Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
21 Ocak 2018 Pazar
RUSÇUK CAMİ-İ ATİK
Cami-i Atik (Eski Cami), Rusçuk'un Hacı Musa mahallesinde bulunmakta idi. Bugün ulitsa "19-ti fevruari" ye (19 Şubat sokağı) denk düşmektedir. 17. yüzyılın 20'li, 30'lu yıllarında Bosna Defterdarı Abdülbaki Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami taş minarelidir. Yanında medresesi, kadı mahkemesi ve misafirhane olarak yedi odası ile büyük bir mezarlık bulunmaktadır. Kaynak Facebook Bulent Hasanov
RUSÇUK'TA CAMİ-İ CEDİD VEYA PAZAR YERİ VEYA HACI ALİ CAMİİ
Pazar Yeri veya Hacı Ali Camii olarak da bilinen Cami-i Cedid (Yeni Cami), eskiden aynı adı taşıyan mahallenin camisidir. Bulunduğu yer bugün Şehir Bahçesi'nin doğu ucuna denk gelmektedir. Hacı Ali tarafından yaptırılmıştır. Adının geçtiği bilinen en eski belge 1700/1701 yılına aittir. 1806-1812 yıllarında meydana gelen savaşlarda yıkılmıştır, ancak daha sonra yeniden yapılmıştır. Uzunluğu 21,5 m, genişliği 16 m ve yüksekliği 5,5 m olan bir yapıdır. Minaresi taştandır. Аvlusunda mezarlar bulunmakta imiş ve taş duvarla çavrilidir.
1904 sonbaharında "Nova tsırkovna" Sokağı ile Şehir Bahçesinin "planına" denk geldiğinden Bulgar yönetimce yıkılmıştır. Kaynak: Facebook Bulent Hasanov
1904 sonbaharında "Nova tsırkovna" Sokağı ile Şehir Bahçesinin "planına" denk geldiğinden Bulgar yönetimce yıkılmıştır. Kaynak: Facebook Bulent Hasanov
Prof. Dr. McCarhty: "İngilizlerin gizlediği gerçekleri Osmanlı biliyordu"
Meşhur Ölüm ve Sürgün kitabının yazarı, Lousville Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Justin McCarhty, "İngilizlerin arşivlerine bakarsanız, Osmanlı’yı kandırmaya çalıştılar ama Osmanlı İngiltere’nin sürekli yalan söylediğini biliyordu. Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarında yaşayan Müslümanların yüzde 70’i öldürüldü, yüzde 30’u sürgün edildi, İngilizler bu gerçekleri tüm dünyadan gizledi" dedi
Değerli Profesörün Ölüm ve Sürgün kitabının Bulgarca baskısına imzasını aldık. |
18 Ocak 2018 günü İstanbul Conrad Otel'de
TRT World Research Center ve Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi (MEDAM) tarafından düzenlenen "100 Yıl Sonra: Cihan Harbi" uluslararası panelinde, "Osmanlı Açısından 1. Dünya Savaşı ve Günümüze Etkileri" başlıklı oturum gerçekleştirildi. TRT World sunucusu Adnan Nawaz'ın başkanlığını yaptığı oturumda, Lousville Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Justin Mccarhty"Osmanlı'nın Savaşa Girme Sebepleri" başlıklı bir sunum yaptı.
"BALKAN TOPRAKLARININ HEPSİ İHANETE UĞRADI"
İngiltere'nin, başlangıçtan beri Osmanlı'nın düşmanı olduğunu, Osmanlı'nın Almanlarla birleşmesinin, Osmanlı açısından zorunlu olduğu için gerçekleştiğini ifade eden Mccarhty, "20. yüzyılın başında İngilizler dost gibi davrandılar ancak verdikleri hiçbir sözü tutmadılar. İngilizler, Fransızlar kutsal şeyleri üzerine yemin ettiler, 'Osmanlı toprak kaybetmeyecek' dediler, sonra yenilediler bu vaatlerini ama 1877'de Ruslar saldırdığı zaman İngilizler hiçbir şey yapmadı. Osmanlı topraklarını ve Balkanlar'daki Osmanlı nüfusunu da korumaya söz verdiler, çok büyük sayıda Müslümanlar öldürüldü büyük vaatlere rağmen. Balkan topraklarının hepsi ihanete uğradı. Bu vaatlerden dönülmesinin sebebi, ana sebepler politik olmaktan çok, İngilizler Türklerden hoşlanmıyor, Osmanlı'daki Hristiyanlara ilgi duyuyorlardı." değerlendirmesinde bulundu.
"Doğu Anadolu Osmanlı'dan alınmalı' görüşünü savunuyordu İngilizler, bunun için 'Sultan 2. Abdulhamid tahttan indirilmeli', 'kutsal şehirleri bloke edilmeli' gibi öneriler sunuldu. 1897'de Girit işgal edildi, Osmanlı savaş ilan etti ve savaşı kazandı. Ancak İngilizlerden dolayı Girit adası kaybedildi. 1890'ların başlarında Makedonya olayları çıkmaya başladı, Bulgarlar burada başrolde. Çünkü onlar da Osmanlı kaybetsin istiyorlardı.
