Siz Türk değilsiniz” diyorlardı.
“Müslümanlığa geçmiş Bulgarsınız” diyorlardı.
Türk okullarını kapatmışlardı, Türkçe gazetelerin kapısına kilit vurmuşlardı, Türk motifli kıyafet giymek bile suçtu, sünnet yasaklanmıştı, sünnet edilen çocukların anneleri beş yıl hapis cezasına çarptırılıyordu, camiler kapatılmıştı, cenaze yıkamak yasaklanmıştı, İslami usüllerle defin işlemine izin verilmiyordu, Türkçe mezar taşları tahrip ediliyordu, Türkçe konuşanlara para cezası kesiliyordu, Türk isimleri Bulgarlaştırıldı, bu dayatmaya “soya dönüş süreci” diyorlardı, Kalaşnikoflu askerler Türklerin kapısına dayanıyor, zorla muhtarlığa götürüyor, Yordan, Mihail, Stanka, Emilya, Natalia filan, Bulgar isimleriyle dolu listeler gösteriliyor, birini seç deniyordu, nüfus kağıtlarını iptal ettiler, yerine Bulgar isimleriyle yeni nüfus kağıtları verdiler, Türkçe isimlerin yazılı olduğu eski nüfus kağıtlarıyla bankadan para çekilemiyordu, çocuklar okula yazdırılamıyordu, devlet dairesinde iş yaptırılamıyordu, Bulgar ismini kullanmaya mecburdun, öğretmenler sınıfta yoklama yapıyor, Türk çocuklarının ismini Bulgarca okuyorlardı, Türk kahvesi bile diyemiyordun, değiştirilmişti, “oryantal kahve” demek zorundaydın. Asimilasyon yavaş yavaş soykırıma dönüşüyordu, 1980-85 arasında binden fazla Türk öldürüldü, Belene işkencesi başladı.
*
Belene kampı, Tuna Nehri'nin iki kolunun arasında kalan Belene adası'ndaydı. Köprülerle geçilebiliyordu. Türk halkının direniş örgütleyen ileri gelenlerini buraya tıktılar. Isıtma sistemi yoktu, karda kışta donuyorlardı, hava karardıktan sonra tuvalete gitmeye izin vermiyorlardı, koğuşlardaki kovalar kullanılıyordu, apandisiti patlayana bile “Bulgar olmayı kabul ediyor musun?” diye soruyor, “hayır” diyeni öylece ölüme bırakıyorlardı, yemek olarak sık sık domuz çorbası veriyorlardı, istersen yeme, domuz çıktığında ekmek bile vermiyorlardı, Türkler ölümüne açlık grevi yapıyordu.
*
Sovyetlerin yıkılması an meselesiydi, Gorbaçov çöküşü engellemek için reform ve şeffaflık açılımı yaptı. Jivkov rejiminin sonu gelmişti. Son bir kötülükle “zorunlu göç” icat etti. Aklınca, Türkiye kapıları açmayacak, Jivkov da dünyaya dönüp “görüyorsunuz bunlar Türk değil, müslüman Bulgar, Türk olsalardı Türkiye alırdı” diyecekti. Diktatörün bu hesabı tutmadı… Türkiye sınırı açtı.
*
350 bin soydaşımız çoluk çocuk yollara döküldü, doğdukları toprakları, evlerini köylerini bırakıp, trenlerle otomobillerle, çoğunluğu yürüyerek, Kapıkule'den Dereköy'den anavatana girdi. İkinci dünya savaşı'ndan sonra Avrupa'nın yaşadığı en büyük göçtü. Yarısı Bursa civarına yerleşti, gerisi İstanbul'a, Anadolu'ya.
*
28 sene oldu…
Meslek hayatım boyunca milyonlarca haber elimden geçti. Meslek hayatım boyunca bir soydaşımızın bile suça bulaştığını, bir soydaşımızın bile Türkiye'yi suistimal ettiğini, bir soydaşımızın bile tarikat marikat işleriyle Türkiye'yi sırtından hançerlediğini, bir soydaşımızın bile örgüte falan karışıp vatana ihanet ettiğini görmedim.
*
Namuslarıyla, onurlarıyla çalıştılar, zormuş, parası azmış filan, iş seçmediler, ne iş olursa olsun gayretle çalıştılar, o dönemleri bugün gibi hatırlıyorum, soydaşlarımızın kadınları tüm Türkiye'ye örnek olmuşlardı, otobüs şoförlüğü yapan kadını, kasaplık yapan kadını, tesisatçı dükkanı açan kadını, ilk defa soydaşlarımızda görmüştük, soydaş kadınları “erkek işi” olarak bilinen işleri omuzluyordu, kirasını ödemeyeni, borcunun üstüne yatanı, dolandırıcılık yapanı, memleketi soyanı, komşusunu rahatsız edeni, görmedim kardeşim, duymadım.
*
Fabrikalarda örnek gösterilen işçi oldular, sözü senet kabul edilen esnaf oldular, tezgahtar olarak başlayıp, işveren oldular, kendileri gibi namuslu, yurtsever, çağdaş evlatlar yetiştirdiler, hekim oldular, avukat oldular, mühendis oldular, akademisyen oldular, devletten asla karşılıksız yardım kabul etmediler, avantacı olmadılar, Türkiye'ye tek kuruş yük olmadılar.
*
Ve…
Ulusal kahramanımız Naim Süleymanoğlu vefat etti.
Cenaze törenini spor sayfalarında verdiler.
*
Naim'in vefat haberinin spor haberiymiş gibi, sadece spor sayfalarında verilmesi, Türk basınının aslında ne kadar “asimile” edildiğinin kanıtıdır.
Türk basınının “mesleki soykırım”a uğradığının… Alt tarafı 28 sene öncesinden bile haberinin olmadığının kanıtıdır.
*
(En ufak bir akrabalık, tarih, şuur birlikteliği olmayan cahil cühela, işsiz güçsüz, mesleksiz kimliksiz dört milyon Suriyeli'yi Türkiye'ye sokan, maaşa bağlayan, şimdilik 30 milyar dolar harcayan, ikametgah adresi, resmi nikah, çalışma izni gibi mevzularda kayıt kuyut tutmayan, kültürel çatışmaya yolaçan, kökü kazınmış hastalıkları hortlatan, sınır güvenliğini kevgire, milli güvenliği arapsaçına çeviren, 100 sene bile geçse çözülmesi imkansız bir sosyal sorun yaratan sayın hükümetimiz… Ve, bunları şakşaklayan yalaka basın iyi okusun…)
*
Naim Süleymanoğlu, Amerikalıların kendisine çantayla getirdiği nakit 10 milyon doları, 100 milyon dolarlık reklam anlaşmalarını elinin tersiyle itip, anavatana iltica ederek… Jivkov rejimi altında inim inim inleyen soydaşlarımızın ilham kaynağı, pusulası olmuştu, duvarların kapıların yıkılmasını sağlamış, özgürlük umudu olmuştu.
*
Naim bu memlekete sadece madalya kazandırmadı… Bugün sayıları bir milyona ulaşan, namuslu, onurlu, örnek yurttaşlar kazandırdı.
Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
21 Kasım 2017 Salı
“Naim Süleymanoğlu da Naum Şalamanov olmayı kabul etmedi, bizler de etmedik”, Prof. Dr. Nesrin Özören
Boğaziçi Üniversitesi’nde görev yapan, Moleküler Biyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Nesrin Özören, okulun forumunda paylaştığı bir yazıda, Naim Süleymoğlu’nun ardından, okuyanlara duygusal anlar yaşattı.
