Bulgaristan Türk Basını Tarihinde Yeni Işık Gazetesi, Yazan: Dr. İsmail CAMBAZOV, Kitap İstanbul'da yayınlandı. İlgilenenlere duyurulur. 488 sayfa, 2. hamur kağıt.
KİTABIN ÖNSÖZÜ'NDEN
Bu kitabı, daha üniversiteyi bitirirken çalışmaya başladığım “Yeni Işık” gazetesi ile ilgili anılarımı anlatmak niyeti ile yazmaya başladım. Fakat gerekli bilgileri, belgeleri toplarken gördüm ki,Bulgaristan’da Türk basınını anlatmadan, “Yeni Işık”ı anlatmak imkânsız. Hem de “Yeni Işık” sadece benim çalıştığım yıllarla sınırlı değil. İşin evveliyatı ve sonu var. Ben işi baştan tutmaz isem, anılarım boşlukta sallanıp kalacak. Kolları sıvamışken, Bulgaristan’da Türk gazeteciliğinin tarihini şöyle bir özetleyelim, dedim. Araştırmalarım esnasında, Bulgaristan‘da Türk basınının tarihi ile ilgili tek bir kitap çıkmadığını gördüm. Binaenaleyh, Bulgaristan’da yeni nesiller kendi öz basınının zengin geçmişini, tarihini bilmiyorlar. Türkiye’de çıkarılan dört - beş derleme, inceleme kitabından da haberleri yok. Zaten o kitaplar da artık sadece kütüphanelerde, arşivlerde bulunuyor.
Bu düşünceler beni Mithat Paşa‘nın “Tuna” gazetesinden başlayarak günümüze kadar Türk gazeteciliğine bir göz atmaya yöneltti. Büyük araştırmacı, Bulgaristan Türk gazeteciliğinin canlı tarihi olan sayın Mehmet Türker Acaroğlu’nun değerli derlemsinden yola çıkarak, bizim gazeteciliğimizin tarihini canlandırmaya çalıştım.
Anlattığım “Yeni Işık” gazetesi bir parti, hem de iktidardaki Bulgaristan Komünist Partisi‘nin gazetesidir. Pek tabii sayfalarında partinin iç ve dış siyasetini, ekonomik, kültürel, sosyal politikalarını yansıtacaktır. Haksızı haklı, eğriyi doğru göstermeye çalışacaktır.
Şimdi işler düzlüğe çıktıktan, demokrasiye geçtikten sonra ahkâm kesmek kolay. Bu gazeteyi çıkaranları eleştirmek, ayıplamak kolay. Ama, o zamanki “Komünist Faşizmi” koşullarına dönüp “Yeni Işık”ı o kuşular içinde inceleyenler bize hak vermesinler olamaz. O zaman “Yeni Işık”tan başkasını yapmak mümkün değildi.
Bu kitapta kötülüğe ya da iyiliğe örnek gösterdiğim arkadaşları da, eleştirmek, değerlendirmek fikrinden uzağım. Okuyucuya, hele de arkamızdan gelen nesillere telkin etmek istediğim fikir şu:
İçinde çalıştığımız objektif ve subjektif ortam bizi yanılttı. Birçok yanlışlıklar yaptık, günahlar işledik. Siz bizim karışık, inişli-çıkışlı hayatımızdan ibret alınız ki, yanlışlıklarımızı tekrarlamayasınız.
Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Dr. İsmail CAMBAZOV
Kitabı satın almak isteyenler bizimle irtibata geçebilirler. bulgaristanalperenleri@gmail.com
Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
17 Ağustos 2011 Çarşamba
15 Temmuz 2011 Cuma
Gül’ün Bulgaristan heyetindeki ‘casus’
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Bulgaristan heyetinde, Türkiye için casusluk yaptığı için 46 yıl önce Ankara’ya gönderilen Osman Kılıç da (91) yer aldı
Kılıç’ın yaşam öyküsünü heyet üyeleri, Gül’ün dün milletvekilleri, akademisyenler ve gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında öğrenme fırsatını yakaladı.
Heyet üyeleri, kendilerini tek tek tanıtırken Cumhurbaşkanı Gül, en uzun konuşma fırsatını 91 yaşındaki Kılıç’a verdi. Kılıç’ın kendini “Şumnu’da doğup büyüdüm” cümlesiyle kısaca tanıtmak istemesi üzerine Gül, onu yaşam öyküsünden daha çok bahsetmesi için teşvik etti.
1920 yılında Şumnu’da doğduğunu ve bu şehirde büyüdüğünü, ilk öğretimden yüksek öğrenime kadar bütün öğrencilik dönemini de Şumnu’da geçirdiğini söyleyen Kılıç, eğitim hayatının önemli bir bölümünün de Şumnu’daki Şerif Halil Paşa “Tombul” Camisinde gerçekleştirdiğini dile getirdi. Şumnu’nun Osmanlı döneminde Rusya sınırındaki “serhat şehir” olduğunu ve burada garnizon bulunduğunu anlatan Kılıç, yaşam öyküsünü şu cümlelerle dile getirdi:
‘İdama çarptırdılar’
“Bulgaristan’da 1948 yılında komünizm dönemi başladı. O zaman ülkede 3 milyona yakın Türk azınlık vardı. Türk nüfusunu ateizme karşı koruma sorumluluğu da bana düştü. O dönemde beni ateizm karşıtı olduğumdan dolayı yargılayamadıkları için Türkiye lehine casusluk yapmakla suçladılar ve idam cezasına çarptırdılar. Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde Türkiye Cumhuriyetinin nüfuzu sayesinde cezam müebbete çevrildi ve daha sonra yapılan girişimlerle takas yoluyla
Türkiye’ye geldim. O zaman Bulgaristan’da bıraktığım 2.5 yaşındaki kızımı ondan sonra ilk kez Türkiye’de 19 yaşında gördüm. Türkiye’ye gönderildiğim 1965 yılından sonra ilk kez Şumnu’ya geliyorum. Çok heyecanlıyım ve sevinçliyim.”