"MÜSLÜMANLARIN YÜZDE 70'İ ÖLDÜRÜLDÜ"
Osmanlı Balkan Savaşları'ndan zayıflamış olarak çıkmış oldu. İngilizler, Osmanlı'nın, Almanların yanına katılmasını istemiyorlardı, bunun için de tehditler sundular. İngilizlerin arşivlerine bakarsanız, Osmanlı'yı kandırmaya çalıştılar ama Osmanlı İngiltere'nin sürekli yalan söylediğini biliyordu. Osmanlı'nın, Avrupa'daki topraklarında yaşayan Müslümanların yüzde 70'i öldürüldü, yüzde 30'u sürgün edildi, İngilizler bu gerçekleri tüm dünyadan gizledi." Sabah Gazetesi
8 Ocak 2018 Pazartesi
OSMANLICA DERSLERİ ARŞİVİ, BASRİ ZİLABİD ÇALIŞKAN
Osmanlıca Dersi 1- Osmanlıca'da Arapçadan Farklı Harfler, Sessiz Harfler (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 2- Sesli Harfler (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 3 - K,Ğ,S,T ve Z Harflerinin Osmanlıca’daki Karşılığı (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 4 - Osmanlıca’da Bazı Pratik Kurallar (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 5 - Günümüz Diliyle Yazılmış Bir Osmanlıca Metni (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 6 - Günümüz Diliyle Yazılmış Bir Osmanlıca Metni-2 (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 7 - 1950'lerin Diliyle Yazılmış Osmanlıca Metni (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 8 - 1950'lerin Diliyle Yazılmış Osmanlıca Metni-2 (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 9 - Hz. Hamza (r.a) İmana Gelmesi (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 10 - Ömer Seyfettin Pembe İncili Kaftan (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 11 - Ömer Seyfettin Pembe İncili Kaftan - 2 (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 12 - Hat Çeşitleri - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 13 - Rika Hattı Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 14 - Rika Hattı Okuma - 2 - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 15 - Sülüs Hattı ile Yazılmış Mezar Taşı - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 16 - 3. Selim'in Mektubu - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 17 - Nihat Tarlan Hocanın Mektubu - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 18 - Rika Hattıyla Yazılmış Genç Osman Destanı - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 19 - Osmanlıca Resmi Evrak Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 20 - Sülüs Hattı ile Yazılmış Mezar Taşı ve Levha Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 21 - Donanma Gazetesi - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 22 - Divâni Hattıyla Yazılmış Berat - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 2- Sesli Harfler (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 3 - K,Ğ,S,T ve Z Harflerinin Osmanlıca’daki Karşılığı (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 4 - Osmanlıca’da Bazı Pratik Kurallar (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 5 - Günümüz Diliyle Yazılmış Bir Osmanlıca Metni (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 6 - Günümüz Diliyle Yazılmış Bir Osmanlıca Metni-2 (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 7 - 1950'lerin Diliyle Yazılmış Osmanlıca Metni (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 8 - 1950'lerin Diliyle Yazılmış Osmanlıca Metni-2 (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 9 - Hz. Hamza (r.a) İmana Gelmesi (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 10 - Ömer Seyfettin Pembe İncili Kaftan (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 11 - Ömer Seyfettin Pembe İncili Kaftan - 2 (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 12 - Hat Çeşitleri - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 13 - Rika Hattı Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 14 - Rika Hattı Okuma - 2 - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 15 - Sülüs Hattı ile Yazılmış Mezar Taşı - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 16 - 3. Selim'in Mektubu - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 17 - Nihat Tarlan Hocanın Mektubu - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 18 - Rika Hattıyla Yazılmış Genç Osman Destanı - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 19 - Osmanlıca Resmi Evrak Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 20 - Sülüs Hattı ile Yazılmış Mezar Taşı ve Levha Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 21 - Donanma Gazetesi - (Osmanlıca Öğreniyorum)
Osmanlıca Dersi 22 - Divâni Hattıyla Yazılmış Berat - (Osmanlıca Öğreniyorum)
1 Ocak 2018 Pazartesi
31 Aralık 2017 Pazar
27 Aralık 2017 Çarşamba
DİNİ VE MEDENİ HAYATTA NEZAFET, YUSUF IŞIKOVALI
26 Aralık 2017 Salı
KIZANLIK’TA İSKENDER BEY CAMİİ, AYDIN ÖMEROV
KIZANLIK’TA İSKENDER BEY CAMİİ
AYDIN ÖMEROV
Sofya Yüksek İslam Enstitüsü (YİE) Öğretim Görevlisi
AYDIN ÖMEROV
Sofya Yüksek İslam Enstitüsü (YİE) Öğretim Görevlisi
Orta Bulgaristan’da Sofya’yı Burgaz’a bağlayan karayolu
ve demiryolu üzerinde bulunan Kızanlık
(Kazanlık),
ünlü Şipka geçidinin hemen güneyinde, Gül Vadisi
olarak bilinen Kızanlık ovasında kurulmuştur.
Uzun yıllar Bulgar Krallığı ve Bizans İmparatorluğu
arasında el değiştiren Kızanalık ovası bu sebeple birkaç
defa tahrip edilmiştir. Osmanlılarca fethedilen Kızanlık
bölgesine iskân edilen Türk nüfusun göçebe yörükler
olduğu, yer ve köy isimleri olan Saruhan, Sufiler, Saltuklular
isimlerinden anlaşılmaktadır.
Kızanlık, Osmanlı döneminde Müslüman Türk şehri
olarak gelişmiş ve bu sebeple şehirde birçok tarihi eser
ve vakıf imar edilmiştir. Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde
8 cami ve mescidi ve bunların arasında Sarıca Paşa ve
İskender Bey camisini zikretmekte ve Müslümanı çok,
Hıristiyanı az olan kasabada 1060 ev, Sarıca Paşa ve İskender
Bey medreseleri, 3 hamam, 2 tekke, 300 dükkan
ve çarşı içindeki mükellef handan bahsetmektedir.
Bu eserlerden günümüze ulaşan İskender Bey Camisidir.
Halk arasında Eski Cami olarak da bilinen mabet
1470’li yıllarda inşa edilmiştir.
Cami, kare planlıdır. Kırma çatılı olan caminin tavanı
ahşap işlemeli olup kendine has bir tarzı vardır. Çatı altındaki kırmızı tuğlalar camiye çok özel bir görünüm
sunmaktadır. Cami, ilk dönem camilerinin özelliklerini
taşımakta olup moloz taş ve kırmızı tuğla ile geniş
ve sağlam duvarları vardır. Alt sıra pencereleri gayet geniş
ve yüksek, üst sıra oval pencereleri ile cami gayet aydınlıktır.
Ana salonun son kısmında ahşap kadın mahfili
bulunmaktadır. Cami içersindeki hat yazıları gayet
güzel bir üslup ile nakşedilmiştir. Son cemaat yeri sundurmalı
ve zeminden daha yüksek olarak saçak şeklinde
inşa edilmiş ve sonradan cam çerçeve ile kapatılmıştır.