Yazısında, Naim Süleymanoğlu’nun, tüm Bulgaristan Türkleri için nasıl bir özgürlük ve umut meşalesi olduğunu anlatan Özören, “Naim Süleymanoğlu da Naum Şalamanov olmayı kabul etmedi, bizler de etmedik” ifadelerini kullanıyor.
İşte Özören’in o duygusal ve çarpıcı yazısı:
(NOT: Ara başlıklar Odatv’ye aittir)
Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu Koca Türk Naim Süleymanoğlu'nun anısına... Çok özel bir yazı.
Bugün çok büyük bir adamı, Koca Türk Naim Süleymanoğlu'nu uğurlarken, kendi hayatıma düşen izinden bahsederek, tüm Bulgaristan Türkleri için nasıl bir özgürlük ve umut meşalesi olduğunu hissettirmeye çalışacağım.
Naim'in bana öğrettiği ders şöyleydi: çok başarılı olursam Bulgaristan'dan kaçabilirdim! Bu yüzden gazeteci olup yurt dışına çıkabilmek için İngilizce öğrenmeye karar vermiş ve Silistre yabancı diller lisesi Ivan Vazov'u kazanmıştım.
Şimdiki yıllarda bu kaçma isteği anlaşılamıyor, çünkü demir perde çöktü, ancak o yıllarda Bulgaristan dışına çıkmak için sporcu, sanatçı veya gazeteci olmak gerekiyordu. Ben de uzun koşu denedim - 1500 m'de bayağı iyiydim aslında. Lisenin başlarında Silistre'de il 4'cüsü olmuştum. Ormanlık alanda iki rakibim virajı koşmak yerine kısa yoldan önüme geçmişti, kimse görmedi. Böylece il 2’cisi olamadım, maalesef kameralar yoktu ispat için, antrenörler de bana inanmamıştı, uydurduğumu düşündüler. Daha sonra bir kaç ay hızlı yürüyüş denedim ve sonrasında da okula odaklandım. Bu konuda da biraz başarılı oldum, önce vatanıma kavuşmam lazımdı…
TÜRKİYE’YE GÖÇ ETMEK İSTİYORDUK
1985 yılında Nesrin Salimova Hasanova olan adım zorla Nadejda Strahilova Handjiyeva olarak değiştirilmişti ve hepimiz ağır bir depresyona girmiştik. Milyonlarca Türk dilekçe kampanyasına katıldı, hepimiz Türkiye’ye göç etmek istiyorduk. Bu insanların hepsi işinden atıldı. Babam da muteber bir tütün eksperi işinden oldu ve beton bordür dökme işini bulabildi aylar sonrasında.
Çıkış yolları yoktu, sınırlar kapalıydı. Rüyamda hiç görmediğim eşsiz güzellikte Boğaz kenarında dolaşıyordum. Bu arada kendi adıma yetişkinlere çok kızgındım-neden başkaldırmıyorlardı, çok korkaktılar.
Buna çözüm olarak Mustafa Kemal Atatürk adında bir gençlik örgütü kurmaya teşebbüs ettim, 7 sınıftaydım. Okuduğum kitaplardan İkinci Dünya Savaşında Nazi’lere karşı savaş veren Rus direnişçilere özenmiştim, onlar da benim yaşlarımda insanlardı sonuçta. Daha sonra herhangi bir faaliyet yapamadan bu örgüt fikri çöktü, fakat tüzük defterim polis tarafından bulunmuştu.
BABAM TÜRKLERE YAPILAN ZULÜMLERE ŞİİRLERİYLE CEVAP VERİYORDU
Babamın şiirlerini aramaya gelen polisler odamda tüzük defterimi görünce el koymuştu. Babam etrafta olan haksızlıklara ve Türklere yapılan zulümlere şiirleriyle cevap veriyordu ve bunları aile meclislerinde okuyordu. Dedem Hasan ise Osmanlı zamanında (1910-1915 arasında) Kırcaali bölgesinde doğmuş bir adam olarak hiçbir zaman kıyafetini değiştirmedi ve belinde kuşak/bıçak, kafasında sarığıyla ‘deli’ Hasan muamelesi görerek ve herkesi şaşırtarak yaşadı ölümüne kadar. Soğuk Deliorman kışlarında annem gelen misafirlere zengin sofralar kurardı. Dedem deli Hasan’dan Plevne savaşının anısına ‘Osman Paşa’ marşı rica ederdi misafirlerimiz, o da seve seve söylerdi; tüm çocuklar korkudan ağlardık. O marş söyledikçe biz kanatlanır, sanki başka bir özgür diyara göçerdik hep beraber. Bu diyarda Türkler şerefli ve kahramandı, Osman Paşa gibi. Dedem de babam da korkusuzdular, bu özellik bize de geçmişti.
Babamın şiirlerini birisi ihbar etmişti ve polis eve aramaya gelmişti. Defterimi okuyan polisler önce kardeşim ve beni sorguladılar, ifademizi yazdırıp bıraktılar, yaşımız küçüktü. Daha sonra bütün sınıf önünde örgüt Yeminimiz okundu ve ben Bulgaristan'daki tüm liselerden kovulmuştum, 9 sınıfta. Yeminimizde baskıcı Bulgar’a karşı savaş edeceğimize yemin ediyorduk. Gazeteci olmam ve kaçmam da imkânsız hale gelmişti.
Aynı yıl veya önceki yıl Naim Süleymanoğlu Türkiye'ye kaçmış ve tüm dünyaya olanları anlatmıştı, bu hepimize bir umut ışığı olmuştu. Büyük Türkiye tabii ki bizi orada yalnız bırakmayacaktı!
SİLİSTİRE’DEN BİZE VATAN OLAMAMIŞTI
Babamın önerisiyle İngilizce bir metin hazırladık - başımıza gelenleri ve yurt dışına, Türkiye'ye çıkmak istediğimizi anlattık. Babam bunları turistik yerlerdeki diplomatlara ulaştırmaya çalışmıştı, geleceğimiz yoktu Deliorman'da, Silistre'den bize vatan olamamıştı.
Daha sonra, gene Türkiye'ye taşınma dilekçesi vermiştik, ancak bir cevap gelmiyordu, sonra da 1989 Mayıs'ta bize cevap geldi, 2 gün içinde ülkeyi terk etmeliydik - bize Avusturya vizesi çıkmıştı, trenle iki gün sonunda toplam 4 bavul ve 250 dolar (daha fazlasına izin yoktu) dört kişi Viyana'ya vardık. Türkiye konsolosluğunu bulduk ve orada Türkiye'ye ailecek iltica ettik. Babama bazı hademeler ve görevliler Avusturya vatandaşlığı teklif etmiş, o da ret etmişti! Naim Süleymanoğlu'na Amerika 2 kere vatandaşlık teklif etmiş, 10 milyon dolar teklif etmiş - ret etmiş. Naim bizim için bir örnek, yanan bir vatan sevdası oldu!
Tüm hatıralar canlandı bugün.. Eskiden anlatmazdım bunları, ancak susmanın hata olduğunu anladım çok yakında. Geçen yıl bir yeğenim, Türkiye vatandaşlığından çıkıp yabancı uyruklu üniversite sınavına girip, tekrar vatandaş olabileceğini (lisede rehber öğretmeninin tavsiyesi olduğunu) söyleyince kalp krizi geçirecektim! Nasıl yani, oturup çalışmak yerine- vatandaşlıktan çıkma planı? Tüm devrelerim alt-üst oldu. Hür vatanda yetişen nesillerimiz nasıl bu kadar kolay “satabiliyorlar” bu ülkeyi, bu toprağı zehirleyen bu zihniyeti yok etmeliyiz!
