Gebe kalmış kadınların belirli bir süreden sonra karınlarında taşıdıkları yavruları doğurmaları gerekliliği nasıl kaçınılmazsa, yazarların da kafalarında taşıdıkları düşünceleri bir gün yazıya dökmeleri benzer bir kaçınılmazlıktır. Aslında Bulgaristan Türkleri ile ilgili uzun süreli araştırmalarımın kitaplaşması fikri, iki yıl önce Sozopol’da Bulgar ve Türk coğrafyacılarının katılımı ile gerçekleştirilen bir uluslararası konferansın kapanış gecesinde düzenlenen resmi yemek esnasında doğdu. O gece yanımda oturan bir Bulgar doçentle, çok farklı konuları irdeleyip tartıştıktan sonra, nasıl olduysa, konu Türk azınlıklarına ve etnik kimliklere gelmişti. Bulgar meslektaşım bana, Bulgaristan’da doğup büyümüş, Bulgaristan okullarında eğitim almış, hatasız Bulgarca konuşmama ve Bulgar vatandaşlığımı korumama karşın neden kendimi Bulgar değil de, Türk hissettiğimi sordu. Görünürde çok doğal gibi algılansa da, bu soru aslında çok mantıksız ve hatta yersizdi. İki saatten fazla süren bir tartışma sonunda ben meslektaşıma etnik aidiyet ile vatandaşlık aidiyetinin çok farklı kavramlar olduklarını, benim Türk etnik bilincine ve Türk kültürüne sahip olmamın Bulgaristan vatandaşlığım için bir engel oluşturmadığını bir türlü anlatamadım. Üniversite yönetiminin çok yüksek mevkilerinde görev alan bu meslektaşıma göre Bulgaristan’da yaşayan herkes Bulgar’dı. Bu nedenle onun gözünde ben de bir Bulgar’dım. Tartışma konusu çıkmaza girmişti ve bilimsel açıklamalar yapmak da anlamsızlaşmıştı sanki. Çünkü iki komşu ülkede yaşayan iki meslektaş, üstelik iki bilim adamı olarak aramızdaki güvensizliği ortadan kaldıramamış, basit bir sorunu çözememiştik. İşte o tartışmadan sonra, 1990 sonrasındaki demokrasi döneminde bile, Bulgaristan’da azınlıklara süregelen bakış açısının pek de değişmediğini, Türkler hakkındaki önyargılarda bir farklılaşma olmadığını anladım ve bu kitabın kaleme alınması gerekliliğine kesin olarak kanaat getirdim.
Özet olarak söylemek gerekirse;
• Bu kitap, sözde Ermeni soykırımının ısrarla gündeme getirildiği bir dönemde, XX. yüzyılın sonlarında, Bulgaristan Türklerine uygulanmış olan etnik asimilasyona dikkat çekmek için yazılmıştır.
• Bu kitap, hem sosyalist hem de postsosyalist dönemi kapsayan, Bulgaristan yakın tarihinin çeyrek yüzyıllık karmaşık bir dönemin aydınlatılmamış iç yüzünü ortaya koymak amacıyla kaleme alınmıştır.
• Bu kitap, Türk topluluğunun maruz kaldığı zorla isim değiştirme ve yeniden doğuş sürecinin belgeler ve bilimsel kanıtlarla sergilenmiş hüzünlü hikâyesidir.
• Bu kitap 1989 yılında 350 000’den fazla Bulgaristan Türk’ünün evlerini ve yurtlarını terk ederek Türkiye’ye göç etmelerinin sosyal, kültürel ve siyasal dramını yansıtmaktadır.
• Bu kitap, Bulgaristan Türklerinin etnik kimlikleri, gelenek-görenekleri, hak ve özgürlükleri adına yürüttükleri onurlu savaşın destanlaşan hikayesidir.
• Bu kitap, sayıları 3 ile 6 milyon arasında olan Bulgaristan kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına bir tarihsel geçmiş hatırlatmasıdır.
Bu kitap, Bulgaristan Komünist Partisi’nin "sosyalizm" vaadiyle başlatıp, sonradan gerçek sosyalizmle, eşitlikle, halkçılıkla, bireysel ve toplumsal özgürlüklerle, uluslararası etnik kimliğe dayalı insan hak ve özgürlükleriyle bağdaşmayan bir düzenin sosyal faşizme yönelecek denli yozlaşmasını anlatmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder