti de önemlidir. Bu eserlerin bir kısmı korunmaları için Rusya, Romanya ve başka ülkelere gönderilmiştir.