27 Nisan 2012 Cuma

Bulgaristan'dan Bir Güzel Haber "Ahmed Davudoğlu Vakfı"

Bulgaristan'dan Bir Güzel Haber "Ahmed Davudoğlu Vakfı"

Vedat S. Ahmed
Bulgaristan Müslümanları arasından bir grup idealist genç 2001 yılının son aylarında “Ahmed Davudoğlu Dostluk ve Kardeşlik Vakfı"nı kurdular. Son dönemin başta gelen İslâm alimlerinden – Bulgaristan’da ve Türkiye’de hayırlı hizmetlerde bulunmuş olan - merhum Ahmed Davudoğlu’nun (1913-1983) adına kurulan vakıf ilk defa 20. 06. 2002 tarihinde başkent Sofya’da tanıtıldı.
Büyük bir katılımla gerçekleşen tanıtma toplantısına iştirak eden davetliler arasında Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü Selim Mehmed, Yüksek İslâm Şurası Başkanı Mustafa Hacı, Türkiye Diyanet Vakfı Bulgaristan temsilcisi Dr. Aydın Topaloğlu, Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü Rektör-Yardımcısı Hüseyin Çitak, Hak ve Özgürlükler Hareketi milletvekili ve parlamentodaki İnsan Hakları ve Dinler Komisyonu Başkan-Yardımcısı Ahmed Hüseyin ve yerli münevverler de bulunuyordu.
Toplantının açılışından sonra sözü alan vakıf başkanı Basri Zilâbid vakıfların ehemmiyeti, yeni kurulan vakfın amaçları, gelir kaynakları ve sekiz ay zarfında yapılmış olan hizmetler hakkında genişçe bilgi verdi ve birkaç ay sonra Müslüman kadro yetiştirmek için Filibe’nin Ustina köyünde faaliyete geçecek olan eğitim merkezinin müjdesini verdi.
Vakfın iyi hizmet verebilmesi için Başmüftü Selim Mehmed Efendi, Başmüftülük olarak ellerinden gelen yardımı esirgemeyeceklerini bildirdi. Başmüftü “Bizim tasarlayıp da yapamadığımız bazı hizmetleri bu yeni kurulan vakfımızın gerçekleştireceğine inanıyorum” diyerek sevinç ve memnuniyetini belirtti.
Daha sonra söz alan Dr. Aydın Topaloğlu ve Hüseyin Çitak gerek Türkiye Diyanet Vakfı’nın, gerekse Yüksek İslâm Enstitüsü’nün “Ahmed Davudoğlu Vakfı” ile şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da birlikte çalışmaya hazır olduklarını ifade ederek vakfın kuruluşunu tebrik ettiler.
Hak ve Özgürlükler Hareketi parlamenter grubu adına konuşma yapan Ahmed Hüseyin, bu gibi vakıfların ecdadımızın yiyecek lokmasını hibe ederek kurdukları hayrâtı yeniden eski haline getirmede büyük katkılar sağlayacağına inandığını ve bu yeni vakfın Müslüman halktan kendilerine gelen hayır eserlerinin harap olmasına dair yüzlerce şikayetin bertaraf edilmesini temenni etti.
55 yıl önce merhum Ahmed Davudoğlu Hoca'nın öğretmenlik ve müdürlük yapmış olduğu Şumnu Medresetü’n-Nüvvâb okulunun hal-i hazırdaki müdürü Hasan Salim, alim ve fazıl bir zat olan Ahmed Davudoğlu’nun hayatını ve eserlerini çok öz bir şekilde misafirlere tanıtarak, vakfımızın böyle ender şahsiyetlerin yetişmesine vesile olması dileğiyle konuşmasını bitirdi.
“Ahmed Davudoğlu Dostluk ve Kardeşlik Vakfı” tanıtma toplantısının son konuşmacısı Ahmed Davudoğlu Hoca’yı bizzat tanıyan ve kendisiyle birlikte hayatının en acı günlerini paylaşan Yusuf Kerim Hoca idi. Seksen yaşını aşan Yusuf Kerim Hoca, bir zamanlar okuduğu okulun müdürü Ahmed Davudoğlu ile birlikte Sofya Divan-ı Harbi’nde yaşadığı hapis günlerini yaşlı gözleri ve titreyen sesi ile dinleyenlere anlattı. Kurulan vakfın her zaman kendisine o acı günleri hatırlatacak olmasına rağmen, Müslüman halkın yararına olacağı için sevinç duyduğunu ifade etti. Tanıtım Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencilerinin hazırladığı birbirinden güzel ilahi, ezgi ve türkülerle sona erdi.
Yüce Allah’ın yeni kurulan vakfımızı hayır yarışında muvaffak kılması duasıyla...
Kaynak: Altınoluk Dergisi
2002 - Eylul, Sayı: 199, Sayfa: 019