Kılıç, öğrenim gördüğü ve daha sonra medresesinde hocalık yaptığı Şerif Halil Paşa Camisini Cumhurbaşkanı Gül ile birlikte gezerken o döneme dair anılarını da paylaştı. Medrese içindeki kütüphane ve dersliklerden bahseden Kılıç, medrese yakınlarında kaldığı yeri de Cumhurbaşkanı Gül’e eliyle işaret etti. Kılıç, Cumhurbaşkanı Gül’e kendisini Bulgaristan ziyaretine davet etmesinden dolayı da şükran duyduğunu söyledi.
Şumnu’ya bağlı Hitrino ilçesinde efsane pehlivanlardan Koca Yusuf’un heykel açılış törenine katılan Gül, akşam saatlerinde Türkiye’ye döndü.
ANADOLU AJANSI
Bulgaristan’da temaslarda bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün heyetinde yer alan 91 yaşındaki Osman Kılıç 46 yıl sonra memleketini görme heyecanını yaşadı.Kılıç’ın yaşam öyküsünü heyet üyeleri, Gül’ün dün milletvekilleri, akademisyenler ve gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında öğrenme fırsatını yakaladı.
Heyet üyeleri, kendilerini tek tek tanıtırken Cumhurbaşkanı Gül, en uzun konuşma fırsatını 91 yaşındaki Kılıç’a verdi. Kılıç’ın kendini “Şumnu’da doğup büyüdüm” cümlesiyle kısaca tanıtmak istemesi üzerine Gül, onu yaşam öyküsünden daha çok bahsetmesi için teşvik etti.
1920 yılında Şumnu’da doğduğunu ve bu şehirde büyüdüğünü, ilk öğretimden yüksek öğrenime kadar bütün öğrencilik dönemini de Şumnu’da geçirdiğini söyleyen Kılıç, eğitim hayatının önemli bir bölümünün de Şumnu’daki Şerif Halil Paşa “Tombul” Camisinde gerçekleştirdiğini dile getirdi. Şumnu’nun Osmanlı döneminde Rusya sınırındaki “serhat şehir” olduğunu ve burada garnizon bulunduğunu anlatan Kılıç, yaşam öyküsünü şu cümlelerle dile getirdi:
‘İdama çarptırdılar’
“Bulgaristan’da 1948 yılında komünizm dönemi başladı. O zaman ülkede 3 milyona yakın Türk azınlık vardı. Türk nüfusunu ateizme karşı koruma sorumluluğu da bana düştü. O dönemde beni ateizm karşıtı olduğumdan dolayı yargılayamadıkları için Türkiye lehine casusluk yapmakla suçladılar ve idam cezasına çarptırdılar. Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde Türkiye Cumhuriyetinin nüfuzu sayesinde cezam müebbete çevrildi ve daha sonra yapılan girişimlerle takas yoluyla
Türkiye’ye geldim. O zaman Bulgaristan’da bıraktığım 2.5 yaşındaki kızımı ondan sonra ilk kez Türkiye’de 19 yaşında gördüm. Türkiye’ye gönderildiğim 1965 yılından sonra ilk kez Şumnu’ya geliyorum. Çok heyecanlıyım ve sevinçliyim.”
Kılıç, öğrenim gördüğü ve daha sonra medresesinde hocalık yaptığı Şerif Halil Paşa Camisini Cumhurbaşkanı Gül ile birlikte gezerken o döneme dair anılarını da paylaştı. Medrese içindeki kütüphane ve dersliklerden bahseden Kılıç, medrese yakınlarında kaldığı yeri de Cumhurbaşkanı Gül’e eliyle işaret etti. Kılıç, Cumhurbaşkanı Gül’e kendisini Bulgaristan ziyaretine davet etmesinden dolayı da şükran duyduğunu söyledi.
Şumnu’ya bağlı Hitrino ilçesinde efsane pehlivanlardan Koca Yusuf’un heykel açılış törenine katılan Gül, akşam saatlerinde Türkiye’ye döndü.
8 Temmuz 2011 Cuma
BALKAN SAVAŞI ESNASINDA ZORLA HRİSTİYANLAŞTIRILAN MÜSLÜMAN POMAKLAR
BALKAN SAVAŞI ESNASINDA
ZORLA HRİSTİYANLAŞTIRILAN MÜSLÜMAN POMAKLAR[1]
Yazan: Plamena
Stoyanova
Bulgarca’dan
tercüme eden: Basri Zilabid
5 Ekim 1912
tarihinde Balkan Savaşı patlak verir. Bulgaristan’ın her yerinde var olan umut
ve heyecan basına da yansımış durumdadır. En aşırı eleştiriyi adet edinmiş
muhalif basın bile Hristiyan Balkan devletlerinin bu siyasî ve askerî
hareketini, “Asyalı istilacıya” karşı hakiki bir birlik olarak görmekte ve
onaylamaktadır. Türkiye, Balkan topraklarından sürülmeli, kazanılan topraklar
ise kendi aralarında paylaşılmalıdır. Bütün gözler cereyan eden askerî
hareketlere dikilmişken, cephe gerisinde de savaşın kızıl kıyametinden geri
kalmayan dramatik olaylar yaşanmaktadır.
Savaşın daha ilk
aylarında Bulgar Ortodoks Kilisesinin teşebbüsü, Çar Ferdinand’ın, Geşov
hükümetinin ve VMRO[2]
yönetiminin desteği ile Pomakların hristiyanlaştırılması başlar[3].
St. Şişkov’un
yazdığı gibi, “Bu fırsat her zaman
bulunmayan, en uygun, en elverişli bir andı, o gün bütün gerekçeler hem insanî,
hem hristiyanlığa uygun hem de doğru idi.”[4]
Siyasî olayların gidişatı gereksiz gürültü ve tantana yapmadan asimilasyon
politikası yürütmenin mümkün olduğu anlamına geliyordu. Hükümetin her attığı
adımı tenkit etmeyi adet edinmiş muhalif gazeteler bile bu meseleyle ilgili
1913 yılının sonuna kadar herhangi bir habere yer vermemişlerdir.
