12 Nisan 2018 Perşembe

BULGARİSTANLI CESUR BİR KADIN: ZEYNEP İBRAHİM-ZAFER


Zeynep İbrahim 1958 yılında Kornitsa’da doğdu. Ailesi, yukarıda bahsedilen sürgün ailelerden biriydi. Beş yıl süreyle Plevne’nin Slavovitsa köyüne sürgün edilmişlerdi. Sürenin sonunda köylerine dönmeyi beklerken bu defa Tolbuhin’in (şimdi Dobriç) Feldfebel Dyankovo (Bayrampınar) köyüne sürgün edildiler, oradan da Şumnu’nun Kliment (E.mberler) köyüne. 1980 yılında Şumnu Pedagoji Enstitüsü Filoloji Fakültesi’ne yazılan Zeynep İbrahim, iki yıl sonra ismini değiştirmeyi reddettiği için okula ara vermek zorunda kalmış. Bir yıl sonra okula devam etmesine izin verilmiş ancak bu sefer 1984-1985 yıllarında yapılan ve tüm Müslümanları kapsayan zorla isim değiştirme döneminde 3 yakını ile birlikte hapse mahkûm edilmiştir. Aralık 1986 tarihine kadar Sliven hapishanesinde kalmış, akabinde Mihaylovgrad’ın (şimdi Montana) Botevo köyüne sürgün edilmiştir. Burada kardeşi İbrahim İbrahimov ve kuzenleri Yusuf Babeçki, Vahide Babeçka ve Kemal Babeçki ile beraber 1988’de İliya Minev’in kurduğu ve başkanı olduğu Bağımsız İnsan Hakları Koruma Cemiyeti’nin Mihaylovgrad şubesi ile irtibata geçmiş ve beraber çalışmaya başlamışlardır. Türk gençlerinin amacı, Bağımsız İnsan Hakları Koruma Derneği aracılığıyla Bulgaristan Türklerinin yaşadığı baskıları Batı medyasına duyurmaktır. Nitekim 1988’de ve 1989 yılı Ocak ayı başında yabancı gazetecilere röportaj veren Türk üyeler, asimilasyonu ve uygulanan baskıları anlatmak suretiyle seslerini Liberation, Le Monde gibi gazetelere duyurmuşlardır.[1] Zeynep İbrahim’in 1989 yılının ocak ayında Bulgaristan’ı ziyaret edecek olan Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın görüşme yapacağı kişiler listesine girmesi sağlanır, ancak Bulgar istihbaratı bunu haber alarak görüşmeyi engellemek için onu önce tutuklar daha sonra da Pomak Türklerine önderlik edebileceği korkusuyla[2] ailesiyle birlikte 3 Şubat 1989’da Avrupa ülkelerinden birine sınır dışı eder. Oradan Türkiye’ye sığınırlar. Mert, cesur ve haksızlıklara boyun eğmeyen Zeynep İbrahim Hanım, zafere ve özgürlüğe kavuşmanın sevincini soyadında yaşatmak için Türkiye’de “Zafer” soyadını aldı. Bugün Bulgar ve Rus Dili ve Edebiyatında “Prof. Dr.” olan Zeynep Zafer Ankara ve Gazi üniversitelerinde öğretim üyesidir.  


[1] Zafer, Zeynep, “Bulgaristan Türklerinin 89 Göçünü Hazırlayan Eritme Politikasına Karşı Direnişi”, 89 Göçü: Bulgaristan’da 1984-89 Azınlık Politikaları ve Türkiye’ye Zorunlu Göç, Editörler: Neriman Ersoy-Hacısalihoğlu ve Mehmet Hacısalihoğlu, İst. 2012, 199-234.

[2] Ahmet Şerif Şerefli, Bulgaristan’daki Türkler (1879-1989), Ank. 2002, s. 584.

11 Nisan 2018 Çarşamba

İSLAM TARİHİNDEN NOTLAR-1: HULEFA-İ RAŞİDİN, BASRİ ZİLABİD

Bulgaristan Türk Gençliği blogunun kurucusu ve editörü Basri Zilabid, Sofya Yüksek İslam Enstitüsü'nde İslam Tarihi dersleri verirken kullandığı notlarını kitaplaştırarak, İstanbul'da Bulgarca olarak yayınladı. Dört kitapçıktan oluşacak İslam Tarihi serisinin ilk kitapçığı dört halifenin hayatını ve dönemlerinin siyasi tarihi yanında kültür ve medeniyet yönünü de ele alıyor. Serinin diğer kitapları Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar olarak düşünülmüş. Kitap, her ne kadar İstanbul'da basılmış ise de dağıtım ve satışı Bulgaristan'da yapılmaktadır. Edinmek isteyenler bulgaristanalperenleri@gmail.com mail adresine yazabilirler.
Yayın tarihi: 2018, Sayfa sayısı: 112.