FERACESİZLEŞTİRME

Feracesizleştirme
Dr. İsmail Cambazov
1950'li yıllarda Müslüman kökenli Türk aydınları, hala ateizm propagandasının dışında kalmaya çalışıyorlar, ona aktif olarak katılmıyorlardı. Katılanlar ise, Rafiev İslamiyet hakkında şöyle diyor, Mizov filan kitabında şunları ya¬zıyor, bunları yazıyor diyerekten kendi fikirlerini söylemekten çekmiyorlardı. Parti buradaki taktiği anlamakta gecikmedi. Sofya'daki Türkçe basın-yayında çalışan Nüvvablıları bir gün BKP Merkez Komitesine topladılar. Selim Bilâl, Sabri Demir, Hafız Akif Solak, Lütfi Demir ve İsmail Cambazov. Dimitır Genov (Rafiev'in yardımcısı), bize Merkez Komitesinin İslamiyet hakkında bir kitap çıkarmak istediğini, bu kitabı da İslamiyeti en iyi tanıyan Marksist Nüvvablıların yazmasını kararlaştırıldığını bildirdi. Kitaba girecek olan konuları o verdi, biz de aramızda taksim ettik. Kitap "İslam Hakkında Konuşmalar" başlığı altında Türkçe ve Bulgarca yayınlandı (1962). Bizim kitapta ayrı ayrı konular işlendiği için konuşmacıların işine çok yaradı. Bir konuşmacıdan namazlar aleyhinde konuşması mı isteniyor, alıyor Sabri Demir'in yazısını doğrudan okuyor toplantıda. Bayramları mı eleştirilmesi isteniyor, kitaptan benim yazıyı alıp okuyor.
Fakat bu kitapta biz sadece beş altı Nüvvablı söz alıp fikrimizi söyledik, ya diğer Nüvvablılar? Onları da "Yeni Işık" gazetesi yakaladı. Çarşaf gibi yazılarla dinden nasıl vazgeçtiklerini anlattırdı. Sonra sıra imamlara, hocalara geldi.

Ateist propaganda, bu minval üzere giderken bir gün caminin önünde Başmüftü Efendi ile karşılaşıverdik. Çok üzgün görünen Akif Hoca hal hatırdan sonra bana şu fıkrayı anlattı:

- Nasrettin Hoca bir gün bir köye uğramış. Köpekler saldırmışlar. Avludan bir süven (kazık) çıkarıp kendisini savunmak iste¬miş, fakat toprak don olduğu için, süveni çıkaramamış. Bunun karşısında:

- Köpekleri salmışlar, süvenleri bağlamışlar, bu köyün geleceğinden korkarım diyerek geçip gitmişti.

Çok geçmedi, kitaplarla gazetelerle yapılan yazılı propagandadan pratiğe geçildi. Güzelim, renkli halk törelerinden dini hesap edilen (addedilen) tüm unsurlar ayıklanıp atıldı. Baştan setr-i avrettir [BTG'nin notu:tesettür/hicab kastediliyor] (kadının örtünmesi) diyerek kadın elbiselerine saldırdılar. Sosyalist kadına öcü gibi çarşaf, bürgü, ferace arkasında güzelliğini gizlemek yakışmıyormuş. Bunlardan vazgeçmesi lazımmış. Bu da ineğin sütünü azaltıyor, ya da tamamıyla durduruyormuş. Böylece Müslüman kadının yeri buğday, mısır tarlasında, harmanda imiş!

Başladı bir "Feracesizleştirme" kampanyası perdesi altında kıyafet reformu. Analarımız bacılarımız 5-6 ay içinde soyuk soğana dönüştürüldü. İnat edenler kooperatif bloklarına [geniş tarlalar] işe alınmadı, otobüslerden indirildi, mağazalardan alış-veriş yapmalarına müsaade edilmedi. Zora dağlar dayanamamış. Açlığa dayanılır mı? Müslüman kadınlar Bulgar kadınlardan çok daha modern oldular. Köylü Bulgar kadının önlüğü, beyaz yaşmağı bir kimsenin dikkatini çekmiyordu. Ama Türk kadını yaşmak taşıyamazdı. Çünkü yaşmak hem milli hem dini kıyafetin bir göstergesi idi.

Aynı yöntemlerle erkeklerin aba poturu, fesi sarığı da gitti. Köylerde aba poturlu, babaç kuşaklı, kuzu kalpaklı sadece Bulgarlar kaldılar. Türklere kuzu kalpağı, baret de yasak edildi. Meğer onlar da Türklük simgesi imişler. Güler misin, ağlar mısın?

