15 Kasım 1912 Balkan Harbinin simge Fotoğraflarına yansımış olan 2 Türk'ün Bulgarlar tarafından idam edilme vakası;
Balkan Muharebeleri sırasında Bulgaristan’da bulunan İngiliz gazeteci Philip Gibbs’in izlediği İki Türk’ün idam edilmesi ile ilgili The Graphic dergisine yolladığı fotoğraflı haber.
The Graphic – 30 November 1912 No: 2244 s: 818, 819
15 Kasım Cuma günü, akşamüstü günesi Maritsa’ya (Meriç nehrine) altın parıltıları gibi vurduğu zaman, arka bahçede yaşanan bir olayı izlemek üzere Bulgaristan Cisr-i Mustafa Paşa’nın ana caddesine gittim. Binlerce insanın öldürüldüğü bir savaşta cinayet sonrası suçüstü yakalanan iki Türk’ün asılması pek de önemli bir olay sayılmazdı. Ancak onlar için hayatlarının son perdesinde arka bahçede Bulgar izleyiciler önünde sergileyecekleri davranış, Türk hakimiyetinde geçen yıllarda yapılan katliam ve cinayetler için bir öç almanın bir vakurluğu olacaktı. Bu tip olaylara alışık olmayan benim gibi biri için ise insan psikolojisi için garip ve ölümcül bir ders olacaktı.
Bir kaç gün önce iki mahkumun Mustafa Paşaya süngülü muhafızlar eşliğinde getirildiğini görmüş ve hikayelerini duymuştum. Bunlar yaşadıkları yerde bir çok masum Hrıstiyanın ölümünden sorumlu olduğu bilinen “Başıbozuklar” dı. Yaşlı olanın 23 kişiyi elleriyle öldürdüğü, diğerinin de bir kadını çocuğu ile birlikte kestiği söyleniyordu.
Yakalanmalarına ve yargılanmalarına neden olan suç ise evlerine gelen üç Bulgar askerini öldürmeleri idi.
Asılacaklardı ve idam ipleri terk edilmiş ekin yıkılmış bir bahçede bulunan kalın bir ağacın dallarına bağlanmıştı. Eski bir merdiven ağaca dayanmıştı, bir kaç tahta kasa da ilmeklerden birinin altına özensizce koyulmuştu. Diğer ilmeğin altında hiç bir şey yoktu ama son anda bir asker kapaklarından biri kırık yarım metre yüksekliğinde eski bir dolap getirip ilmeğin altına yerleştirdi.
Bir Türk'e son anlarında yardımcı olmak hoşuna gitmişti. Çalılar ve çöplerin bulunduğu bahçede çok az gürültü vardı. Bu kalabalık da fotoğrafçılar, bir kaç gazeteci, Bulgar köylüler, askerler ve polis vardı. Bir asker kılıcı ile kameraların önünde bulunan bazı dalları kesti. Basın mensupları bu sefer daha yakın bir görüntü alabilecekti. Beni yaklaşan korkulardan uzaklaştıran, bir insanın başka bir insanın öldüğünü görme arzusunun ne olduğunu merak ediyordum.
Bilmecenin cevabını bulmaya çalışırken birden bir sessizlik oldu ve tutuklular muhafızları ile birlikte geldiler. Bilekleri arkadan sıkıca bağlıydı, ayakları ise ilerleyebilmeleri için daha gevşek bağlıydı.
Süngülerle hayvan gibi itilerek benim bulunduğum yerin önüne kadar getirildiler. Vakariyetleri ve kaderlerini karşılamadaki cesaretleri beni sarsmıştı. Bir tanesi beyaz saç ve sakallı, geniş omuzlu ve çıplak enseli yaşlı bir adamdı. Yanındaki ise ondan daha genç, tahmini 50 yaşlarında, çok uzun, kartal gibi uzun dayanıklı bir yüze sahip, kısa siyah sakallıydı. Her ikisi, fesli ve belirli bir zümreye ait oldukları belli, iyi giyimliydi.Kaderlerini kabul ettikleri belliydi. Her ikisi de darağacına baktılar ancak ikisi de sallanan iplerden ürkmedi. Daha sonra çevrelerindeki kalabalığa, acımasız askerlere ve kameralara baktılar.
Bir yetkili suçlamaları ve kararı okudu. Bir kaç sayfadan oluşan uzun bir metindi ve bana ölümü bekleyen insanlar için çok uzun geldi.