MEHMET: BALKAN MUHACİRİ (Roman), ZİYA YAMAÇ



Halk arasında 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Balkanlardaki Türk-Müslüman nüfusa artık yol görülmüştü. Kendisi de bir Tuna çocuğu ve Silistreli Balkan göçmeni olan Ziya YAMAÇ, 1890-1900 yılları arası trajediyi ve muhacirlerin Trakya’ya yerleştirilmesi macerasını çok özgün bir Balkan Türkçesiyle romana çeviriyor.

Türk Edebiyatında bir ilk olan bu eser, ülkemizde muhacirler olarak bilinen milyonlarca yurttaşımızın atalarının Anadolu’ya dönüş maceralarına tanıklık etmektedir.
İlk yayın: 2007, Sayfa sayısı: 264



İsa Cebeci Anlatıyor

Mercan Civan soruyor, İsa Cebeci Anlatıyor...

 Mercan Civan 

Öncelikle sizinle röportaj yapmamı kabul ettiğiniz için teşekkür etmek istiyorum. İlk olarak bize kendinizden bahseder misiniz? İsa CEBECİ kimdir?

 İsa Cebeci her şeyden önce bir eğitimcidir ve 5 yıldan beri emeklidir. Bulgaristan’ın Dobriç iline bağlı Glavantsi (Pirli Yenimahalle) köyünde doğmuş olmasına rağmen kendini Deliormanlı kabul eder. Bunun sebebi doğduğu köyün idari bakımdan Dobriç iline ve Tervel ilçesine bağlı olmasına rağmen, Deliorman coğrafi ve etnik bölgesinin sınırları içerisinde bulunmasıdır. Köydeşlerinin konuştuğu ağız büyük Deliorman ağzına mensuptur. Köyün Dobruca bölgesine yakın oluşu ve Dobriç’e bağlı oluşu kafaları karıştırmıştır. Hayatının büyük bir bölümü bu iki Türk bölgesinde geçtiği için hem Deliormna’ı hem de Dobruca’yı sever ve eserlerine konu eder.

6 Mayıs 1942 yılında ormanı ve yeşili bol bir yörede doğduğu için tabiatı çok  sevmiş, çok değerli saymıştır. Babası ilkokul öğretmenliği ve çiftçilik yaparak geçimini sağlamaya çalışmıştır. Ev hanımı olan annesi 8 doğum yaptıktan sonra vereme yakalanmış ve 31 yaşında toprağa düşmüştür. Çocuklarının kimisi kazadan, kimisi de hastalıklar yüzünden hayata veda etmiştir. Ancak 3 kardeş hayata tutunabilmiştir. Babalarının yeni evliliği onlara daha 4 kardeş kazandırmış, ölenleri bir yere kadar telâfi ettirmiştir. Çocuklukları yokluk ve sefalet içinde geçmiş olmasına rağmen  direşkenlik ve çalışkanlıkları sayesinde ele güne karışmayı başarmışlardır.

İsa Cebeci 1960 yılında Dobriç Pedagoji (İlköğretmen okulu). 1970 yılında Şumen  kentindeki Sofya Üniversitesi filyalinde Türkçe-Coğrafya bölümünü (ön lisans), 1974 yılında Sofya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü (lisans) bitirmiştir. Böylece üç öğretmen diplomasıyla Bulgaristan’ın ve Türkiye’ni ilk, orta ve lise dengi okullarında 40 yıl öğretmenlik yapmıştır. Mesleki çalışmalarıyla birlikte şiir ve müzik sanatları üzerine yoğunlaşmış, okulda ve okul dışında sahne ve konser çalışmalarına etkin biçimde katılmıştır. Bu çalışmaları emeklilik yıllarının da ayrılmaz bir parçasıdır.

Bu soru beni tanıyanlara yöneltilse, çoğu şair ve yazar olduğumu, bir kısmı  türkolog olduğumu, başka bir kısmı folklor araştırmacısı ve sazcı olduğumu söyler ki, bu cevapların hepsinde az veya çok isabet vardır. Yakınımda olanlar tam bir kitap kurdu olduğumu da söyleyebilir. Gerçekten de kitap edinmeyi ve okumayı çok severim. Şiirden romana, dilcilik kitaplarından tarihe üç dilde kitap okurum. Bunun dışında Bulgarca ve Rusçadan tercümeler de yaparım. Son zamanda internetten gazete, dergi ve araştırma yazıları da vaktimin büyük bir kısmını doldurmaktadır.

Edebiyatta 45 yıl… Nasıl geçti bu kadar zaman?

Aslında 45 yıl değil, 50 yıldan beri edebiyatla ilgim var zira ilk şiirim 1960 yılında Bulgaristan’da çıkmakta olan HALK GENÇLİĞİ gazetesinde yayımlanmıştır. İlk şiir denemelerime ve muhabere yazılarıma lise 3. sınıfta başlamıştım. Yani edebiyat uğraşlarıma başlayalı yarım yüzyıldan fazla bir zaman geçmiş. Nasıl geçti bu kadar  zaman? Zamanın hızlı hızlı akmaktan ve çabuk çabuk geçmekten başka işi var mı ki?

