26 Haziran 2024 Çarşamba

VİDİN VE TÜRK ANITLARI

 VİDİN VE TÜRK ANITLARI

 

Yazan: Dr. Petar Mijatev (1906-1991)

Tercüme: Basri Zilabid Çalışkan

 

18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarındaki Vidin adı, Osman Pasbanoğlu adıyla yakından ilişkilidir (adı yazılı ve taş anıtlarda bu şekilde geçtiği için öyle yazılmıştır). Hiç bir yerde Pazvantoğlu şekline rastlamadık. Vidin'de günümüze ulaşan Türk eserlerinin büyük bir kısmı, padişah III. Selim’i yıllarca huzursuz eden bu önemli şahsın adını ve anısını taşımaktadır. Bugün Vidin'denispeten az sayıda Türk anıtı korunmuştur, ancak yerel müze müdürü Vasil Atanasov Beyefendi ve Vidin müftüsü Hafız Sabit Efendi sayesinde bunlar iyi düzenlenmiş ve güvenli bir yerdedir. Vidin'in Türkçe yazılı eserlerini ve kitabelerini tanımak için şehri çok dolaşmaya gerek yok. Cami-i Cedid'in (yeni cami, Osman Pasbanoğlu camisi) avlusunda neredeyse tüm anıtlar toplanmış ve iyi düzenlenmiştir.

Sağ'da cami duvarına dayalı mezar taşları ve kütüphane

Burada mermer mezar taşları ile birlikte bir zamanlar var olan fakat artık yıkılmış okulların, şadırvanların, camilerin ve çeşmelerin üzerinde bulunan güzel içerikli kitabeler ve güzel süslemelerle bezenmiş mermer levhalar vardır. Bu kitabelerin bazılarında, askeri faaliyetlerinin yanı sıra kitap toplama işiyle de uğraşan Vidin valisi Osman Pasbanoğlu'nun adını okuyoruz (caminin avlusunda, taş kütüphane bugün hala ayaktadır. Bazıları çok eski ve edebi açıdan değerli olan 150-200 kadar el yazması günümüze kadar korunmuştur), okul inşaatları, o bölgede pek fazla bulunmayan su depoları, camiler, çeşmeler vb. Osman Pasbanoğlu, bu inşaat ve kültürel faaliyetle sadece dindaşlarının değil, aynı zamanda onu adil bir hami olarak gören baskı ve işkence altındaki Hıristiyan halkın da güvenini kazandı.

Osman Pasbanoğlu'nun mezarı bugün Mustafa Paşa Camii'nin avlusunda özenle korunuyor. Baş taşında şu yazı bulunmaktadır (serbest tercüme):

 

"Ey dindar adam,

ölüler için dua eden sen,

benim halimden ibret al ve

elinden geldiğince herkese iyilik yap.

Bil ki, ahirette hesap verme günü vardır,

dolayısıyla nefis bedenden ayrıldığında,

yaptığın iyilikleri orada dile getirmelisin.

Pasbanın zavallı oğlu Osman'ı da dua ederek hatırla ki,

kendin için de iyi bir şey yapmış olursun, 1221" 1806-7.

Baba Vida kalesinde de birçok Türkçe kitabe korunmuştur. Tuna Nehri'nin kenarında şunları okuyoruz:

"Sözü kanun olan cihan hükümdarı Sultan (III.) Ahmed

Saygıdeğer Mustafa Paşa onun muhafızı ve sırdaşıydı.

Tuna nehrinin kıyısına düşmana karşı bir savunma duvarı (sur) inşa ettirmişti ki, nasıl bir duvar!

Belki de Büyük İskender'in kalesi de buradaydı... Bu kale surun içinde alnında

ben olan bir dilberden başkası değildir.

1132/1719. Camide toplanan Türk taş anıtlarının yanı sıra müzede birkaç tane daha var, Baba Vida kulelerinden birinde de bulunmaktadır. Pazar Kapı kitabesi, Yahya Camii ve Vidbol'a giden yol üzerinde Vidin'e yedi kilometre mesafede Çoban Köprü var.