NAİM SÜLEYMANOĞLU NAUM ŞALAMANOV OLMAYI KABUL ETMEDİ
Neden sustuğumuza gelince, yukarıda anlattıklarım Bulgaristan’da şehit ve gazi olanların fedakarlığı yanında bir hiç sayılır, anlatılmaya değmez aslında. Biz kurtulduk ve hür bir şekilde yaşıyoruz, çok şükür. Direniş yapan sadece bizler değildik. Mesela, Deliorman bölgesi köylerinden cesur bir grup tank kaçırmaya çalışmış, bazı patlayıcıları askeriyeden kaçırmış, daha sonra da turist kaçırmışlardı dikkat çekmek için. Bazısı şehit edildi, bazısı Belene’de çürüdü. Bazı cengaver ‘deli’ Türkler yürüyüşlerde can verdi hem Kırcaali, ve Naim’in şehri Mestanlı’da, hem de Deliorman’da. Bu yiğitlerden özür dileyerek kendi serüvenimi anlatıyorum.
Naim Süleymanoğlu da Naum Şalamanov olmayı kabul etmedi, bizler de etmedik. Lütfen, bunu hatırlayarak bizlere 'Bulgar' demeyiniz, evet size çok garip gelebilir ancak bizim için Türk olmak ayrıca önemli, en temiz vatansever haliyle!
Son söz olarak, Bulgaristan’a kızgın değilim, sosyalist rejimin pek çok kazanımları da oldu benim için - mesela Türkçe’yi anamdan, Bulgarca, Rusça ve İngilizceyi onlardan öğrendim. Matematik, fizik, kimya ve edebiyat temellerimi oradaki hocalarıma borçluyum, sağ olsunlar. Her şeyin ötesinde çok çalışmayı ve disiplinli olmayı da orada öğrendim. Bulgaristan’ı affettim çoktan, orada halen toprağımız ve akrabalarımız var. Onlarsız bir parçam yok sayılır.
Sevgiler,
Nesrin Mücahitsüleymanoğlu Özören
20 Kasım 2017 Pazartesi
GÜLE GÜLE, NAİM!, ALEXANDIR YORDANOV ALEXANDROV
СБОГОМ, НАИМ!
Днес се прощаваме с един голям, легендарен, спортист и достоен човек – Наим Сюлейманоглу! На спортния терен той защитаваше спортната чест на България. Но животът не е само спорт, игра. Животът е морал. Без морал си нищо. Затова е голям нашият Наим, защото успя на МОРАЛНИЯ ТЕРЕН да защити ИМЕТО СИ.
Направи го в най-трудното за България време – когато тъпи български комунисти и ченгета, водени от правешкия каскет, бяха решили да отнемат рождените имена на стотици хиляди наши граждани от турския етнос, да сменят рожденните имена дори на починали хора. Това не бе идвало наум нито на Хитлер, нито на Сталин, нито на Мао – най-големите злодеи в човешката история. Дойде обаче в кратуната на Тодор Живков!
Тази антихуманна акция на Живковия режим лепна петното на позора на комунистическа България. Позор завинаги! В последна сметка, точно тази позорна акция доведе и до падането на този режим.
За всички нормални хора, за нас, гражданите на България, е изключително важно да знаем и помним, че в един такъв страшен момент от нашата история, когато над 300 000 страдалци напуснаха родните си домове, за да спасят честта и родовото си достойнство, едно дребно на ръст Момчиловградско момче вдигна най-тежката щанга на света – щангата на ДОСТОЙНСТВОТО! И даде кураж на всички ни, че в България може да има промяна към свобода и демокрация.
Когато му сменят името престъпниците – "възродители" (каква гавра само със святото име на българските възрожденци!) си правят сметката, че по този начин ще прекършат съпротивата срещу античовешкия "възродителен процес". Но не познаха, катастрофираха. Наим стискаше зъби, носеше медали за България, но в един момент реши да покаже и докаже – на себе си, на нас – българите, на света, че има нещо по-важно от медалите и спортните успехи. И това е човешкото достойнство. Това е името на човека. И тогава той постигна най-големият си успех в живота – върна си името!
Днес е ясно, че участвалите в отвратителния "възродителен процес" са били най-долнопробни слуги на комунистическата партия, хора без морал, антибългари, недостойни да се наричат "човеци" дори. А Наим Сюлейманоглу завинаги ще остане в нашата памет като голям, световен, спортист и като достоен Човек роден на българска земя. Един от многото достойни хора родени на тази наша свещена земя. А на този свят това е най-важно: името и достойнството!Сбогом, Наим!
19 Kasım 2017 Pazar
BULGAR KOMÜNİST ZULMÜNE EN AĞIR DARBEYİ İNDİREN, GURURUMUZ: KIRCAALİLİ ŞAMPİYON NAİM SÜLEYMANOĞLU
Türk sporunun efsane ismi Naim Süleymanoğlu (50 yaşında), 28 Eylül’den bu yana tedavi gördüğü İstanbul Memorial Ataşehir Hastanesi’nde hayatını kaybetti (18.11.2017). 6 Ekim’de karaciğer nakli olan Süleymanoğlu, beyindeki kanama nedeniyle de 11 Kasım’da acil ameliyata alınmıştı. Süleymanoğlu bugün (19.11.2017) öğle vakti Fatih Camisi’nde düzenlenecek cenaze namazının ardından, Edirnekapı Mezarlığı’nda defnedilecek. Türkiye’yi ve Bulgaristan Türklerini yasa boğan Süleymanoğlu’nun hikâyesi özetle şöyle:
Bulgaristan’ın Kırcaali ili, Mestanlı ilçesi, Ahatlı köyünde 23 Ocak 1967’de dünyaya gelen Naim Süleymanoğlu, güreşle başladığı spor hayatına halterle devam ederken, 1984 yılının Aralık ayında komünistlerin başlattığı Türklerin zorla isimlerinin değiştirilmesi olaylarında onın da adı zorla değiştirildi ve Naum Şalamanov yapıldı.
Bu yıllarda Bulgaristan adına yarışan Naim, Bulgaristan'a 2 dünya şampiyonluğu getirdi. Doğu blokunun boykot etmesi nedeniyle, altın madalya kazanmasına kesin gözüyle bakılan 1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları’na katılamadı.
1986’da Avustralya Melbourne’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası’nda özlemini çektiği özgürlüğüne ve Türk adına kavuşmak için Türk Büyükelçiliğine sığınarak Türkiye’ye iltica etti. Büyükelçilik ilk başta şampiyon sporcuyu kabul etmek istemese de devreye bizzat Başbakan Turgut Özal girdi. Turgut Özal’ın göndermiş olduğu özel uçakla Londra Havalimanına indi. Uçakta Başbakanın danışmanlarından Can Pulak ve Selim Eğeli ile tanışmış Londra’dan saat 07.30'da hareket ederek özel uçak 10.30 civarında Atatürk Havalimanına inmesi beklenirken Mürted Askeri Havalimanına indi ve burada Üs Komutanı tarafından karşılandı.Burada plakasız bir araçla sıkı koruma altında TBMM götürüldü.O sırada Başbakan Turgut Özal Bakanlar Kurulu toplantısında idi. Naim salona girdiğinde Bakan ve Basın mensupları onu ayakta alkışladılar.