Biz onun nasıl geçtiğini anlayamadık bile. Günlük işlerle, geçim derdiyle boğuşurken, zamandan saatler ve dakikalar çalıp sanatla da haşır neşir olurken, çeşitli hedeflere ulaşmak isterken bir de baktım ki, pamuk tarlasına dönmüş başım, yetmişe sularına dayanıvermiş yaşım. Oysa artık aramızda görünmüyor birçok dostum ve arkadaşım…

 Şiirleri yazarken ilham aldığınız, yazar, olay veya manzara oldu mu?

 Şiir sanatı genelde duygulanmalara dayalı bir sanattır. Alabildiğine aydınlık bir bahar gününde gördüklerinden ve duyduklarından etkilenirsin, coşkulu duyguların kucağına düşersin. Biraz edebiyat donanımın varsa, hissettiklerini dizelere dökersin, şiir olur. Güzel yüzlü, güzel huylu, sevimli tavırlarıyla dikkatini çeken biri duygularını harekete geçirir, kaleme sarılırsın, coşkulu dizeler döktürürsün. Çocuk yaştakiler ise annelerine vurgun olurlar, öğretmenlerine hayranlık duyarlar. Bunu güzel sözlerle anlatıp şiir yaratmaya çalışırlar. Ama edebi donanımları ve dil malzemeleri yeterli olmadığı için bunu çocukça yaparlar. Edebiyatta karar kılanların da kendine kılavuz seçtiği, hayranlık duyduğu yazarlar vardır. Bizim yetiştiğimiz yıllarda ve ülkede en çok bilinen ve tanınan iki şair vardı: Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali. S. Ali daha çok bir roman ve öykü yazarı olarak tanınmış olmasına rağmen hece veznini çok iyi kullanan bir klasik şairdir de. Beni Nazım Hikmet kadar o da etkilemiştir. Şiirle müziği birleştirmeye çalıştığım için ölçülü şiire daha çok değer veririm ve da daha büyük ustalık olduğuna da inanırım. S. Ali’nin birçok şiiri bugün bestelenmiştir. Gençliğimizde yakınımızda onların eserleri vardı. Daha sonra Yunus Emre’yi, Âşık Veysel’i, Karacaoğla’nı ve daha birçok halk ozanını tanıdık ve sevdik, onlara özendik.

 Bir edebiyat türü seçeceğiniz zaman nelere dikkat edersiniz?

Hayatta edebi türlere konu olabilecek o kadar çok şey var ki! Şiirlerle genelde yaşanılmış duyguların ifade edildiğini yukarıda da belirtmiştik Aşkta mutluluk olduğu gibi mutsuzluk da, karamsarlık da olabiliyor. Bunları kısa şiirlerle anlattığımız gibi, hikâyelerle de anlatabiliriz. Bazı kişiler şiirle anlatmayı tercih ettikleri halde bazıları da düzyazıyla anlatırlar; öykü veya roman yazarlar. Şiir çok farklı bir türdür. Onda duygu yoğunluğu vardır, az sözle çok şey anlatılır. Şiir adeta sıkıştırılmış hava yahut da konsantre deterjan gibidir. Az sayıda sözle çok etki yapan ölçülü bir yazın türüdür şiir. Duygunun, düşüncenin ve müziğin bileşimidir âdeta. Şiirde ustalaşmış kişiler mısralardan oluşan uzun eserler de yazarlar. Yapma destanlar buna bir örnektir. Edebiyatçılar, bütün türler arasında en zor yazılanın da şiir olduğu konusunda birleşirler. Benim tercih ettiğim yazılar düşünce yazılarıdır. Çocuklar için yazdığım şiirlerde dahi düşünce üstüngelir, mesaj vardır. Eğitimci şairlerin eserlerinde genelde mesaj vardır, zira onlar genç kuşakları hep iyiye, güzele, doğruya ve topluma yarar sağlayan davranışlara yöneltmeye çalışırlar. Toplumsal olaylara tepki vermek için genelde deneme ve köşe ve sohbet yazılarına önem veririm. Bu şekilde 6. sorunuza da cevap verildiğini düşünüyorum. Zaman zaman bilimsel araştırmalara da kitlenirim.

Bugüne kadar hedeflediklerinizi gerçekleştirebildiniz mi?