Zoraki (Dobrovolno, zorlovolno) olarak bu kıyafet reformu yapıldı. Bu reforma karşı Baş müftünün bir tepkisini görmedim. Arşivlerde "Setri-avret farz değildir. Kadınlarımız modern giyinerek de Müslümanlıklarını muhafaza edebilirler" diyen bir fetvasına, genelgesine rastlamadım. Ancak imamları, bölge müftülerini bu işlere koştuklarını biliyorum. İmamlar baştan kendi kanlarını, kızlarını açmaya mecbur edildiler, sonra da komşu kadınlara, fistanla da, açık başla da namaz kılınabileceğini, Müslüman kalmak mümkün olabileceğini söylettiler.

Rahmetli Razgrad Müftüsü Hafız Osman anlatıyordu.

- Vatan Cephesinden geldiler. "Feracesizleştirme kampanyasında yardımımı istediler. Telefonu aldım. Baş müftüye sordum. Durumu idare et, böyle şeyler sorma bana, dedi. Ben de ne yapacağımı düşünürken Allah'tan Ankara radyosu yetişti yardımıma. Oradan Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan bir hocanın vaazını dinledim. Hoca "Setr-i avret imanın şartlarından değildir. Açık kadın da pek alâ Müslüman olabilir, dini vecibelerini yerine getirebilir" dedi. İçim ferahladı. Köy toplantılarında hep bunu anlattım. Bir de müftülükte imamları topladım ve kampanyaya yardım etmeleri emrini verdim. Allah günahımı afetsin.

Kadınlarımıza, hele de köylü kadınlarına, erkeklerine anadan babadan alıştıkları geleneksel kıyafetlerini değiştirmek çok ağır geldi, fakat bu işin dayatmakla olmayacağını görünce sineye çektiler. Kıyafet reformundan sonra halkın düğün, doğum geleneklerine el atıldı. Hacı hoca takımı bu iki yerden de kovuldu. Kanunen serbest olan dini nikâhlar yasak edildi. Yaptıran da yapan da cezalandırıldı.
Kaynak: Müslümanlar Dergisi (Bulgaristan), Nisan 2012 sayısı.

18 Nisan 2012 Çarşamba

Sofyalı Bali Efendi Türbesi’nde Bir Hatıra

Bali Efendi Türbesinin
Sofya kvartal Knyajevo'da
bulunduğu yer
Sofyalı Bali Efendi Türbesi’nde Bir Hatıra

Basri Zilabid

2006 yılındaydı Sofyalı Bâli Efendi Sempozyumu’ndan sonra BNT den bir programcı hanım "Ağustos ayı başlarında burada insanlar toplanıyor, türbeyi ziyaret ediyorlar ben de çekim yapmak istiyorum" demişti. O gün türbe kapısını açabilir misiniz... diye benden ricada bulundu. Ben de "yetkili olmamakla birlikte yakındaki fırıncıdan anahtarı temin eder, açarız" dedim. Çünkü anahtar Türkiyeli bir işadamının işlettiği fırında duruyordu.

Tarih yaklaşınca yanımda çalışan Aytoslu Beyhan Mehmed kardeşimle türbeyi bir ziyaret edelim dedik. Bir de baktık kilise bahçesindeki büyüyen otları papazlar biçtirmiş, arka tarafta kalan türbe çevresindeki diz boyu otlar olduğu gibi duruyor. Bu böyle yakışık almaz dedik ve Banyabaşı Camii’ndeki görevli arkadaşlara kosaları [tırpanları] olup olmadığını sorduk. Olumsuz cevap alınca Knyajevo’daki dükkanlardan iki orak satın aldık, oradaki otları iki üç saat çalışmayla güzelce kesip bir kenara topladık. Orakları da türbenin içine bir köşeye koyduk ki, daha sonra tekrar lazım olduğunda kullanılsın diye...

Gün geldi çattı… Hafızam beni yanıltmıyorsa 5 veya 6 ağustos olacak... Sofya'dan, İhtiman'dan, Kostinbrod taraflarından Çingeneler gelmeye başladı. Biz kapıyı açtık, televizyon için program hazırlayan Bulgar hanım benimle kısa bir röportaj yaptı daha sonra ziyarete gelenlere mikrofonu uzattı. Onların duygu ve düşüncelerini aldı.

Gelenlerden yaşlı bir dede bana:

-"Oğlum, biz her sene buraya geliriz ama hiç açık bulamayız, çok sağ olun, var olun!" dedikten sonra tabeladaki "Bali Efendi" ibaresi gözüne ilişti "biz onu Ali Baba" biliyorduk, dedi. Evet yıllar yılı terk edilmiş, bir kitabesi bile olmayan bu türbede yatan büyük Halveti Şeyhi Bali Efendi, zamanla Ali Baba olmuştu.

