HACIOĞLU PAZARCIK ŞERİYYE SİCİLLERİ İÇİN
Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
22 Ekim 2025 Çarşamba
13 Ekim 2025 Pazartesi
Osman Pazvantoğlu’nun Vidin’deki kütüphanesinde neler var?
Prof. Stoyanka Kenderova ile Söyleşi
Söyleşiyi yapan: Ema Ivanova
Stoyanka Kenderova 1947 yılında Velingrad’da doğdu. Osmanlı ve Arap tarihçisi, profesör, St. Petersburg Doğu Dilleri Enstitüsü’nde tarih doktoru, Strazburg Üniversitesi’nde tarih bilimleri doktorudur. Sofya Üniversitesi’nde Türk Filolojisi bölümünü, ikinci uzmanlık alanı olarak da Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü tamamlamıştır. Daha sonra Tunus’taki Burgiba Yaşayan Diller Enstitüsü’nde kütüphanecilik ve bibliyografya üzerine yüksek lisans yapmış, ayrıca edebî Arapça eğitimi almıştır. Bağdat, Cambridge ve Madrid’de uzmanlık çalışmalarında bulunmuştur.
Milli Kütüphane’de arşivci, baş arşivci, Doğu Bölümü Başkanı ve bilimsel sekreter olarak görev yapmaktadır. Sofya, Tırnova ve Strazburg üniversitelerinde Osmanlı-Türk diplomasisi, Arap ülkelerinin kültür tarihi ve Osmanlıca alanlarında fahri öğretim görevlisi olarak dersler vermektedir.
“Tuna Vilayeti’nde Yoksullar ve Göçmenler İçin Hastaneler”, “Samokov Müslümanları Arasında Kitaplar, Kütüphaneler ve Okuma Alışkanlıkları” ve “Çepinsko’nun Geçmişine Dair Kaynaklar” gibi pek çok bilimsel kitabın ve yayının yazarıdır.
2025 yılının başında “Vidin’deki Osman Pazvantoğlu Kütüphanesi. Kütüphane Kataloğu (1837–1887)” adlı kitabınız yayımlandı. 2.600 ciltlik bir koleksiyon tespit ettiniz. Osman Pazvantoğlu’nun (1758–1807) Vidin yöneticisi olduğunu ve cami ile bitişiğinde bir kütüphane inşa ettirdiğini biliyoruz. Ancak bu kütüphanenin ölçeği hakkında bugüne dek pek fikrimiz yoktu. Önce Osman Pazvantoğlu’nun kişiliğinden bahsedelim: O, bir istisna mıydı?
– Pazvantoğlu oldukça çelişkili, enerjik ve güçlü bir kişiliğe sahipti. Yaşadığı dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nda ademi merkeziyetçiliğin öne çıktığı bir dönemdi. Yerel yöneticiler (ayanlar) her bölgede güç kazanarak merkezi otoriteden bağımsız hareket etmeye başlamışlardı. Bu süreç özellikle Avusturya’nın sık sık saldırdığı sınır bölgesi Vidin’de daha belirgin biçimde yaşandı.
19. yüzyılın başlarında yaklaşık 9.000 kişilik bir yeniçeri ordusu Vidin’de toplanmış, zamanla şehrin ekonomik yaşamında da etkin rol oynamaya başlamıştı. Sultan III. Selim, Osmanlı ordusunu Avrupa modeliyle modernleştirmeye yönelik reformlara girişmişti. Ancak bir yeniçeri subayının oğlu olan Osman Pazvantoğlu, bu reformlara karşı çıktı; ona göre Osmanlı’nın büyük başarılarını yeniçeriler elde etmişti.
Vidin’deki Hristiyan ve kırsal kesim halkı, reformlar sonucunda vergilerinin düşmesi nedeniyle onu destekliyordu. III. Selim ona karşı üç büyük askerî sefer düzenledi fakat başarılı olamadı.
Pazvantoğlu’nun ordusu çok milletliydi: Arnavutlar, Türkler ve yerel halktan oluşuyordu. Hatta süvarilerinin çoğunun Bulgar olduğu söylenir. Yer yer kundaklama ve yağmalama eylemleri de gerçekleştirmiştir. Osmanlı arşivlerinde, yerel idarecilerin onun ordusunun yağmacı hareketlerinden şikâyet ettiklerini gösteren belgeler mevcuttur.
Öte yandan Batı’ya da ilgi duymuş, özellikle Fransa’ya yönelmiştir. Güvendiği iki adamını Paris’e göndermiş; Napolyon’un dışişleri bakanına ulaştırdıkları mektupta, kendi yönetimindeki topraklarda Fransız tüccar ve çıkarlarının koruyucusu olduğunu bildirmiştir.
Hayırsever yönü de güçlüydü. Babasına adadığı büyük bir cami ile bitişiğinde bir kütüphane (1802–1803) yaptırmıştır. Ebeveynlerinden kalan kitaplar da bu kütüphanenin temelini oluşturmuştur: Babasından 1569, annesinden ise yaklaşık 100 cilt kalmıştır; bunların otuzu bugün Milli Kütüphane’de muhafaza edilmektedir. Bu durum, kitap sevgisinin köklü bir aile ortamında geliştiğini gösterir. Avusturyalı bilim insanı Felix Kanitz (1829–1904), Vidin’in onun döneminde büyük bir gelişme kaydettiğini belirtir.