Türk vatandaşı olan Naim Süleymanoğlu 1988'de Avrupa Halter Şampiyonası'na Türkiye adına katıldı ve üç altın madalya kazandı. Bunun yanında 60 kg'de koparmada 150 kg kaldırarak dünya rekoru kırdı.
1988 Güney Kore Seul Olimpiyatları'na Türkiye adına katılabilmesi için Türk hükümetince Bulgaristan'a 1 milyon dolar ödenerek gerekli izin alındı. Bu olimpiyatlarda Naim Süleymanoğlu 60 kg koparmada sırasıyla 145 kg, 150.5 kg, 152.5 kg, silkmede 175 kg, 188,5 kg, 190 kg, toplamda da 320 kg, 339 kg, 342.5 kg kaldırarak 9 dünya 6 olimpiyat rekoru kırarak muhteşem bir zafer elde etti ve böylece Türkiye olimpiyatlar tarihinde güreş dışında ilk altın madalya kazandıran sporcu oldu. 1992 Barcelona Olimpiyatları'nda rakiplerine ezici üstünlük sağlayarak altın madalyayı yine Türkiye’ye kazandıran Naim, aynı yıl Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildi.
MÜTHİŞ KARİYERDE İLK 10
1-) Kırcaali doğumlu Naim Süleymanoğlu’nun boyu 1 metre 47 cm idi. Buna karşın kariyeri boyunca girdiği şampiyonalarda kendisinden çok daha iri, uzun kollu onlarca halterciyi yendi.
2-) İlk dünya rekorunu henüz 16 yaşında kırdı.
3-) Koparmada kendi ağırlığının 2.5 katını kaldıran ilk ve tek halterci.
4-) Silkmede kendi ağırlığının üç katından 10 kilo fazlasını kaldıran ilk ve tek halterci.
5-) Bulgaristan’daki Komünist rejimin politik uygulamaları nedeniyle 1980’lerde resmi kayıtlara “Naum Şalamanov” diye girdi.
6-) 1986’da Avustralya’daki Dünya Halter Şampiyonası sırasında Bulgar kampından kaçıp Türkiye’ye sığındı. Bulgar hükümeti Süleymanoğlu’nun Türkiye adına Seul Olimpiyatları’nda yarışmasına izin vermek için 1.2 milyon dolar istedi. Turgut Özal’ın çabalarıyla sorun çözüldü.
7-) Seul’de “tüy sıklet”te altın madalyayı kazanan Naim Süleymanoğlu’nun kaldırdığı ağırlık, üst sıkletteki sporculardan bile fazlaydı!
8-) 1989’daki Dünya Şampiyonası’nı da kazanıp henüz 22 yaşında emekli oldu.
9-) Ama halterden fazla uzak kalamadı. 1992’de emeklilikten dönüp Barselona’da ikinci Olimpik altınını kaptı.
10-) 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda üçüncü altını da kazandıktan sonra tekrar emekliye ayrıldı. Sunucu Lynn Jones, “Az önce tarihin en büyük halter müsabakasına tanıklık ettiniz” diyerek finale son noktayı koymuştu. Naim o finalde, Türk ve Yunan sporseverler önünde, Yunanistan’ın efsanevi haltercilerinden Valerios Leonidis’i, 187.5 kiloyu kaldırarak yenmişti. 190 kiloyu kaldıramayınca gözyaşlarına boğulan Leonidis’i teselli eden de yine Naim olmuştu.
MİLLETİN BAŞI SAĞ OLSUN
CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, Naim Süleymanoğlu’nun vefat haberini Rize’deki konuşması sonrasında aldı. Erdoğan bunun üzerine, “Haftalardır maalesef yoğun bakımdaydı. Kendisini hastanede ziyaret ettik ve Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Allah taksiratını affetsin. Tüm yakınlarına ailesine Allah’tan sabırlar diliyoruz. Milletimizin de başı sağ olsun” dedi. Daha sonra taziye mesajı yayımlayan Erdoğan, “Olimpiyat şampiyonu, milli haltercimiz Naim Süleymanoğlu’nun vefatını derin bir teessürle öğrendim. Genç yaşlardan itibaren elde ettiği başarılarıyla spor tarihine adını yazdıran, halter alanında ülkemize gurur dolu şampiyonluklar armağan eden Naim Süleymanoğlu, her zaman sevgi ve saygıyla yad edilecektir ” ifadelerini kullandı. Diğer taziye mesajları da şöyle:
Başbakan Binali Yıldırım: Türk sporunun efsane ismi Naim Süleymanoğlu’nun vefatı bizi derinden üzmüştür. Halterde ülkemizi en yüksek seviyelere çıkaran ve bütün zamanların en iyi haltercisi olarak kabul edilen Naim Süleymanoğlu, milletimize armağan ettiği altın madalyalar ve dünya rekorlarıyla gönüllerde taht kurmuştur.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu: Ülkemize yaşattığın gururlar için sana minnet borçluyuz. Milli haltercimiz Naim Süleymanoğlu’na rahmet, ailesine ve sevenlerine sabır diliyorum.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli: Milli haltercimiz Naim Süleymanoğlu’na Allah’tan rahmet diliyor; ailesine, sevenlerine ve milletimize başsağlığı niyaz ediyorum. Merhum şampiyonumuzun mekânı cennet olsun diyorum.
16 Kasım 2017 Perşembe
"Uzunkış" Örgütü'nün Lideri: "Doğan modelinin kurbanı, tüm Bulgaristan'dır."
27 ARALIK 2015 TARİHİNDE FAKTOR.BG'DE YAYINLANDI
- KGB ve DS ürünü olan DPS geçiş döneminin en büyük aldatmacasıdır.
- Doğana verilen görev ülkeyi tekrar Rus eksenine sokmaktır.
- Kremlin'in adamı yüzünden, mafya partisini sağlamlaştırmak için DS, beni 7 ay fazladan hapiste tuttu.
Muhammed Uzunkış kimdir?
Bulgaristan'daki adıyla Mohamed Yuseinov Yusefov, 1957 yılında Kırcaali'nin Kirkovo ilçesine bağlı Veslets köyünde doğdu. 1984 yılının kış aylarında Türklerin adlarının değiştirildiği günlerin akabinde mücadele etmek için gizli olarak kurduğu "Uzunkış" Örgütünün kurucusu ve lideridir. Bu örgüt, komünizm yıllarında Bulgaristan'daki Türklerin en büyük yeraltı örgütü haline geldi.
28 yaşında DS tarafından gözaltına alındı vedevlet aleyhinde faaliyetlerde bulunmak suçlamasıyla 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Örgütten 100'den fazla kişi tutuklandı ancak yalnızca 9 kişi hüküm giydi. Eski Zağra ve Tatar Pazarcığı hapishanelerinde yattı. 7 Temmuz 1990 tarihinde serbest bırakıldı. Türkiye'ye göç etti, Bursa'da yaşıyor.
Водачът на нелегалната организация „Дългата зима”: Жертвата на модела „Доган“ е България
ДПС е голямата измама на прехода - продукт на ДС и КГБ
На Сокола са му дали команда да върне страната в руската орбита
Заради човека на Кремъл ДС ме остави още 7 месеца в карцер, за да си утвърдят мафиотската партия, казва в телефонно интервю за Faktor.bg Мохамед Узункъш
Интервю на Стойко Стоянов
- Г-н Узункъш, вие сте политически затворник от годините на Възродителния процес, следите ли скандалите в ДПС, конфликта между Доган и Местан?
