26 Aralık 2017 Salı

KIZANLIK’TA İSKENDER BEY CAMİİ, AYDIN ÖMEROV

KIZANLIK’TA İSKENDER BEY CAMİİ

AYDIN ÖMEROV
Sofya Yüksek İslam Enstitüsü (YİE) Öğretim Görevlisi

Orta Bulgaristan’da Sofya’yı Burgaz’a bağlayan karayolu ve demiryolu üzerinde bulunan Kızanlık


(Kazanlık), ünlü Şipka geçidinin hemen güneyinde, Gül Vadisi olarak bilinen Kızanlık ovasında kurulmuştur. Uzun yıllar Bulgar Krallığı ve Bizans İmparatorluğu arasında el değiştiren Kızanalık ovası bu sebeple birkaç defa tahrip edilmiştir. Osmanlılarca fethedilen Kızanlık bölgesine iskân edilen Türk nüfusun göçebe yörükler olduğu, yer ve köy isimleri olan Saruhan, Sufiler, Saltuklular isimlerinden anlaşılmaktadır. Kızanlık, Osmanlı döneminde Müslüman Türk şehri olarak gelişmiş ve bu sebeple şehirde birçok tarihi eser ve vakıf imar edilmiştir. Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde 8 cami ve mescidi ve bunların arasında Sarıca Paşa ve İskender Bey camisini zikretmekte ve Müslümanı çok, Hıristiyanı az olan kasabada 1060 ev, Sarıca Paşa ve İskender Bey medreseleri, 3 hamam, 2 tekke, 300 dükkan ve çarşı içindeki mükellef handan bahsetmektedir. Bu eserlerden günümüze ulaşan İskender Bey Camisidir. Halk arasında Eski Cami olarak da bilinen mabet 1470’li yıllarda inşa edilmiştir. Cami, kare planlıdır. Kırma çatılı olan caminin tavanı ahşap işlemeli olup kendine has bir tarzı vardır. Çatı altındaki kırmızı tuğlalar camiye çok özel bir görünüm sunmaktadır. Cami, ilk dönem camilerinin özelliklerini taşımakta olup moloz taş ve kırmızı tuğla ile geniş ve sağlam duvarları vardır. Alt sıra pencereleri gayet geniş ve yüksek, üst sıra oval pencereleri ile cami gayet aydınlıktır. Ana salonun son kısmında ahşap kadın mahfili bulunmaktadır. Cami içersindeki hat yazıları gayet güzel bir üslup ile nakşedilmiştir. Son cemaat yeri sundurmalı ve zeminden daha yüksek olarak saçak şeklinde inşa edilmiş ve sonradan cam çerçeve ile kapatılmıştır. Son cemaat yerinin sağ kısmında abdest alma yeri olarak şadravanı bulunmaktadır. Altı köşeli şadravanı şekil itibarıyla eski Selçuklu kümbetlerini andırmaktadır. Maalesef orjinal minberi korunmamıştır. Cami mihrabı geniş ve yüksek olup üzerindeki hat yazıları kendisine özel bir heybet katmaktadır. Caminin minaresinin kaide kısmı moloz taş ve kırmızı tuğla ile inşa edilmiş olup gayet sağlamdır. Gövde kısmı kırmızı tuğla ve kireç ile yükselmekte, tek şerefeli olup gayet düzgün bir görünüme sahiptir. Şerefe kısmında minarenin külahı- na kadar olan kısım beyaz kireç ile sıvanmıştır. Caminin inşa kitabesi günümüze ulaşamamış, lâkin tamir kitabesi Osmanlıca ve uzun bir metin olarak bugün sağlam bir şekilde yerinde olup bizlere cami, banisi ve tamir edeni hakkında malûmât vermektedir. Tamirin kusursuz bir şekilde 1255/1855 yılında yapılıp tamamlandığı bildirilmektedir. Şadravanının bu tamirden sonra camiye ilhak olunduğunu kitabeden öğrenmekteyiz. Maalesef, Kızanlık İskender Bey Camisi tarih boyunca bir çok defa harap edilmeye ve yakılmaya çalışılmış- tır. Ancak Müslüman toplum camilerine sahip çıktığı için nefret ve taassubun olduğu bu bölgede, Yüce Allah’a hamdolsun, bugün hâlâ biz de buradayız diyen mağrur ve yüksek minaresi ile ayakta durmakta ve Müslüman- lar için nur saçan bir merkez olarak faaliyet göstermektedir. 
Müslümanlar Dergisi, 2017 yılı, 11. sayı, s. 16.

25 Aralık 2017 Pazartesi

BULGARİSTAN TÜRKLERİ KİMLİK MÜCADELESİ, RAFET ULUTÜRK

Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi, ne bir araştırmaya ne de bir kitaba sığar. Niyetim, kimlik belleği dağarcığında boşluk hissedenlere yararlı olmaktır. Hedefimiz aydınlarımız, demek, federasyon ve konfederasyon başkanlarımız, siyasi parti, milletvekili ve Devlet Başkam danışmanlarımız, kanaat önderlerimiz, üniversite öğrencilerimiz ve Türklüğüyle var olup gurur duyan, Türklük üretenlerimizdir. Kısaca "Ne Mutlu Türküm" dinlere hitap etme arzusundayım. Bulgaristan'da Bulgaristan Türkleri 2,5 milyon, çoğumuz anadilimizde siyasi ve bilimsel kitap okuyacak durumda değil. Kutsal kitabımız dışında derin eser algılama alışkanlığımız da yok. "Kafan karışmasın.'*' ifadesi, her kitabı okuma anlamında da kullanılır. Bulgaristan'da 2016'da yapılan bir araştırmaya göre Bulgarların % 65’i, Türklerimizin % 85'i ve Romanlarımızın da % 92'si kitap okumuyor. Türkçe okuyanlar ise parmakla sayılır. Fakat biz bilimle barışığız. Akıl tutulması da yaşamıyoruz. Uyanlarımızda "bilen kıskanılır" var. Biz Bulgaristan Türküyüz. Hoşgörülüyüz. Sevgi şefkat dışında birikim taşması bilmeyiz. Yerimizde durur, sabırdan güç toplarız. Boyun eğmeden yaşarken, isyan ederiz. Hayattan öğrendik, hak, özgürlük, adalet ve demokrasi kavgası verdik. 1989 İsyanımızla, Türk kimliği mücadelemizi zirveye taşıdık. Dirilip dimdik durmak için çilelerimizden başka bir şeye gerek duymadık. Bizlere hala konar-göçer gözüyle bakılır. Yaşadığımız toprakları Vatan kılmışız. Amma çok gördüler. Türklüğümüz tarihimizden ve doğal haklarımızdan doğdu. 1796 Büyük Fransız Devrimini hazırlayan Maximillien Robespiere'nin kaleme aldığı "Toptum Sözleşmesi" ile yanıp tutuşanlar sadece 15 gençti.
1879 Tırnova Anayasası ruhunu İstanbul'da "Robert Koleji bitirmiş 3-5 Bulgar aydın hazırladı 1990da Hak ve özgürlükler Hareketi (HÖH) kapanı gizli polis "DS" tarafından kuruldu piyon ajan Ahmet Doğan solo oynadı. O, Bulgaristan Türklerinin kimlik davasına aşılanmış kısır bir döngüydü.
Aşıya aşı yapılmaz, meyvesinden de tohum alınmaz. Doğan dönemi bitmiştir. Kimlik davamızdan esinlenip, zalimlerin başı, diktatör Todor Jivkov'u bizler kazma kürekle devirdik. Sel gibi aktık. Ufuk aradık. Mutluluğu ise hepimiz Türkiye Cumhuriyetinde bulduk. Çarlık döneminde faşizme, sosyalist
dönemde totaliter komünizme karşı ödünsüz mücadele verdik. Eritilip asimile edilmek isterken Türk kimliğinin erimediğini, anadilimiz olan Türkçemizi genlerimizde taşıdığımızı, kimliğimizi çözüp yok edecek gücün henüz bulunamadığını bütün dünya gördü. Mücadele yılları bize, yalnız Türk kanı taşımanın, Türk ırkından olmanın, yarımızın Türkiye'de ve Avrupa'da, yarımızın da Bulgaristan'da yaşamamızın, hatta tüm dünyaya dağılmamızın Türk olmamız için yeterli olmadığını öğretti. Türk olmak, Türklük davası için yaşamak, çalışmak, savaşmak ve gerektiğinde bu uğurda ölebilmektir. Atamızın dediği gibi, Türkçe konuşmamana Türk denemez. Bulgaristan Türklerinin Kimlik Davası Osmanlı parçalanırken çok ağır bir tarihsel dönemde başladı. Bugün de hala devam ediyor. İşte bu elinizdeki kitabın da kırmızıçizgisidir.