Son cemaat yerinin sağ kısmında abdest alma yeri olarak
şadravanı bulunmaktadır. Altı köşeli şadravanı şekil
itibarıyla eski Selçuklu kümbetlerini andırmaktadır.
Maalesef orjinal minberi korunmamıştır. Cami mihrabı
geniş ve yüksek olup üzerindeki hat yazıları kendisine
özel bir heybet katmaktadır. Caminin minaresinin
kaide kısmı moloz taş ve kırmızı tuğla ile inşa edilmiş
olup gayet sağlamdır. Gövde kısmı kırmızı tuğla ve kireç
ile yükselmekte, tek şerefeli olup gayet düzgün bir
görünüme sahiptir. Şerefe kısmında minarenin külahı-
na kadar olan kısım beyaz kireç ile sıvanmıştır.
Caminin inşa kitabesi günümüze ulaşamamış, lâkin
tamir kitabesi Osmanlıca ve uzun bir metin olarak bugün
sağlam bir şekilde yerinde olup bizlere cami, banisi
ve tamir edeni hakkında malûmât vermektedir. Tamirin
kusursuz bir şekilde 1255/1855 yılında yapılıp tamamlandığı
bildirilmektedir. Şadravanının bu tamirden sonra
camiye ilhak olunduğunu kitabeden öğrenmekteyiz.
Maalesef, Kızanlık İskender Bey Camisi tarih boyunca
bir çok defa harap edilmeye ve yakılmaya çalışılmış-
tır. Ancak Müslüman toplum camilerine sahip çıktığı
için nefret ve taassubun olduğu bu bölgede, Yüce Allah’a
hamdolsun, bugün hâlâ biz de buradayız diyen mağrur
ve yüksek minaresi ile ayakta durmakta ve Müslüman- lar için nur saçan bir merkez olarak faaliyet göstermektedir.
Müslümanlar Dergisi, 2017 yılı, 11. sayı, s. 16.
25 Aralık 2017 Pazartesi
BULGARİSTAN TÜRKLERİ KİMLİK MÜCADELESİ, RAFET ULUTÜRK
Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi, ne bir araştırmaya ne de bir kitaba sığar. Niyetim, kimlik belleği dağarcığında boşluk hissedenlere yararlı olmaktır. Hedefimiz aydınlarımız, demek, federasyon ve konfederasyon başkanlarımız, siyasi parti, milletvekili ve Devlet Başkam danışmanlarımız, kanaat önderlerimiz, üniversite öğrencilerimiz ve Türklüğüyle var olup gurur duyan, Türklük üretenlerimizdir. Kısaca "Ne Mutlu Türküm" dinlere hitap etme arzusundayım. Bulgaristan'da Bulgaristan Türkleri 2,5 milyon, çoğumuz anadilimizde siyasi ve bilimsel kitap okuyacak durumda değil. Kutsal kitabımız dışında derin eser algılama alışkanlığımız da yok. "Kafan karışmasın.'*' ifadesi, her kitabı okuma anlamında da kullanılır. Bulgaristan'da 2016'da yapılan bir araştırmaya göre Bulgarların % 65’i, Türklerimizin % 85'i ve Romanlarımızın da % 92'si kitap okumuyor. Türkçe okuyanlar ise parmakla sayılır. Fakat biz bilimle barışığız. Akıl tutulması da yaşamıyoruz. Uyanlarımızda "bilen kıskanılır" var. Biz Bulgaristan Türküyüz. Hoşgörülüyüz. Sevgi şefkat dışında birikim taşması bilmeyiz. Yerimizde durur, sabırdan güç toplarız. Boyun eğmeden yaşarken, isyan ederiz. Hayattan öğrendik, hak, özgürlük, adalet ve demokrasi kavgası verdik. 1989 İsyanımızla, Türk kimliği mücadelemizi zirveye taşıdık. Dirilip dimdik durmak için çilelerimizden başka bir şeye gerek duymadık. Bizlere hala konar-göçer gözüyle bakılır. Yaşadığımız toprakları Vatan kılmışız. Amma çok gördüler. Türklüğümüz tarihimizden ve doğal haklarımızdan doğdu. 1796 Büyük Fransız Devrimini hazırlayan Maximillien Robespiere'nin kaleme aldığı "Toptum Sözleşmesi" ile yanıp tutuşanlar sadece 15 gençti.
1879 Tırnova Anayasası ruhunu İstanbul'da "Robert Koleji bitirmiş 3-5 Bulgar aydın hazırladı 1990da Hak ve özgürlükler Hareketi (HÖH) kapanı gizli polis "DS" tarafından kuruldu piyon ajan Ahmet Doğan solo oynadı. O, Bulgaristan Türklerinin kimlik davasına aşılanmış kısır bir döngüydü.
Aşıya aşı yapılmaz, meyvesinden de tohum alınmaz. Doğan dönemi bitmiştir. Kimlik davamızdan esinlenip, zalimlerin başı, diktatör Todor Jivkov'u bizler kazma kürekle devirdik. Sel gibi aktık. Ufuk aradık. Mutluluğu ise hepimiz Türkiye Cumhuriyetinde bulduk. Çarlık döneminde faşizme, sosyalist
dönemde totaliter komünizme karşı ödünsüz mücadele verdik. Eritilip asimile edilmek isterken Türk kimliğinin erimediğini, anadilimiz olan Türkçemizi genlerimizde taşıdığımızı, kimliğimizi çözüp yok edecek gücün henüz bulunamadığını bütün dünya gördü. Mücadele yılları bize, yalnız Türk kanı taşımanın, Türk ırkından olmanın, yarımızın Türkiye'de ve Avrupa'da, yarımızın da Bulgaristan'da yaşamamızın, hatta tüm dünyaya dağılmamızın Türk olmamız için yeterli olmadığını öğretti. Türk olmak, Türklük davası için yaşamak, çalışmak, savaşmak ve gerektiğinde bu uğurda ölebilmektir. Atamızın dediği gibi, Türkçe konuşmamana Türk denemez. Bulgaristan Türklerinin Kimlik Davası Osmanlı parçalanırken çok ağır bir tarihsel dönemde başladı. Bugün de hala devam ediyor. İşte bu elinizdeki kitabın da kırmızıçizgisidir.