- Имам усещането, че се родих отново. Потвърждават се думите ми, сбъдват се предупрежденията ми. Случва се това, за което говоря от години, защото съм го прозрял и изпитал на гърба си – и Доганq и ДПС и всичките му обръчи са дело на специалните служби в България и СССР. А тази партия и до днес се контролира от Москва. Това което се случва в ДПС сега трябваше да стане много отдавна, но в България всичко върви бавно. Маските са паднали, показва се истинското лице на ДПС, на цялата им структура. Години наред аз повтарях тези истини, но никой не искаше да ме чуе, заглушаваха думите ми, гонеха ме от митинги на ДПС, станах нежелан за лидeрите им. Но днес виждам, че хора като Местан и Бахри Юмер (окръжният лидер в Кърджалийско, б.р.), които работеха срещу мен и други истински политзатворници и дисиденти, сега са изхвърлени от Движението. Важното обаче е да се знае, че в конфликта Доган - Местан няма добър, те са от едно котило, обслужвали са едни интереси, бяха си необходими и не трябва да търсим героя между тях. И все пак Местан е длъжен и трябва да говори, да каже истината, носи отговорност пред оществото и може да е полезен за разграждане на порочния модел в ДПС.
- Доган твърди, че с отстраняването на Местан от партията защитава българските интереси, а Местан е представен като агент на Турция?
- Ясно е на всеки, че Доган и тези, които го подкрепят, години наред бранят единствено интересите на Русия в България, реално обаче така защитават и личните си бизнес интереси в своите обръчи. Но руските интереси не са интересите на България. Най-после трябва да се проумее, че ДПС никога не е защитавало нито българските, нито турските интереси, а само на кукловодите и създателите им в Кремъл. Тази партия е вредна не само за българските турци, но и за всички български граждани.
Четох внимателно думите, които Доган е произнесъл пред актива на ДПС в Сараите – той директно посочва Русия като новия геополитически фактор, към който България трябва да се преориентира, загърбвайки и ЕС, и НАТО. Просто са му дали команда да върне страната в руската орбита. Декларацията на Местан в парламента за сваления руски самолет от Турция е просто претекст, за да работи открито в тази посока почетният председател. Ясно е, че сваленият руски самолет бе провокация не срещу Турция, а срещу целия Алианс и неговите принципи. Турция направи това, което би следвало да направи всяка друга членка на НАТО, след като е застрашена без основание територия на страна от пакта.
- За 26 години жертвите на Доган в политиката са много – Йнал Бекир, Яшар Шабан, Шерифе Мустафа, Осман Октай, Гюнеер Тахир, Мехмед Ходжа, Гюлбие Реджеб, Касим Дал, а сега и Местан, нямате ли усещането, че ползва хората като салфетки?
- Най-голямата жертва на Доган съм аз – първата. Успя да ме неотрализира от организацията, на която съм създател още от нелегалния й период. Заради него стоях още 7 месеца в затвора, за да може след падането на Живков от власт да се изпълни пъкленият им план и ДС да овладее организацията, а българските турци да бъдат отделени от българите демократи и превърнати в покорно оръжие за печелене на избори и власт само за една определена шайка.
- Бил сте с Доган заедно в затвора, припомнете какво ви кара да смятате, че той е продукт на службите?
- Когато падна режимът на Тодор Живков, бяхме с Доган в Пазарджишкия затвор. Тогава се заговори, че до дни ще ни пуснат и амнистират, казваха ни го надзирателите. В края на декември 1989 г. Доган и още една група излязоха на свобода, но аз и много други бунтари останахме в затвора още почти седем месеца без да получим дори обяснения каква е разликата между нас и тях. Преместиха ме даже в Старозагорския затвор, а на свобода излязоха на 7 юли 1990 година. ДПС вече беше създадено, ръководството на партията сформирано. От друга страна, семействата ни бяха екстрадирани насила в Турция и ние нямаше какво друго да правим освен също да потеглим към Босфора. След изваждането на Доган от затвора, седем месеца съм стоял изолиран в килия - защо ме пазеха толкова усърдно, за кого бях опасен?!. Такава беше съдбата реално и на други противници на комунизма от средите на турците. А в същото време ДПС беше структурирана като партия в цялата страна и участва на първите избори. По-късно се оказа, че движещата сила на тази формация са били зависими от ДС, агенти и свързани със службите и БКП. От надзиратели в затворите и хората на ДС, които се занимаваха с политическите затворници, получихме информация, че всичко това не е случайно и е със съгласието на нашите „приятели” от ДПС. Първоначално не искахме да повярваме, но след няколко години осъзнахме, че всичко е ставало по сценарий и една част от политзатворниците, които не можеха да бъдат контролирани от службите, умишлено сме държани още седем месеца, за да бъдем изолирани от създаването на партията и изобщо от политическото включване на турците в новите демократични процеси. Трябвала им е една послушна и контролирана партия от зависими, а не от свободни хора.
Създаването и участието на ДПС в този демократичен процес се оказа един голям театър. Сега търся отговора и на още една мистерия – след Майските събития през 1989 г. и започналото изселване на български турци, наречено Голямата екскурзия, Доган изчезна за около три месеца от затвора в Пазарджик. Никой не знаеше къде и какво се е случило с него. Сега имаме съмнения къде е бил, а вероятно и всеки мислещ човек се досеща. Но вече няма съмнение, че истинските, автентичните борци за права и свободи бяха принудително изгонени в Турция, а тук останаха ченгета и зависими, които овладяха политическото представителство на ДПС. Без намесата на държавата и службите това е било немислимо да се случи, но преди 26 г. едва ли някой си е давал сметка част от каква манипулация сме били всички. Ще ви посоча и друг смущаващ факт – от истинските политзатворници, опълчили се след 1984 г. срещу възродителите и режима на Живков, днес никой не е останал в ръководството на ДПС. Автентичните борци са подменени с агенти и хора, свързани с БКП. Дори махайки Местан, пак поставиха като съпредседател агент на ДС – Рушен Риза. В затвора аз също съм бил обект на манипулации. Хора от службите ми предлагаха да работим заедно, но да не търсим възмездие за смяната на имената.
- Как Доган успя да се внедри във вашето обкръжение до като бяхте в затвора ?
- Историята е дълга, знам я с подробности, но реално Неджметин Хак вкарва Доган в нелегалните среди. Не Доган, а Хак е истинският автор и на първата програма на нелегалната организация, но този човек отдавна е извън играта в ДПС, отстраниха го след мен. Хак ме запозна и с Доган в затвора. Аз съм първият човек, пред който в затвора Доган е споменал за създаването на организация за правата и свободите на турците. Реално там решихме де се обединим всички осъдени и да създадем обща структура, а не да действаме поотделно. Аз Доган и Хак дърпахме конците на организацията, а по-късно дадохме пълномощни на Ахмед той да я представлява, а ние се оттеглихме в Турция. Бях емоционално превъзбуден след свободата и падането на комунизма, дълбоко в себе си подозирах какво става, но не исках да повярвам в какъв капан сме били всички.
- Сега се заговори активно за съветската връзка на Доган – това теория на конспирацията ли е?