Ülkemizde Türk eserleri gereksiz, naif, anlamsız eserler olarak görülmektedir. Bu öyle değildir. Trak, Got, Roma, Bizans ve Bulgar kültürleri burada inceleniyor. Türk eserlerini görmezden gelip küçümseyemeyiz.

Not: Bu makale 1938 yılında Bulgarca olarak Sofya’ya yayınlanan Zora gazetesinde basılmıştır. (sayı 5741)

***

Hakşinas Türkolog Prof. Dr. Petar Mijatev Kimdir?

1906 yılında Pazarcık iline bağlı Peştera kasabasında doğdu. 1925-1927 yıllarında Sofya Üniversitesi'nde tarih ve hukuk okudu. 1931 yılında Budapeşte Üniversitesi Türk Filolojisi bölümünden felsefe doktoru olarak mezun oldu. 1931-1932'de İstanbul’da ihtisas yaptı, M. Fuat Köprülü ve Ahmet Refik’in derslerine iştirak etti. Ardından Plovdiv Arkeoloji Müzesi'nde idarecilik (1932-1933), 1934 yılında Sofya'da öğretmenlik yaptı. 1935-1942 döneminde Sofya Milli Kütüphanesi Şarkiyat Dairesi'nin başkanlığını yaptı. 1942'den 1945'e kadar Budapeşte Üniversitesi Bulgar Enstitüsü'nün direktörlüğünü yaptı ve Bulgar tarihi ve dilbilimi hocası olarak görev yaptı. 1945-1947'de Sofya Üniversitesi'nde Macar dili dersleri verdi ve 1947'den 1976 yılına kadar Bulgar Bilimler Akademisi’nin arşiv dairesi, tarih enstitüsü, balkan araştırmaları enstitüsü bölümlerinde çalıştı. 1991 yılında Sofya'da vefat etti. Türk okuru kendisini 1987 yılında Türkçe’ye çevrilen Bulgaristan’daki Osmanlı Anıtları isimli eseriyle tanımaktadır. 



31 Mayıs 2024 Cuma

Halil Hasan İlmen (Halil Hasanov)

 

Rusçuk ve Şumnu'da Türk okulunda muallimlik, Türk cemiyetlerinden "Altınordu" da azalık yapan, Kemalist olduğu gerekçesiyle muallimlik hakkı gasp edilen, Rusçuk'ta Türk Cemaati ve Türk Okulları Encümeni Başkanlığı görevinde bulunan, 1929 yılın Bulgaristan Türkleri Milli Kongresinde aza olarak yer alan, Meşrutiyet öncesi ve sonrasında Rusçuk'ta yazılı matbuatta dergi idareciliği görevlerinde bulunan, Balkan Harbinde "Userayi Osmaniye İane Komisyonu" azası olarak vazife yapan, Milli Mücadele döneminde Rusçuk Türk Cemaati Başkanlığı görevinde bulunan, Cumhuriyet döneminde Sofya Elçiliğinde memur olarak görev yapan Halil Hasan İlmen (Halil Hasanova)'ın Rusçuk'da bir hatıra fotoğrafı

29 Mayıs 2024 Çarşamba

Selanikten Bağdat'a: Bir Osmanlı Zabitinin Hatıraları

 

MELNİK
Yahut Menlik
Osmanlı zamanında şimdiki Melnik'in adı Menlik idi. İşte oralı bir Osmanlı subayı olan Ali Haydar Bey'in Hatıraları... Münevver Ayaşlı'nın amcası olan bu zat Rıfat beyin 5 oğlundan 4.südür. Bektaşi olan Rıfat bey, oğullarına
- Ali Rıza,
- Cafer Tayyar (M. Ayaşlı'nın babası),
- Hüseyin Mazlum,
- Ali Haydar ve
- Şevket adlarını vermiş.
Kitabın adı: Selanikten Bağdat'a: Bir Osmanlı Zabitinin Hatıraları
Yazarı: Menlikli Ali Haydar Bey (Bağana)
Haz. Ömer Hakan Özalp
İşaret yay. 2020, 311 sayfa. İndeksi VAR.