– Osmanlıların genel olarak eğitimsiz olduğu yönünde bir algı vardır. Bu kütüphane, Balkanlar’daki en büyük Osmanlı kütüphanesi miydi?
– En büyük kütüphane Saraybosna’daki Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’dir (16. yüzyıl). Bulgar topraklarında ise 1842–1843 yıllarında Mehmed Hüsrev Paşa’nın Samokov’da kurduğu kütüphane önemlidir. Bu kütüphane, yerel halkın kitap koleksiyonlarının birleştirilmesiyle oluşturulmuştur ve fon açısından Vidin’deki kütüphaneye yaklaşır. Ayrıca 18. yüzyıl ortalarında kurulan Şumnu’daki Şerif Halil Paşa Kütüphanesi de önemlidir. Halil Paşa, cami ve külliyesiyle birlikte bir ilkokul ve medrese de inşa ettirmiştir.
Kütüphane kurmak büyük mali kaynak gerektirir. El yazması kitaplar süslemeli, ciltli ve oldukça pahalı eserlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda matbaanın kullanılmaya başlanması, Gutenberg’in icadından yaklaşık 250 yıl sonradır. Ömer Ağa son derece zengin biriydi; geniş topraklara sahipti ve bu servet Pazvantoğlu’na da miras kalmıştı.
– Kütüphaneye 115’ten fazla bağışçının katkı sağladığını belirtiyorsunuz. Bunlar kimlerdi?
– Çoğu 1–2 kitap bağışlamış, bazıları ise 50–70 hatta daha fazla cilt hediye etmiştir. 1837’de hazırlanan orijinal katalogda, kitapların bir kısmının halk arasında dağıldığı, kütüphanenin korunmasından yerel ulemanın sorumlu olduğu kaydedilmiştir. Bağışçılar arasında çok sayıda yeniçeri bulunmaktadır. Vidin müftüsü ve Vidin İdare Meclisi eski sekreteri Mahir Efendi de bunlar arasındadır.
Milli Kütüphane, Vidin halkına ait tereke kayıtlarını da içeren 80’den fazla sicil defterine sahiptir. Bu defterlerde ölen kişilerin mirası (yorganlar, mutfak eşyaları, kitaplar vb.) ayrıntılı şekilde kaydedilmiştir. Bu belgelerden, dönemin en pahalı kitaplarının hukuk alanındaki eserler olduğu anlaşılmaktadır.
– Pazvantoğlu’nun kütüphanesinde 22 tematik kategori yer alıyor. Dini içerikli (Kur’an, hadis, kelam, tasavvuf, fıkıh) eserlerin yanı sıra dil, matematik, felsefe, astronomi gibi seküler alanlara ait kitaplar, biyografik koleksiyonlar ve şiirler de var. Özellikle dikkat çeken eserler nelerdir?
– En değerli eserlerden biri, 16. yüzyıl sonlarında Medici ailesi tarafından Roma’da basılan İbn Sînâ’nın *Tıpta Kanun* adlı kitabıdır. Ayrıca Davut’un Mezmurları’nın İtalyanca bir baskısı da bulunur. İsviçreli bilim insanı Paracelsus’un eserlerinin Türkçeye çevrilmiş bir nüshası mevcuttur (bir örneği Samokov kütüphanesinde de vardır).
Öklid’in *Elementler* adlı eseri, Milli Kütüphane’de korunan en eski el yazmalarındandır ve 11. yüzyıla aittir. Bu eser, Abbasîler döneminde yaşamış büyük çevirmen Kosta ibn Luka (820–912) tarafından Arapçaya çevrilmiştir. Ayrıca Orta Asyalı astronom ve bilgin Nasîrüddin et-Tûsî’nin, Semerkantlı Uluğ Bey’in astronomik cetvellerinin de kütüphane koleksiyonunda yer aldığı bilinmektedir.
– O dönemde kütüphaneleri kimler kullanıyordu?
– Vakıf kütüphaneleri genellikle okuma salonu esasına göre işletilirdi; kitaplar dışarı çıkarılamazdı. Ancak Pazvantoğlu’nun kütüphanesinde, kefil gösterilmesi halinde kitapların ödünç alınmasına izin verilirdi.
– 1878’den sonra ne oldu?
– Kurtuluştan sonra, ülkemizdeki birçok Osmanlı kütüphanesi Milli Kütüphane’ye devredildi. Osmanlı Devleti, kötü saklama koşullarını gerekçe göstererek Pazvantoğlu’nun kitaplarını geri istemişti. Vidin’de kalan Müslüman nüfus azdı; buna rağmen kütüphane yerel yönetim tarafından teslim edilmedi. 1883’te Maarif ve Din İşleri Bakanı Konstantin Stoilov da aynı şekilde iade talebini reddetti.
1887–1888 yıllarında, Stefan Stambolov döneminde, kitapların üçte ikisi Osmanlı İmparatorluğu’na devredildi. Stambolov, Sultan ile ilişkilerini güçlendirmek ve Makedonya’daki Bulgar Kilisesi’nin korunmasını sağlamak amacıyla bu adımı atmış olabilir. Ödeme yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir.