Sadece Tsırkoven
Vestnik (Kilise Gazetesi), Filibe Metropoliti Maksim’in idaresi altında
başlayan hristiyanlaştırmayı öven makaleler neşreder. Gazete sayfalarında
Pomaklar, Nisan Ayaklanması (1876) ve Rus-Türk Savaşı (1877-1878) gibi Bulgar
kurtuluş mücadelesinin en kritik anlarında Bulgar karşıtı hareketlerde
bulunmakla açık açık itham edilmişlerdir. Pomaklar ki, “… bir zamanlar bizim erkek ve kız kardeşlerimiz olan bu insanlar bizim en
büyük, en acımasız ve en fanatik düşmanlarımız olmuşlardır.”[5]
Ancak hemen arkasından şöyle bir açıklama gelmektedir: “Fakat bunun için onların bir suçu yok, onların kaderi herkesçe malum,
çok kötü bir kader…”[6]
Pomaklar, dağlık
bölgelerde yaşarlar, resmî zevatın bir kısmına göre Osmanlı istilası esnasında
zorla İslamlaştırılmışlardır. Müslümanlıkları sebebiyle Bulgarlarca, dil
farklılığı sebebiyle de Türkler tarafından izole edilmiş ve muhtemelen “yeni mühtedilere” yan gözle bakılması
sebebiyle İslam dinini Bulgar dili ve âdetleriyle telif eden kapalı bir toplum
olarak ortaya çıkmışlardır. Balkan Savaşı’nın
başlamasıyla onlar için de kötü günler başlamış, “Büyük Bulgaristan” hayali
dinle ilgili yeni endişeler doğurmuştur. Pazarcık şehrinin önde gelenleri “Farklı dinler, farklı yabancı idealleri
getirir”[7] diye
Başbakan İvan Geşov’a mektup yazar ve esaret yıllarında Bulgarların Rumlaşarak,
Romenleşerek veya Türkleşerek milyonlarca soydaşını kaybettiğini dile
getirirler. “Kiliseye gereken şey,
cemaatini aramaktır”, yani onları din vasıtasıyla Bulgarlaştırması gerekir.[8]
Hedef tahtasına ilk olarak kurtarılmış bölgelerde yaşayan Pomaklar
oturtulmuştur. Hristiyanlaştırmanın müteşebbislerine göre Bulgar hristiyanlarla
Pomakların Müslüman kalbi arasındaki uçurumun bertaraf edilmesinin tek yolu,
onları hristiyanlaştırmaktır.
Böylece Bulgar
ordusunun zafer sarhoşluğu ortamında, 1912 yılı sonundan 1913 yılının yaz
aylarında kadar, Rodoplarda, Batı Trakya’da ve Makedonya’da yüzlerce yerleşim
yeri (köyler, mahalleler, kulübeler) hristiyanlaştırılmıştır. Bu bölgelerde hristiyanlaştırılanların
sayısı 200.000 civarındadır[9].
Seçime yer yoktur: “Hristiyanlığı kabul
etmeleri gerektiğine dair mesele Pomakların önüne açıkça ortaya konulmuştur.”[10] Kilise ve
hükümetin baskısına, her tarafa korku salan çetelere dayanamayan Pomaklar
hristiyanlığın safına geçerler.
Vaftizler
genellikle bütün köy için topluca yapılır. İnsanlar köy meydanına toplanır,
üzerlerine kutsanmış su serpilir, haçı öperler ve İslam’dan yüz çevirdiklerinin
simgesi olarak domuz etinden bir parça yedirilir. Bundan sonra erkekler
feslerini Bulgar şapkası ile değiştirmekte, kadınlar ise feracelerini çıkarıp
hristiyan kadınların kullandığı başörtüsünü takmak mecburiyetinde
bırakılmaktadır. Yeni hristiyan olanlar hristiyan isimlerini de onları vaftiz
eden papazlardan alırlar[11].
“Ben Türk’üm, Bulgar olanı istemem”[12] gibi ifadeler
fanatizm olarak görülmüş, evlerinde gizlenenler ise güvenlik güçleri tarafından
çıkarılmış ve onlar da vaftiz edilerek hristiyanlaştırılmış. Minarelerin dibine
bomba konularak havaya uçurulduğuna, baskı uygulandığına[13],
dinini muhafaza etmek için fidye ödendiğine[14]
dair kanıtlar vardır. İntiharla son bulmuş gerçek insanî trajediler de söz
konusudur.[15]
35 yıldır yani
Kurtuluş’tan (1878) bu yana İslam’dan vazgeçip Bulgar olarak temayüz
etmelerinin beklentisinde olan hristiyanlaştırmanın müteşebbisleri tarafından
suçlanan bu insanların trajedisini anlatabilmek zordur[16].
Zorla dinlerinin
değiştirilmesi onların bütün dünyalarını allak bullak eder. Bulgar dilini
muhafaza etmiş olmalarına rağmen, onların bakış açıları yüzyıllardan beri İslam
dini tarafından şekillenmiştir. İsimlerinin değiştirilmesi, yabancı gözlere
karşı yüzlerinin bile kapalı olması gereken kadınların feracelerini
çıkartmaları, birden fazla eşi olan erkeklerin zorla ikincisini boşamak zorunda
bırakılması[17],
Müslüman olarak pis saydıkları hayvandan bir parça etin yenilmek zorunda
bırakılması onların hayatlarına yapılmış çok acı bir müdahaledir.
Resmî olarak
kilise hristiyanlaşmanın gönüllü olduğunun[18]
borazanlığını yapsa da, hatta bu isteğin Pomakların kendilerinden geldiğini
söylemeye kalksa da, kilise misyonerlerinin raporları gerçek tavrın ne olduğunu
ortaya koymaktadır: “Özellikle yaşlı
insanlarda yeni dinin onlara büyük bir acı verdiği görülüyor”[19].
Kilisenin
hristiyanlaştırma esnasında zorlama olmadığı hakkındaki değişmez tutumu bu inisiyatifin
başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra da aynı şekilde kalacak, hatta Filibe Metropoliti
Maksim kendi hayat hikâyesini anlattığı hatıratında bir kez daha zorbalığı inkâr
edecek, ancak “bazı yerlerde bu gibi
olaylar olduysa bunlar istisnai ve mahalli olaylardır.”[20] diyecektir.
Buna karşılık
Pomakların oldukça sık rastlanan aktif ve pasif karşı koyma eylemleri olmuş, bu
eylemler Bulgar ordusunun savaş meydanındaki başarı durumuna göre çeşitli şekil
ve ölçülerde kendini göstermiştir.