24 Aralık 2017 Pazar
RADOMİR CAMİİ VE HAMAMI
2 Aralık 2017 Cumartesi
27 Kasım 2017 Pazartesi
Ziyaretten maksat duadır - Bugün bana ise yarın sanadır / Killi köyünden mezar taşı
Fatiha
Ömür dediğin uzun kısa - Ne yazıldı ise başta
Ömür dediğin uzun kısa - Ne yazıldı ise başta
Sağ
olanlar ricam budur - İsmimi
yazdırın taşta
Ziyaretten
maksat duadır - Bugün
bana ise yarın sanadır
Merhum ve mağfur Ömer Paşa
ibn Ahmed Paşa
(Tarih kısmı komunistlerce kırılmıştır.) Okuyan: Basri Zilabid Çalışkan
Bulunduğu yer: Killi köyü (Benkovski), Kırcaali, Bulgaristan
Killi köyü imamı Hafız Erdinç Süleyman hocamız fotoğraflayarak göndermiştir.
25 Kasım 2017 Cumartesi
Nüvvâb'ın son yapraklarından biri daha döküldü... İknici Nüvvab'ın Kurucu Müdürü Osman İsmail Hoca Hakka Yürüdü
Nüvvâb'ın son yapraklarından biri daha döküldü...
İknici Nüvvab'ın Kurucu Müdürü Osman İsmail Hoca Hakka Yürüdü
Şumnu Nüvvâb Okulu mezunu, Şumnu Türk Pedagoji Lisesi Öğretmeni, "Hristo Smirnenski" Lisesi Müdürü ve en son 1990'dan itibaren Nüvvâb İmam Hatip Lisesi Kurucu Müdürü olarak 40 yılın üzerinde eğitim hizmetlerinde bulunan, ayrıca müftülük teşkilâtında da zor zamanlarda farklı görevleri üstlenen "SAYIN HOCAM"ız OSMAN İSMAİLOV Hakk'a yürüdü.
Cenaze namazı yarın öğleden önce Şumnu'da kılınacak olan hocamıza Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun! Öğrencilerinden Vedat S. Ahmed (Sofya Yüksek İslam Şurası Başkanı)
İknici Nüvvab'ın Kurucu Müdürü Osman İsmail Hoca Hakka Yürüdü
Şumnu Nüvvâb Okulu mezunu, Şumnu Türk Pedagoji Lisesi Öğretmeni, "Hristo Smirnenski" Lisesi Müdürü ve en son 1990'dan itibaren Nüvvâb İmam Hatip Lisesi Kurucu Müdürü olarak 40 yılın üzerinde eğitim hizmetlerinde bulunan, ayrıca müftülük teşkilâtında da zor zamanlarda farklı görevleri üstlenen "SAYIN HOCAM"ız OSMAN İSMAİLOV Hakk'a yürüdü.
Cenaze namazı yarın öğleden önce Şumnu'da kılınacak olan hocamıza Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun! Öğrencilerinden Vedat S. Ahmed (Sofya Yüksek İslam Şurası Başkanı)
21 Kasım 2017 Salı
Naim’in ardından…, Yazan: Mehmet Türker
O, milli kahramanımızdır
Koşukavaklı İsmail Efendi’nin (Tulumov) oğlu Enver, spor akademisinden mezun olduktan sonra Kırcaali’de halter antrenörü olarak çalıştığı yıllarda köyleri gezip, okullarda genç halterciler keşfi yapmaktayken rastladı Mestanlı “P. Beron” oklundaki Naim’e. Ahatlı’nın, kuş uçmaz, kervan geçmez, 8-10 hanelik Dercolla (Razdelna) mahallesinde doğmuş olan Naim’in otobüs şoförü babası Süleyman (Bomba) oğlu Naim 7 yaşındayken kasabaya gelmişlerdi. Naim on yaşında halterle tanıştı. On beş yaşında Brezilya’da gençler dünya şampiyonasında iki altın madalya alarak 52 kiloda dünya şampiyonu oldu. Bu ilk önemli başarısını elde ettiğinde Kırcaali ilinde de yılın sporcusu seçilmişti. Cenab-ı Allah’ın yürü ya kulum dediği Naim Süleymanov, 18 yaşında halter sporunun zirvesindeydi. Onun bu başarısını gören yöre halkının ağızında “Anasını doğum sancıları tuttuğunda traktörle Ahatlı (Ptiçar) tren durağına ulaştırıp trenle hastaneye yetiştirmek üzereyken doğum, köy mezarlığında gerçekleşir. Onu erenlerin yattığı mezarlıkta doğurmasından dolayı, bu çocuk er gücüne sahip” söylentileri yayılmıştı.
İntikamı misli ile oldu
Nitekim 1984 yılının son ayı, son günlerinde Mestanlı Türkleri’nin adlarını zorla değiştirmeye başladıklarında yöre halkının üzerine çullan kara bulutlar, başarılar dünyasında uçmakta olan Naim’in de kanadını, onurunu, şerefini kırmıştı. Kırıldığını, ezildiğini, mahvolduğunu pek belli etmeden yine Bulgar bayrağı altında çalışmaya ve yarışmalara katılmaya devam ediyordu. 1985-86 yıllarında rekor üstüne rekor kırmasına, biz Bulgaristan Türkleri sevinemiyorduk, meğer onun da sevinmediğini daha sonra anladık. Hatta onu milli takımda yer almasından dolayı kınayanlar da çoktu. Her yiğidin içinde bir aslanın yattığını ancak ertesi yıl T.C. Avustralya Büyükelçiliği’ne sığındığında anlayabildik. Belene Ölüm Kampı’nda olduğu gibi Bobovdol Kampı’nda da gizlice radyodan batı radyo yayınlarını dinliyorduk. O gün öğle saatlerinde Naim’in iltica ettiği haberini aldık. Akşam Bulgar televizyonundan 8 haberlerini izlemek için kulübe toplandık. Bizden dışarıda tek kişinin olmadığını gören gardiyan da tuhaf bir olay olduğunu anlamış olacak ki, o da kulübe girdi. Haberlerin akışı esnasında beklediğimiz haber anons edilince, öyle güçlü bir alkış koptu ki kulüpte, hepimiz bayram etmeye başladık. Bizim için kurtuluşun bir ışığı yanmıştı. Naim’in bu davranışını Bulgar edebiyat eleştirmeni ve siyasetçi Aleksandır Yordanov vefatı üzerine kaleme aldığı “Elveda Naim” yazısında
“Türklerin adlarını değiştiren caniler, o günlerde Naim’in canını dişine takarak, sabır gösterdiğinin farkında değillerdi. O fırsat eline geçtiği an (Avustralya’da) kendisine ve biz Bulgarlara dünyada insanın onurunun ve gururunun madalya ve spor başarılarından daha önemli olduğunu ispat etti. İşte o zaman ismini geri alarak, hayatında en önemli başarısını gösterdi” ifadelerini kullandı.