Lofçalı Müftüzade Halil Zeki Efendi’nin Malûmat-ı Medeniye yahut Hakkımızı Öğrenelim

 

Şumnu Nüvvab İHL Öğretmeni Mehmet Hasan :
Lofçalı Müftüzade Halil Zeki Efendi’nin çon ender bir eserini bulmak nasip oldu. Kitap ibtidai son sınıf ve rüştiye birinci sınıflar için kaleme alınan ,,Hukukumuzu Öğrenelim (Гражданско Учение),, 1912 yılında Balkan Matbaasında basılmıştır. Eserin sahibi Lofça Müftüsü Hasan Zühtü Efendi’nin oğlu olarak 1875 yılında Lofça’da doğdu. “Lofçalı Halil Zeki” ve “Müftüzade Halil Zeki” olarak tanınır. Filibe rüştiye müdürlüğünün yanında Rumeli’nin değişik yerlerinde okul müdürlüğü ve eğitim müfettişliği yapmıştır.
 


24 Şubat 2024 Cumartesi

Rusya Milli Kütüphanesi, St. Petersburg’da bulunan Vidin'den Götürülmüş Kitabeler

 

Rusya Milli Kütüphanesi, St. Petersburg’da bulunan

Vidin ve diğer kalelerdeki Türkçe Tarih Kitabeleri

Olga Vasileva

Rusya Ulusal Kütüphanesi/St. Petersburg-Rusya

заведующая сектором восточных фондов ОР РНБ Ольга Валентиновна Васильева

Özet

1878 Berlin Antlaşması uyarınca Bulgaristan'daki tüm Türk kalelerinin yerle bir edilmesi gerekiyordu. Aynı zamanda tarih yazıtlı kitabeler de korunarak St. Petersburg'a nakledildi. Kitabeler Prof. Vasiliy Smirnov tarafından incelenmiş ve daha sonra çoğu farklı askeri birliklere “hediye edilmiştir”. Ancak 1882'den beri İmparatorluk Halk Kütüphanesi'nin (bugünkü Rusya Milli Kütüphanesi) girişini sekiz taş süslüyor.

Bunlardan dördü Bulgaristan'ın Kuzeybatısındaki Vidin kasabasından geliyor; bir taş muhtemelen Shumla'dan (Shumen) alınmış, diğerlerinin menşei ise belirsiz. En eski yazıt Hicri 1134 / Miladi 1721–1722'ye tarihlenirken, sonuncusu ise Hicri 1254 / Miladi 1838–1839 yılını taşıyor. Altı tarih yazıtı binaların veya kapıların inşası veya onarımına adanmıştır. İnşaattan sorumlu kişilerin isimleri sıklıkla zikredilmektedir.

Nitekim 1134 / 1721-1722 tarihli kitabede binaların sorumlusu Süleyman Paşa ile inşaatı yapan Hezarfen Mustafa'nın isimleri görülmektedir.

1147/1734-1735 yıllarında Vidin'in İstanbul ve Florentin kapılarını yenileyen Ahmed Paşa ve mimar Mustafa-Kulu'nun isimleri iki kitabede geçmektedir.

Vidin kalesinin komutanı Hafız Ali Paşa da bu listeye dahildir.

Aynı İstanbul kapısının 1814 yılında yeniden inşasına başlanması münasebetiyle yapılan kitabede, çoğu yerde Sultan II. Mahmud'un (1808-1839) adı da geçmektedir. 1250 / 1834-1835 tarihli oval taş üzerinde tuğrası yer almaktadır. Tarih yazıtları, Eski Türkçe (Osmanlı) dilinde, Arapça ve Farsça alıntı kelimelerle dolu ayetler içermektedir.

Ayrıca cümlelerdeki kelimelerin normal Türkçe sırası genellikle ters çevrilmeyle bozulur. Bazen Arap harflerinin altına veya üstüne aksanlı noktalar oyulmazdı ve bu, özellikle harflerin olay yılına eşit olacak belirli sayısal değerlerinin (ebced) toplamına ulaşmak için yapılırdı. Bütün bunlar, kullanılan epigrafik yazıların türü ve yoğunluğuyla birleştiğinde tarih yazıtlarının okunmasını ve yorumlanmasını kolay bir iş olmaktan çıkarmaktadır.