1913 yılının
başlarında Er Köprü, Dryanovo ve Bogutevo köylerinin sakinleri
hristiyanlaştırma esnasında uygulanan zulmü protesto ettikleri ve açıkça 500
yıl önce kendilerinin İslamlaştırılmasıyla benzerlik kurdukları bir mektubu
Bulgaristan Millet Meclisi Başkanı S. Danev’e gönderirler. Mektup anonimdir.
Mektubu yazanlar isimlerini yazmaya cesaret edememişlerdir.[21]
Bu Pomakların tepkilerini ifade ettikleri tek belge değildir. Ancak o da diğer
bütün protestolarda olduğu gibi neticesiz kalmıştır.
Hristiyanlaştırma
devam etmektedir, ancak Pomaklar da kendileri için yeni olan hristiyanlık
kanunlarını atlatacak yolları bulurlar. Mesela, hristiyanlarla akrabalık tesis
edilmesini önlemek için 12-13 yaşındaki erkek ve kızların çabucak
evlendirilmesi. İmamlar hristiyanlığa meyilli Pomak ailelerini sistemli bir
şekilde hesaplaşmakla tehdit etmekte, zenginler ise bazı Pomakları evlerinde
saklamaktadır.[22]
Birçok Müslüman baba, papazların evlerine girmesine müsaade etmemektedir.
Papazlara göre ise bu “Asya fanatizmi” hem kendi çocuklarının kurtulmasına hem
de sadece hristiyanlığın onların kadınlarına verebileceği hürriyete engel
olmaktadır.
Erkekler
hristiyanlığı kabul etmeye zorlanacakları ihtimaline karşı evlerinden uzak
genellikle dağlara çıkarlar veya kendilerine ya da başkalarına ait hayvan
sürüleriyle dolaşırlar. Papazlara göre, bu meselenin çözülebilmesi için sürü
sahiplerinin bulundukları yerde hristiyanlaştırılması, diğerlerinin ise
köylerine döndürülüp yeni dine o kadar da meyilli olmayan akrabalarıyla beraber
hristiyanlığı kabul etmeleri gerekir.[23]
Kilise
idaresinin açıkgözlülüğünü belirtmeden geçemeyiz. Türk ordusunda görev yapmış
ve esir düşmüş Pomakların hristiyanlığı kabul etmeleri halinde evlerine
dönmeleri/salıverilmeleri hakkındaki teşebbüs onlara ait. Esirlerin bu isteklerinin
yerine gelmesi için resmî olarak dilekçe vermeleri gerektiğinden, bu belgeler “babalar evlerine döndüklerinde aile
efradının kötü duruma düşmemesi için” ailelerinin de acele ile hristiyanlaştırılması
için kullanılmıştır[24].
Kilisenin eski imamlara
emekli maaşı bağlanması teklifi de oldukça ileri görüşlüdür.[25]
Şiddetli dirençlerini kırmak için onlara hayatta kalma alternatifi sunmak,
bundan daha iyi bir yol mu var?
Buraya kadar
anlatılanlardan sonra bazı Pomakların gönüllü olarak hristiyanlığı kabul
ettiğine inanmak zor olsa da böyleleri var, ancak bunun da değişik sebepleri
vardır. Kilise idaresine göre bunlardan bazıları Bulgar hristiyan halkına karşı
aşırı hareketlerde bulunmuşlar ve kendilerinden intikam alınmasından haklı olarak
korkuyorlar. Diğer bir kısmı evlerine dönebilmek için hristiyanlığı kabul eden
esir askerlerden oluşmaktadır. Üçüncüleri de ekonomik sebeplerle bağlantılı,
gerçekten çok sayıda dilekçe var. Hristiyanlaştırma misyonuyla görevli öğretmen
ve papazların raporları Pomak ailelerinin sefalet ve kötü sağlık şartlarında
yaşadıklarına şahitlik ediyor. Bazı köyler ateşe verilmiş, Türk ordusunda
askerlik yapmış kişilerin evlerinde açlık çekiliyor, kış aylarında ise bütün
bunlara kolera salgını da ekleniyor.
Birçok Pomak
hanesi, Bulgarlar tarafından yağmalanmış ve Filibe Metropolitliği kendi cemaatine
el konulan malların sahiplerine iade edilmesi çağrısında bulunma mecburiyetinde
kalmıştır. Kilise, “büyük acılara maruz kalmış Pomak halkına” ve dinlerine geri
dönmüş kardeşlerine destek için yardım toplamış ve dağıtmıştır.[26]
Eski dinlerine
dönmeyen tahrip edilmiş Pomak köyleri içinse kaynak sadece bir kalem için
ayrılabilir. Bu paralarla zarara uğrayanlar sadece kışı geçirebilecekleri
barakalar yapabilir. Belgede “merhamet adına yapılmış bir davranış” olarak
geçen bu hadise gelecekte bu kişileri hristiyanlaştırma fikri ile çok sıkı
bağlantılıdır. Ne demişler, bu dünyada karşılıksız bir şey yoktur.[27]
Pomaklar
arasında bu duruma “fırtına geçinceye kadar” rıza göstermeye karar vermiş
azımsanmayacak bir kitle de vardır. Ancak şuna kesin olarak inanmaktadırlar: “savaş sona erip barış sağlanınca … biz
tekrar Müslüman olacağız”[28]. Yine bu kişiler
ormanlarda gizlenmekte ve Allah’a karşı ibadetlerini yerine getirmektedirler. Genç
aileler yeni doğan çocuklarını vaftiz etmemekte, cenazeler ise papazın gelip
hristiyanlığa göre ayin yapmasına fırsat verilmeden gömülmektedir. Dışarıda
hristiyan gibi gözükmekte evlerinde ise Müslüman olarak yaşamaktadırlar.
Vladimir
Ardenski, araştırmalarında bazı Pomakların gönüllü olarak hristiyanlığı kabul
ettiklerini belirtse de, bu hiçbir surette kitlesel bir olay değildir.[29]
Kilisenin
Pomakları hristiyanlaştırırken camileri kilise ve okullara çevirirken[30]
ve İslam ahlakını hristiyan ahlakıyla değiştirirken sadece “Kilise Gazetesi” bu
olayları dile getirir. Tabii ki, yapılanları olumlu karşılayan bir üslupta. İkinci
Balkan Savaşı’nın başlamasıyla (16 Haziran 1913) tenkitlerini arttıran muhalif
basın bu konuda suskunluğunu sürdürmektedir.