Onu Türkiye’de Başbakan Özal karşıladı
Başbakan Yıldırım uğurladı
Naim iltica etmeden önce Bulgaristan’dan çok kişi ölümü göze alarak ailece sınırdan kaçtı. Milletvekili, kültür ve sanat adamları da başka ülkelere çıkarak sığınma hakkı istediler. Anavatan Türkiye’ye ulaştıklarında Bulgar zulmünü anlattılar. Fakat Naim’in Bulgaristan’dan kaçışıyla Jivkov rejimine en büyük darbe inmişti, Bulgaristan Türkleri’nin kaderi değişecekti. Dönemin Başbakanı Turgut Özal da bakanlar kurulu toplantısında “Komünist ülkelerde sporculara çok önem verilir. Onlar için tüm imkânlar yaratıldığı halde bu çocuk bize sığınmak istiyorsa, orada ciddi baskılar olmalı.” şeklinde görüşlerini açıklamıştı. Türkiye’ye sığındıktan sonra gittiği ülkelerde Bulgaristan Türkleri’nin çektiği çileleri dile getirerek Jivkov rejimini de dize getirmiş, dünyanın gözünde milli kahraman olmuştu.
İstanbul Fatih Camisi’nde on binlerin katıldığı cenaze töreninde Başbakan Binali Yıldırım başta olmak üzere çok sayıda bakan, eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu da hazır bulundular. Fakat o gün orada sürpriz iki isim vardı: biri Naim’i keşfeden, onu Naim Süleymanoğlu yapan hocası, Naim’in de kendisine “şefe” diye hitap ettiği Enver Türkileri ve Naim’le aynı kategoride yarışan rakibi Yunan halterci Leonidis. Leonidis, duygularını şu sözlerle paylaşıyordu:
“Naim, ağırlık kaldırma kariyerime başladığımda benim için efsaneydi. Onunla karşılaştığım ve ona yakın olduğum için çok şanslıyım. O beni daha iyi bir atlet yaptı. Çünkü o benim için ve ağırlık kaldırma camiasındaki herkes için çok yüksek bir hedefti. Ama inanıyorum ki hiç kimse onun gibi olamaz. Çünkü o mükemmel bir atletti.”
Rekorları erişilmez bir sporcu, eşine az rastlanan bir Türk ve milli kahramanı, sen anavatanın toprağında rahat uyu, sen bu dünyada gerekeni yaptın. Ruhun şad, cennet mekânın olur inşallah!
Mehmet TÜRKER
Koşukavaklı İsmail Efendi’nin (Tulumov) oğlu Enver, spor akademisinden mezun olduktan sonra Kırcaali’de halter antrenörü olarak çalıştığı yıllarda köyleri gezip, okullarda genç halterciler keşfi yapmaktayken rastladı Mestanlı “P. Beron” oklundaki Naim’e. Ahatlı’nın, kuş uçmaz, kervan geçmez, 8-10 hanelik Dercolla (Razdelna) mahallesinde doğmuş olan Naim’in otobüs şoförü babası Süleyman (Bomba) oğlu Naim 7 yaşındayken kasabaya gelmişlerdi. Naim on yaşında halterle tanıştı. On beş yaşında Brezilya’da gençler dünya şampiyonasında iki altın madalya alarak 52 kiloda dünya şampiyonu oldu. Bu ilk önemli başarısını elde ettiğinde Kırcaali ilinde de yılın sporcusu seçilmişti. Cenab-ı Allah’ın yürü ya kulum dediği Naim Süleymanov, 18 yaşında halter sporunun zirvesindeydi. Onun bu başarısını gören yöre halkının ağızında “Anasını doğum sancıları tuttuğunda traktörle Ahatlı (Ptiçar) tren durağına ulaştırıp trenle hastaneye yetiştirmek üzereyken doğum, köy mezarlığında gerçekleşir. Onu erenlerin yattığı mezarlıkta doğurmasından dolayı, bu çocuk er gücüne sahip” söylentileri yayılmıştı.