24 Aralık 2017 Pazar

RADOMİR CAMİİ VE HAMAMI


Bu cami bugün Arhimandrit Zinoviy İlkokulunun yerinde imiş. Yani Bulgarlar camiyi yıkıp yerine okul yapmışlar. Hemen yanında da hamam var. Hamamın durumu harap ancak mevcut..
Aydın Ayhan bey, Rumeli ve Akdeniz Adalarında Türk Varlığı adlı kitabının 358. sayfasında Radomiri anltırken burada Fatih Sultan Mehmet Camii ve vakıflarından bahsediyor. Bu cami o cami olsa gerek. 

Bulgar kaynaklarına göre hamam 18. yüzyıla ait bir yapıdır. 1977 yılında Radomir Belediyesince tadilat yapılarak "eğlence mekanına" çevrilmiş ve zamanla başka amaçlar için de kullanılmıştır. (Bkz. Rayçeva, V., Letopis na grad Radomir i gradsko-obştinskite upravi (1878-2005 godina), Radomir 2005. 
Osmanlı dönemi Bulgaristan topraklarındaki hamamlarla ilgili Prof. Dr. Lübomir Mikov'un Bulgarca, ОСМАНСКИ ОБЩЕСТВЕНИ БАНИ ПО БЪЛГАРСКИТЕ ЗЕМИ (XV–XX ВЕК) (КУЛТУРНО-ИСТОРИЧЕСКИ ПРОФИЛ) adlı makalesi vardır. Sofya Yüksek İslam Enstitüsünün ilmi dergisi Yıllık'ta (2011) yayınlanmıştır. BTG Editörü


27 Kasım 2017 Pazartesi

Ziyaretten maksat duadır - Bugün bana ise yarın sanadır / Killi köyünden mezar taşı


Fatiha
Ömür dediğin uzun kısa - Ne yazıldı ise başta
Sağ olanlar ricam budur - İsmimi yazdırın taşta
Ziyaretten maksat duadır - Bugün bana ise yarın sanadır
Merhum ve mağfur Ömer Paşa 
ibn Ahmed Paşa
(Tarih kısmı komunistlerce kırılmıştır.) Okuyan: Basri Zilabid Çalışkan
Bulunduğu yer: Killi köyü (Benkovski), Kırcaali, Bulgaristan
Killi köyü imamı Hafız Erdinç Süleyman hocamız fotoğraflayarak göndermiştir. 

25 Kasım 2017 Cumartesi

Nüvvâb'ın son yapraklarından biri daha döküldü... İknici Nüvvab'ın Kurucu Müdürü Osman İsmail Hoca Hakka Yürüdü

Nüvvâb'ın son yapraklarından biri daha döküldü... 
İknici Nüvvab'ın Kurucu Müdürü Osman İsmail Hoca Hakka Yürüdü

Şumnu Nüvvâb Okulu mezunu, Şumnu Türk Pedagoji Lisesi Öğretmeni, "Hristo Smirnenski" Lisesi Müdürü ve en son 1990'dan itibaren Nüvvâb İmam Hatip Lisesi Kurucu Müdürü olarak 40 yılın üzerinde eğitim hizmetlerinde bulunan, ayrıca müftülük teşkilâtında da zor zamanlarda farklı görevleri üstlenen "SAYIN HOCAM"ız OSMAN İSMAİLOV Hakk'a yürüdü. 
Cenaze namazı yarın öğleden önce Şumnu'da kılınacak olan hocamıza Allah rahmet eylesin. 
Mekânı cennet olsun! Öğrencilerinden Vedat S. Ahmed (Sofya Yüksek İslam Şurası Başkanı)

21 Kasım 2017 Salı

Naim’in ardından…, Yazan: Mehmet Türker

O, milli kahramanımızdır

Koşukavaklı İsmail Efendi’nin (Tulumov) oğlu Enver, spor akademisinden mezun olduktan sonra Kırcaali’de halter antrenörü olarak çalıştığı yıllarda köyleri gezip, okullarda genç halterciler keşfi yapmaktayken rastladı Mestanlı “P. Beron” oklundaki Naim’e. Ahatlı’nın, kuş uçmaz, kervan geçmez, 8-10 hanelik Dercolla (Razdelna) mahallesinde doğmuş olan Naim’in otobüs şoförü babası Süleyman (Bomba) oğlu Naim 7 yaşındayken kasabaya gelmişlerdi. Naim on yaşında halterle tanıştı. On beş yaşında Brezilya’da gençler dünya şampiyonasında iki altın madalya alarak 52 kiloda dünya şampiyonu oldu. Bu ilk önemli başarısını elde ettiğinde Kırcaali ilinde de yılın sporcusu seçilmişti. Cenab-ı Allah’ın yürü ya kulum dediği Naim Süleymanov, 18 yaşında halter sporunun zirvesindeydi. Onun bu başarısını gören yöre halkının ağızında “Anasını doğum sancıları tuttuğunda traktörle Ahatlı (Ptiçar) tren durağına ulaştırıp trenle hastaneye yetiştirmek üzereyken doğum, köy mezarlığında gerçekleşir. Onu erenlerin yattığı mezarlıkta doğurmasından dolayı, bu çocuk er gücüne sahip” söylentileri yayılmıştı.

İntikamı misli ile oldu

Nitekim 1984 yılının son ayı, son günlerinde Mestanlı Türkleri’nin adlarını zorla değiştirmeye başladıklarında yöre halkının üzerine çullan kara bulutlar, başarılar dünyasında uçmakta olan Naim’in de kanadını, onurunu, şerefini kırmıştı. Kırıldığını, ezildiğini, mahvolduğunu pek belli etmeden yine Bulgar bayrağı altında çalışmaya ve yarışmalara katılmaya devam ediyordu. 1985-86 yıllarında rekor üstüne rekor kırmasına, biz Bulgaristan Türkleri sevinemiyorduk, meğer onun da sevinmediğini daha sonra anladık. Hatta onu milli takımda yer almasından dolayı kınayanlar da çoktu. Her yiğidin içinde bir aslanın yattığını ancak ertesi yıl T.C. Avustralya Büyükelçiliği’ne sığındığında anlayabildik. Belene Ölüm Kampı’nda olduğu gibi Bobovdol Kampı’nda da gizlice radyodan batı radyo yayınlarını dinliyorduk. O gün öğle saatlerinde Naim’in iltica ettiği haberini aldık. Akşam Bulgar televizyonundan 8 haberlerini izlemek için kulübe toplandık. Bizden dışarıda tek kişinin olmadığını gören gardiyan da tuhaf bir olay olduğunu anlamış olacak ki, o da kulübe girdi. Haberlerin akışı esnasında beklediğimiz haber anons edilince, öyle güçlü bir alkış koptu ki kulüpte, hepimiz bayram etmeye başladık. Bizim için kurtuluşun bir ışığı yanmıştı. Naim’in bu davranışını Bulgar edebiyat eleştirmeni ve siyasetçi Aleksandır Yordanov vefatı üzerine kaleme aldığı “Elveda Naim” yazısında

“Türklerin adlarını değiştiren caniler, o günlerde Naim’in canını dişine takarak, sabır gösterdiğinin farkında değillerdi. O fırsat eline geçtiği an (Avustralya’da) kendisine ve biz Bulgarlara dünyada insanın onurunun ve gururunun madalya ve spor başarılarından daha önemli olduğunu ispat etti. İşte o zaman ismini geri alarak, hayatında en önemli başarısını gösterdi” ifadelerini kullandı.