Katalogdan, dini içerikli kitapların iade edildiği, tarih, tıp ve dilbilgisiyle ilgili eserlerin ise korunduğu anlaşılmaktadır. Kitapların incelenmesi için kurulan komisyonda Edirne, Selanik, Manastır ve Üsküp’te Osmanlıca ve Arapça öğrenmiş kişiler görev almışlardır. Bu kişiler, Bulgaristan’da Osmanlı ve Doğu bilimlerinin temellerini atan ilk araştırmacılardır.
– Türkiye’de bugün bu kitaplar nerelerde bulunmaktadır?
– Türkiye’den bir meslektaşım, Osmanlı Devleti’nin kitapları toplamak üzere Sofya’ya gönderdiği Mahmud Nedim Bey’in listesinde Nadir Eserler Kütüphanesi’ne ait kayıtları buldu. Barton Üniversitesi’nden bir diğer meslektaşım ise, kitapların bir kısmının Beyazıt Kütüphanesi’nde olduğunu tespit etti. İstanbul’da beni kütüphane müdürüyle tanıştırarak Pazvantoğlu’nun kitaplarını görmemi sağladı.
OSMANLICA EKOLÜMÜZ AVRUPA’NIN EN İYİLERİ ARASINDA
– İstanbul ve Kahire arşivlerinden sonra, Milli Kütüphanemiz Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsça belgeler bakımından dünyanın en büyük üçüncü arşivine sahiptir. Ancak bunları okuyacak insan gücümüz var mı?
– Türkiye 1931 yılında arşivinin bir kısmını açık artırmayla satmış, biz de bu şekilde birçok belgeyi edinmişiz. Ülkemizdeki tüm bölgesel arşivlerde ve müzelerde Arap harfli Osmanlı belgeleri bulunmaktadır. Milli Kütüphane arşivi 80 yılı aşkın süredir tasnifli olduğu için araştırmacıların belgeye ulaşması kolaydır.
Bulgaristan’daki Osmanlıca araştırma ekolü bugün hâlâ Avrupa’nın en güçlülerinden biridir. Bunun nedeni, Trakya ve Makedonya’da Osmanlıca öğrenen Bulgar aydınlarının oluşturduğu güçlü temellerdir. Ayrıca Almanya’da Şarkiyat eğitimi alan Prof. Boris Nedkov’un (1910–1975) katkısı da büyüktür. Günümüzde Osmanlı uzmanlarının çoğu tarih kökenlidir, ancak Türkçeye hâkimiyet dereceleri genellikle zayıftır.
– “El-İdrisî Haritalarında Balkan Yarımadası” kitabının ortak yazarıyken, Arap bilim ve kültürünün Avrupa üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz.
– Bilgimiz gerçekten yetersiz. Ancak Milli Kütüphane 1960’lardan bu yana Arapça, Farsça ve Türkçe Doğu el yazmalarının kataloglarını ve kilise mücadelelerine ilişkin belgelerin envanterlerini yayımlamaktadır. Günümüzde çağdaş İslam okulları ve İslam dünyasındaki siyasi hareketler hakkında da giderek daha fazla araştırma yapılmaktadır. Özellikle Sofya Üniversitesi’nin Arapça, Türkoloji ve İran çalışmaları bölümlerinde bu konularda önemli akademik üretim gerçekleşmektedir. Prof. Yordan Peev’in büyük ansiklopedisi *“İslam Evi”*nin ikinci cildi yayımlanmıştır; burada İslam tarihinin önde gelen şahsiyetleri tanıtılmaktadır.
Tarihimizin Osmanlı döneminde İslam kültürü ve biliminin Bulgar topraklarında yaygınlaştığını bilmemiz gerekir. Bununla birlikte, 1396 sonrasında el yazmaları ve kütüphaneler de dahil olmak üzere Bulgar kültür mirasının akıbeti de önemlidir. Bu eserlerin bir kısmı korunmaları için Rusya, Romanya ve başka ülkelere gönderilmiştir.
1 Ekim 2025 Çarşamba
Hikmet Haksöz, Göç Yollarında
27 Eylül 2025 Cumartesi
STEFAN PEYÇEV, OSMANLI ŞEHRİNİN DOĞASI: SOFYA'DA SU VE KENTSEL MEKAN 1380 - 1910
1913 yılı, Sofya'da kentsel mekânın kavramsallaştırılma ve deneyimlenme biçiminde bir dönüm noktasıdır. 8 Eylül'de Belediye Meclisi, Osmanlılar tarafından erken modern dönemde Sofya'nın tarihi merkezine inşa edilen birçok su tesisinden biri olan eski termal hamamın yıkılması yönünde oy kullandı. Erkekler hamamı, Sofya'da Osmanlı'nın mekân yaratma yaklaşımının son temsilcisiydi; yapı ve doğa, en belirgin şekilde kaplıca bölgesi Banyabaşı'nda ifadesini bulmuştu.
Hikayenin geri kalanını ve çok daha fazlasını bu kitapta okuyabilirsiniz.
6 Eylül 2025 Cumartesi
VİDİN'DE ÇOBAN KÖPRÜ OLARAK BİLİNEN AHMET PAŞA KÖPRÜSÜ'NÜN HİKAYESİ
Dunavtsi kasabasından Vidin’e giden yol üzerinde bulunan Osmanlı köprüsü, halk arasında Çoban Köprüsü adıyla bilinir. Arabalarından inen pek az kimse, modern köprünün altında saklı duran eski taş köprüyü fark eder. Oysa bu köprü, Topolovets Nehri’nin Tuna’ya kavuşmadan önceki yatağı üzerine inşa edilmiştir.