İntikamı misli ile oldu
Nitekim 1984 yılının son ayı, son günlerinde Mestanlı Türkleri’nin adlarını zorla değiştirmeye başladıklarında yöre halkının üzerine çullan kara bulutlar, başarılar dünyasında uçmakta olan Naim’in de kanadını, onurunu, şerefini kırmıştı. Kırıldığını, ezildiğini, mahvolduğunu pek belli etmeden yine Bulgar bayrağı altında çalışmaya ve yarışmalara katılmaya devam ediyordu. 1985-86 yıllarında rekor üstüne rekor kırmasına, biz Bulgaristan Türkleri sevinemiyorduk, meğer onun da sevinmediğini daha sonra anladık. Hatta onu milli takımda yer almasından dolayı kınayanlar da çoktu. Her yiğidin içinde bir aslanın yattığını ancak ertesi yıl T.C. Avustralya Büyükelçiliği’ne sığındığında anlayabildik. Belene Ölüm Kampı’nda olduğu gibi Bobovdol Kampı’nda da gizlice radyodan batı radyo yayınlarını dinliyorduk. O gün öğle saatlerinde Naim’in iltica ettiği haberini aldık. Akşam Bulgar televizyonundan 8 haberlerini izlemek için kulübe toplandık. Bizden dışarıda tek kişinin olmadığını gören gardiyan da tuhaf bir olay olduğunu anlamış olacak ki, o da kulübe girdi. Haberlerin akışı esnasında beklediğimiz haber anons edilince, öyle güçlü bir alkış koptu ki kulüpte, hepimiz bayram etmeye başladık. Bizim için kurtuluşun bir ışığı yanmıştı. Naim’in bu davranışını Bulgar edebiyat eleştirmeni ve siyasetçi Aleksandır Yordanov vefatı üzerine kaleme aldığı “Elveda Naim” yazısında
“Türklerin adlarını değiştiren caniler, o günlerde Naim’in canını dişine takarak, sabır gösterdiğinin farkında değillerdi. O fırsat eline geçtiği an (Avustralya’da) kendisine ve biz Bulgarlara dünyada insanın onurunun ve gururunun madalya ve spor başarılarından daha önemli olduğunu ispat etti. İşte o zaman ismini geri alarak, hayatında en önemli başarısını gösterdi” ifadelerini kullandı.
Onu Türkiye’de Başbakan Özal karşıladı
Başbakan Yıldırım uğurladı
Naim iltica etmeden önce Bulgaristan’dan çok kişi ölümü göze alarak ailece sınırdan kaçtı. Milletvekili, kültür ve sanat adamları da başka ülkelere çıkarak sığınma hakkı istediler. Anavatan Türkiye’ye ulaştıklarında Bulgar zulmünü anlattılar. Fakat Naim’in Bulgaristan’dan kaçışıyla Jivkov rejimine en büyük darbe inmişti, Bulgaristan Türkleri’nin kaderi değişecekti. Dönemin Başbakanı Turgut Özal da bakanlar kurulu toplantısında “Komünist ülkelerde sporculara çok önem verilir. Onlar için tüm imkânlar yaratıldığı halde bu çocuk bize sığınmak istiyorsa, orada ciddi baskılar olmalı.” şeklinde görüşlerini açıklamıştı. Türkiye’ye sığındıktan sonra gittiği ülkelerde Bulgaristan Türkleri’nin çektiği çileleri dile getirerek Jivkov rejimini de dize getirmiş, dünyanın gözünde milli kahraman olmuştu.
İstanbul Fatih Camisi’nde on binlerin katıldığı cenaze töreninde Başbakan Binali Yıldırım başta olmak üzere çok sayıda bakan, eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu da hazır bulundular. Fakat o gün orada sürpriz iki isim vardı: biri Naim’i keşfeden, onu Naim Süleymanoğlu yapan hocası, Naim’in de kendisine “şefe” diye hitap ettiği Enver Türkileri ve Naim’le aynı kategoride yarışan rakibi Yunan halterci Leonidis. Leonidis, duygularını şu sözlerle paylaşıyordu:
“Naim, ağırlık kaldırma kariyerime başladığımda benim için efsaneydi. Onunla karşılaştığım ve ona yakın olduğum için çok şanslıyım. O beni daha iyi bir atlet yaptı. Çünkü o benim için ve ağırlık kaldırma camiasındaki herkes için çok yüksek bir hedefti. Ama inanıyorum ki hiç kimse onun gibi olamaz. Çünkü o mükemmel bir atletti.”
Rekorları erişilmez bir sporcu, eşine az rastlanan bir Türk ve milli kahramanı, sen anavatanın toprağında rahat uyu, sen bu dünyada gerekeni yaptın. Ruhun şad, cennet mekânın olur inşallah!
Mehmet TÜRKER
NAİM SÜLEYMANOĞLU, YILMAZ ÖZDİL
Siz Türk değilsiniz” diyorlardı.
“Müslümanlığa geçmiş Bulgarsınız” diyorlardı.
Türk okullarını kapatmışlardı, Türkçe gazetelerin kapısına kilit vurmuşlardı, Türk motifli kıyafet giymek bile suçtu, sünnet yasaklanmıştı, sünnet edilen çocukların anneleri beş yıl hapis cezasına çarptırılıyordu, camiler kapatılmıştı, cenaze yıkamak yasaklanmıştı, İslami usüllerle defin işlemine izin verilmiyordu, Türkçe mezar taşları tahrip ediliyordu, Türkçe konuşanlara para cezası kesiliyordu, Türk isimleri Bulgarlaştırıldı, bu dayatmaya “soya dönüş süreci” diyorlardı, Kalaşnikoflu askerler Türklerin kapısına dayanıyor, zorla muhtarlığa götürüyor, Yordan, Mihail, Stanka, Emilya, Natalia filan, Bulgar isimleriyle dolu listeler gösteriliyor, birini seç deniyordu, nüfus kağıtlarını iptal ettiler, yerine Bulgar isimleriyle yeni nüfus kağıtları verdiler, Türkçe isimlerin yazılı olduğu eski nüfus kağıtlarıyla bankadan para çekilemiyordu, çocuklar okula yazdırılamıyordu, devlet dairesinde iş yaptırılamıyordu, Bulgar ismini kullanmaya mecburdun, öğretmenler sınıfta yoklama yapıyor, Türk çocuklarının ismini Bulgarca okuyorlardı, Türk kahvesi bile diyemiyordun, değiştirilmişti, “oryantal kahve” demek zorundaydın. Asimilasyon yavaş yavaş soykırıma dönüşüyordu, 1980-85 arasında binden fazla Türk öldürüldü, Belene işkencesi başladı.