YAZARIN TOKAT'TA II. GAZİOSMANPAŞA SEMPOZYUMU HAKKINDA HABER

KAYNAK: 

II. Uluslararası Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa ve Dönemi Sempozyumu, s. 494. 


22 Şubat 2024 Perşembe

Şumnu'da Sabri Sadık Kitabevi

Üç katlı tuğla konut-ticaret binası üçgen arsa üzerine inşa edilmiş olup mülkiyeti yayıncı Sabri Sadık'a aittir. Zemin katta kırtasiye malzemeleri ile kitap satan bir kitabevi dükkanı vardır. Ön kapının üzerinde konsollarla desteklenen kemerli bir balkon yükseliyordu. Güneydoğu ve batıya doğru, pencerelerin alt ve üst kısımlarında geometrik bezemelerin yer aldığı dikdörtgen bir risalite geçmektedir. İkinci ve üçüncü katlar konuttur. Ev, üzerinde sahibinin baş harflerinin ve yapım yılının yazılı olduğu kemerli bir alınlıkla bitmektedir.        

1927 yılında Sabri Sadık Şumnu belediye başkan yardımcısıydı. Evindeki kitabevinin ve "Teraki" matbaasının sahibidir. Burada Türkçe ders kitapları ve 1940'lı yıllarda 5-6 yıl yayınlanan haftalık "Savaş" gazetesi basılmıştır. 

Nüvvab Öğretmeni ve Şumnu şehir tarihi araştırmacısı Mehmet Hasan'ın belirttiğine göre, Terakki Matbaası bu binada değil, Spas Popov Matbaası'nın bulunduğu binada idi. Kiracı olarak orada bulunuyordu fakat baskı makineleri kendine aitti. Hatta belgelerde makina adı olarak Franke Talе olarak kayıtlıdır.   

Siyasi değişiklikler nedeniyle aile ülkeyi terk etti. Bina bir müddet  "Jilfond" denilen Jilişten Fond (Konut Fonu) tarafından kullanılıyor. Bir ara kumaş mağazası olarak da kullanılmıştır.

Fotoğrafta Sabri Sadık, eşi Hatice, oğlu Bedri, kızı Meliha yer alıyor. Fotoğraf kız torunu İrem Erez tarafından paylaşılmıştır. 


Tabelada Bulgarca olarak Knijarnitsa Sabri Sadıkov yazıyor 
yani
Sabri Sadıkov Kitabevi 

Bugünkü hali




20 Şubat 2024 Salı

Darıdere (Zlatograd) Müslümanları: şehir tarihinden gizli kalmış sayfalar, Faik Gluhov, Smolyan 2024.


Darıdere (Zlatograd) Müslümanları:
şehir tarihinden gizli kalmış sayfalar,
Faik Gluhov,
Smolyan 2024
196 sayfa



İÇİNDEKİLER

GİRİŞ

Geçmişin önemi hakkında Kentin tarihinden bir parça...

BULGARİSTAN'DA MÜFTÜLÜK SİSTEMİ HAKKINDA

Baş Müftülük

Paşmaklı Müftülüğü

Darıdere Müftülüğü

DARIDERE MÜFTÜLERİ

Mehmed Avni

Kamil Efendi

Raif Hasan Alabaşov

Hasan Ahmedov Ehlenov

Darıdere müftülüğünde çalışanlar

Hizmetçiler

Darıdere imamları

Darıdere camileri

Pazar Camii

Malkoretska Camii

Tabakhane Camii

Golyama reka'daki cami

Darıdere'deki medreseler

Darıdere rüşdiyesinin tarihi

Darıdere'de Tekke ve Dervişler

Şeyh Ahmed Hasan Hocolov/Hocov

Darıdere dervişleri

Şeyh Tekkesi

Mezarlıklar

Hatıralar

SON SÖZ

FOTOĞRAFLAR


9 Ocak 2024 Salı

Osmanlı Taşrasında: 18. Yüzyılda Vidin ve Çevresinde Toplum ve Ekonomi

Osmanlı Taşrasında: 18. Yüzyılda Vidin ve Çevresinde Toplum ve Ekonomi

Kitabın yazarı Hristiyan Atanasov. Bu bir doktora kitabı. Sofya Üniversitesinde savunulmuş. Kitabın ilmî redaktörü Orlin Sabev hoca. Eserin başlığı: Osmanlı Taşrası: 18. Yüzyılda Vidin ve Çevresinde Toplum ve Ekonomi, Sofya 2008. 360 sayfa.
Boyut: 145x210 mm.