Taş köprü, Dunavtsi’den Vidin’e girerken eski yol
üzerinde yer alır. Yapımında Bulgar ustalar çalışmış ve zamanla kültürel anıt
olarak ilan edilmiştir.
Bulgar kaynaklarına göre köprü üzerindeki kitabe şu
şekilde okunmaktadır:
“Yüce Allah’ın adıyla. Büyük Sultan Mahmud’un
saltanatı yılında, Vezir Köprülü’nün torunu, kerem sahibi Ahmed Paşa bu köprüyü
inşa ettirdi. O yüce padişah bir hayır işledi; bütün mahlûkat, devletinin ve
ihtişamının daim olması için ona dua etti. Kılıcı keskin ola! Allah, devletinin
düşmanlarını kahreyleye! Güzellik ve sevinçten ilhamla tarih dedim: Sultan
Mahmud yeni köprüyü yaptırdı. 1734.”
Köprü Efsanesi
Bulgar halk rivayeti, köprünün yapılışını şöyle
anlatır:
Vidin valisi, bir bahar mevsiminde, mülklerini
dolaştıktan sonra kızı Safiye ile birlikte şehre dönmekteydi. Şehre girerken
Topolovets Nehri’nin kabaran sularından geçmek zorunda kaldılar. Ancak paşanın
arabası sulara gömülüp kalınca, yakınlarda sürüsünü otlatan genç bir Bulgar
çoban yardıma koştu. Güçlü delikanlı, arabayı kollarıyla çekip karşı kıyıya
çıkardı. Paşa hayretle, kızı ise hayranlıkla onu seyrediyordu.
Paşa
minnettarlıkla çobana mükâfat teklif etti. Delikanlı ne mal istedi ne de para;
yalnızca, ‘ahiret yükümü hafifletmek için bir ay müddetle vali olmak istiyorum’
dedi. Paşa evvelâ razı olmadı; nihayet, bir âdet üzere asasını göğe fırlatıp
yere düşünceye kadar idareyi çobana bırakmayı kabul etti.
Çoban bu sürede, nehrin üzerine bir köprü yapılmasını
emretti. Paşa, bu basiretli karar karşısında memnuniyetle parayı verdi, Bulgar
ustaları görevlendirdi. Köprü inşa edilmeye başlandı.
Fakat bu arada paşanın güzel kızı Safiye, gönlünü
çobana kaptırdı. Her gün köprüyü bahane ederek onunla buluşmaya başladı. İki
genç, köprü tamamlanınca birlikte kaçmaya bile sözleştiler. Bu sır, paşanın
yakın adamlarınca öğrenildi. Paşa, kızına kalenin kapılarını üç gün kapattırdı.
Son gün, çobanın başı vurulup köprüye gömüldü. Böylece köprüye Çoban Köprüsü
denildi.
Genç kız ise sevgilisini beklerken acı hakikati
öğrendi. Çaresiz, arabasına binip altın kesesini yanına alarak uzaklara sürdü.
Kerachitsa Nehri’ne vardığında yaşlı bir adam onu durdurmaya çalıştı. O ise
altınlarını verip, çocuklarına yarısını bırakmasını, kalanıyla köprü
yaptırmasını emretti. Ardından arabasıyla coşkun sulara atıldı ve boğuldu. Onun
kaybolduğu yere Davi Vir (Boğucu girdap), yaşlı adamın yaptırdığı
köprüye ise Kadın Köprüsü adı verildi.
Vidin şehrine yakınlığı ve sakin manzarasıyla Çoban
Köprüsü bugün de dikkat çeker. Nehir boyunda oltacılar çoğu kez çipura, sazan
ve havuz balığı yakalar; kimi zaman turna balığı da çıkar. Av yasağı
dönemlerinde dahi, Novoseltsi köyünden Çoban Köprüsü’ne kadar olan kesimde
balık avına izin verilir.
Köprüyü geçince Vidin’in giriş tabelası görülür. Eski bir geleneğe göre tabelada, girişte “Vidin’e Hoş Geldiniz”, çıkışta ise “Vidin sizi tekrar bekler” yazmaktadır.
4 Eylül 2025 Perşembe
Velingrad Kasabasının Kısa Tarihçesi
DEYAN ROSENOV DIMITROV'DAN
Velingrad Kasabasının Kuruluşu
Velingrad, 1948 yılında Lıdjene, Kamenitsa ve Çepino köylerinin birleşmesiyle kurulmuştur. Adını, komünist partizan Vela Peeva’dan almıştır.
Çepino havzası, Bulgar devletine Malamir döneminde katılmış, halefi Presiyan ise tüm Rodop bölgesini sınırlarına dahil etmiştir. Bölgenin stratejik önemini, kanlı savaşlar veya gizli entrikalar sonucu kimi zaman Bizans’ın, kimi zaman Bulgarların eline geçmesi açıkça göstermektedir. Bizanslılardan kesin kurtuluşu ise Çar Kaloyan döneminde gerçekleşmiştir. Bu döneme ait kalıntılar hâlâ mevcuttur: kentin 12 km doğusundaki “Straja” mevkiinde ve 12 km kuzeyde, Rakitovo topraklarında “Gradot” mevkiinde. Çar Kaloyan’dan sonra, Çepina kalesi bir süre Despot Aleksiy Slav’ın başkenti olmuştur. Daha sonra Aleksiy Slav, başkentini Melnik’e taşımıştır. Çar İvan Aleksandır dönemine ait sikkeler Çepino bölgesinde bulunmuştur. Bölgenin Osmanlı hâkimiyetine geçişi, Çepina kalesinin de düşmesiyle birlikte 1371–1373 yıllarına tarihlenmektedir.