- Съвсем не, просто реалност. Винаги съм имал такива подозрения. 26 години този човек, независимо от безобразията, които сътвори, е свещена крава в България. Явно го покровителстват от по-високо ниво. Години наред обществото не получи обяснение защо той е най-пазеният човек в държавата? Не е случайно, че знаково досието му в ДС е запазено, а на много други грижливо са били изчистени. Натрапваха ни така версията, че бил само обект на българските служби, за да се прикрие връзката му със съветските и руските. Ако се проследят и бизнес интересите около него, та те са все свързани с руски проекти. Но според мен Доган е само продължение на тази съветска и руска връзка. Нещата вероятно са по-дълбоки – Възродителният процес също е техен план.
- Каква е версията ви?
- Вината за Възродителния процес не е само на българските комунисти, на БКП и на Държавна сигурност, те просто реализираха замисъла. В този театър взима активно участие като сценарист Съветският съюз. България стана опитно поле на СССР, а опита го направиха с българските турци. Обаче вредата не беше само за нас, българите също загубиха от това, което се случи. Разделиха хората, противопоставиха нацията, а раните още не са зараснали. Аз не съм политолог или учен, но знам някои детайли, имам и някаква информация и съм сигурен, че зад смяната на имената стои Съветският съюз. Този експеримент всъщност тръгва още от Сталиново време. Малцинствата винаги са им били проблем, както и различните религии. Опитаха се да ги заменят насилствено с комунизма като единна религия, но тя се провали.
Знам, че в СССР са искали да пробват да сменят имената на мюсюлманите първо в Казахстан. Но понеже не са били сигурни дали подобен подход ще бъде успешен, решават първо да направят експеримента в България. От друга страна, през 80-те години ясно се виждаше, че социализмът и комунизмът не могат да издържат на конкуренцията със Запада. Ясно е било, че ще се разпаднат и няма да издържат дълго. Но на тайните съветски служби им е трябвало винаги да могат да контролират зони като България, независимо от смяната на политиките. Чрез Възродителния процес те създадоха условия да могат да поставят винаги България в ситуация на дестабилизация и така да контролират процесите в страната. От друга страна, по този начин да могат да влияят и в политиката на Турция. Оказа се, че експериментът в някаква степен обслужи и интереси и на Запада, а и на Турция.
Живков и Демирел са имали среща в тази посока, говорили са по темата. После имат разговори и с Тургут Юзал, но преди това Живков има две срещи с Кенан Еврен. Турската страна явно показва, че не може да приемем българските турци, защото те имат имоти, ниви, къщи, социални права – нещо, което Турция не може да им осигури с магическа пръчица. Еврен го уверява, че не могат да се бъркат във вътрешните работи на България, с една дума – не се възпротивява на един краен сценарий. Западният свят също има интерес от случващото се, надявайки се след смяната на имената да се създаде напрежение в страните от социалистическия лагер и така да има основание да атакува това варварство на социалистите. С други думи, опитват се чрез малцинствата да дестабилизира соцлагера – със смяната на имената да бъде нанесен голям удар на тази система. Всичко това обслужва прекрасно замисъла на Кремъл и КГБ. Паралелно с провеждането на Възродителния процес е вървяла и превербовката на агенти именно от средите на турското население, които винаги да могат да бъдат активирани за интересите на Москва и господарите й. Проблемът е, че от дребни факти, изявления и подредбата на събития се опитваме да сглобим картината. Архивите в българските служби са прочистени, а не вярвам КГБ някога да разкрие какво се съдържа в неговите архиви. Затова ще продължаваме да говорим само с догадки защото нямаме конкретни доказателства, но които изглеждат много правдоподобни и ги усещаме със сърцата си.
- Има ли Местан ресурс да направи сам партия и да разцепи ДПС?
- Няма шанс, казвал съм го и преди – Местан трудно може да бъде лидер, наложен е от кукловодите. Истинският лидер трябва сам да се роди, а не да бъде продукт на чужда воля. Реално това се отнася не само до Местан, но и до други активисти, които сега застават на негова страна. Трябва да е ясно, че те нямат моралното право да представляват турците в България, защото бяха години наред част от модела, който манипулираше и използваше тези хора, за де се печелят избори и една малка шайка все да е във властта. Първо трябва да се извинят на турците, на мюсюлманите, на българите и да кажат истината за модела "Доган". Истинската жертва на този модел е цяла България, разберете го, това е голямата измама на прехода.
- Ще подействат ли скандалите в ДПС и падналите маски от лицата на лидерите им отрезвяващо за българските турци, ще се освободят ли от това "депесарско" робство?
- Трудно ми е да прогнозирам. Процесите в тази общност не са еднозначни. От години турците са наясно кой е Доган и какво е обкръжението му.Българските турци и сега не вярват на Доган и мафията, но нямат друг избор. Първо другите партии са се отказали от години от тази общност, не работят с нея, сякаш по някаква неписана договорка са ги дали на концесия на ДПС и ченгетата. От друга страна, страхът е важен фактор. Хора на Доган държат бизнеса и работата в провинцията, техни са поръчките, те раздават парите. За хляба човек е готов на всичко. Но вярвам, че върви и процес на осъзнаване и проглеждане.
В Турция, сред изселниците ситуацията също е доста неясна. Разговарям ежедневно с такива хора, объркани са от случващото се, от позицията на Доган, от това, че се опълчва срещу ценностите на НАТО, срещу правата и свободите и демокрацията, за които непрекъснато говореше преди. Но не се заблуждавайте – и в Турция дългата ръка на ДС и КГБ се усеща. И тук има много внедрени агенти и партийни секретари, които продължават да манипулират хората и да мътят главите им, внушават им страх, това е тяхното оръжие. Отровата на ДС и КГБ е инжектирана и сред изселниците от България, живеещи в Турция. Моята позиция е, че всеки сам за себе си трябва да направи избор – доказателства и факти има, нужна е само смелост. Другата алтернативата е да останеш зависим роб на тези алчни мафиоти.
Bakalım daha kimler ajan çıkacak!
Bakalım daha kimler ajan çıkacak!
Bulgaristan Komünizm Dönemi Ajanlarını Açıklama Komisyonu'nun 01 Kasım 2017 tarihinde 2-1116 No'lu kararıyla açıkladığı listede Necmettin Hak (Nejmedin Ahmed Mehmed/Нежмедин Ахмед Мехмед) adının bulunması beni çok derinden üzdü. Neden diyecek olursanız, kısaca yazayım özellikle genç arkadaşlar için...
Bulgaristan'da Türk Milli Kurtuluş Hareketi Kim tarafından kuruldu? Bulgar istihbaratı mı? Yoksa kurduğu söylenenler tarafından mı? |
1984'te Türklerin adları zorla değiştirilince Necmettin bey ve arkadaşları Bulgaristan'da Türk Milli Kurtuluş Hareketi'ni kuruyor. Belli bir zaman sonra "Sofya'da okumuş, akıllı bir adam var" deyip Ahmed Dogan'a gidiyorlar. Onu da aralarına katıp, "bu işi en iyi sen idare edersin" deyip liderliği ona bırakıyorlar. Daha doğrusu N. Hak bırakıyor, büyük bir feragat örneği gösteriyor. Hatırladığım kadarıyla İbrahim Tatarlı'nın HÖH'ü anlattığı kitabında olacaktı, Necmettin Hak'ın "silahlı mücadele" taraftarı olduğu, Dogan'ın ise "barışçıl mücadele" taraftarı olduğu yazıyordu. Tabii bunlar Dogan'ı hep öne çıkarma, parlatma cümleleri... (Bilmeyenler için: Ahmed Dogan'ın ajan olduğu çok önceden açıklandı. Bulgaristan'da bunu bilmeyen yok.)