İstanbul Kapı'dan Vidin çıkışı

 

Vidin Kalesinin ana giriş kapısı - İstanbul kapısı. Su hendeği karşıda Toma Lozanov binası. 

2 Ocak 2024 Salı

Belitsalı Mehmedali Efendi

 Един от учените, спомогнали за съхранението на ислямската култура тук, е Мехмедали ефенди – беличкият ефенди.

Мехмедали Абдиев Спахийски е роден през 1885 г. от баща Абди Мустафов и майка Зелихе в село Белица (дн. град Белица, обл. Благоевград). Израства в бедно селско семейство. Първоначално учи в родното си село до 7-ми клас, след което продължава образованието си в медресето в с. Якоруда. Воден от желанието да придобие повече знания, по-късно той заминава за гр. Кавала, където в продължение на 15 години учи в тамошното медресе „Кавалалъ Мехмед Али Паша” и обогатява знанията си в областта на исляма.
След завършване на образованието си, се завръща в родния си край и работи като имам и учител, а по-късно и като районен мюфтия. Независимо от трудностите и тежките условия, той спомага за запазването на исляма в средния дял на Западните Родопи. И въпреки че през 1927 г. майка му, баща му и всичките му роднини се преселват в Република Турция, той отказва да замине и остава да ограмотява хората в региона. През 1946 г. написва книгата “Кензул-ирфан фи илмиш-шериатил-ислямияти ве бадил фунун” (“Съкровището на знанието в ислямското право и някои други точни науки”). През 1948-1950 г. пише книгата „Муршидул-муминин” (“Наставник на вярващите”), която може да се приеме за наръчник на мюсюлманите по онова време. В този голям труд от 802 страници, написан на перфектен османотурски език, Мехмедали ефенди дава цялостно тълкувание на ислямската религия, като обръща особено внимание на проблемите, засягащи човека в земния и в отвъдния му живот. Той отделя над 200 страници на акаида и ибадетите в исляма. Разглежда също и основни въпроси на ислямското право като брак, развод и фераиз (наследствено право).
Беличкият ефенди прави тълкувание (тефсир) на около тридесет айета и четиридесет хадиса, придържайки се към традицията за събиране и обяснение на четиридесет хадиса. Той обстойно разглежда и морално-етичните норми и ценности, присъщи на истинския мюсюлманин, както и правилното хранене и здравословния начин на живот. Книгата е довършена на двадесет и третия ден на 1354 г. по хиджра.
Мехмедали ефенди превежда множество книги от арабски на турски език, което се вижда от запазените преводи. Наред с това се нагърбва и с трудоемката задача да препише редица класически религиозни съчинения на османотурски език, които са били използвани от тогавашните религиозни водачи. Такива са: “Зубдетул ваизин”; “Шерхи Биргиви”; “Тефсири Ханефи”; “Тефсири Мевакиб"; “Тефсири Тибиян”; “Ибн Абидин”; “Шерх Шериатул Ислям”; “Тефсири Кебир”; “Енисул Абидин”; “Енисул Меджалис”; “Тембихул Гафилин”; “Бехчетул Енвар”, „Иказул муслимин” и др.
Придържайки се към Корана, Сюннета и в частност към хадиса: “Полезен е този, който опознае Свещения Коран и научи другите на него”, той продължава своята дейност като учител като обучава много ученици, които съхраняват и развиват исляма в този регион.
Сред подготвените от него ученици може да споменем имената на небезизвестните Ибрахим Матан, Мустафа Хасан Илански, Мехмед Муса Кълъч, Хасан Юсуф Илански, Реджеб Дзангов, Мехмедали Табаков и др.