Bu olayın ardından yerel Bulgarların yaşamında önemli değişiklikler yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, merkezde müttefiklere ihtiyaç duymuş ve 16. yüzyılın başlarından itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak İslam’ı yaymaya başlamıştır. 1516–1517 yıllarına ait Osmanlı tahrir defterinde bölgede ilk Müslümanların ortaya çıktığı görülmektedir. O dönemde Çepino köylerinde toplam 624 hane bulunmaktaydı; bunlardan 12’si Müslümandı. Bulgarların isimleri Velço (Zlatko’nun oğlu), Petko (Rayo’nun oğlu), Radul (Proslav’ın oğlu) gibi iken, Lıdjene’den 7 hane “Abdullah” soyadını kullanmaya başlamıştı. Bu ad, İslam’a yeni girenlere verilen yaygın bir isimdi. Ayrıca bu 7 hanenin her biri tam bir çiftlik arazisine sahipti ki bu, bir aile için iyi bir geçim kaynağı sayılmaktaydı.
Çepino
Velingrad’ın en güneydeki mahallesidir. Şehir kurulmadan önce köy statüsündeydi ve 1934 yılına kadar “Ban’ya Çepinska” adını taşımış, daha sonra “Çepino” olarak değiştirilmiştir (Çepino havzasından dolayı). İsim farklı şekillerde (Ban’ya, Ban’ya-Çepino, Çepino-Ban’ya, Çepino) kullanılmış ve bu da zaman zaman karışıklığa yol açmıştır. “Çepino” adı (eski şekliyle “Tsepinа”/“Tsepino”), Osmanlı belgelerinde 1666 yılında geçmektedir. Türkçede “ts” sesi bulunmadığından isim “Çepino” şeklinde kaydedilmiştir. Burada ayrıca Klептуza adlı koruma altındaki doğal alan ve iki gölet bulunmaktadır.
Lıdjene
Velingrad’ın merkezî mahallesidir. Belediye binası, merkez postanesi, bölge mahkemesi, merkez kooperatif pazarı ve diğer resmî kurumlar burada yer almaktadır. Lıdjene, eskiden bir feodal çiftlik iken, etrafındaki sıcak su kaynakları ve kaplıcalar sebebiyle yerleşime açılmıştır.
Kamenitsa
Velingrad’ın en büyük mahallesidir. Vlasа, Kükürtlü Kaplıca (Syarna ban’ya) gibi çok sayıda kaynak burada bulunmaktadır. Mahallede ayrıca Bulgaristan’ın en eski kiliselerinden biri vardır. Bu kilisenin sunak bölümü, 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında silahların saklandığı gizli bir depo olarak kullanılmıştır.
Sofya’daki “Roma Duvarı” – aslında Osmanlı namazgâhıdır
DEYAN ROSENOV DIMITROV'DAN
Sofya’daki “Roma Duvarı” – aslında Osmanlı namazgâhı.
Sofya’da “Roma Duvarı” ya da “Eski Duvar” olarak bilinen yapı, gerçekte Roma döneminden kalma değildir; bu yapı bir Osmanlı namazgâhıdır – üstü açık, yalnızca bir duvarı olan, camiyi andıran özel bir açık hava ibadet alanıdır. Günümüze nispeten iyi korunmuş şekilde ulaşan yapı, kökeni ve işlevi hakkında açık izler sunmaktadır.
Duvar, Osmanlı mimarisine özgü hücreli duvar tekniğiyle (dörtgen tuğla çerçeveler içine yerleştirilmiş taş bloklarla) inşa edilmiştir. Bu özellik, onu Roma ve ortaçağ duvar işçiliğinden hemen ayırmaktadır. Üzerinde iki yüksek pencere açıklığı vardır; ortalarında ise batıya dönük mihrap nişi yer almaktadır ki bu da yapının ibadet amacıyla kullanıldığını açık biçimde göstermektedir. Üst kısmı dişli tuğla kornişle tamamlanmış, bu da yapıya daha gösterişli bir görünüm kazandırmıştır.
Namazgâh, açık gökyüzü altında ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Hac yolculuğuna çıkan Müslümanlar burada toplanır, imam da onlar için dua ederdi. Duvarın yanında konulan iri taşlar, hac yolcularının daha rahat bir şekilde atlarına binmesine yardımcı oluyordu. Böylece burası hem manevi hazırlığın yapıldığı, hem de yolculuğun fiilen başladığı bir uğurlama mekânı olmuştur.
Benzer yapılar bütün İslam dünyasında bulunur. Arap geleneğinde bunlara musalla denirken, Osmanlı Türkleri Farsça kökenli “namazgâh” adını kullanmıştır; kelime anlamı “namaz kılınacak yer”dir. En erken örnekleri, kare taş platformun bir kenarında mihraplı bir duvar olarak inşa edilmiş, etrafında cemaatin toplanabileceği açık alanlar bırakılmıştır. Çoğu kez yerleşim alanlarının dışında, önemli yolların kenarında, kavşaklarda, menzillerde ve kervansaray duraklarında yapılmışlardır. Sadece ibadet için değil, aynı zamanda yolda olan askerî birlikler, kervancılar ve işçiler tarafından da kullanılmıştır.