Gazete sayfalarında
yayınlanan ilk bilgiler 1913 yılının sonlarına doğru kısa haberler şeklinde ve
yapılacak seçimler sebebiyledir. Filibe gazeteleri ve “Narodni Prava” (Hukuk-u
Milliye) gazetesi M. Takev’in Pazarcık’ta yaptığı seçim konuşmasını yayınlar.
Pomakların önünde Takev: “… Kilise
çanlarının eritilip sığırlarınızın boyunlarını süslemesini istiyor musunuz?…
Dininizi, imanınızı geri almak istiyor musunuz? O zaman Demokrat Parti’ye oy
veriniz!”[31]
Pomakların hristiyanlaştırılmasına açıkça karşı çıkan az sayıdaki
siyasetçilerden biri olan Takev böyle bir konuşma yaptığını inkâr etmektedir[32].
Filibe valisi Sayın Dimitrov’un Takev’in yalan söylediği ve bu gibi propaganda
ile “partizanlık”[33]
yaptığı hakkındaki sert mukabelesinden sonra “Trakya” Gazetesi’nin
sayfalarından “doğruydu, hayır değildi” şeklinde aralarında ciddi bir atışma
başlar. Takev’in, Pomakların hristiyanlaştırılması konusuyla siyasi bir
propaganda gütmediğini açıklaması[34]
tartışmayı vali lehine sonuçlandırmış olur. Takev’in bu açıklamasına Filibe
metropolitinin “Eğer Takev bu hristiyan
karşıtı propagandaya devam ederse kiliseden aforoz edilecektir”[35]
tehdidi de herhalde yardımcı olmuştur.
Kilisenin kesin
ve kararlı tepkisi mantıklıdır. O ümitsiz bir şekilde davasını savunmaya
çalışmaktadır. Seçim kampanyası ile ilgili haberler 1913 yılının Ekim ayı
başlarında basına yansır. Bu tarihte artık Bulgaristan İkinci Balkan Savaşı’nı
kaybetmiş, 29 Eylül 1913 tarihli İstanbul Antlaşmasıyla da tebaasına karşı din
hürriyetini iade yükümlülüğü altına girmiştir.
Kilise
misyonlarının raporlarına göre, Pomaklar arasında eski hayat tarzına dönüş
hareketi Ağustos ayı sonlarında başlamış ve bu sürecin durdurulması da mümkün
gözükmüyor[36]. Din
adamlarının ikna, tehdit ve çağrı şeklindeki canhıraş hareketleri
başarısızlıkla sonuçlanır. Devlet olaylara seyirci kalmaktan vazgeçer ve zorla hristiyanlaştırmayı
yasaklar, Pomak ve Bulgar halkının tırmanan negatif duyguları karşılıklı kavga
ve sürtüşmelere sebep olur[37].
Yönetimin desteğini kaybeden kilise mensupları suçun tamamını yeni
hristiyanların özgür vicdanına “tecavüz”[38]
etmek suretiyle milli bir ihanet içinde olduğunu iddia ettikleri Radoslavov
hükümetinde bulurlar.
Bu arada
hükümetin ödün vermeyen duruşu “Hukuk-u Milliye” gazetesine şu şekilde yansır: “Bugüne dek hiçbir Bulgar hükümeti
Pomakların din ve vatandaşlık özgürlüklerine dokunmamıştır.”[39] Enteresan olan,
gözle görülür görüş ayrılığı değil, Radoslavov’un zaten her türlü günahı
işlemekle suçladığı kendisinden önceki hükümetlere neden bu suçu da izafe
ederek bu fırsattan yararlanmadığıdır. Olan hadiseler için sorumlu oldukları
halde… Din özgürlüklerinin kesin olarak iade edildiğine dair resmi açıklama
yumuşatılmış bir şekilde sunulmuştur: “…
kurtuluş savaşındaki o hengamede dedelerinin dinine geçenlere (hristiyanlık
kastediliyor – mütercimin notu) din özgürlükleri verilmiştir[40]. Din değiştirme
ile ilgili bu hengâmenin ne menem bir hengâme olduğu açıklanmamış; bunun
sorumlusunun kim olduğu sorusuna da cevap verilmemiştir?
Geşov ve Danev
hükümetlerine geleneksel olarak karşı duran “Pryaporets” gazetesinin duruşu da
aynı. Neden değişik fikirleri savunan bu kadar gazete susmayı tercih ediyor?
Herhalde uluslar arası şöhret kazanan Pomakların hristiyanlaştırılması meselesi
ülkemizi zora soktuğu için. Ayrıca hem Türk hem de Yunan diplomasisi bu
gerçekleri kendi lehlerine çok başarılı bir şekilde kullanmışlarıdır.[41]
V. Ardenski’ye göre basının susmasının bir sebebi uygulanan askerî sansür,
diğeri de gazetecilerin önemli bir kısmı tarafından rahatsız edici, acıklı
millî bir meselenin hristiyanlaştırmak suretiyle çözülebileceğine inanmalarıdır[42].
Ancak onlar yanılıyorlar, çünkü hristiyanlaştırma bu sorunu/meseleyi çözmüyor
aksine derinleştiriyor. Bütün bunlara rağmen Geşov direk olarak yüz kızartan
bir leke olan hristiyanlaştırma ile suçlanmamıştır. Ancak “Mir” (Barış)
gazetesinin Radoslavov’un hristiyanlaşanları seçimi kazanmak için zorla İslam’a
çevirdiği hakkındaki iddiasından sonradır ki, “Hukuk-u Milliye” gazetesi
tehditvari bir şekilde perdeyi aralamaktadır:
Seçim maksadıyla değil… Hükümet ülkeye din
özgürlüğünü getirdi. Ve bunun için takdir edileceği yerde kötüleniyorsa ve bu
da halkçı-tsankovistçi hükümetin hiç hoş olmayan işleri sebebiyle hiç ağzını
açmaması gereken kişiler tarafından yapılıyorsa, şunu iyi bilsinler ki, liberal
hükümetin elinde Pomak meselesine ışık tutacak belgeler vardır. Bu belgelerde
Pomakların kim tarafından hristiyanlaştırıldığı ve hristiyanlaştırmanın nasıl
yapıldığı apaçık görülüyor. Eğer “Mir” gazetesi bu yolda yürümeye devam ederse
kurdu kuzuların yanına (koyun ağılına) davet eder[43].