2 Kasım 2023 Perşembe

Prof. Dr. Recep Mesut'un kitapları (Bulgaristan Hacıoğlu Pazarcıklı, Dobriç)




 

BİR JÖN TÜRK : TURAN BEY, RECEP MESUT (Prof. Dr.)

 BİR JÖN TÜRK : TURAN BEY

Şahsen Turan Bey'e erişemedim, fakat hakkındaki bilgileri kızı Saniye Annem'den defalarca dinledim. Küçüktüm, 10 yaşlarında, akıl edip de daha fazla sormamışım. Çünkü ortaokul yıllarımı Turan Bey'in malikanesinde geçirdim. Üvey babaannem olan Saniye Annemin anlattıkları:
1880'li yıllarda İstanbul Mühendishane-i Hümayun'daki öğrenciler arasında ihtilalci fikirler pek revaçta imiş. Müstebit Sultan II Abdülhamid'e karşı gizli toplantılar ve ateşli konuşmalar yapılıyormuş. Fakat Sultanın ünlü hafiyeleri de durmadan öğrencileri gözetliyor, yakaladıklarını hapse atıyorlarmış. Bu öğrenciler arasında Turan adında, acık sözlü, faal bir genç dikkat çekiyormuş. Bir gece, arkadaş toplantılarından çıkan Turan, peşinden iki kişinin takip ettiğini fark etmiş. Can havliyle, limandaki rıhtıma yığılmış sandıklar arasına koşmuş. Kendisini takip eden ajanlar da peşini bırakmamışlar. Turan, gençliğin verdiği enerji ile halatlara tutunmuş ve yanaşmış olan bir yük gemisinin güvertesine tırmanmış. Gece karanlığında, kimse fark etmeden, güvertedeki kayığın brandası altına girmiş. Takip eden hafiyelerin konuşmalarını duyuyormuş: Nereye kayboldu bu herif. Bulamamışlar ve uzaklaşmışlar. Sabahın erken saatinde gemi hareket etmiş ve Karadeniz'e açılmış. Brandanın altında titremekte olan Turan, gizlendiği yerden çıkmış ve teslim olmuş. Meğer bu bir Romanyalı yük gemisi imiş ve Köstence'ye gidiyormuş. Gemi kaptanı limanda indirmiş ve Romanya polisine teslim etmiş. Polis amiri de aynı limanda yazıhanesi ve depoları bulunan zengin tüccar Recep Ağa'ya teslim etmiş. O da, okumuş genci yazıhanede çalıştırmış, huyunu suyunu beğenmiş ve tek kız evladı Eda ile nikahlamış.
Onun ölümünden sonra, Turan Bey Hacıoğlu Pazarcık kasabasına yerleşmiş ve bir demir döküm atölyesi kurmuş, çevredeki Türk köylülerinin ihtiyaçlarını karşılamış. Zengin olmuş ve ailesine modern ve geniş bir ev yaptırmış. Bu evde oturmak da bana nasip oldu.
Ben Eda Anne'yi hayal meyal hatırlıyorum. Çok yaşlı ve yatalaktı, beni "babam adlı Recep gelmiş" diye severdi. Soğuk ve karlı bir kış günü, 1949'un Ocak ayında vefat etti. Karda bata çıka zor ulaştık cenazesine. Aynı yılın Eylül ayında ise sel felaketi Anneannemlerle oturduğumuz evleri yıktı. Okullar başlamıştı, ben 3-üncü sınıfa geçmiştim, kız kardeşim henüz okula gitmiyordu. Babam yakın bir köyde iş bulmuştu, annemi ve kardeşimi de götürdü. Dedem ve Saniye Annem beni bırakmadılar ve rüştiyeyi bitirene kadar (7-inci sınıf) beş yıl onlarda kaldım.
Turan Bey'in inşa ettirdiği Avrupai tarz malikanede hayatım değişti. Saniye Annem'den çok şey öğrendim, çünkü tam bir Jön Türk kızı idi. Osmanlıca okuma yazma biliyordu ve babasından kalma kütüphanesinde hem dini, hem de sivil içerikli eserler vardı. "Serveti Fünun" dergisinin neredeyse tüm sayıları eksiksiz duruyordu. Fransız ihtilalini anlatan kitaplar da vardı. Saniye Annem İkinci Meşrutiyete, İkinci Abdülhamid'in devrilmesine şahit olmuştu. Hürriyet Kahramanları Niyazi Bey,Talat ve Enver Paşaları anlatıyordu. Balkan Savaşını evlere kapanarak korkuyla izlemişlerdi (1913). Birinci Cihan Harbinde Dobruca'ya gönderilen Osmanlı askerlerini ve şehitlerini hatırlıyordu (1916). Romanya Krallığına ve Bulgaristan Çarlığına tebaa olmuştu. Sonunda komünist bir iktidarı da gördü.
Atatürk harf devrimini de biliyordu, fakat yeni Türk harflerini öğrenmemişti. Ben de kendisine yeni Türkçeyi öğretmeye kalkıştım. O yıllarda, Bulgaristan'da Türk azınlığa hitap eden "Halk Gençliği" gazetesi çıkmaya başlamıştı, ben de abone olmuştum. Postacı eve getiriyordu. 13 yaşında idim, cesaretle bu gazeteye "Büyük annemi nasıl okuduyorum" diye bir yazı gönderdim. Gazetede basılan ilk makalemdir. Yayınevi bana teşekkür etti. Zamanın ruhunu yansıttığı için ekte bu yazıyı veriyorum:
Tolbuhin türk mektebi talebesi Sofya, 9 II 1954
Recep Ahmedov yoldaşa,
Recep yoldaş
"Büyük annemi nasıl okuduyorum" yazınız gazetemizin 4-üncü sayısında basıldı. Senin yazını redaksiyamızda çalışan bütün yoldaşlar beğendiler. Onlar sana ilerde de hep böyle çalışmanı temenni ediyorlar. Senden biz artık mektepteki, piyoner evinizdeki çalışmalar hakkında yine böyle güzel bedii bir şekilde yazılmış mektuplar bekliyeceğiz.
Yoldaşça selamlar!"