Onu Türkiye’de Başbakan Özal karşıladı
Başbakan Yıldırım uğurladı


Naim iltica etmeden önce Bulgaristan’dan çok kişi ölümü göze alarak ailece sınırdan kaçtı. Milletvekili, kültür ve sanat adamları da başka ülkelere çıkarak sığınma hakkı istediler. Anavatan Türkiye’ye ulaştıklarında Bulgar zulmünü anlattılar. Fakat Naim’in Bulgaristan’dan kaçışıyla Jivkov rejimine en büyük darbe inmişti, Bulgaristan Türkleri’nin kaderi değişecekti. Dönemin Başbakanı Turgut Özal da bakanlar kurulu toplantısında “Komünist ülkelerde sporculara çok önem verilir. Onlar için tüm imkânlar yaratıldığı halde bu çocuk bize sığınmak istiyorsa, orada ciddi baskılar olmalı.” şeklinde görüşlerini açıklamıştı. Türkiye’ye sığındıktan sonra gittiği ülkelerde Bulgaristan Türkleri’nin çektiği çileleri dile getirerek Jivkov rejimini de dize getirmiş, dünyanın gözünde milli kahraman olmuştu. 

İstanbul Fatih Camisi’nde on binlerin katıldığı cenaze töreninde Başbakan Binali Yıldırım başta olmak üzere çok sayıda bakan, eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu da hazır bulundular. Fakat o gün orada sürpriz iki isim vardı: biri Naim’i keşfeden, onu Naim Süleymanoğlu yapan hocası, Naim’in de kendisine “şefe” diye hitap ettiği Enver Türkileri ve Naim’le aynı kategoride yarışan rakibi Yunan halterci Leonidis. Leonidis, duygularını şu sözlerle paylaşıyordu:

“Naim, ağırlık kaldırma kariyerime başladığımda benim için efsaneydi. Onunla karşılaştığım ve ona yakın olduğum için çok şanslıyım. O beni daha iyi bir atlet yaptı. Çünkü o benim için ve ağırlık kaldırma camiasındaki herkes için çok yüksek bir hedefti. Ama inanıyorum ki hiç kimse onun gibi olamaz. Çünkü o mükemmel bir atletti.”

Rekorları erişilmez bir sporcu, eşine az rastlanan bir Türk ve milli kahramanı, sen anavatanın toprağında rahat uyu, sen bu dünyada gerekeni yaptın. Ruhun şad, cennet mekânın olur inşallah!

Mehmet TÜRKER

NAİM SÜLEYMANOĞLU, YILMAZ ÖZDİL

Siz Türk değilsiniz” diyorlardı.
“Müslümanlığa geçmiş Bulgarsınız” diyorlardı.
Türk okullarını kapatmışlardı, Türkçe gazetelerin kapısına kilit vurmuşlardı, Türk motifli kıyafet giymek bile suçtu, sünnet yasaklanmıştı, sünnet edilen çocukların anneleri beş yıl hapis cezasına çarptırılıyordu, camiler kapatılmıştı, cenaze yıkamak yasaklanmıştı, İslami usüllerle defin işlemine izin verilmiyordu, Türkçe mezar taşları tahrip ediliyordu, Türkçe konuşanlara para cezası kesiliyordu, Türk isimleri Bulgarlaştırıldı, bu dayatmaya “soya dönüş süreci” diyorlardı, Kalaşnikoflu askerler Türklerin kapısına dayanıyor, zorla muhtarlığa götürüyor, Yordan, Mihail, Stanka, Emilya, Natalia filan, Bulgar isimleriyle dolu listeler gösteriliyor, birini seç deniyordu, nüfus kağıtlarını iptal ettiler, yerine Bulgar isimleriyle yeni nüfus kağıtları verdiler, Türkçe isimlerin yazılı olduğu eski nüfus kağıtlarıyla bankadan para çekilemiyordu, çocuklar okula yazdırılamıyordu, devlet dairesinde iş yaptırılamıyordu, Bulgar ismini kullanmaya mecburdun, öğretmenler sınıfta yoklama yapıyor, Türk çocuklarının ismini Bulgarca okuyorlardı, Türk kahvesi bile diyemiyordun, değiştirilmişti, “oryantal kahve” demek zorundaydın. Asimilasyon yavaş yavaş soykırıma dönüşüyordu, 1980-85 arasında binden fazla Türk öldürüldü, Belene işkencesi başladı.
*
Belene kampı, Tuna Nehri'nin iki kolunun arasında kalan Belene adası'ndaydı. Köprülerle geçilebiliyordu. Türk halkının direniş örgütleyen ileri gelenlerini buraya tıktılar. Isıtma sistemi yoktu, karda kışta donuyorlardı, hava karardıktan sonra tuvalete gitmeye izin vermiyorlardı, koğuşlardaki kovalar kullanılıyordu, apandisiti patlayana bile “Bulgar olmayı kabul ediyor musun?” diye soruyor, “hayır” diyeni öylece ölüme bırakıyorlardı, yemek olarak sık sık domuz çorbası veriyorlardı, istersen yeme, domuz çıktığında ekmek bile vermiyorlardı, Türkler ölümüne açlık grevi yapıyordu.
*
Sovyetlerin yıkılması an meselesiydi, Gorbaçov çöküşü engellemek için reform ve şeffaflık açılımı yaptı. Jivkov rejiminin sonu gelmişti. Son bir kötülükle “zorunlu göç” icat etti. Aklınca, Türkiye kapıları açmayacak, Jivkov da dünyaya dönüp “görüyorsunuz bunlar Türk değil, müslüman Bulgar, Türk olsalardı Türkiye alırdı” diyecekti. Diktatörün bu hesabı tutmadı… Türkiye sınırı açtı.
*
350 bin soydaşımız çoluk çocuk yollara döküldü, doğdukları toprakları, evlerini köylerini bırakıp, trenlerle otomobillerle, çoğunluğu yürüyerek, Kapıkule'den Dereköy'den anavatana girdi. İkinci dünya savaşı'ndan sonra Avrupa'nın yaşadığı en büyük göçtü. Yarısı Bursa civarına yerleşti, gerisi İstanbul'a, Anadolu'ya.
*
28 sene oldu…
Meslek hayatım boyunca milyonlarca haber elimden geçti. Meslek hayatım boyunca bir soydaşımızın bile suça bulaştığını, bir soydaşımızın bile Türkiye'yi suistimal ettiğini, bir soydaşımızın bile tarikat marikat işleriyle Türkiye'yi sırtından hançerlediğini, bir soydaşımızın bile örgüte falan karışıp vatana ihanet ettiğini görmedim.
*
Namuslarıyla, onurlarıyla çalıştılar, zormuş, parası azmış filan, iş seçmediler, ne iş olursa olsun gayretle çalıştılar, o dönemleri bugün gibi hatırlıyorum, soydaşlarımızın kadınları tüm Türkiye'ye örnek olmuşlardı, otobüs şoförlüğü yapan kadını, kasaplık yapan kadını, tesisatçı dükkanı açan kadını, ilk defa soydaşlarımızda görmüştük, soydaş kadınları “erkek işi” olarak bilinen işleri omuzluyordu, kirasını ödemeyeni, borcunun üstüne yatanı, dolandırıcılık yapanı, memleketi soyanı, komşusunu rahatsız edeni, görmedim kardeşim, duymadım.
*
Fabrikalarda örnek gösterilen işçi oldular, sözü senet kabul edilen esnaf oldular, tezgahtar olarak başlayıp, işveren oldular, kendileri gibi namuslu, yurtsever, çağdaş evlatlar yetiştirdiler, hekim oldular, avukat oldular, mühendis oldular, akademisyen oldular, devletten asla karşılıksız yardım kabul etmediler, avantacı olmadılar, Türkiye'ye tek kuruş yük olmadılar.
*
Ve…
Ulusal kahramanımız Naim Süleymanoğlu vefat etti.
Cenaze törenini spor sayfalarında verdiler.
*
Naim'in vefat haberinin spor haberiymiş gibi, sadece spor sayfalarında verilmesi, Türk basınının aslında ne kadar “asimile” edildiğinin kanıtıdır.
Türk basınının “mesleki soykırım”a uğradığının… Alt tarafı 28 sene öncesinden bile haberinin olmadığının kanıtıdır.
*
(En ufak bir akrabalık, tarih, şuur birlikteliği olmayan cahil cühela, işsiz güçsüz, mesleksiz kimliksiz dört milyon Suriyeli'yi Türkiye'ye sokan, maaşa bağlayan, şimdilik 30 milyar dolar harcayan, ikametgah adresi, resmi nikah, çalışma izni gibi mevzularda kayıt kuyut tutmayan, kültürel çatışmaya yolaçan, kökü kazınmış hastalıkları hortlatan, sınır güvenliğini kevgire, milli güvenliği arapsaçına çeviren, 100 sene bile geçse çözülmesi imkansız bir sosyal sorun yaratan sayın hükümetimiz… Ve, bunları şakşaklayan yalaka basın iyi okusun…)
*
Naim Süleymanoğlu, Amerikalıların kendisine çantayla getirdiği nakit 10 milyon doları, 100 milyon dolarlık reklam anlaşmalarını elinin tersiyle itip, anavatana iltica ederek… Jivkov rejimi altında inim inim inleyen soydaşlarımızın ilham kaynağı, pusulası olmuştu, duvarların kapıların yıkılmasını sağlamış, özgürlük umudu olmuştu.
*
Naim bu memlekete sadece madalya kazandırmadı… Bugün sayıları bir milyona ulaşan, namuslu, onurlu, örnek yurttaşlar kazandırdı.