Necmettin Hak benim gözümde tertemiz bir Dobrucalı idi. Sofya'da sadece bir iki defa görüştük, sohbet ettik. Kendisi hakkında fazla bir bilgim yok. Ancak bir gün hatıralarını yazar mı diye hep bekledim. Bundan sonra da bekleyeceğim. Umarım yazar.
Bulgaristan Türklerinden adı "ajan" olarak çıkan hiç bir kimse de çıkıp "Evet dostlar, ben zamanında istemeyerek, zorlanarak bu işi yaptım. Pişmanım." demedi veya ben duymadım.
Necmettin Beyin comdos.bg sayfasında verilen kartında "ihanet sebebiyle ajanlığının düşürüldüğü" yazıyor. Bilmem ki, bu durum onu affettirebilir mi?
6 Kasım 2017 Pazartesi
ESKİCUMA ŞEHRİ, ESKİ VE ŞİMDİKİ HALİ
BULGARİSTAN ALEVİLERİ
30 Ekim 2017 Pazartesi
BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN GİYİM KUŞAMLARI: ERKEK TAKKESİ
12 Ekim 2017 Perşembe
Bulgarca Türk Dili Grameri - Fonetik, Morfoloji ve Sentaks
14 Eylül 2017 Perşembe
BULGAR OSMANİSTLERDEN: BORİS NEDKOFF
Almanca olarak 1942'de yayınladığı doktorası 2 yıl sonra 1944'te Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi'nde Dr. Şinasi Altundağ tarafından Türk okuruna tanıtıdı. |
Verdiği dersler: Çağdaş Türk dili grameri-morfoloji ve sentaks; Osmanlı diplomasisi ve paleografisi. Her iki disiplinden de derslerini Bulgarca olarak okutmuştur.
Başlıca Eserleri:
1. Osmanoturska diplomatika i paleografiya. za studentite po orientalistika pri Sofiyskiya Universitet Kl. Ohridski ) [Sofya Üniversitesi Oryantalistik Anabilim Dalı Öğrencileri İçin Osmanlı Diplomatik ve Paleografyası], Sofya, 1. cilt 1966; 2. cilt 1975;
2. Vostokovedenie v Bolgarii (rusça) [Bulgaristan’da Şarkiyat] - Советское востоковедение, кн. 4, 1958. Hristo Gandev ile birlikte;
3. Bılgariya i sısednite zemi prez XII v. spored Geografiyata na İdrisi [İdrisi’nin Coğrafyasına Göre XII y. Bulgaristanı Ve Komşu Toprakları] Sofya 1960;
4. Turski izvori za bılgarskata istoriya [Bulgaristan Tarihine Dair Türk Kaynakları] Sofya, 1966 (kollektiv ile birlikte);
5. Bılgarsko-Turski Reçnik [BulgarcaTürkçe Sözlük] Sofya, 1964. Salih Baklaciev ile birlikte.
Dr. Şinasi Altundağ'ın 1944 yılı DTCF Dergisinde çıkan tanıtım yazısından bir cümle:
"Nedkoff, dini taassubun tesiriyle bir çok hristiyan müelliflerinin aksine olarak, Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasını geciktiren en önemli amil Türk devlet ricalinin vicdan, disiplin ve adalete dayanan idaresidir, diyor."
Makele PDF olarak kitaplığımızda mevcut olup ihtiyacı olanlara verilebir. iletişim: bulgaristanalperenleri@gmail.com |
KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHİ HAKKINDA İKİNCİ DOKTORA YAPILDI
Balkanlar'da en velüt mutasavvıflardan olan Köstendilli Süleyman Şeyhi Efendi hakkında ilk doktora
Ali Yılmaz tarafından Ankara İlahiyat Fakültesinde yapılmış ve 1985 yılında Kültür Bakanlığı tarafından basılmış idi. 30 yıl sonra Birol Yıldırım hocamız Erzurum Atatürk Üniversitesinde KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHÎ EFENDİ HAYATI, ESERLERİ VE TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ adlı ikinci bir doktora çalışmasına imza attı. Değerli hocamız Önsöz'de bizlere teşekkür etme ali cenaplığında bulunmuşlar, lütfetmişler... Ayrıca Bulgaristan Alperenleri blog sitemizi kaynakçada göstermişler, teşekkür ederiz. Böyleye ilk defa blog sitemiz bir akademik çalışmaya da girmiş oldu. Değerli Birol Yıldırım hocamıza Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki ilmi hayatında daha nice başarılar diliyoruz.
Tez metnine YÖK'ün https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/ adlı sitesinden ulaşılabilir.
BTG Editörü
7 Eylül 2017 Perşembe
"Çingenelerin İslamlaşması, Bulgaristan'ın toprak bütünlüğüne büyük bir tehdittir".
Bulgaristan’ın en çok
satan gazetelerinden “24 ÇASA”, 6 Eylül 2017 tarihinde resmi olmayan ancak
sızdırıldığı anlaşılan istihbarat birimlerinin raporunu yayınladı. Buna göre “Çingenelerin
Müslümanlaşması, Bulgaristan’ın toprak bütünlüğüne büyük bir tehdit” imiş.
Gettolarda yaşayan marjinalleşmiş
grupların çok kolayca Türkiye ve İslam dünyasından gelen yabancı din
adamlarının etkisinde kaldığı belirtilen raporda, Çingene gruplarının belli
bölgelerde yoğunlaşmasının, Bulgaristan'ın toprak bütünlüğüne aykırı, özerk
bölgeler oluşumuna dair fikirlerin doğabileceği sonucuna varılıyor.
Prof. İvanov konuyla ilgili şöyle
konuştu:
“Bulgar istihbaratının “uzman
sıfatıyla” hazırladığı rapor nefretimin uyanmasına neden oldu. Ben gerçekleri
istihbarattan öğrenmek isteyen biri değilim, fakat entrika yapılmasına kesin
karşıyım. Çünkü Devlet İstihbarat Ajansı’nın hazırladığı gizli ve yayınlanmamış
rapordan sızdırılan bilgilerle haber ve yorum yapmak provokasyondur. Uzman
kişilerce kaleme alınan raporda “Çingene vatandaşların İslamlaştırılması
ülkemizin bölünmesi için en büyük tehlikedir iddiası” “24 çasa” (24 saat) gazetesinde
yayınlandı. Bulgaristan’da Çingenelerin İslamlaştırılmasından söz edilmesi bir kara
cahilliğin eseri olmalı. Bu yalan yanlış yorumları yazanlar acaba şu gerçekleri
biliyorlar mı?
1)
1865 yılında Tuna Vilayeti’nin Büyük Valisi Mithat Paşa tarafından yapılan bir
nüfus sayımı sonuçlarına göre, % 77’si Müslüman olan Çingenelerin sayısı 32 694
kişidir.
2)
1874-75 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu nüfus sayımı ve Rus konsolosu Nayden
Gerov’un kayıtlarında yer aldığına göre, Filibe sancağında % 90’nı
Müslüman olan 13 893 Çingene yaşamaktadır.
3)
Aynı nüfus sayımı sonuçlarını analiz eden Rus diplomat Teplov’a göre, onun
Bulgaristan olarak adlandırdığı Trakya ve Makedonya gibi Osmanlı topraklarında
% 92’si Müslüman olan 130 762 Çingene yaşamaktadır.