Çok keskin bir
cevap ancak, adlî makamlar tarafından bir soruşturma açılmamıştır. Kilise
teşkilatı da savaş sırasında yaptıklarından mes’ul tutulmamıştır.
Kilise zaten çok
nazik bir durumdadır. İkinci Balkan Savaşı’ndan sonra Ekzarh İstanbul’u terk
eder ve Bulgaristan’a döner. Bozguna uğramış, ağır bir krizin içine düşmüş bir
devlete bütün gücüyle yardım etmesi gereken bir müesseseye ağır bir ithamda
bulunmaya gerek yoktur. Cereyan eden hadiseler neticesinde kilise Bulgaristan’a
yeni ilhak edilmiş komşu ülkelerdeki cemaatini kaybetmekle kalmıyor, merkez
olma ve potansiyel birleştirici rolünü de Bulgar bilincini canlı tutma ve
besleme hakkını da kaybeder. Kendi davasını yani hristiyanlaştırmayı hakkıyla
savunamamış kilise, öfke ile Radoslavov hükümetine “Bulgar karşıtı politika”[44]
güttüğü tepkisini verir ve acıyla “kazanılanın kaybedildiği”[45]
tespitini yapar. Bu gerçekler Bulgar kilisesine karşı tenkidin neden
yapılmadığını açıklamaya yetiyor mu? Kilisenin bu hareketi hükümet, muhalefet
ve Bulgar toplumunun önemli bir kısmının görüşleriyle uygunluk arz etmiyor mu acaba?
Dr. Georgi Çiçovski gibi Pomak savunucuları, Nikolay Vrançev gibi, Nikolay
Popfilipov, yazar A. Straşimirov[46]
gibi Pomak meselesine aşina olanlar ve yapılan zulümleri yüksek makamlara
iletenler neden bir ilgi ve alaka uyandırmıyor veya bir tartışmayı
tetikleyemiyor? Herhalde Pomaklara karşı gerçekten bir tahammülsüzlüğün ve
anlayışsızlığın var olduğunu söylemek mümkün. Bu durum seçimlerden sonra
parlamentoya öncekinden daha fazla Müslüman milletvekilinin girmesiyle daha da
kuvvetlenmiştir. Savaş daha yeni bitmiş, acılar hâlâ diri, yabancı bir dine
karşı tahammülsüzlük, Müslüman Osmanlı imparatorluğu ile savaş arifesindeki
derecesiyle aynı derecede. Hoşgörülü ve özgür Bulgaristan’ın, o kadar da özgür
olmadığı, hoşgörüsünün ise her tarafa çekilebilecek bir kavram olduğu anlaşılmıştır.
Mantıkî olarak şöyle bir soru ortaya çıkıyor – Bulgaristan bu Balkan
savaşlarından galip olarak çıksaydı hristiyanlaştırılan vatandaşlarına dînî
özgürlüklerini geri verecek miydi?
Üstelik Balkanlarda homojen uluslar meydana getirmenin ana silahının
asimilasyon politikası uygulamanın kabul edildiği bir zamanda. Peki sınırları
içine yeni dahil olmuş diğer milletlere karşı tutumu nasıl olacaktı? Komşuları
olan Yunanistan ve Sırbistan’ın savaş sonrası dönemde etnik ve dînî azınlıklara
karşı uyguladığı siyasetle Bulgar devletininki farklılık gösterecek miydi
acaba? Bu sorunun cevabı ne yazık ki olumsuz.
Bizi bu
düşünceye sevk eden Pomakların savaş zamanlarında başına gelenlerdir.
Hristiyanlaştırma, Sveti Sinod’un[47]
“beklenilmesi gerektiğine dair” çekincelerine rağmen Çingene ve Türkler gibi
diğer azınlık gruplarına da sıçramış; bir kısım Türk ve Çingene
hristiyanlaştırılmıştır.[48]
Hoşgörüden bahsedeceksek Pazarcıklı hristiyanlaştırma konusunda faal kişilerin
mektubunu göz önünde bulundurmamız ve yeni ilhak edilmiş yerlerdeki Yunan, Türk
veya Romen halkının ne kadarını Bulgar addetmiş olabilirler diye kendimize
sormamız gerekir. Birinci Dünya Savaşı esnasındaki olaylar da üzerinde
düşünülmesi gereken bir konudur. O dönemdeki Bulgar silahının gücü Ortodoks
dünyasında Bulgar kilisesini büyüklük açısından Rus kilisesinden sonra ikinci
yere yükseltmiştir. Bulgar din adamları da yeni yerlerde bulduğu halkı değil
sadece Bulgar kilisesine bağlama, Bulgar devleti ve ulusuna katmak için çok
samimi gayret içerisine girmiştir[49].
Dolayısıyla Pomakların hristiyanlaştırılması diğer Balkan devletlerinin kendi
azınlıklarına karşı uyguladıkları yöntemlere belirli bir ölçüde benzemektedir.
Gerçekten Sırp ve Yunan idaresine özgü radikal baskılar yok, ancak bu kesinlikle
şiddet eylemidir. Burada tuhaf olan şey, Bulgar asimilasyon politikasının etnik
olarak farklı bir topluma karşı değil de, tek günahları Müslüman olmak olan
Bulgarlara karşı yapılmış olmasıdır.
Hristiyan
kilisesinin ortaya koyduğu bütün çaba ve gayretlere rağmen, Pomaklar bu defa da
itilmiş kapalı bir toplum olarak tebarüz ediyor ve neticede kilise onlara
ulaşamıyor. Belki de tarihin hata ve haksızlıklarını düzeltme isteği çoğunlukla
hayal olarak kalıyor, insanî isteklerin zorla bir yöne sevk edilmesine yönelik
her adım, doğal olarak bir tepki ve mukavemet doğuruyor ama hiçbir şekilde
müspet bir sonuç vermiyor.