Bulgar topraklarında da başka örnekler mevcuttur. Örneğin Kuzeydoğu Bulgaristan’daki Suvorovo bölgesinde, namazgâhlarla birlikte çeşmeler de bulunur; böylece hem ibadet hem de yolcuların su ihtiyacı aynı yerde karşılanmıştır. Bu da bu yapıların çok işlevli karakterini – dini, sosyal ve pratik yönlerini – bir kez daha ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla Sofya’daki “Roma Duvarı”, sıkça antik bir Roma kalıntısı zannedilmiş olsa da, gerçekte Osmanlı dini ve kültürel hayatının değerli bir tanığıdır. İbadet ve yolculuğun günlük ihtiyaçlarını karşılayan bu mimari unsur, Osmanlı İmparatorluğu yollarındaki açık hava camilerinin geniş geleneğinin bir parçasıdır.
1877 yılı 9 Eylül tarihli L'Illustrazione Italiana dergisinin 36. sayısında yayımlanan Hacıoğlu Pazarcık şehrine ait bir gravür
DEYAN ROSENOV DIMITROV'DAN
|
Söz konusu gravürde, 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın en yoğun döneminde, günümüzde Dobriç olarak bilinen Bazarcık şehrine ait bir sahne tasvir edilmektedir. Kompozisyonun merkezinde, zarif sütunlarla taşınan kubbeli bir sundurmayla örtülmüş büyük bir çeşme–fıskiye yer almaktadır. Bu yapı, hem kentin mimari açıdan dikkat çeken öğelerinden biridir hem de yalnızca su temini için değil, aynı zamanda toplumsal buluşmalar için de kullanılmış olmalıdır. Çeşmenin arkasında, çıkmalı pencerelere sahip iki katlı Osmanlı tarzı evler, kamu binaları ve minaresi görülen bir cami yükselmektedir; bu da şehrin dini merkezine işaret etmektedir. Meydan oldukça canlıdır – gravürde birçok insan, atlı ve asker görülmekte, bu da sahneye dinamizm katmaktadır. Osmanlı askerî birlikleri, geleneksel kıyafetleriyle yerel halk, çeşmenin çevresinde testileriyle kadınlar ve çocuklar betimlenmiştir. Kalabalığın arasında Avrupalı seyyahlar ya da askerî gözlemciler de göze çarpmaktadır; bu da Avrupa kamuoyunun Balkanlardaki gelişmelere duyduğu ilgiyi yansıtmaktadır. Gravürün altındaki yazı şöyledir: “Piazza e fontana della città di Basardjik, a 8 ore da Varna” – “Varna’dan 8 saat uzaklıktaki Bazarcık şehrinin meydanı ve çeşmesi.” Bu not, İtalyan okuyucular için şehri coğrafi bağlama oturtmakta ve onu önemli Karadeniz limanı Varna ile ilişkilendirmektedir. Gravür, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Dobriç’in şehir görünümü, Osmanlı mimarisi, toplumsal yaşamı ve Osmanlı-Rus Savaşı arefesındeki atmosferine dair değerli bir tarihî kaynak niteliği taşımaktadır. |
28 Ağustos 2025 Perşembe
Yantra Nehri üzerindeki Byala Köprüsüne Ait Kitabe
Bulgaristan'dan Rusya'ya götürülen bir Osmanlı kitabesi:
27 Ağustos 2025 Çarşamba
Vidin'de Murad Baba Türbesi
Vidin'de Murad Baba Türbesi
Murad Baba türbesi
hakkında, daha önce sözünü ettiğimiz Hacer Abla’nın anlattıklarından bazı
bilgiler öğreniyoruz. Ona göre:
Murad
Baba’nın mezarı türbesiz, açıkta imiş. Şehre bir Türk konsolosu gelmiş. O gece
konsolosun rüyasına Murad Baba girmiş ve şöyle demiş:
“Konsolos
Efendi, benım yerım Ak Cami’nin kapisındadır, beni Çingene, Bulgara çeynetma, bana
bir siper yap. Zere ustumden butun gün Çingene, Bulgar çeyney beni. Hepisıne
hatam dokunacağına bana bir siper yap. Konsolos – sürmedi bir hefte – islah bir
yer yapti ona. Demir kapi koydi, ustune bir kilit.
Hacer Abla’nın
Murad Baba’ya halkın ziyaretleri hakkında anlattıkları ise şöyle:
Kim
isterse, her ne muşkili var ise, gider Murad Baba’ya, namas kilar, Kuran okur,
kim adamiş ise, horos keser. Bir angi fakir geçerken verır horozi, yesın. Kolayi
olan bir angi çocugi ya bir angi kızi çok yatmiş hasta, kurtulsun deye, kurban
adar. Güturur kapisi yanına, çağırır bir kasap, keser kasap, soyarler, her
kimselere dağıdırler. Derisini ikarler, getırırler, tekkede brakırler. Her kim
giderse Murad Baba’ya, ustunde namaz kılarler.