“Naim Süleymanoğlu da Naum Şalamanov olmayı kabul etmedi, bizler de etmedik”, Prof. Dr. Nesrin Özören

Boğaziçi Üniversitesi’nde görev yapan, Moleküler Biyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Nesrin Özören, okulun forumunda paylaştığı bir yazıda, Naim Süleymoğlu’nun ardından, okuyanlara duygusal anlar yaşattı.
Yazısında, Naim Süleymanoğlu’nun, tüm Bulgaristan Türkleri için nasıl bir özgürlük ve umut meşalesi olduğunu anlatan Özören, “Naim Süleymanoğlu da Naum Şalamanov olmayı kabul etmedi, bizler de etmedik” ifadelerini kullanıyor.
İşte Özören’in o duygusal ve çarpıcı yazısı:
(NOT: Ara başlıklar Odatv’ye aittir)
Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu Koca Türk Naim Süleymanoğlu'nun anısına... Çok özel bir yazı.
Bugün çok büyük bir adamı, Koca Türk Naim Süleymanoğlu'nu uğurlarken, kendi hayatıma düşen izinden bahsederek, tüm Bulgaristan Türkleri için nasıl bir özgürlük ve umut meşalesi olduğunu hissettirmeye çalışacağım.
Naim'in bana öğrettiği ders şöyleydi: çok başarılı olursam Bulgaristan'dan kaçabilirdim! Bu yüzden gazeteci olup yurt dışına çıkabilmek için İngilizce öğrenmeye karar vermiş ve Silistre yabancı diller lisesi Ivan Vazov'u kazanmıştım.
Şimdiki yıllarda bu kaçma isteği anlaşılamıyor, çünkü demir perde çöktü, ancak o yıllarda Bulgaristan dışına çıkmak için sporcu, sanatçı veya gazeteci olmak gerekiyordu. Ben de uzun koşu denedim - 1500 m'de bayağı iyiydim aslında. Lisenin başlarında Silistre'de il 4'cüsü olmuştum. Ormanlık alanda iki rakibim virajı koşmak yerine kısa yoldan önüme geçmişti, kimse görmedi. Böylece il 2’cisi olamadım, maalesef kameralar yoktu ispat için, antrenörler de bana inanmamıştı, uydurduğumu düşündüler. Daha sonra bir kaç ay hızlı yürüyüş denedim ve sonrasında da okula odaklandım. Bu konuda da biraz başarılı oldum, önce vatanıma kavuşmam lazımdı…
TÜRKİYE’YE GÖÇ ETMEK İSTİYORDUK
1985 yılında Nesrin Salimova Hasanova olan adım zorla Nadejda Strahilova Handjiyeva olarak değiştirilmişti ve hepimiz ağır bir depresyona girmiştik. Milyonlarca Türk dilekçe kampanyasına katıldı, hepimiz Türkiye’ye göç etmek istiyorduk. Bu insanların hepsi işinden atıldı. Babam da muteber bir tütün eksperi işinden oldu ve beton bordür dökme işini bulabildi aylar sonrasında.
Çıkış yolları yoktu, sınırlar kapalıydı. Rüyamda hiç görmediğim eşsiz güzellikte Boğaz kenarında dolaşıyordum. Bu arada kendi adıma yetişkinlere çok kızgındım-neden başkaldırmıyorlardı, çok korkaktılar.
Buna çözüm olarak Mustafa Kemal Atatürk adında bir gençlik örgütü kurmaya teşebbüs ettim, 7 sınıftaydım. Okuduğum kitaplardan İkinci Dünya Savaşında Nazi’lere karşı savaş veren Rus direnişçilere özenmiştim, onlar da benim yaşlarımda insanlardı sonuçta. Daha sonra herhangi bir faaliyet yapamadan bu örgüt fikri çöktü, fakat tüzük defterim polis tarafından bulunmuştu.
BABAM TÜRKLERE YAPILAN ZULÜMLERE ŞİİRLERİYLE CEVAP VERİYORDU
Babamın şiirlerini aramaya gelen polisler odamda tüzük defterimi görünce el koymuştu. Babam etrafta olan haksızlıklara ve Türklere yapılan zulümlere şiirleriyle cevap veriyordu ve bunları aile meclislerinde okuyordu. Dedem Hasan ise Osmanlı zamanında (1910-1915 arasında) Kırcaali bölgesinde doğmuş bir adam olarak hiçbir zaman kıyafetini değiştirmedi ve belinde kuşak/bıçak, kafasında sarığıyla ‘deli’ Hasan muamelesi görerek ve herkesi şaşırtarak yaşadı ölümüne kadar. Soğuk Deliorman kışlarında annem gelen misafirlere zengin sofralar kurardı. Dedem deli Hasan’dan Plevne savaşının anısına ‘Osman Paşa’ marşı rica ederdi misafirlerimiz, o da seve seve söylerdi; tüm çocuklar korkudan ağlardık. O marş söyledikçe biz kanatlanır, sanki başka bir özgür diyara göçerdik hep beraber. Bu diyarda Türkler şerefli ve kahramandı, Osman Paşa gibi. Dedem de babam da korkusuzdular, bu özellik bize de geçmişti.
Babamın şiirlerini birisi ihbar etmişti ve polis eve aramaya gelmişti. Defterimi okuyan polisler önce kardeşim ve beni sorguladılar, ifademizi yazdırıp bıraktılar, yaşımız küçüktü. Daha sonra bütün sınıf önünde örgüt Yeminimiz okundu ve ben Bulgaristan'daki tüm liselerden kovulmuştum, 9 sınıfta. Yeminimizde baskıcı Bulgar’a karşı savaş edeceğimize yemin ediyorduk. Gazeteci olmam ve kaçmam da imkânsız hale gelmişti.
Aynı yıl veya önceki yıl Naim Süleymanoğlu Türkiye'ye kaçmış ve tüm dünyaya olanları anlatmıştı, bu hepimize bir umut ışığı olmuştu. Büyük Türkiye tabii ki bizi orada yalnız bırakmayacaktı!
SİLİSTİRE’DEN BİZE VATAN OLAMAMIŞTI
Babamın önerisiyle İngilizce bir metin hazırladık - başımıza gelenleri ve yurt dışına, Türkiye'ye çıkmak istediğimizi anlattık. Babam bunları turistik yerlerdeki diplomatlara ulaştırmaya çalışmıştı, geleceğimiz yoktu Deliorman'da, Silistre'den bize vatan olamamıştı.
Daha sonra, gene Türkiye'ye taşınma dilekçesi vermiştik, ancak bir cevap gelmiyordu, sonra da 1989 Mayıs'ta bize cevap geldi, 2 gün içinde ülkeyi terk etmeliydik - bize Avusturya vizesi çıkmıştı, trenle iki gün sonunda toplam 4 bavul ve 250 dolar (daha fazlasına izin yoktu) dört kişi Viyana'ya vardık. Türkiye konsolosluğunu bulduk ve orada Türkiye'ye ailecek iltica ettik. Babama bazı hademeler ve görevliler Avusturya vatandaşlığı teklif etmiş, o da ret etmişti! Naim Süleymanoğlu'na Amerika 2 kere vatandaşlık teklif etmiş, 10 milyon dolar teklif etmiş - ret etmiş. Naim bizim için bir örnek, yanan bir vatan sevdası oldu!
Tüm hatıralar canlandı bugün.. Eskiden anlatmazdım bunları, ancak susmanın hata olduğunu anladım çok yakında. Geçen yıl bir yeğenim, Türkiye vatandaşlığından çıkıp yabancı uyruklu üniversite sınavına girip, tekrar vatandaş olabileceğini (lisede rehber öğretmeninin tavsiyesi olduğunu) söyleyince kalp krizi geçirecektim! Nasıl yani, oturup çalışmak yerine- vatandaşlıktan çıkma planı? Tüm devrelerim alt-üst oldu. Hür vatanda yetişen nesillerimiz nasıl bu kadar kolay “satabiliyorlar” bu ülkeyi, bu toprağı zehirleyen bu zihniyeti yok etmeliyiz!
NAİM SÜLEYMANOĞLU NAUM ŞALAMANOV OLMAYI KABUL ETMEDİ
Neden sustuğumuza gelince, yukarıda anlattıklarım Bulgaristan’da şehit ve gazi olanların fedakarlığı yanında bir hiç sayılır, anlatılmaya değmez aslında. Biz kurtulduk ve hür bir şekilde yaşıyoruz, çok şükür. Direniş yapan sadece bizler değildik. Mesela, Deliorman bölgesi köylerinden cesur bir grup tank kaçırmaya çalışmış, bazı patlayıcıları askeriyeden kaçırmış, daha sonra da turist kaçırmışlardı dikkat çekmek için. Bazısı şehit edildi, bazısı Belene’de çürüdü. Bazı cengaver ‘deli’ Türkler yürüyüşlerde can verdi hem Kırcaali, ve Naim’in şehri Mestanlı’da, hem de Deliorman’da. Bu yiğitlerden özür dileyerek kendi serüvenimi anlatıyorum.
Naim Süleymanoğlu da Naum Şalamanov olmayı kabul etmedi, bizler de etmedik. Lütfen, bunu hatırlayarak bizlere 'Bulgar' demeyiniz, evet size çok garip gelebilir ancak bizim için Türk olmak ayrıca önemli, en temiz vatansever haliyle!
Son söz olarak, Bulgaristan’a kızgın değilim, sosyalist rejimin pek çok kazanımları da oldu benim için - mesela Türkçe’yi anamdan, Bulgarca, Rusça ve İngilizceyi onlardan öğrendim. Matematik, fizik, kimya ve edebiyat temellerimi oradaki hocalarıma borçluyum, sağ olsunlar. Her şeyin ötesinde çok çalışmayı ve disiplinli olmayı da orada öğrendim. Bulgaristan’ı affettim çoktan, orada halen toprağımız ve akrabalarımız var. Onlarsız bir parçam yok sayılır.
Sevgiler,
Nesrin Mücahitsüleymanoğlu Özören 

20 Kasım 2017 Pazartesi

GÜLE GÜLE, NAİM!, ALEXANDIR YORDANOV ALEXANDROV

СБОГОМ, НАИМ!
Днес се прощаваме с един голям, легендарен, спортист и достоен човек – Наим Сюлейманоглу! На спортния терен той защитаваше спортната чест на България. Но животът не е само спорт, игра. Животът е морал. Без морал си нищо. Затова е голям нашият Наим, защото успя на МОРАЛНИЯ ТЕРЕН да защити ИМЕТО СИ.
Направи го в най-трудното за България време – когато тъпи български комунисти и ченгета, водени от правешкия каскет, бяха решили да отнемат рождените имена на стотици хиляди наши граждани от турския етнос, да сменят рожденните имена дори на починали хора. Това не бе идвало наум нито на Хитлер, нито на Сталин, нито на Мао – най-големите злодеи в човешката история. Дойде обаче в кратуната на Тодор Живков!
Тази антихуманна акция на Живковия режим лепна петното на позора на комунистическа България. Позор завинаги! В последна сметка, точно тази позорна акция доведе и до падането на този режим.
За всички нормални хора, за нас, гражданите на България, е изключително важно да знаем и помним, че в един такъв страшен момент от нашата история, когато над 300 000 страдалци напуснаха родните си домове, за да спасят честта и родовото си достойнство, едно дребно на ръст Момчиловградско момче вдигна най-тежката щанга на света – щангата на ДОСТОЙНСТВОТО! И даде кураж на всички ни, че в България може да има промяна към свобода и демокрация.
Когато му сменят името престъпниците – "възродители" (каква гавра само със святото име на българските възрожденци!) си правят сметката, че по този начин ще прекършат съпротивата срещу античовешкия "възродителен процес". Но не познаха, катастрофираха. Наим стискаше зъби, носеше медали за България, но в един момент реши да покаже и докаже – на себе си, на нас – българите, на света, че има нещо по-важно от медалите и спортните успехи. И това е човешкото достойнство. Това е името на човека. И тогава той постигна най-големият си успех в живота – върна си името!
Днес е ясно, че участвалите в отвратителния "възродителен процес" са били най-долнопробни слуги на комунистическата партия, хора без морал, антибългари, недостойни да се наричат "човеци" дори. А Наим Сюлейманоглу завинаги ще остане в нашата памет като голям, световен, спортист и като достоен Човек роден на българска земя. Един от многото достойни хора родени на тази наша свещена земя. А на този свят това е най-важно: името и достойнството!Сбогом, Наим!