*
Belene kampı, Tuna Nehri'nin iki kolunun arasında kalan Belene adası'ndaydı. Köprülerle geçilebiliyordu. Türk halkının direniş örgütleyen ileri gelenlerini buraya tıktılar. Isıtma sistemi yoktu, karda kışta donuyorlardı, hava karardıktan sonra tuvalete gitmeye izin vermiyorlardı, koğuşlardaki kovalar kullanılıyordu, apandisiti patlayana bile “Bulgar olmayı kabul ediyor musun?” diye soruyor, “hayır” diyeni öylece ölüme bırakıyorlardı, yemek olarak sık sık domuz çorbası veriyorlardı, istersen yeme, domuz çıktığında ekmek bile vermiyorlardı, Türkler ölümüne açlık grevi yapıyordu.
*
Sovyetlerin yıkılması an meselesiydi, Gorbaçov çöküşü engellemek için reform ve şeffaflık açılımı yaptı. Jivkov rejiminin sonu gelmişti. Son bir kötülükle “zorunlu göç” icat etti. Aklınca, Türkiye kapıları açmayacak, Jivkov da dünyaya dönüp “görüyorsunuz bunlar Türk değil, müslüman Bulgar, Türk olsalardı Türkiye alırdı” diyecekti. Diktatörün bu hesabı tutmadı… Türkiye sınırı açtı.
*
350 bin soydaşımız çoluk çocuk yollara döküldü, doğdukları toprakları, evlerini köylerini bırakıp, trenlerle otomobillerle, çoğunluğu yürüyerek, Kapıkule'den Dereköy'den anavatana girdi. İkinci dünya savaşı'ndan sonra Avrupa'nın yaşadığı en büyük göçtü. Yarısı Bursa civarına yerleşti, gerisi İstanbul'a, Anadolu'ya.
*
28 sene oldu…
Meslek hayatım boyunca milyonlarca haber elimden geçti. Meslek hayatım boyunca bir soydaşımızın bile suça bulaştığını, bir soydaşımızın bile Türkiye'yi suistimal ettiğini, bir soydaşımızın bile tarikat marikat işleriyle Türkiye'yi sırtından hançerlediğini, bir soydaşımızın bile örgüte falan karışıp vatana ihanet ettiğini görmedim.
*
Namuslarıyla, onurlarıyla çalıştılar, zormuş, parası azmış filan, iş seçmediler, ne iş olursa olsun gayretle çalıştılar, o dönemleri bugün gibi hatırlıyorum, soydaşlarımızın kadınları tüm Türkiye'ye örnek olmuşlardı, otobüs şoförlüğü yapan kadını, kasaplık yapan kadını, tesisatçı dükkanı açan kadını, ilk defa soydaşlarımızda görmüştük, soydaş kadınları “erkek işi” olarak bilinen işleri omuzluyordu, kirasını ödemeyeni, borcunun üstüne yatanı, dolandırıcılık yapanı, memleketi soyanı, komşusunu rahatsız edeni, görmedim kardeşim, duymadım.
*
Fabrikalarda örnek gösterilen işçi oldular, sözü senet kabul edilen esnaf oldular, tezgahtar olarak başlayıp, işveren oldular, kendileri gibi namuslu, yurtsever, çağdaş evlatlar yetiştirdiler, hekim oldular, avukat oldular, mühendis oldular, akademisyen oldular, devletten asla karşılıksız yardım kabul etmediler, avantacı olmadılar, Türkiye'ye tek kuruş yük olmadılar.
*
Ve…
Ulusal kahramanımız Naim Süleymanoğlu vefat etti.
Cenaze törenini spor sayfalarında verdiler.
*
Naim'in vefat haberinin spor haberiymiş gibi, sadece spor sayfalarında verilmesi, Türk basınının aslında ne kadar “asimile” edildiğinin kanıtıdır.
Türk basınının “mesleki soykırım”a uğradığının… Alt tarafı 28 sene öncesinden bile haberinin olmadığının kanıtıdır.
*
(En ufak bir akrabalık, tarih, şuur birlikteliği olmayan cahil cühela, işsiz güçsüz, mesleksiz kimliksiz dört milyon Suriyeli'yi Türkiye'ye sokan, maaşa bağlayan, şimdilik 30 milyar dolar harcayan, ikametgah adresi, resmi nikah, çalışma izni gibi mevzularda kayıt kuyut tutmayan, kültürel çatışmaya yolaçan, kökü kazınmış hastalıkları hortlatan, sınır güvenliğini kevgire, milli güvenliği arapsaçına çeviren, 100 sene bile geçse çözülmesi imkansız bir sosyal sorun yaratan sayın hükümetimiz… Ve, bunları şakşaklayan yalaka basın iyi okusun…)
*
Naim Süleymanoğlu, Amerikalıların kendisine çantayla getirdiği nakit 10 milyon doları, 100 milyon dolarlık reklam anlaşmalarını elinin tersiyle itip, anavatana iltica ederek… Jivkov rejimi altında inim inim inleyen soydaşlarımızın ilham kaynağı, pusulası olmuştu, duvarların kapıların yıkılmasını sağlamış, özgürlük umudu olmuştu.
*
Naim bu memlekete sadece madalya kazandırmadı… Bugün sayıları bir milyona ulaşan, namuslu, onurlu, örnek yurttaşlar kazandırdı.
“Müslümanlığa geçmiş Bulgarsınız” diyorlardı.
Türk okullarını kapatmışlardı, Türkçe gazetelerin kapısına kilit vurmuşlardı, Türk motifli kıyafet giymek bile suçtu, sünnet yasaklanmıştı, sünnet edilen çocukların anneleri beş yıl hapis cezasına çarptırılıyordu, camiler kapatılmıştı, cenaze yıkamak yasaklanmıştı, İslami usüllerle defin işlemine izin verilmiyordu, Türkçe mezar taşları tahrip ediliyordu, Türkçe konuşanlara para cezası kesiliyordu, Türk isimleri Bulgarlaştırıldı, bu dayatmaya “soya dönüş süreci” diyorlardı, Kalaşnikoflu askerler Türklerin kapısına dayanıyor, zorla muhtarlığa götürüyor, Yordan, Mihail, Stanka, Emilya, Natalia filan, Bulgar isimleriyle dolu listeler gösteriliyor, birini seç deniyordu, nüfus kağıtlarını iptal ettiler, yerine Bulgar isimleriyle yeni nüfus kağıtları verdiler, Türkçe isimlerin yazılı olduğu eski nüfus kağıtlarıyla bankadan para çekilemiyordu, çocuklar okula yazdırılamıyordu, devlet dairesinde iş yaptırılamıyordu, Bulgar ismini kullanmaya mecburdun, öğretmenler sınıfta yoklama yapıyor, Türk çocuklarının ismini Bulgarca okuyorlardı, Türk kahvesi bile diyemiyordun, değiştirilmişti, “oryantal kahve” demek zorundaydın. Asimilasyon yavaş yavaş soykırıma dönüşüyordu, 1980-85 arasında binden fazla Türk öldürüldü, Belene işkencesi başladı.