Bu rakamlara göre, 1877-78 Türk-Rus
Harbi öncesi bu topraklarda yaşayan Çingene nüfusun hemen hemen hepsi
Müslümandır. Fakat olaya biraz daha derinlemesine bakalım. “Uzman” geçinen
çevreler şu gerçekleri biliyor mu acaba dersiniz:
1)
Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi danışmanı Kolev’in verilerine
göre, 1960-61 yıllarında 120 bin Müslüman Çingenenin isimleri değiştirildi.
2)
1981-83 döneminde, İç İşleri Bakanlığının periyodik bülteninde yayınlanan
bilgilere göre, (22.07. 1983) 230 897 Müslüman Çingenenin daha isimleri
değiştirilmiştir.
Bu rakamlar,
Bulgar devletinin değişik dönemlerde ülkemizde yaşayan Çingene nüfus sürekli
eritme ve asimilasyon siyasetine hedef olmuş ve isimleri değiştirilerek
Bulgarlaştırılmıştır. Bu dönemde, onların bir kısmı, köklerine yani babalarının
ve dedelerinin dinine İslam’a dönüyorlar. Ve Bulgar istihbarat uzmanları
gelişen süreci İslamlaşma olarak görüp Bulgaristan toprak bütünlüğü için en
büyük tehlike olarak görüyorlar. Ülkemizde birçok bilim adamı profesör,
dilimizde olmayan “konverti” (mühtedi) sözünü kullanarak, atalarının dinine
dönen bu insanlarla alay ediyorlar. Bu, Bulgaristan’daki Müslümanlığa, İslam
dinine karşı bir kışkırtmadır. Bu gelişmeler yeni bir uluslararası gerginlik
yaratacak niteliktedir. Yapılan milli güvenliğimize karşı bir kışkırtmadır.
Ülkemizdeki Müslümanların bu gelişmeleri ciddiye almayacağını umuyorum. Bugün
Bulgaristan’ın milli güvenliği için büyük tehlike, Güney Bulgaristan’da bazı
getto-mahallelerde yaşayan Müslüman Çingeneler değil, bu konuda “uzman” geçinip
yalan yanlış rapor yazanlardır.
19 Haziran 2017 Pazartesi
Belene: Ölüm tarlası!, Tarık Sezai Kartepe
Belene: Ölüm tarlası!
Kamyonlara
tıkış tıkış doldurulan ilk kafile, zifiri karanlığı yırtan vahşi doğadan gelen
sesler eşliğinde Belene’ye ulaşmıştı.
Günlerce aç
susuz bitab kalmış, kımıldamadan duran, elleri ayakları bağlı mahkumlar,
kasadan itilerek iki metreden aşağı yuvarlandı.
Tortop
olmuştu, her biri. Omuzlarının ve dizlerinin dayanılmaz acısına aldırmadan
ayağa kalkmaları emredildi.
Kafa
travması yaşıyordu, pek çoğu.
Osmanlı’da 4
asır huzur ve bereket kokan 80bin dönümlük Belene, kara günlere namzetti.
Dudakları
susuzluktan gövermişti. Daha bir yudum suya kavuşmadan apar topar ormana
götürülenler, belleri kadar kalın odunları çektiler, durmadan.
Düşen
vuruluyor; vurulan, torbaya konup
Tuna’ya bırakılıyordu.
Yılanlar
timsahlar, daha suya düşer düşmez etini kemiğinden ayırıyor, fıtratlarının
gereğini yapıyorlardı.
Ne de olsa onlar hayvandı, Bulgar
değildi.
Varnalı
Muhammed, Hasköylü Kazım, Pazarcıklı Yusuf, Yukarı Cumalı Emin, Kırcaalili
Necmi, Orhaniyeli Davut, Harmanlılı Bekir, Plevneli Sebahattin…
Gölgenin en
uzun olduğu vakitte düdük sesiyle binler toplanıyordu.
Menüde domuz
kulağı vardı. Daha ilk kaşıkta kusanlar, bir uyarıyla irkildiler: “Yaşamak için yemelisiniz!”
Dünyada
cehennemi yaşamaktı, bunun adı. Bulgar, ne çabuk Bizans günlerine dönmüştü.
Mahkumların
yüzünde haklı bir gurur okunuyordu. Herbiri köyünde kentinde devleşmişti.
Nuri Turgut
Adalı, daha dün sınıfında ilim saçan bir ışıkken şimdi buradaydı.
Daldı gitti,
gözleri. “Öldürenler gafil, ölenler
haklı; düşünen kafalar zindanda saklı” idi.
“Özgürlük uğruna her şey yapacak;
Marks’a değil ancak Hakk’a tapacak; karanlığı bir gün yurttan kovacak”tı.
Kampta her
dakika ölüm var; ama mezarlık neden yoktu?
Oturduğu
sandıktan dayanılmaz bir koku gelir.
Sorar
gardiyana:
“Nedir bu?”
“Senin gibi
bir mahkum. Öldü. Şimdi onu domuzlara atacağız.”
Roman/Pomak/Türk
mahkumların sonu bu idi.
İşte
götürülüyor. Az sonra bir domuzun kursağında yok olup gidecek.
Ama ahirette
tüm azaları bir araya geldiğinde hesap soracak, tüm katillerden.
Adalı’nın 23
koca yıl geçmişti. Almadığı ceza, girmediği cezaevi kalmamıştı.
Neler
görmüştü, bu gözler!
Ağaç
çekerken kenara birkaç odun ve ip bırakan mahkumlar, sayımdan sonra kıyıya
iner, derme çatma sal yapıp Tuna’yı aşmanın yoluna bakarlardı.
Çok geçmeden
izlenirler, Tuna mezarları olurdu. Kurtulabilen birkaç kişi için adeta cennete
kavuşmaktı, sınırın öte yakası.
Yakalanmak
ölmekten zordu. Karanlık zindanlarda çarmıha gerilirler, aç fareler ayak
parmaklarından başlayarak koskoca bedeni birkaç dakikada yok ederlerdi.
Çığlıklar
Belene’nin her yanından duyulur; sabahlara kadar süren işkence faslı 100bin
mahkumun sonu olurdu.
Herbiri bir
önderdi halkı için. Aleksandır, İvanka, Nikol olmayı reddetmişlerdi.
Hilal haça
galip gelecekti; giden bir bedendi, feda ederdi.
Yiğit kadınlar ise dağılmışlardı, her
bir cezaevine…
Filibeli
Emine, İslimiyeli Yasemin, Aydoslu Fatıma, Vidinli Ayşe… Asla olamazdı, Monika,
Melis, Emilya, Katrin…
Çünkü isim
kimlikti. Kimliğini düşüren yolunu kaybederdi.
Kavurucu
sıcakta tarlalarda ırgat kadınlar, kokusuna hasret yavrularını özlüyor, iki
satır yazamıyorlardı.
Gün oldu, Ankara
kapıları açtı. Bulgar’ın istediği tam da buydu. ‘Müslümansız Bulgaristan’ emeline hizmet ediyordu, 2 başkent.
Terkedilen mülkler, Jivkov’un gangsterlerince
iç edildi. Boşaltılan Bulgaristan, gönül eri Sarı Saltuk ile cihad eri 2. Murat’ı
bekliyor.
6 aylık
Türkan bebek katillerinin bulunmasını istiyor.
Tarık Sezai
Karatepe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)