19 Kasım 2017 Pazar

BULGAR KOMÜNİST ZULMÜNE EN AĞIR DARBEYİ İNDİREN, GURURUMUZ: KIRCAALİLİ ŞAMPİYON NAİM SÜLEYMANOĞLU

Türk sporunun efsane ismi Naim Süleymanoğlu (50 yaşında), 28 Eylül’den bu yana tedavi gördüğü İstanbul Memorial Ataşehir Hastanesi’nde hayatını kaybetti (18.11.2017). 6 Ekim’de karaciğer nakli olan Süleymanoğlu, beyindeki kanama nedeniyle de 11 Kasım’da acil ameliyata alınmıştı. Süleymanoğlu bugün (19.11.2017) öğle vakti Fatih Camisi’nde düzenlenecek cenaze namazının ardından, Edirnekapı Mezarlığı’nda defnedilecek. Türkiye’yi ve Bulgaristan Türklerini yasa boğan Süleymanoğlu’nun hikâyesi özetle şöyle:


Bulgaristan’ın Kırcaali ili, Mestanlı ilçesi, Ahatlı köyünde 23 Ocak 1967’de dünyaya gelen Naim Süleymanoğlu, güreşle başladığı spor hayatına halterle devam ederken, 1984 yılının Aralık ayında komünistlerin başlattığı Türklerin zorla isimlerinin değiştirilmesi olaylarında onın da adı zorla değiştirildi ve Naum Şalamanov yapıldı. 
Bu yıllarda Bulgaristan adına yarışan Naim, Bulgaristan'a 2 dünya şampiyonluğu getirdi. Doğu blokunun boykot etmesi nedeniyle, altın madalya kazanmasına kesin gözüyle bakılan 1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları’na katılamadı. 
1986’da Avustralya Melbourne’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası’nda özlemini çektiği özgürlüğüne ve Türk adına kavuşmak için Türk Büyükelçiliğine sığınarak Türkiye’ye iltica etti. Büyükelçilik ilk başta şampiyon sporcuyu kabul etmek istemese de devreye bizzat Başbakan Turgut Özal girdi. Turgut Özal’ın göndermiş olduğu özel uçakla Londra Havalimanına indi. Uçakta Başbakanın danışmanlarından Can Pulak ve Selim Eğeli ile tanışmış Londra’dan saat 07.30'da hareket ederek özel uçak 10.30 civarında Atatürk Havalimanına inmesi beklenirken Mürted Askeri Havalimanına indi ve burada Üs Komutanı tarafından karşılandı.Burada plakasız bir araçla sıkı koruma altında TBMM götürüldü.O sırada Başbakan Turgut Özal Bakanlar Kurulu toplantısında idi. Naim salona girdiğinde Bakan ve Basın mensupları onu ayakta alkışladılar.
Türk vatandaşı olan Naim Süleymanoğlu 1988'de Avrupa Halter Şampiyonası'na Türkiye adına katıldı ve üç altın madalya kazandı. Bunun yanında 60 kg'de koparmada 150 kg kaldırarak dünya rekoru kırdı.
1988 Güney Kore Seul Olimpiyatları'na Türkiye adına katılabilmesi için Türk hükümetince Bulgaristan'a 1 milyon dolar ödenerek gerekli izin alındı. Bu olimpiyatlarda Naim Süleymanoğlu 60 kg koparmada sırasıyla 145 kg, 150.5 kg, 152.5 kg, silkmede 175 kg, 188,5 kg, 190 kg, toplamda da 320 kg, 339 kg, 342.5 kg kaldırarak 9 dünya 6 olimpiyat rekoru kırarak muhteşem bir zafer elde etti ve böylece Türkiye olimpiyatlar tarihinde güreş dışında ilk altın madalya kazandıran sporcu oldu. 1992 Barcelona Olimpiyatları'nda rakiplerine ezici üstünlük sağlayarak altın madalyayı yine Türkiye’ye kazandıran Naim, aynı yıl Uluslararası Halter Basın Komisyonu tarafından “Dünyanın En İyi Sporcusu” seçildi.
MÜTHİŞ KARİYERDE İLK 10
1-) Kırcaali doğumlu Naim Süleymanoğlu’nun boyu 1 metre 47 cm idi. Buna karşın kariyeri boyunca girdiği şampiyonalarda kendisinden çok daha iri, uzun kollu onlarca halterciyi yendi.
2-) İlk dünya rekorunu henüz 16 yaşında kırdı.

3-) Koparmada kendi ağırlığının 2.5 katını kaldıran ilk ve tek halterci.

4-) Silkmede kendi ağırlığının üç katından 10 kilo fazlasını kaldıran ilk ve tek halterci.

5-) Bulgaristan’daki Komünist rejimin politik uygulamaları nedeniyle 1980’lerde resmi kayıtlara “Naum Şalamanov” diye girdi. 

6-) 1986’da Avustralya’daki Dünya Halter Şampiyonası sırasında Bulgar kampından kaçıp Türkiye’ye sığındı. Bulgar hükümeti Süleymanoğlu’nun Türkiye adına Seul Olimpiyatları’nda yarışmasına izin vermek için 1.2 milyon dolar istedi. Turgut Özal’ın çabalarıyla sorun çözüldü.

7-) Seul’de “tüy sıklet”te altın madalyayı kazanan Naim Süleymanoğlu’nun kaldırdığı ağırlık, üst sıkletteki sporculardan bile fazlaydı!
8-) 1989’daki Dünya Şampiyonası’nı da kazanıp henüz 22 yaşında emekli oldu. 

9-) Ama halterden fazla uzak kalamadı. 1992’de emeklilikten dönüp Barselona’da ikinci Olimpik altınını kaptı.

10-) 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda üçüncü altını da kazandıktan sonra tekrar emekliye ayrıldı. Sunucu Lynn Jones, “Az önce tarihin en büyük halter müsabakasına tanıklık ettiniz” diyerek finale son noktayı koymuştu. Naim o finalde, Türk ve Yunan sporseverler önünde, Yunanistan’ın efsanevi haltercilerinden Valerios Leonidis’i, 187.5 kiloyu kaldırarak yenmişti. 190 kiloyu kaldıramayınca gözyaşlarına boğulan Leonidis’i teselli eden de yine Naim olmuştu.

MİLLETİN BAŞI SAĞ OLSUN
CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, Naim Süleymanoğlu’nun vefat haberini Rize’deki konuşması sonrasında aldı. Erdoğan bunun üzerine, “Haftalardır maalesef yoğun bakımdaydı. Kendisini hastanede ziyaret ettik ve Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Allah taksiratını affetsin. Tüm yakınlarına ailesine Allah’tan sabırlar diliyoruz. Milletimizin de başı sağ olsun” dedi. Daha sonra taziye mesajı yayımlayan Erdoğan, “Olimpiyat şampiyonu, milli haltercimiz Naim Süleymanoğlu’nun vefatını derin bir teessürle öğrendim. Genç yaşlardan itibaren elde ettiği başarılarıyla spor tarihine adını yazdıran, halter alanında ülkemize gurur dolu şampiyonluklar armağan eden Naim Süleymanoğlu, her zaman sevgi ve saygıyla yad edilecektir ” ifadelerini kullandı. Diğer taziye mesajları da şöyle:

Başbakan Binali Yıldırım: Türk sporunun efsane ismi Naim Süleymanoğlu’nun vefatı bizi derinden üzmüştür. Halterde ülkemizi en yüksek seviyelere çıkaran ve bütün zamanların en iyi haltercisi olarak kabul edilen Naim Süleymanoğlu, milletimize armağan ettiği altın madalyalar ve dünya rekorlarıyla gönüllerde taht kurmuştur. 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu: Ülkemize yaşattığın gururlar için sana minnet borçluyuz. Milli haltercimiz Naim Süleymanoğlu’na rahmet, ailesine ve sevenlerine sabır diliyorum.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli: Milli haltercimiz Naim Süleymanoğlu’na Allah’tan rahmet diliyor; ailesine, sevenlerine ve milletimize başsağlığı niyaz ediyorum. Merhum şampiyonumuzun mekânı cennet olsun diyorum.