Bir
kadın gider Murad Baba’ya, her kez dua eder başka şey için, kadın gider dua
ettsın dosti için. Kocasi ulsun da dostuna varsın deye. Kapanır Murad Baba’nın kapisi,
kadıni taştan taşa duger - Murad Baba düğer - , kadının saşlari taşlar arasında
kalır, bayilana kadar. Yetişır tekkenın adami, açar kapiyi, çikarır kadıni,
sorarler: “niçin boyle oldun sen? senın yureğın doğri del-imiş, daha bir kere
boyle yureklen boyle kapiya galma (gelme).” Tekkeş der kadına. Daha bir kere
boyle yureklen galma (gelme), zere uldurur seni.” Kadın çikıp gider evine.
İşitmişım
elli sene evelinde, belki elli seneden var daha ziyade, Vidin’de bir marebe
olmiş. Gitmiş işleri hep geri, artık asker bitene kadar; zabit bakar arkasına,
elli kişi asker kalmiş.
Giderler
Murad Baba’ya, rica ederler: “aman Murad Baba, bize imdat, zere bittık artık”
deye zabit yalvarır. Murad Baba’dan bir seda galır: “kırılsın, suti pak olan kalsın.”
Paşa yalvarır: “amaan Murad Baba, namusumuz yere vuruldi, bize imdada yetiş.” Gene
bir seda galır Murad Baba’dan: “Suti pak olan kalsın.” Daha iki asker vurulur, kırk
sekis tane kalır. çikar ordan Murad Baba, askerinnen, ellerinde bayraklarınnen,
alır ileri, o bir asker bakar karşidan, der ki: “Bunnarın hesabi yok, bunnar çok
kalabalık”, dunerler geri, Murat Baba ileri, onnar geri, kızıl almaya kadar
gider Murat Baba, orda asasıni diker. Orda barışık olur artık, almiş alacak
yerini.
Asker
giderken, ne ki kalmiş o elli asker, yırlarler (türkü söylerler):
Vidin
kalesının buyuk taşlari,
analer,
babaler düker yaşlari,
kavgaya
gidenner din kardaşlari.
aman
padişahım izin ver bize,
yandi
serhat Vidin, burudi duman.
Vidin
kalesının un kapisi var,
gayet
cepanesi, çok güllesi var,
Vidin
kalesinde sıra sugutler,
oturmiş
bin-başi, nefer ugütler,
kavgaya
gidenner babayiğitler.
Aman
padişahım, izin ver bize,
Yandi
serhat Vidin, burudi duman.
Ne vakıt Murad Baba’nın askeri çikay
imdada, o vakıt bu bir askerler yurekleniy, geri durgudiyler askeri – onnar istemey
dursun, hem bu turkiyi söylerler, hem ileri giderler. Kızıl almada teslimıni
aldıkten sora dunerler. Murad Baba’nın hüneri budur. (Nemeth, 1996: 263-264)
19 Ağustos 2025 Salı
1951-1952'LERDE VILKOSEL KÖYÜNDE SÜNNET (SATOVÇA, BLAGOEVGRAD)
1951-1952 yıllarında Vılkosel’de yapılan sünnet. En önde hafız Süleyman Topov. Onun yanında Dautiviya hoca – İbrahim Bostanciev (Flober’in babası). Beyaz sarıklı Mehmed Ali Kermeriv (Dunyo Ganyo), bayrağın yanında bulunan Abdullah Meyzinev’in (Abdullah Meyzinev’in dedesi) yanındadır. Ön sırada, soldan sağa doğru ikinci, bıyıklı olan kişi Aliya Şamatarev’dir. Hafızın arkasında ise Arun Ukov (Sokol’un dedesi) bulunuyor.
6 Ağustos 2025 Çarşamba
ROMANYA DÖNEMİ SİLİSTRE KARTPOSTALI
28 Temmuz 2025 Pazartesi
19 Temmuz 2025 Cumartesi
18 Temmuz 2025 Cuma
Vidin Müftüsü Silistreli Mahmud Celaleddin Efendi'nin kötü hal ve idaresi sebebiyle azledilerek yerine tayin olunan sabık Müftü Süleyman Hulusi'nin menşur ve mürasele talebi.
Belge Özeti :
Şehbenderlikler: Vidin Müftüsü Silistreli Mahmud Celaleddin Efendi'nin kötü hal ve idaresi sebebiyle azledilerek yerine tayin olunan sabık Müftü Süleyman Hulusi'nin menşur ve mürasele talebi.
Tarih: 06-01-1888
Vidin Müftüsü müteveffa Yusuf Ziya Efendi'nin yerine seçilen Silistreli Mahmud Celaleddin Efendi'nin tayini
15 Temmuz 2025 Salı
TURHAN RASİEV (1942-2025) VEFAT ETTİ. ALLAH RAHMET EYLESİN
14 Temmuz 2025 Pazartesi
2 Temmuz 2025 Çarşamba
VİDİN İLE İLGİLİ KİTAP TANITIM PROGRAMI VE MEZARLARA ÇELENK BIRAKILMASI TÖRENİNDEN HABERLER
VİDEOYU İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ!