Ben, bütün hedeflediklerini gerçekleştirip de dünyaya veda edenlerin var olduğunu sanmıyorum. İnsan, ömrünün çeşitli dönemlerinde önüne bir takım hedefler koyuyor ve bunlara ulaşmak için çaba gösteriyor. Birçoklarına ulaşıyor ama bazen beklenmedik toplumsal gelişmeler oluyor ve hedeflere ulaşmayı engelliyor. Çocukluk yıllarımda pedagoji okulunu bitirmeyi hedeflemiştim. Bitirdim ve hemen öğretmenliğe başladım. Beş yıl geçti, yüksek öğrenim yapmaya heveslendim. Yeni hedef koydum. Üniversiteye girecek, Türkoloji okuyacaktım. Bu hedefim gerçek oldu. Daha sonra kitap yazmak için çalışmalara başladım. Altı adet kitabım yayımlandı. Şimdi iki tane şiir kitabım basımevinde. Dergi ve gazetelerde yayımlanmış deneme ve köşe yazılarımı bir dosyada topladım. Deliorman Türk halk şiirlerini derledim. Büyük kardeşim Ahmet Cebeci ile onu yayınlamak yakın hedeflerimden biri. Bir hedef gerçek olduğunda bir başkası veya birkaç tanesi gündeme geliyor. Üniversite hocası olmayı istedim lâkin önümüzdeki engelleri aşamadım, o hedefime ulaşamadım. Ama iki adet bilimsel eserim oldu. Bazı bilimsel toplantı ve  sempozyumlara katıldım.

Seyahat esnasında  veya her zaman  yanınızda  not defteri taşır mısınız:

Ben yanımda not defteri nadir bulundururum. Onları genelde okuduğum kitap ve kaynaklardan aldığım bilgileri not etmek için kullanırım. Ama bir yol yazısı yazmak istiyorsam seyahat esnasında not tutar, fotograf çekerim. Makale ve araştırma yazılarımda tuttuğum notlardan yararlanırım.

 Çalışma hayatınızda çocuklarınızı ihmal etiğinizi düşündünüz mü? İyi bir baba olabildiniz mi?

 Ben bir öğretmen olarak milletin çocuklarıyla meşgul olduğum gibi kendi çocuklarımla da çok ilgilendim. Bulgaristan’ın Türklerle meskün olan  küçük bir köyünde geçen aile hayatımız çocuklarımızın iyi yetişmesi için çok yararlı ve verimli olmuştur. Oğlum bir buçuk yaşında iken Şumen şehrinde yüksek öğrenime başladım.

Döndüğümde yine köyümde öğretmenlik yaptım. Onlara Türkçe ve Bulgarca okumayı daha 5 yaşında öğrettim. Okula gittiklerinde yaşıtları alfabe öğrenirken onlar çıtır pıtır kitap okuyorlardı ve benden yeni yeni kitaplar getirmemi istiyorlardı. Evimde zengin bir kitaplık oluşturdum. Daha ilk okulda kitap okumanın tadına vardılar. Okulda da çok başarılı oldular. Bunun dışında oğluma da kızıma da bağlama çalmayı öğrettim. Onlarla ilgilenmenin de ötesinde eşimle birlikte çalışmalarımızla da onlara örnek olduk. Öğretmen olmama rağmen 25 yıl boyunca yaz tatillerimizi ailece kooperatifin tütün tarlalarında geçirdik. Böylece çocuklarım beyin emeğiyle beden emeğini nöbetleşe kullanmayı öğrendiler. Dengeli ve başarılı bir insan olmak için sadece okumak yetmiyor, gereğinde beden işini de severek yapmak gerekiyor. Bir eğitimci olarak emeğin en büyük eğitmen olduğuna inanmışımdır. Emeğin (kafa ve kol emeği) içinde yetişen çocuklar daha başarılı ve ahlâklı oluyorlar. İyi bir kitap kurdu olan eşimse onlara bol bol masallar anlatarak insani meziyetler aşılamıştır. Şimdi oğlum İstanbul’da tıp doktoru, kızım Ankara’da müzik öğretmeni. Öğrenim yıllarında bize sorun yaratmadıkları için eşim Selim Hanımla birlikte onlara çok müteşekkiriz.

 Günde kaç saat çalışıyorsunuz?

 Okuldan ayrılalı belirli bir çalışma düzeni oluşturamadım. Yazmak istediğim çok konular var ama onların üzerinde çalışmaya yeterince vakit ayıramıyorum.Haftada iki gün Halk Eğitim Merkezinde müzik çalışmalarına katılıyor. Deliorman türkü grubumuz var, haftada bir gün onları çalıştırıyorum. Çorluda oturan emekli göçmen öğretmenlerle haftada iki defa buluşuyoruz. Köydeşlerimizle birlikte her bahar piknik yapıyoruz ve onlara sunmak için bedii programlar hazırlıyoruz.Bazen yurt dışına veya yurt içinde gezilere katılıyoruz. Son zamanlarda “facebook” denen iletişim ve paylaşım türü de bir hayli vaktimizi çalıyor. Çoğu kez gündüzleri dinlenmeye vakit bulamıyoruz. Son zamanda moda olduğu gibi “çok yoğunuz”. Ev masraflarını ödemek, ev ihtiyaçlarını tedarik etmek de yine zaman istiyor. Emeklilik yatmaktan ibaret değil ki…

 Genç kalem dostlarınıza neler tavsiye edersiniz?