Pomakları etnik
köklerinden uzaklaştıran ve onları Türk propagandasına açık hâle getiren[50] hristiyanlaştırma, o zamanın çağdaşları
tarafından da araştırmacılar tarafından da çok büyük bir siyasî hata olarak
kabul edilmiştir. Sv. Eldırov’a göre ise, hristiyanlaştırma hadisesinde
harcanan emekler, kilisenin Makedonya’daki Bulgarların kaderinin ne olacağına
dair önemli bir meseleye odaklanması gereken dikkatini başka yöne saptırmıştır[51].
29 Eylül 1913
tarihinden sonra hristiyanlaştırılmış Pomaklar kitlesel olarak İslam dinine
dönmeye başlarlar. 1914 yılının Şubat ayının ortalarında Bulgar Ortodoks
Kilisesi’nin heyecenla ve bir hışımda gerçekleştirdiği büyük işten eser kalmaz.
Elde kalan sadece Bulgaristan’a yöneltilmiş ağır bir suçlamadır. Çünkü, hem
kendi vatandaşlarının haklarını hem de kendi kanunlarını çiğnemiştir, halbuki
prensip olarak bunları koruması ve savunması gerekirdi.
Devin şahrinde (Türkçe: Dövlen) hristiyanlaştırma,
1912. Papaz İvan Cacev, Kaynak: Filibe Devlet Arşivi Fond 959 K, opis 1, arşiv
birimi 902, varak 3.
Güney
Bulgaristan’da Banite köyünde (Türkçe: Ilıca) hristiyanlaştırma, 1912.
Kaynak:
Filibe Devlet Arşivi, Fond 959 K, opis 1, arşiv birimi 902, varak 2
[1] Makalenin orijinal
başlığı, “Müslüman Bulgarların Hristiyanlaştırılması”dır. Bulgar tarihçilerinin
ve Bulgar devletinin resmi görüşü Pomakların, Bulgar olduklarıdır. Çoğunlukla
onlar için Bulgar-Muhammedileri veya Müslüman Bulgarlar tabirini kullanırlar. Ancak
Pomakların ekseriyeti bu tanımlamaları kabul etmez. Kendilerini Müslüman
Pomaklar olarak tanımlar. (B.Z.)
[2] VMRO – Vıtreşna
Makedonska Revolyütsionna Organizatsiya: Makedonya İhtilalci İç Cemiyeti – Son
dönemde Bulgarlar ve Makedonyalıların Osmanlı Devletine karşı kurdukları
çeşitli komite ve çetelerin en önemlisidir.
[3] Georgiev, V., St.
Trifonov, Pokrastvaneto na bılgarite mohammedani 1912-1913. Dokumenti, [Bulgar Muhammedilerin
Hristiyanlaştırılması 1912-1913 Belgeler]Sofya 1955, s. 7.
[4] Sbornik ve çest na
Plovdivskiya mitropolit Maksim, statiya na St. Şişkov. [Filibe metropoliti
Maksim anısına Kitap, St. Şişkov’un makalesi]
[5] “Tsırkoven vestnik”, br.
1, [“Kilise Gazetesi, sayı 1,], 5.01.1913
[6] A.g.g.
[7] Georgiev V., St.
Trifonov, İstoriya na bılgarite v dokumenti [Belgelerle Bulgar Tarihi], 2/113,
1992
[8] Georgiev V., St.
Trifonov, a.g.e.
[9] Georgiev, V., St.
Trifonov, Bulgar Muhammedilerin Hristiyanlaştırılması, s. 8
[10] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s 201
[11] Drugite balkanski voyni
[Diğer Balkan Savaşları], Fondatsiya Karnegi [Karnegi Vakfı], s. 146, Sofya
1995
[12] Georgiev, V., St.
Trifonov, Bulgar Muhammedilerin Hristiyanlaştırılması, s. 452
[13] Ardenski, V., Zagasnali
ognişta [Sönmüş Ocaklar], s. 67, Sofya 2005
[14] Ardenski, V., a.g.e., s.
68
[15] Ardenski, V., a.g.e., s.
73
[16] Georgiev, V., St.
Trifonov, Bulgar Muhammedilerin Hristiyanlaştırılması, s. 166
[17] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 301
[18] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 159
[19] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 202
[20] Plovdivski mitropolit
Maksim. Avtobiografiya i spomeni [Filibe metropoliti Maksim. Özgeçmiş ve
hatıralar], s. 71, Plovdiv 1930
[21] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 113
[22] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 113
[23] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 144
[24] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 154
[25] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 161
[26] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 161
[27] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 180
[28] Georgiev, V., St. Trifonov,
a.g.e., s. 365
[29] Ardenski, V., Sönmüş
Ocaklar, s. 71
[30] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 168
[31] “Narodni prava” [Hukuk-u
Milliye], sayı 200, 7.11.1913
[32] “Trakya”, sayı 3,
8.11.1913
[33] A.g.g., sayı 5, 26.10.1913
[34] A.g.g., sayı 9,
6.12.1913
[35] A.g.g., sayı 5,
26.10.1913
[36] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 212, 404, 416
[37] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 229, 401, 441; Ardenski, V., Sönmüş Ocaklar, s. 85
[38] “Vıprosıt za
novopokrıstenite” [Yeni hristiyanlaştırılanlar meselesi], Kilise Gazetesi,
1.03.1914
[39] Hukuk-u Milliye, sayı
227, 8.12.1913
[40] “Kronoloji”, Hukuk-u
Milliye, sayı 238, 21.12.1913
[41] Ardenski, V., Sönmüş
Ocaklar, s. 85
[42] Ardenski, V., a.g.e., s.
81
[43] “Koy pokrısti pomatsite”
[Pomakları kim hristiyanlaştırdı], Hukuk-u Milliye, sayı 57, 11.03.1914
[44] “Yeni
hristiyanlaştırılanlar meselesi”, Kilise Gazetesi, sayı 9, 1.03.1914
[45] A.g.m.
[46] Ardenski, V., Svoi, a ne
çujdi [Yabancının değil, bizim], s. 21, Sofya 1975; Diğer Balkan Savaşları, s.
147
[47] Bulgar Ortodoks
Kilisesi’nin merkezi yönetim organı.
[48] Georgiev, V., St.
Trifonov, a.g.e., s. 108
[49] Eldırov, S.,
“Balkanskite pravoslavni tsırkvi i voynite na Balkanite, 1912-1918” – V: sb.