16 Kasım 2017 Perşembe

"Uzunkış" Örgütü'nün Lideri: "Doğan modelinin kurbanı, tüm Bulgaristan'dır."

27 ARALIK 2015 TARİHİNDE FAKTOR.BG'DE YAYINLANDI
- KGB ve DS ürünü olan DPS geçiş döneminin en büyük aldatmacasıdır. 
- Doğana verilen görev ülkeyi tekrar Rus eksenine sokmaktır.
- Kremlin'in adamı yüzünden, mafya partisini sağlamlaştırmak için DS, beni 7 ay fazladan hapiste tuttu. 

Muhammed Uzunkış kimdir?
Bulgaristan'daki adıyla Mohamed Yuseinov Yusefov, 1957 yılında Kırcaali'nin Kirkovo ilçesine bağlı Veslets köyünde doğdu. 1984 yılının kış aylarında Türklerin adlarının değiştirildiği günlerin akabinde mücadele etmek için gizli olarak kurduğu "Uzunkış"  Örgütünün kurucusu ve lideridir. Bu örgüt, komünizm yıllarında Bulgaristan'daki Türklerin en büyük yeraltı örgütü haline geldi.
28 yaşında DS tarafından gözaltına alındı ​​vedevlet aleyhinde faaliyetlerde bulunmak suçlamasıyla 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Örgütten 100'den fazla kişi tutuklandı ancak yalnızca 9 kişi hüküm giydi. Eski Zağra ve Tatar Pazarcığı hapishanelerinde yattı. 7 Temmuz 1990 tarihinde serbest bırakıldı. Türkiye'ye göç etti, Bursa'da yaşıyor.