Güzel ve çekici ürünler verebilmek için her şeyden önce çok okumak, çok bilgi ve izlenim biriktirmek gerekiyor gerekiyor. Ancak beynini yükleyenlerin başkalarına verecek bilgileri olabilir. Ancak çok okuyanlar kolay ve güzel yazarlar. Bugünkü genç kuşak yazarlarının işi bize kıyasla hem kolay, hem daha zor. Kolay olan tarafı bilgi edinmek ve biriktirmektir. Kitaplar ve teknik bilişim araçları büyük imkânlar veriyor. Zor olan tarafı ise oturup da yazmak. Şimdi insanın dikkatini çekecek o kadar çok eğlence türleri var ki, onların etkisinde kalmamak mümkün değil. Bir tarafta Tv ve  bilgisayar, diğer yanda müzik araçları, eğlence merkezleri durmadan usanmadan insanların kafalarını bombardıman ediyor. Bu kadar uyarıcıdan kendilerini tecrit etmeleri hiç de kolay değil. Şair veya yazar olmak isteyenler eğlenceden uzak durma sabrını ve konular üzerine odaklanma gücünü gösterebilmeliler. Tek sözle önlerine çıkabilecek her türlü fiziki ve manevi engeli yenmeye hazır olmalılar.

ÖMRÜM ATEŞTEN GÖMLEK (Hatırat), AHMET CEBECİ

Bu kitabı hazırlama amacımız Dr. Ahmet Cebeci'nin maceralı ve mücadeli hayatının milletimizce bilinmesine vesile olmak ve yayın dünyasına da kalıcı bir hatıra eseri bırakmaktır. Ayrıca bu kitabımızda yalnızca kişisel anılar olmayıp, kişi üzerinden Türk Milleti'nin tarihinden kesitleri, milletimizin sorunlarını ve uğradıkları işkenceleri de bulmak mümkün olacaktır.
Sayfa Sayısı: 496, İlk Baskı Yılı : 2015 Yayınevi: Cümle (Ankara)









30 Ocak 2018 Salı

Tırnova'da Gazi Firuz Bey Camii ve Kitabesi

Fotoğrafın sağ üst kısmında bulunan cami Firuz bey camiidir.
 Osmanlı döneminde Hisarlık denilen mevkide yani kalenin bulunduğu yerdedir. Bugün bu yere Bulgarlar Tsarevets demektedirler. Cami İstanbul'un fethinden yaklaşık 20 yıl önce 1435 yılında inşa edilmiştir. Kurşun kubbeli ve minarelidir. Osmanlı-Rus Harbinden sonra minaresi Bulgarlarca yıkılmıştır. Bina askeri depo olarak kullanılmış, 1913 yılında meydana gelen deprem sebebiyle ana gövde de yıkılmıştır.
   
Tırnova'da Firuz Bey Camii Kitabesi
Birinci satır: 
Bismillahirrahmanirrahim. Benâ haze'l-mescid el-mübarek el-Emiru'l-kebir Firuz Bey bin 
İkinci satır:
Abdillah tekabbelâllahu minhu ve afâ anhu ve kâne'l-feragu bi tarihi min sene tis'a ve selâsîn ve semâniye mie.

Anlamı:
Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla.Bu kutlu camii Abdullah oğlu büyük komutan Firuz Bey yaptı. Allah kabul etsin ve onu affetsin. 839 tarihinde tamamlandı.
(839 Hicri tarihi, miladi 1435-36 yılına denk gelir.)












HACI HASAN AĞA'NIN DOBRİÇ BÖLGESİNDE YAPTIRDIĞI ÜÇ CAMİ

Fındıklı köyü camisi. 1860 yılında Hacı Hasan Ağa'nın kendi köyüne yaptırdığı camidir.
Fındıklı'nın bugünkü adı Lyaskovo olup Hacı Hasan Ağa'nın kendi köyüdür.
Resimde de görüldüğü üzere cami harap durumdadır.  

1864 yılında Hacı Hasan Ağa tarafından Orlyak / Turpçular köyüne yaptırılan cami.
Halk ağzında köyün adı Tupçular şeklindedir. 

1868 yılında Hacı Hasan Ağa tarafından Benkovski/ İkizce köyüne yaptırılan cami.Halk ağzında köyün adı Ekisçe şeklindedir.
Ekisçe camisinin giriş kapısı üzerinde bulunan kitabe:

1-Karye-i Fındıklı'dan (Fındıklı köyünden) Hacı Hasan Ağa

2-nakd-i himem sarfla (önemli miktarda para harcayarak) etti hayratı bina


3-çıktı bir tarih-i cevherle yazup kılın namaz


4-bu cami-i şerifi etti tamir-i ra'na (güzelce tamir etti).