Balkanite mejdu mira i voynata XIV-XIX v. [“Balkan Ortodoks Kiliseleri ve
Balkanlardaki Savaşlar 1912-1918”, Barışla Savaş Arasındaki Balkanlar XIV-XIX
Yüzyıllar] s. 256, Sofya 2002
[50] Ardenski, V., Sönmüş
Ocaklar, s. 87
[51] Eldırov, S., a.g.m., s.
264
5 Temmuz 2011 Salı
BULGARİSTAN TÜRKLERİ’NİN GELECEĞİNİ KİM PLANLAYACAK?
-Çözüm önerisi-
Bulgaristan Türkleri’nin temsiliyyeti Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi’nde temerküz etmesi siyasal alanda gelişme göstermelerine karşılık eğitim, din ve sosyo-kültürel alanlarda geri kalma, gelişememelerine sebep olmuştur. Bir nevi siyaset alanı ve aktörleri diğer alanların önüne set çekmiştir. Bu olumsuzlukları olumluya ve gelişme istikametine çevirmek Bulgaristan Türklerinin bir azınlık sivil toplumu olarak örgütlenmeye gitmeleriyle mümkün olacağını düşünmekteyim.
Bulgaristan Türkleri her yerleşim
biriminden gönderecekleri temsilci / delegelerle BULGARİSTAN TÜRKLERİ
AZINLIK ŞURASI oluşturmalı, bu şura azınlığın meselelerini görüşüp tartışmalı
bir tüzük ve yönetim kabul ederek / seçerek Bulgaristan Türkleri Azınlık Yürütme
Kurulu oluşturulmalıdır. Pek tabii bu kurulun bir Başkanı da olacaktır. Bütün
Bulgaristan Türklerini kapsayacak olan bu teşkilat eğitim, kültür – sanat,
siyaset ve sosyal alanda azınlığın ihtiyacı olan kurumları tesis ederek kimlik
ve benliğini koruma ve geliştirme yolunda hizmet sunmalıdır.
Eğitim alanında, Türk Dili ve Edebiyatı ile Türk
kültürünü de öğretecek olan özel lise ve bir üniversite kurulmalıdır.
Kültür-sanat alanında, din, dil, basın-yayın, sinema
ve tiyatro gibi sahalarda hizmet verecek bir Türk Kültür Merkezi tesis
edilmelidir.
Siyaset alanında, anayasal ve kanunlar nezdinde
Bulgaristan Türk Azınlığın hak ve hukukunu koruyacak bir siyasal partiye de
sahip olmalıdır. (1)
Buraya bir parantez açalım ve
Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi’nin Genel Başkanı Ahmed Doğan’ın iki ccıl suskunluktan sonra 19 Mayıs 2011 günü Kırcaali
ilinin Cebel ilçesinde basına verdiği beyanatı bir inceleyelim. Bu basın
toplantısında Ahmed Doğan, Borisov hükümetinin gidişatını değerlendirmiş, erken
seçim öngörüsünde bulunmuş, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine görüşlerini
serdetmiştir. Parti olarak destekleyecekleri cumhurbaşkanın “diyaloğa açık,
ulusal vizyona sahip, uluslararası arenada saygın, Avrupa Birliği
gereksinimlerini karşılayacak bir profilde” olması gerektiği üzerinde durmuştur.
Görülüyor ki, Ahmed Doğan
Bulgaristan devletinin geleceği ve bekası için fikir üretmiş, seçilecek cumhurbaşkanının
kendisine göre taşıması gereken özellikleri dile getirmiştir. Onun konuşmalarında
Bulgaristan Türklerinin veya Müslümanlarının eğitim, kültür, ekonomi ve tabii
ki siyasi geleceğine dair bir fikir bir planlama görmek mümkün değildir. Hak
ve Özgürlükler Hareketi’nin klişe cümlesi “Soya dönüş süreci (2) bitmedi, biz
sizin haklarınızı savunuyoruz ve savunacağız”dır. Bu partinin yöneticileri 20
yıldır kendi seçmenleri üzerinde korku politikası uygulamışlardır. 8 yıl
iktidar ortağı oldukları zamanda bazı camilerimizi tamir ettirmek dışında müsbet
olarak yaptıkları bir iş yoktur.(3) Bu da “sellerden zarar görmüş kilise ve
camilerin tamir ettirilmesi” şeklinde olmuştur. Hasbel kader bu 8 yıl zarfında
Sofya’da bulundum, benim görebildiğim bu. Görmediklerimiz, bilmediklerimiz
elbette olabilir, keşke parti içinden yetkililer kamuoyuna “HÖH İktidarında Bulgaristan
Türklerine ve Müslümanlarına Yapılan Eğitim ve Kültür Hizmetleri” başlığıyla
bir kitapçık yayınlasalar da bizi bilgilendirmiş olsalar.
Sosyal alanda, kurulacak bir yardımlaşma vakfı
ile öğrencilere burslar, ihtiyaç sahiplerine yardım, bayram günlerinde şenlikler,
yağmur duaları ve benzeri sosyal kaynaşmayı sağlayacak faaliyetler, yapılacaktır.
Bu teşkilatı şemayla ifade
edecek olursak:
Şemayı büyütmek için üzerine tıklayınız! |
Âcizane kanaatimce,
siyasetin sultasından kurtulup eğitim ve kültür meselelerimizi öncelediğimiz
sürece kendi kaderimize sahip çıkabiliriz. Ve görüyorum ki, Anavatanımız
Türkiye’nin de himaye ve yardımlarıyla bu yola girmiş vaziyetteyiz. Bizi
karanlıkta bırakmak isteyenler güneşin doğuşunu engelleyemeyecektir!
Dipnotlar:
(1) Bu
projede HÖH işte bu noktada bulunmaktadır. Yani parti azınlığın yönetim organı
/ belirleyicisi değil siyasal alanda azınlığa hizmet veren bir araç
konumundadır.
(2) 1984
yılında Bulgar Komünist Partisi Türklerin isimlerini değiştirirken bu tabiri kullanmıştı.
Bulgarcası, Vızroditelen protses’tir.
(3) Burada
kastedilen ekonomik alandaki faaliyetlerden ziyade din, dil, eğitim ve kültür
konularıdır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)