İSMAİL ABİ, RECEP MESUT

 İSMAİL ABİ

Turan Bey çoktan ölmüştü, fakat malikanesinde artık tam dört aile oturuyordu. Çünkü inşaatlar durmuş, ev sıkıntısı had safhada idi. Malikane sakinleri birden kalabalıklaştı, odalar doldu taştı, avlu dar geldi.
Bir gün dedem, uzak akrabalarından Ümmiye Anneyi topladı getirdi. Çaresiz ve yalnız kalan Ümmiye Annenin önce kocası, sonra da büyük oğlu Ali veremden ölmüşler, sadece küçük oğlu İsmail hayatta kalabilmişti. Ben onları önceden tanımıyordum, fakat genç bir delikanlının avlumuza gelmesine sevindim. İsmail Abi benden 8 - 10 yaş büyüktü. İlk mektepten sonra çırak olarak çalışmaya başlamış ve annesini de geçindiriyordu. Bir Bulgar elektrikçinin yanında meslek öğreniyordu. O yıllarda elektrik tesisatı işi yapmak çok revaçta idi. Sokaklara direkler dikiliyor, her eve teller geriliyor, sıva üstü kablolar döşeniyordu. İsmail Abi benim için rol modeli idi, çünkü değerli bir meslek öğrenmiş ve para kazanıyordu. Çok da şık giyiniyordu, uzun boylu kumral saçlı yakışıklı bir genç adam olmuştu. Evden erken çıkar ve gece karanlığında dönüyordu, çünkü arkadaşları ile eğlenmesini de biliyordu. Fakat bütün arkadaşları Bulgar idi ve Türkler de kendisini Bulgar zannediyorlardı. Çünkü çarşıda herkes "İvanço" diye hitap ediyordu. Dedem sokak kapısını her gece kilitlemeden önce İsmail geldi mi diye sorardı. Ümmiye Anne gece yarılarına kadar oğlunun dönmesini beklerdi, çünkü kendisini hayata bağlayan tek oğlu kalmıştı. O da bunu bildiği için geç saatte de olsa mutlaka gelirdi. Sundurma tarafında yattığım için tahtaların gıcırtısını ve hayalet gibi sessizce geçiveren karaltısını hissediyordum. Bazı günler ise, bağrı yanık Ümmiye Anne sundurmadaki mindere oturur ve acıklı bir türkü tuttururdu, "Alişimin kaşları kare...". Genç yaşta ölmüş olan büyük oğlu Ali'ye yakarır, gözünden yaşlar süzülür, kalabalık avluda çıt çıkmazdı. Daha önce erkek çocuk büyüttüğü için benim sünnetimdeki yaraların bakımını Ümmiye Anne yapmıştır. Bu cefakâr kadının simasını hiç unutamam.