Hicri 1285 (1868)

29 Ocak 2018 Pazartesi

БАЙРАКЛИ ДЖАМИЯ - САМООКОВ / SAMOKOV BAYRAKLI CAMİİ

БАЙРАКЛИ ДЖАМИЯ


През XIX в. силуетът на града се доминира от минаретата на четири големи джамии и осем малки, и от часовниковата кула, която чиято камбана биела по европейски. Другите значителни обществени постройки тогава били малко – градската баня, четирите църкви, хановете, Голямата чешма на площада в чаршията. Извън града били разположени огромните комплекси на видните и самоковите.

Единствената запазена джамия в Самоков днес е Байракли джамия,  наричана Али ефенди Джамия, също и Старата джамия или Джамията на Йокуша (възвишение), и се е намирала вътре в каре от магазини. От всички джамии само тя е с купол, който лежи върху тамбур  с 14 прозореца. Както личи на старите фотографии и пощенски картички, останалите 3 големи джамии били с четирискатни покриви с дървени конструкции, покрити с керемиди.

Утвърдило се е мнението, че тя е построена около 1845 г. по поръка на местния първенец Мехмед Хюсреф паша. По устни сведения била финансирана от неговите вуйчовци от с. Шишманово, откъдето била майката на пашата – българка, като благодарност за подарените им гори на Чамурлийската планина. След Освождението библиотеката с ценни ръкописи, основана от пашата, постъпва в новата Народна библиотека. Посветителният надпис на библиотеката върху мраморна плоча с арабски писмена на османотурски език се съхранява в музея.

Според арх. Никола Мушанов, ръководил реставрацията на тази джамия, това е една изцяло подновена джамия на мястото на по-стара, а именно на най-старата Ески джамия. В епохата на османската власт около джамията е имало и други сгради (кулие) като дюкяни, от чиито наеми се е издържала.

Джамията е в характерната за Балканите и Турция османска архитектура, изпълнена с местни строителни материали. Молитвената зала на джамията е четириъгълна постройка, с размери 14/14/14 м, с пристроено аркадно предверие и едно минаре на северозападнатастрана, до чийто балкон водят 54 спираловидни стъпала. Молитвената зала е увенчана с купол с 14 прозореца, а над аркадното предверие се намирало женското отделение харемлък.
Архитектурното решение на джамията е интересно и характерно за местните строителни традиции. Стените са от камък и тухла, а покривът – от дърво. Покривната конструкция и куполът се състоят от естествено криви греди, носени от леки кухи колони с щукатура. При реставрацията през 50-те и 60-те години на XX в. стенописите са свалени и тази дървена конструкция е подновена с нова греда по греда.

Самите стенописи са реставрирани само отчасти, като са почистени от наслоените пушеци от маслените лампи на полилеите. Реставрацията им е извършена от известния самоковски художник Георги (Джони) Белстойнев. При тези реставрационни работи са открити графити на хастара под стенописите: план на църква, подобна на тази в Рилския манастир, и на имената на трима майстори – Йован, Ристо и Косто. Дали това са майсторите-строители, или са зографите Йован Иконописец, Христо Йовевич и Коста Вальов? Можем обаче да приемем тезата на арх. Мушанов, че тримата известни представители на Самоковската художествена школа са работили заедно тук.

Стиловите характеристики на стенописната украса са типичните за Самоковската школа “перя” – гирлянди, букети, вази с цветя, драпирани платове, раковини. Четирите барокови композиции на полусводовете са нарисувани артистично, с размах. Цялото великолепие от багри избухва в слънцето на купола, което по необясними причини е било заличено и е открито едва при реставрацията. Същото се отнася и за пейзажа в молитвената ниша – михраба. Много различни интерпретации има и за Давидовата звезда или Соломонов печат, която организира центъра на купола, който символизира пътя към рая и небето. Такава звезда може да се види в много джамии.

След реставрацията през 50-60-те години на XX в. Джамията е отворена през август 1966 г. като музеен обект. Обявена  за паметник на културата от национално значение.

Текст: Невена Митрева

ГОЛЯМАТА ЧЕШМА - САМОКОВ / SAMOKOV BÜYÜK ÇEŞMESİ

ГОЛЯМАТА ЧЕШМА


Голямата чешма отдавна се е превърнала в емблема и символ на Самоков. Чешмата е издигната около 1660 г. на площада в т.н. Горна чаршия. Вече четири века тя доминира центъра на града и е една завършена обществена сграда в османски имперски стил, характерен за столичната архитектура. Построена е като благотворително заведение от емина (управителя) на султанската кухня Мехмед ефенди, факт, който обяснява неоспоримата й прилика с подобни чешми в столицата Истанбул, в Солун и Одрин. Живо описание на чешмата ни е оставил известният пътешественик Евлия Челеби, посетил през 1662 г. Самоков:

„На площада, разположена на най-лично място на чаршията, еминът на султанската кухня Мехмед ефенди ... изградил една чешма, още нова четириъгълна постройка, от всяка страна на която има по два дебели колкото човешка ръка чучури, от които тече и шурти вода”.