*
Belene kampı, Tuna Nehri'nin iki kolunun arasında kalan Belene adası'ndaydı. Köprülerle geçilebiliyordu. Türk halkının direniş örgütleyen ileri gelenlerini buraya tıktılar. Isıtma sistemi yoktu, karda kışta donuyorlardı, hava karardıktan sonra tuvalete gitmeye izin vermiyorlardı, koğuşlardaki kovalar kullanılıyordu, apandisiti patlayana bile “Bulgar olmayı kabul ediyor musun?” diye soruyor, “hayır” diyeni öylece ölüme bırakıyorlardı, yemek olarak sık sık domuz çorbası veriyorlardı, istersen yeme, domuz çıktığında ekmek bile vermiyorlardı, Türkler ölümüne açlık grevi yapıyordu.
*
Sovyetlerin yıkılması an meselesiydi, Gorbaçov çöküşü engellemek için reform ve şeffaflık açılımı yaptı. Jivkov rejiminin sonu gelmişti. Son bir kötülükle “zorunlu göç” icat etti. Aklınca, Türkiye kapıları açmayacak, Jivkov da dünyaya dönüp “görüyorsunuz bunlar Türk değil, müslüman Bulgar, Türk olsalardı Türkiye alırdı” diyecekti. Diktatörün bu hesabı tutmadı… Türkiye sınırı açtı.
*
350 bin soydaşımız çoluk çocuk yollara döküldü, doğdukları toprakları, evlerini köylerini bırakıp, trenlerle otomobillerle, çoğunluğu yürüyerek, Kapıkule'den Dereköy'den anavatana girdi. İkinci dünya savaşı'ndan sonra Avrupa'nın yaşadığı en büyük göçtü. Yarısı Bursa civarına yerleşti, gerisi İstanbul'a, Anadolu'ya.
*
28 sene oldu…
Meslek hayatım boyunca milyonlarca haber elimden geçti. Meslek hayatım boyunca bir soydaşımızın bile suça bulaştığını, bir soydaşımızın bile Türkiye'yi suistimal ettiğini, bir soydaşımızın bile tarikat marikat işleriyle Türkiye'yi sırtından hançerlediğini, bir soydaşımızın bile örgüte falan karışıp vatana ihanet ettiğini görmedim.
*
Namuslarıyla, onurlarıyla çalıştılar, zormuş, parası azmış filan, iş seçmediler, ne iş olursa olsun gayretle çalıştılar, o dönemleri bugün gibi hatırlıyorum, soydaşlarımızın kadınları tüm Türkiye'ye örnek olmuşlardı, otobüs şoförlüğü yapan kadını, kasaplık yapan kadını, tesisatçı dükkanı açan kadını, ilk defa soydaşlarımızda görmüştük, soydaş kadınları “erkek işi” olarak bilinen işleri omuzluyordu, kirasını ödemeyeni, borcunun üstüne yatanı, dolandırıcılık yapanı, memleketi soyanı, komşusunu rahatsız edeni, görmedim kardeşim, duymadım.
*
Fabrikalarda örnek gösterilen işçi oldular, sözü senet kabul edilen esnaf oldular, tezgahtar olarak başlayıp, işveren oldular, kendileri gibi namuslu, yurtsever, çağdaş evlatlar yetiştirdiler, hekim oldular, avukat oldular, mühendis oldular, akademisyen oldular, devletten asla karşılıksız yardım kabul etmediler, avantacı olmadılar, Türkiye'ye tek kuruş yük olmadılar.
*
Ve…
Ulusal kahramanımız Naim Süleymanoğlu vefat etti.
Cenaze törenini spor sayfalarında verdiler.
*
Naim'in vefat haberinin spor haberiymiş gibi, sadece spor sayfalarında verilmesi, Türk basınının aslında ne kadar “asimile” edildiğinin kanıtıdır.
Türk basınının “mesleki soykırım”a uğradığının… Alt tarafı 28 sene öncesinden bile haberinin olmadığının kanıtıdır.
*
(En ufak bir akrabalık, tarih, şuur birlikteliği olmayan cahil cühela, işsiz güçsüz, mesleksiz kimliksiz dört milyon Suriyeli'yi Türkiye'ye sokan, maaşa bağlayan, şimdilik 30 milyar dolar harcayan, ikametgah adresi, resmi nikah, çalışma izni gibi mevzularda kayıt kuyut tutmayan, kültürel çatışmaya yolaçan, kökü kazınmış hastalıkları hortlatan, sınır güvenliğini kevgire, milli güvenliği arapsaçına çeviren, 100 sene bile geçse çözülmesi imkansız bir sosyal sorun yaratan sayın hükümetimiz… Ve, bunları şakşaklayan yalaka basın iyi okusun…)
*
Naim Süleymanoğlu, Amerikalıların kendisine çantayla getirdiği nakit 10 milyon doları, 100 milyon dolarlık reklam anlaşmalarını elinin tersiyle itip, anavatana iltica ederek… Jivkov rejimi altında inim inim inleyen soydaşlarımızın ilham kaynağı, pusulası olmuştu, duvarların kapıların yıkılmasını sağlamış, özgürlük umudu olmuştu.
*
Naim bu memlekete sadece madalya kazandırmadı… Bugün sayıları bir milyona ulaşan, namuslu, onurlu, örnek yurttaşlar kazandırdı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)