Okumanın bitmesinin ardından askerler arasında bir hareketlilik oldu ve genç bir yetkili iki mahkuma ölmeden önce son dualarını etmeleri için 5 dakikaları olduğunu bildirdi. Ancak iki katilin kendilerini ölüme hazırlamaları yaklaşık 15 dakika sürdü.
Elleri ve ayakları çözüldü, ikisi de sanki yatmağa yada sabah çalışmasına hazırlanıyorlarmış gibi acele hareket ediyorlardı.
Ben en iyi yaşlı adamı gördüm. Bu benim gördüğün en garip, fantastik, trajik olaydı.
Bu yumuşak bakışlı ama ağza bile alınamayacak cinayetler işlemiş adam, Allah’a temiz bir beden ve dua eder bir zihinle kavuşmaya hazırlanıyordu.
Ayakkabılarını çıkardı ve bir askerin bakır bir ibrikte getirdiği suyla ayaklarını yıkadı. Daha sonra gayretle yüzünü, ellerini ve kollarını yıkadı, daha sonra ağzını temiz suyla temizledi. Sonra eski Yahudi karikatürlerinden bildiğimiz Doğulu insanlarla özdeşleşmiş, Allah’ın sesini dinliyormuş anlamına gelen bir hareketle ellerini kulaklarının yanına kaldırdı ve yere kapandı.
Elinde saat dakikaları sayan bir yetkili sürenin bittiğini söylemeden yaşlı adam ayaklarının üzerinde doğruldu ve darağacının altına yürüdü.
Gümüş yüzüğünü çıkardı ve küçümseme ile sanki dünyevi varlıklar şimdi çöp oldu der gibi toprağa attı. Daha sonra diğer değerli eşyalarını çıkardı ve yanındaki yetkiliye verdi.Bunlar gümüş bir kutu, sigara ucu, bir saat idi.
Diğer mahkum da hazırdı ve birden korkunç işlem başladı. Bir yetkili kalabalığa iyi düğüm atabilen biri bulunup bulunmadığını sordu. Arka sıralardan iki köylü gülümseyerek gönüllü oldular ve iki mahkumu sanki pazara çıkacak kümes hayvanı gibi sıkıca bağladılar.
İki garip mahkumun ağzından en küçük bir kızgınlık ya da acı fısıltısı çıkmadı.
Yüzlerine son bir bakış attım, vakur, soğukkanlı, kederli gururları içinde neredeyse güzellerdi.
Bu iki suçluya acımamak için suçlarını kendime tekrar edip durdum. Şehitlerin bakışlarına sahiptiler.
Acele ellerle kafalarından aşağı beyaz bir örtüyü geçirdiler ve ayaklarına kadar indirdiler. Garip kukla gibi bir görünümleri oluştu. Karanlığın üzerlerine düştüğü kaderlerinin yakın olduğu şu anda bile ağızlarından hiç bir haykırış duyulmadı.
Yaşlı adam ip kaymasın diye kafasını ileriye doğru uzattı. İki saniye sonra bedenler darağacında sallanıyorlardı. Ölümleri kolay olsun diye birkaç güçlü adam ayaklarına asılarak kuvvetle çektiler ve bir sure kendi ayaklarını da yerden çekerek havada sallandılar.
Bence ölümleri çabuk oldu, genç adamın bedeni yaşlı suç ortağına göre daha çok seğirdi. Kalabalık görüntü karşısında biraz güldü. Savunmasız Hrıstiyanları artık öldüremeyecek olan iki Türk’ün bu şekilde tuhaf görünmeleri komikti. Bu itlerin öldüğünü görmek güzeldi, ve ipler kesilip bedenleri toprağa atılınca neşelerini gizlemediler. Tanrım, bu güzel akşam üstü güneşinde bu ne komedi.
(Evlerine giren Bulgar Askerleri’ne karşı evini ve çocuklarını savunan, bu isimleri meçhul iki Türk’ü rahmetle anıyorum. Yukarıdaki yazıda İngiliz Gazeteci’nin, onlar hakkındaki düşünceleri ise, elbette, Bulgarların ona anlattıklarından ve o yıllarda Avrupa’da moda olan Türk düşmanlığından kaynaklanıyor.)
Aydın Ayhan
(Not: Yukarıdaki bilgiler Gökhan Karataş Bey'in Feysbuk hesabından alınmıştır. Kendisine de teşekkür ederiz. BTG)