Това е една площадна чешма и не е служела за ритуално умиване преди молитви в джамиите. Помислено е не само за пътника, дошъл отдалеч на пазар, но и за птичките – два малки фонтана има и за тях, както и една клетка. Водата била доведена от планината по дървени тръби, съединени с железни скоби. Това обяснява и нейния превъзходен вкус, за разлика от водата от бунарите, изваждана с „климала” – дървени витла, която имала вкус на желязо.
Днес чешмата е включена в градския водопровод, а дървена тръба от стария водопровод може да се види в музея.

През XIX в. Голямата чешма, една от 70-те обществени чешми в града, е една от забележителностите на Самоков. Впечатлила и Константин Иречек, който определил архитектурата на тази вече стара каменна чешма като мавритански стил. Изградена е от различни видове камък с прецизна обработка и мраморни плочи, докарани вероятно отдалеч. Нишите са оформени с островърхи арки и каменни корита. Покривът на чешмата е четирискатен със силно надвесена стреха, покрит с турски керемиди и има лукообразен завършек с шпил. Украсата на чешмата е в нейното архитектурно членение, но орнаментите в каменната пластика са изключително интересни.

На западната стена на чешмата има орнамент, оприличаван на обеца, издялана от едно парче камък. Затова в някои пътеводители я наричат Чешмата с обецата. За обецата може да прочетете, че е на Крали Марко, но това е само опит за митологизиране. Освен това този декоративен елемент е тълкуван и като „зенгия”, т.е. стреме.

Голямата чешма е обявена за паметник на културата от национално значение.. Нейният силует заема централно място в герба на Самоков.

21 Ocak 2018 Pazar

Dobriç'te Komünizm Döneminde Yıkılan Bir Camii



RUSÇUK CAMİ-İ ATİK

Cami-i Atik (Eski Cami), Rusçuk'un Hacı Musa mahallesinde bulunmakta idi. Bugün ulitsa "19-ti fevruari" ye (19 Şubat sokağı) denk düşmektedir. 17. yüzyılın 20'li, 30'lu yıllarında Bosna Defterdarı Abdülbaki Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami taş minarelidir. Yanında medresesi, kadı mahkemesi ve misafirhane olarak yedi odası ile büyük bir mezarlık bulunmaktadır. Kaynak Facebook Bulent Hasanov

RUSÇUK'TA CAMİ-İ CEDİD VEYA PAZAR YERİ VEYA HACI ALİ CAMİİ

Pazar Yeri veya Hacı Ali Camii olarak da bilinen Cami-i Cedid (Yeni Cami), eskiden aynı adı taşıyan mahallenin camisidir. Bulunduğu yer bugün Şehir Bahçesi'nin doğu ucuna denk gelmektedir. Hacı Ali tarafından yaptırılmıştır. Adının geçtiği bilinen en eski belge 1700/1701 yılına aittir. 1806-1812 yıllarında meydana gelen savaşlarda yıkılmıştır, ancak daha sonra yeniden yapılmıştır. Uzunluğu 21,5 m, genişliği 16 m ve yüksekliği 5,5 m olan bir yapıdır. Minaresi taştandır. Аvlusunda mezarlar bulunmakta imiş ve taş duvarla çavrilidir. 
1904 sonbaharında "Nova tsırkovna" Sokağı ile Şehir Bahçesinin "planına" denk geldiğinden Bulgar yönetimce yıkılmıştır. Kaynak: Facebook Bulent Hasanov

Prof. Dr. McCarhty: "İngilizlerin gizlediği gerçekleri Osmanlı biliyordu"

Meşhur Ölüm ve Sürgün kitabının yazarı, Lousville Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Justin McCarhty, "İngilizlerin arşivlerine bakarsanız, Osmanlı’yı kandırmaya çalıştılar ama Osmanlı ’nin sürekli yalan söylediğini biliyordu. Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarında yaşayan Müslümanların yüzde 70’i öldürüldü, yüzde 30’u sürgün edildi, İngilizler bu gerçekleri tüm dünyadan gizledi" dedi

Değerli Profesörün Ölüm ve Sürgün kitabının
Bulgarca baskısına imzasını aldık. 
18 Ocak 2018 günü İstanbul Conrad Otel'de
TRT World Research Center ve Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi (MEDAM) tarafından düzenlenen "100 Yıl Sonra: Cihan Harbi" uluslararası panelinde, "Osmanlı Açısından 1. Dünya Savaşı ve Günümüze Etkileri" başlıklı oturum gerçekleştirildi. TRT World sunucusu Adnan Nawaz'ın başkanlığını yaptığı oturumda, Lousville Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. "Osmanlı'nın Savaşa Girme Sebepleri" başlıklı bir sunum yaptı.