Водачът на нелегалната организация „Дългата зима”: Жертвата на модела „Доган“ е България
ДПС е голямата измама на прехода - продукт на ДС и КГБ
На Сокола са му дали команда да върне страната в руската орбита
Заради човека на Кремъл ДС ме остави още 7 месеца в карцер, за да си утвърдят мафиотската партия, казва в телефонно интервю за Faktor.bg Мохамед Узункъш
Интервю на Стойко Стоянов
- Г-н Узункъш, вие сте политически затворник от годините на Възродителния процес, следите ли скандалите в ДПС, конфликта между Доган и Местан?
- Имам усещането, че се родих отново. Потвърждават се думите ми, сбъдват се предупрежденията ми. Случва се това, за което говоря от години, защото съм го прозрял и изпитал на гърба си – и Доганq и ДПС и всичките му обръчи са дело на специалните служби в България и СССР. А тази партия и до днес се контролира от Москва. Това което се случва в ДПС сега трябваше да стане много отдавна, но в България всичко върви бавно. Маските са паднали, показва се истинското лице на ДПС, на цялата им структура. Години наред аз повтарях тези истини, но никой не искаше да ме чуе, заглушаваха думите ми, гонеха ме от митинги на ДПС, станах нежелан за лидeрите им. Но днес виждам, че хора като Местан и Бахри Юмер (окръжният лидер в Кърджалийско, б.р.), които работеха срещу мен и други истински политзатворници и дисиденти, сега са изхвърлени от Движението. Важното обаче е да се знае, че в конфликта Доган - Местан няма добър, те са от едно котило, обслужвали са едни интереси, бяха си необходими и не трябва да търсим героя между тях. И все пак Местан е длъжен и трябва да говори, да каже истината, носи отговорност пред оществото и може да е полезен за разграждане на порочния модел в ДПС.
- Доган твърди, че с отстраняването на Местан от партията защитава българските интереси, а Местан е представен като агент на Турция?
- Ясно е на всеки, че Доган и тези, които го подкрепят, години наред бранят единствено интересите на Русия в България, реално обаче така защитават и личните си бизнес интереси в своите обръчи. Но руските интереси не са интересите на България. Най-после трябва да се проумее, че ДПС никога не е защитавало нито българските, нито турските интереси, а само на кукловодите и създателите им в Кремъл. Тази партия е вредна не само за българските турци, но и за всички български граждани.
Четох внимателно думите, които Доган е произнесъл пред актива на ДПС в Сараите – той директно посочва Русия като новия геополитически фактор, към който България трябва да се преориентира, загърбвайки и ЕС, и НАТО. Просто са му дали команда да върне страната в руската орбита. Декларацията на Местан в парламента за сваления руски самолет от Турция е просто претекст, за да работи открито в тази посока почетният председател. Ясно е, че сваленият руски самолет бе провокация не срещу Турция, а срещу целия Алианс и неговите принципи. Турция направи това, което би следвало да направи всяка друга членка на НАТО, след като е застрашена без основание територия на страна от пакта.
- За 26 години жертвите на Доган в политиката са много – Йнал Бекир, Яшар Шабан, Шерифе Мустафа, Осман Октай, Гюнеер Тахир, Мехмед Ходжа, Гюлбие Реджеб, Касим Дал, а сега и Местан, нямате ли усещането, че ползва хората като салфетки?
- Най-голямата жертва на Доган съм аз – първата. Успя да ме неотрализира от организацията, на която съм създател още от нелегалния й период. Заради него стоях още 7 месеца в затвора, за да може след падането на Живков от власт да се изпълни пъкленият им план и ДС да овладее организацията, а българските турци да бъдат отделени от българите демократи и превърнати в покорно оръжие за печелене на избори и власт само за една определена шайка.
- Бил сте с Доган заедно в затвора, припомнете какво ви кара да смятате, че той е продукт на службите?
- Когато падна режимът на Тодор Живков, бяхме с Доган в Пазарджишкия затвор. Тогава се заговори, че до дни ще ни пуснат и амнистират, казваха ни го надзирателите. В края на декември 1989 г. Доган и още една група излязоха на свобода, но аз и много други бунтари останахме в затвора още почти седем месеца без да получим дори обяснения каква е разликата между нас и тях. Преместиха ме даже в Старозагорския затвор, а на свобода излязоха на 7 юли 1990 година. ДПС вече беше създадено, ръководството на партията сформирано. От друга страна, семействата ни бяха екстрадирани насила в Турция и ние нямаше какво друго да правим освен също да потеглим към Босфора. След изваждането на Доган от затвора, седем месеца съм стоял изолиран в килия - защо ме пазеха толкова усърдно, за кого бях опасен?!. Такава беше съдбата реално и на други противници на комунизма от средите на турците. А в същото време ДПС беше структурирана като партия в цялата страна и участва на първите избори. По-късно се оказа, че движещата сила на тази формация са били зависими от ДС, агенти и свързани със службите и БКП. От надзиратели в затворите и хората на ДС, които се занимаваха с политическите затворници, получихме информация, че всичко това не е случайно и е със съгласието на нашите „приятели” от ДПС. Първоначално не искахме да повярваме, но след няколко години осъзнахме, че всичко е ставало по сценарий и една част от политзатворниците, които не можеха да бъдат контролирани от службите, умишлено сме държани още седем месеца, за да бъдем изолирани от създаването на партията и изобщо от политическото включване на турците в новите демократични процеси. Трябвала им е една послушна и контролирана партия от зависими, а не от свободни хора. 
Създаването и участието на ДПС в този демократичен процес се оказа един голям театър. Сега търся отговора и на още една мистерия – след Майските събития през 1989 г. и започналото изселване на български турци, наречено Голямата екскурзия, Доган изчезна за около три месеца от затвора в Пазарджик. Никой не знаеше къде и какво се е случило с него. Сега имаме съмнения къде е бил, а вероятно и всеки мислещ човек се досеща. Но вече няма съмнение, че истинските, автентичните борци за права и свободи бяха принудително изгонени в Турция, а тук останаха ченгета и зависими, които овладяха политическото представителство на ДПС. Без намесата на държавата и службите това е било немислимо да се случи, но преди 26 г. едва ли някой си е давал сметка част от каква манипулация сме били всички. Ще ви посоча и друг смущаващ факт – от истинските политзатворници, опълчили се след 1984 г. срещу възродителите и режима на Живков, днес никой не е останал в ръководството на ДПС. Автентичните борци са подменени с агенти и хора, свързани с БКП. Дори махайки Местан, пак поставиха като съпредседател агент на ДС – Рушен Риза. В затвора аз също съм бил обект на манипулации. Хора от службите ми предлагаха да работим заедно, но да не търсим възмездие за смяната на имената.
- Как Доган успя да се внедри във вашето обкръжение до като бяхте в затвора ?