İsmail Abi benim ilk işverenimdir de. Patronundan ayrılmış, müstakil iş tutturmuştu. İhaleye girmiş ve Kuzey Gar yakınındaki "Askeri Mezarlığı"nın ışıklandırılması işini üstlenmişti. Bize bir kilometreden uzak bir yerdi. Birinci Dünya Savaşında ölen askerler için "şehitlik" anlamında mezarlar yapılmış, duvarlarla çevrilmiş, bekçisi ve koruyucusu vardı. Mezar taşlarının yarısında ay-yıldız, diğerlerinde haç vardı. Çünkü 1916 Dobruca cephesine gelen Osmanlı askerleri müttefik olarak uzak diyarlardan gelmişler ve şehir çevresindeki siperlerde hayatlarını kaybetmişlerdi. Bulgarların İslâm dinine ve Türk askerlerine saygı göstermesi istisnadır ve bizim kasabadaki bu abide bunun şahididir.
İsmail Abi beni yaz tatilinde çırak olarak aldı, getir götür işlerinde kullanıyor ve gündelik para veriyordu. Hayatımda kendi emeğimle kazandığım ilk paradır. Mezarlığın ortasında bir paraklis (küçük kilise) yapmışlar ve bodrum katındaki camekânlara savaş meydanlarında toplanan kemikleri ve kafataslarını koymuşlardı. Bu ıssız ve karanlık bodruma elektrik çekerken, İsmail Abi beni bıraktı ve malzeme almak için çarşıya gitti. Kaldım mı yapayalnız yer altında, kafataslarının göz çukurları hep bana bakıyordu. 13-14 yaşlarında idim, daha tıp okuyacağımı ve anatomist olacağımı bilmiyordum. Korku kapladı her tarafımı, amma terk etmedim, kaçmadım...
İsmail Abi çıraklığa başladıktan sonra Türklerle ilişkisini koparmıştı. Sadece Bulgar arkadaşları vardı ve bütün gün Bulgarca konuşuyordu. Fakat bizim avluda ise sadece Türk aileler oturuyordu. Doğal olarak bir Bulgar kızına âşık oldu ve o kız da hamile kalıverdi. Kızın babası evden atınca bir gece ansızın bizim avluya Stanka adında bir gelin geliverdi. Hamileliği de epeyi ilerlemişti. Bulgarlar reddettiler, amma Türkler kabul ettiler ve şefkat gösterdiler. "Kaka Stanka" (Stanka Abla) gündüzleri sadece benimle Bulgarca konuşabiliyordu. Ümmiye Anne gelinine kanat gerdi, doğumunda ve lohusalığında hizmet etti. Fakat kendisi de felç geçirerek yataklara düşünce Stanka gelin ölünceye kadar ona sahip çıktı, temizledi, pakladı.
Ben Dobriç'ten uzaklaşmış, Varna'ya yerleşmiştim, doktor ve asistan olmuştum. Bir gün doğum kâğıdı gerekti ve Dobriç'e gittim. Ve birden karşımda İsmail Abi'yi gördüm. Kaldırımda karşı karşıya geldik. Biraz yaşlanmıştı, fakat yakışıklılığını kaybetmemişti. Maziden bir hayal canlandı sanki. Benim başarılarımı takip ediyormuş, mutluluk duyuyormuş. Annesi çoktan ölmüştü, bir çocukları daha olmuştu. İnanırmısınız, Bulgarca konuşmak istedim, fakat o temiz Türkçesi ile cevap verdi, uzak geçmişine özlem herhalde. Biraz afalladım, ama içimden sevindim de. Bir daha ne gördüm, ne duydum...