"BALKAN TOPRAKLARININ HEPSİ İHANETE UĞRADI"
'nin, başlangıçtan beri Osmanlı'nın düşmanı olduğunu, Osmanlı'nın Almanlarla birleşmesinin, Osmanlı açısından zorunlu olduğu için gerçekleştiğini ifade eden Mccarhty, "20. yüzyılın başında İngilizler dost gibi davrandılar ancak verdikleri hiçbir sözü tutmadılar. İngilizler, Fransızlar kutsal şeyleri üzerine yemin ettiler, 'Osmanlı toprak kaybetmeyecek' dediler, sonra yenilediler bu vaatlerini ama 1877'de Ruslar saldırdığı zaman İngilizler hiçbir şey yapmadı. Osmanlı topraklarını ve Balkanlar'daki Osmanlı nüfusunu da korumaya söz verdiler, çok büyük sayıda Müslümanlar öldürüldü büyük vaatlere rağmen. Balkan topraklarının hepsi ihanete uğradı. Bu vaatlerden dönülmesinin sebebi, ana sebepler politik olmaktan çok, İngilizler Türklerden hoşlanmıyor, Osmanlı'daki Hristiyanlara ilgi duyuyorlardı." değerlendirmesinde bulundu.
Osmanlı'da 1890'larda Ermeni sorunlarının başladığını belirten Mccarhty, şu bilgileri verdi:
"Doğu Anadolu Osmanlı'dan alınmalı' görüşünü savunuyordu İngilizler, bunun için 'Sultan 2. ulhamid tahttan indirilmeli', 'kutsal şehirleri bloke edilmeli' gibi öneriler sunuldu. 1897'de Girit işgal edildi, Osmanlı savaş ilan etti ve savaşı kazandı. Ancak İngilizlerden dolayı Girit adası kaybedildi. 1890'ların başlarında Makedonya olayları çıkmaya başladı, Bulgarlar burada başrolde. Çünkü onlar da Osmanlı kaybetsin istiyorlardı.
"MÜSLÜMANLARIN YÜZDE 70'İ ÖLDÜRÜLDÜ"
Osmanlı Balkan Savaşları'ndan zayıflamış olarak çıkmış oldu. İngilizler, Osmanlı'nın, Almanların yanına katılmasını istemiyorlardı, bunun için de tehditler sundular. İngilizlerin arşivlerine bakarsanız, Osmanlı'yı kandırmaya çalıştılar ama Osmanlı İngiltere'nin sürekli yalan söylediğini biliyordu. Osmanlı'nın, Avrupa'daki topraklarında yaşayan Müslümanların yüzde 70'i öldürüldü, yüzde 30'u sürgün edildi, İngilizler bu gerçekleri tüm dünyadan gizledi." Sabah Gazetesi

8 Ocak 2018 Pazartesi

OSMANLICA DERSLERİ ARŞİVİ, BASRİ ZİLABİD ÇALIŞKAN

Osmanlıca Dersi 1- Osmanlıca'da Arapçadan Farklı Harfler, Sessiz Harfler (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 2- Sesli Harfler (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 3 - K,Ğ,S,T ve Z Harflerinin Osmanlıca’daki Karşılığı (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 4 - Osmanlıca’da Bazı Pratik Kurallar (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 5 - Günümüz Diliyle Yazılmış Bir Osmanlıca Metni (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 6 - Günümüz Diliyle Yazılmış Bir Osmanlıca Metni-2 (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 7 - 1950'lerin Diliyle Yazılmış Osmanlıca Metni (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 8 - 1950'lerin Diliyle Yazılmış Osmanlıca Metni-2 (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 9 - Hz. Hamza (r.a) İmana Gelmesi (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 10 - Ömer Seyfettin Pembe İncili Kaftan (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 11 - Ömer Seyfettin Pembe İncili Kaftan - 2 (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 12 - Hat Çeşitleri - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 13 - Rika Hattı Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 14 - Rika Hattı Okuma - 2 - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 15 - Sülüs Hattı ile Yazılmış Mezar Taşı - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 16 - 3. Selim'in Mektubu - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 17 - Nihat Tarlan Hocanın Mektubu - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 18 - Rika Hattıyla Yazılmış Genç Osman Destanı - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 19 - Osmanlıca Resmi Evrak Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 20 - Sülüs Hattı ile Yazılmış Mezar Taşı ve Levha Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 21 - Donanma Gazetesi - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 22 - Divâni Hattıyla Yazılmış Berat - (Osmanlıca Öğreniyorum)

27 Aralık 2017 Çarşamba

MÜSLÜMANLARIN İLİM VE MEDENİYETE HİZMETLERİ, OSMAN KESKİOĞLU


DİNİ VE MEDENİ HAYATTA NEZAFET, YUSUF IŞIKOVALI

Şumnu Nuvvab Medresesi mezunlarından ve İntibah gazetesi ile Medeniyet gazetesi kurucu ve muharrirlerinden muhterem zatın 1950 göçünden sonra Türkiye'deki yayınlarından.. Yusuf Işıkovalı'nın Bulgaristan'daki adı Hafız Yusuf Yakubov (Şinasi)'dir.