- Историята е дълга, знам я с подробности, но реално Неджметин Хак вкарва Доган в нелегалните среди. Не Доган, а Хак е истинският автор и на първата програма на нелегалната организация, но този човек отдавна е извън играта в ДПС, отстраниха го след мен. Хак ме запозна и с Доган в затвора. Аз съм първият човек, пред който в затвора Доган е споменал за създаването на организация за правата и свободите на турците. Реално там решихме де се обединим всички осъдени и да създадем обща структура, а не да действаме поотделно. Аз Доган и Хак дърпахме конците на организацията, а по-късно дадохме пълномощни на Ахмед той да я представлява, а ние се оттеглихме в Турция. Бях емоционално превъзбуден след свободата и падането на комунизма, дълбоко в себе си подозирах какво става, но не исках да повярвам в какъв капан сме били всички.
- Сега се заговори активно за съветската връзка на Доган – това теория на конспирацията ли е?
- Съвсем не, просто реалност. Винаги съм имал такива подозрения. 26 години този човек, независимо от безобразията, които сътвори, е свещена крава в България. Явно го покровителстват от по-високо ниво. Години наред обществото не получи обяснение защо той е най-пазеният човек в държавата? Не е случайно, че знаково досието му в ДС е запазено, а на много други грижливо са били изчистени. Натрапваха ни така версията, че бил само обект на българските служби, за да се прикрие връзката му със съветските и руските. Ако се проследят и бизнес интересите около него, та те са все свързани с руски проекти. Но според мен Доган е само продължение на тази съветска и руска връзка. Нещата вероятно са по-дълбоки – Възродителният процес също е техен план.
- Каква е версията ви?
- Вината за Възродителния процес не е само на българските комунисти, на БКП и на Държавна сигурност, те просто реализираха замисъла. В този театър взима активно участие като сценарист Съветският съюз. България стана опитно поле на СССР, а опита го направиха с българските турци. Обаче вредата не беше само за нас, българите също загубиха от това, което се случи. Разделиха хората, противопоставиха нацията, а раните още не са зараснали. Аз не съм политолог или учен, но знам някои детайли, имам и някаква информация и съм сигурен, че зад смяната на имената стои Съветският съюз. Този експеримент всъщност тръгва още от Сталиново време. Малцинствата винаги са им били проблем, както и различните религии. Опитаха се да ги заменят насилствено с комунизма като единна религия, но тя се провали.
Знам, че в СССР са искали да пробват да сменят имената на мюсюлманите първо в Казахстан. Но понеже не са били сигурни дали подобен подход ще бъде успешен, решават първо да направят експеримента в България. От друга страна, през 80-те години ясно се виждаше, че социализмът и комунизмът не могат да издържат на конкуренцията със Запада. Ясно е било, че ще се разпаднат и няма да издържат дълго. Но на тайните съветски служби им е трябвало винаги да могат да контролират зони като България, независимо от смяната на политиките. Чрез Възродителния процес те създадоха условия да могат да поставят винаги България в ситуация на дестабилизация и така да контролират процесите в страната. От друга страна, по този начин да могат да влияят и в политиката на Турция. Оказа се, че експериментът в някаква степен обслужи и интереси и на Запада, а и на Турция.
Живков и Демирел са имали среща в тази посока, говорили са по темата. После имат разговори и с Тургут Юзал, но преди това Живков има две срещи с Кенан Еврен. Турската страна явно показва, че не може да приемем българските турци, защото те имат имоти, ниви, къщи, социални права – нещо, което Турция не може да им осигури с магическа пръчица. Еврен го уверява, че не могат да се бъркат във вътрешните работи на България, с една дума – не се възпротивява на един краен сценарий. Западният свят също има интерес от случващото се, надявайки се след смяната на имената да се създаде напрежение в страните от социалистическия лагер и така да има основание да атакува това варварство на социалистите. С други думи, опитват се чрез малцинствата да дестабилизира соцлагера – със смяната на имената да бъде нанесен голям удар на тази система. Всичко това обслужва прекрасно замисъла на Кремъл и КГБ. Паралелно с провеждането на Възродителния процес е вървяла и превербовката на агенти именно от средите на турското население, които винаги да могат да бъдат активирани за интересите на Москва и господарите й. Проблемът е, че от дребни факти, изявления и подредбата на събития се опитваме да сглобим картината. Архивите в българските служби са прочистени, а не вярвам КГБ някога да разкрие какво се съдържа в неговите архиви. Затова ще продължаваме да говорим само с догадки защото нямаме конкретни доказателства, но които изглеждат много правдоподобни и ги усещаме със сърцата си.
- Има ли Местан ресурс да направи сам партия и да разцепи ДПС?
- Няма шанс, казвал съм го и преди – Местан трудно може да бъде лидер, наложен е от кукловодите.  Истинският лидер трябва сам да се роди, а не да бъде продукт на чужда воля. Реално това се отнася не само до Местан, но и до други активисти, които сега застават на негова страна. Трябва да е ясно, че те нямат моралното право да представляват турците в България, защото бяха години наред част от модела, който манипулираше и използваше тези хора, за де се печелят избори и една малка шайка все да е във властта. Първо трябва да се извинят на турците, на мюсюлманите, на българите и да кажат истината за модела "Доган". Истинската жертва на този модел е цяла България, разберете го, това е голямата измама на прехода.
- Ще подействат ли скандалите в ДПС и падналите маски от лицата на лидерите им отрезвяващо за българските турци, ще се освободят ли от това "депесарско" робство?
- Трудно ми е да прогнозирам. Процесите в тази общност не са еднозначни. От години турците са наясно кой е Доган и какво е обкръжението му.Българските турци и сега не вярват на Доган и мафията, но нямат друг избор. Първо другите партии са се отказали от години от тази общност, не работят с нея, сякаш по някаква неписана договорка са ги дали на концесия на ДПС и ченгетата. От друга страна, страхът е важен фактор. Хора на Доган държат бизнеса и работата в провинцията, техни са поръчките, те раздават парите. За хляба човек е готов на всичко. Но вярвам, че върви и процес на осъзнаване и проглеждане.
В Турция, сред изселниците ситуацията също е доста неясна. Разговарям ежедневно с такива хора, объркани са от случващото се, от позицията на Доган, от това, че се опълчва срещу ценностите на НАТО, срещу правата и свободите и демокрацията, за които непрекъснато говореше преди. Но не се заблуждавайте – и в Турция дългата ръка на ДС и КГБ се усеща. И тук има много внедрени агенти и партийни секретари, които продължават да манипулират хората и да мътят главите им, внушават им страх, това е тяхното оръжие. Отровата на ДС и КГБ е инжектирана и сред изселниците от България, живеещи в Турция. Моята позиция е, че всеки сам за себе си трябва да направи избор – доказателства и факти има, нужна е само смелост. Другата алтернативата е да останеш зависим роб на тези алчни мафиоти.