VİDİN BELEDİYESİ'NDEN YAPILAN AÇIKLAMA
Osman Pazvantoğlu Camii'nde Kitap Tanıtımı
Vidin Belediye Başkanı Dr. Tsvetan Tsenkov ve yardımcısı mühendis Rumen Lilov, Osman Pazvantoğlu Camii bahçesinde düzenlenen kitap tanıtımına konuk olarak katıldılar. Etkinliğe Bulgaristan Başmüftüsü Mustafa Hacı, Vidin ve Montana Bölge Müftüsü Necati Ali, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakan Yardımcısı Nazif Yılmaz, milletvekili Tsvetan Ençev, Vidin Bölge Eğitim Müdürlüğü Başkanı Veselka Asenova, Vidin Metropolitliği’nden Başrahip Samuil, Türkiye'nin Bulgaristan’daki büyükelçiliğinden temsilciler, belediye meclis üyeleri, kurum yöneticileri, kanaat önderleri ve vatandaşlar katıldı.
Programın başında, Vidin’in merkezinde bulunan Osman Pazvantoğlu ile Halil ve İbrahim Begovi kardeşlerin mezar taşlarına çiçek sunuldu. Ardından topluluk, kitap tanıtımının gerçekleştirileceği Kale mahallesindeki camiye doğru yürüdü. Katılımcılara Vidin Belediye Başkanı Tsvetan Tsenkov bir selamlama konuşması yaptı. “Bu girişim için Bölge Müftülüğünü tebrik ediyorum. Çünkü hemşehrilerimizin tarihlerine dair bilgi sahibi olmaları önemlidir. Bu çalışmaya başarılar diliyorum ve iki komşu halkımız arasında verimli iş birliğine inanıyorum” dedi.
Dinleyiciler, şu kitaplarla tanışma fırsatı buldular: Prof. Stoyanka Kenderova’nın kaleme aldığı “Vidin Şehri’nde Osman Pazvantoğlu Kütüphanesi (1837–1887)”, Basri Zilabid Çalışkan’ın yazdığı “Tuna’nın Sessiz Şahitleri – Vidin'de Türk Mezar Taşları” ile “Vidin’deki Türk Şefkat Kültür Derneği’nin Halil ve İbrahim Begovi Kardeşler Tarafından Kuruluşunun 44. Yılı” başlıklı eserler. Ayrıca, Vidin Devlet Arşivi eski müdürü Svetlana Krısteva, Begovi kardeşlerin hayatını ve kurdukları derneği anlattı.
Vidin Belediyesi
VİDİN DEVLET ARŞİVİ TARAFINDAN YAPILAN AÇIKLAMA
Osman Pazvantoğlu Camii'nde Kitap Tanıtımı
25 Haziran 2025 tarihinde Vidin Devlet Arşivi ekibi, Osman Pazvantoğlu Camii bahçesinde düzenlenen kitap tanıtım etkinliğine katıldı. Etkinlikte Bulgaristan Başmüftüsü Mustafa Hacı, Vidin ve Montana Bölge Müftüsü Necati Ali, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakan Yardımcısı Nazif Yılmaz, Vidin Belediye Başkanı Dr. Tsvetan Tsenkov, Vidin Metropolitliği’nden Başrahip Samuil, Türkiye’nin Bulgaristan’daki büyükelçiliğinden temsilciler, belediye meclis üyeleri, kurum yöneticileri, kanaat önderleri ve vatandaşlar hazır bulundu.
Etkinliğin başında, resmî katılımcılar tarafından Vidin şehir merkezinde yer alan Osman Pazvantoğlu ile Halil ve İbrahim Begovi kardeşlerin mezarlarına çiçek sunuldu. Ardından topluluk, kitap tanıtımının yapıldığı Pazvantoğlu Camii’nin avlusuna doğru yürüyüşe geçti.
Katılımcılar şu eserlerle tanışma fırsatı buldular: Prof. Stoyanka Kenderova’nın “Vidin Şehri’nde Osman Pazvantoğlu Kütüphanesi (1837–1887)”, Basri Zilabid Çalışkan’ın “Tuna’nın Sessiz Şahitleri – Vidin’de Türk Mezar Taşları” adlı kitabı ile Halil ve İbrahim Ahmed Begovi kardeşler tarafından kurulan Vidin Türk Şefkat Derneği’nin 44. Yılına dair yeniden yayımlanmış ve çevirilerle zenginleştirilmiş anı kitabı.
Vidin Devlet Arşivleri Eski Müdürü Svetlana Krısteva, arşiv belgelerine dayalı olarak Ahmed Begovi kardeşlerin hayatı ve Vidin’de kurdukları dernek hakkında bilgi verdi.
Prof. Kenderova’yı, uzun yıllara dayanan yoğun araştırma çalışmasının ürünü olan bu değerli kitabı için tebrik ettik. Vidin Devlet Arşivleri tarafından düzenlenen dört bilimsel konferansta araştırmalarının belirli bölümlerini paylaşmış olmasından dolayı kendisine minnettarız. Ayrıca arşivimizde muhafaza edilen bazı belgelerin tercümelerine de katkı sağlamıştır. Kendisine, aramızda güvene dayalı bir dostluk kurduğu için teşekkür ettik.
Sayın Krısteva’ya, kültürel ve tarihî değerlere olan duyarlılığı ve katkılarından dolayı Vidin ve Montana Bölge Müftüsü Nejati Ali tarafından kristal bir plaket takdim edildi.
| BTG Kurucusu ve Vidin'de Türk Mezar Taşları kitabının yazarı Basri Zilabid Çalışkan, Bulgaristan Başmüftüsü Dr. Mustafa Hacı'dan tebrik plaketi alırken. |