Türbeyi ziyarete gelenlerden birkaç aile arabalarından mangalları kasalarla biraları indirmeye başladılar, belli ki burayı içkili piknik alanına çevireceklerdi. Biz neye uğradığımızı şaşırdık. Buna nasıl engel oluruz diye düşünürken

-Burada ateş yakmak tehlikeli olabilir, kilise yetkililerinden izin aldınız mı? Deyiverdim. Papazların buna izin vermeyeceklerini zannederek… Tam o sırada genç papaz göründü. Çingene hemen yanına koştu ve:

-Papaz efendi, mangal yakabilir miyiz? Diye sordu. Papaz:

-Dikkatli olun, yangın çıkarmayın yeter, giderken iki bira da bize bırakın demez mi!

Biz, Kanuni Sultan Süleymanla mektuplaşmış bu büyük zatın ruhuna birer Fatiha ve üçer İhlas göndererek oradan ayrıldık.
Not: Bali Efendi Türbesi, Sofya’nın banliyösü olan Knyajevo semtindeki ana yol üzerinde bulunan Sveti Prorok İliya Kilisesinin hemen arkasında bulunmaktadır. 

17 Nisan 2012 Salı

SOFYA'DA NURİ TURGUT ADALI ANILDI

Bu akşam Sofya'daki Bulgaria otelinin salonunda güzel bir etkinlik düzenlendi. Timur Bey ve Sevda Hanımın hazırlayıp sundukları Nuri Turgut Adalı'yı Anma Gecesi duygulu anlara sahne oldu. Bulgaristan Türklerinin Kahramanı Gazi Nuri Turgut Adalı'nın hayatı ve davası anlatıldı. Aynı zamanda dertli bir şair olan mücahidimizin şiirlerinden de örnekler sunuldu. Kaynak: Vedat S. Ahmed/Facebook
DELİ
Dokunma diyorlar, suya sabuna.
Bakma etrafına, gir sen kabına.
Başkaları için ağlayan gözler,
Her yerde tüm hakkı savunan sözler,
Yıldırım kesilir üstüne döner.
Bu zulmette bakma olmaya fener!
Fırtınalar kopar hep söndürürler,
Hakkı haykıranı her an döverler.
Az mı dayak yedik bu yüzden gafil?
Bir ömür boyu hep sen kaldın cahil!
Aç gözünü artık yeter bu uyku,
Ara şu felekte sakin bir kuytu!
Gizlice orada ör çorabını.
Yeter artık kapat şu Hak bâbını!
O yoldan gidenler hep harap oldu.
Yaz bile gelmeden gülleri soldu.
Nasibini al sen cennet dünyadan,
Yeter bahsetme şu bomboş hülyadan.
Hayaller, emeller hem çoktan öldü,
Senden evvel kabre onlar gömüldü!
Aldandın, aldattın sen etrafını,
Kederle doldurdun her tarafını.
Yakınlara miras kaldı kederler,
Hakkı savunana "bir deli" derler
Ko deli kalayım değilim pişman,
Bence delilerde kalmıştır iman...
Ne kadar istesem olamam veli,
Vahşi kalmaktan olayım deli...

Nuri Turgut Adalı

2 Nisan 2012 Pazartesi

SOFYA HATIRALARI, MEHMET BEHÇET PERİM

Mücadeleci, gazeteci, yazar ve şair Nevrokoplu Mehmet Behçet Perim'in 1947 ve 1949 yıllarında iki kısım halinde yayınladığı hatıraları tekrar gün yüzüne çıktı ve okuyucuyla buluştu. BTG Editörü Basri Zilabid tarafından yayına hazırlanan ibret ve ilginç olayları içeren Sofya Hatıralarını zevkle okuyacağınızı umut ediyoruz.
 
Kitap 132 sayfadan oluşmaktadır. 
Kitabı sipariş etmek isteyenler 
bulgaristanalperenleri@gmail.com 
mail adresinden talepte bulunabilirler. 

Kitabın arka kapağından:
Bundan seneler evvel arkasında torbası, sırtında abadan camadanı ile poturu bulunan bir genç, Garbi Trakya'nın Kırca Ali Kasabasındaki geniş kahveye giriyordu. Yanında beyaz sarıklı bir zat vardı. Bu da Trakya’nın en münevver uzuvlarından olup o tarihlerde Daimî Encümen Azası bulunan dayım Hasan Sabri idi.

Hasan Sabri, bu poturlu ve camadanlı arkadaşını bana “Mehmet Behçet” diye takdim edince tuhaf bir haleti ruhiye içinde kalmıştım. O sene Kırca Ali Rüştiyesinde öğretmen idim. Mehmet Behçet adını babamdan [Hasan Vehbi Rodoplu] işitmiştim. Trakya müdafaası sonunda Bulgaristan’a iltica eden Cafer Tayyar kıt'alariyle birlikte Sofya'ya gelen bu zat, o günlerde Sofya'da bulunan şimdiki Kırklareli Müftüsü babamla bir otelde görüşmüşlerdi. Babamla aralarında çok samimane bir dostluk teessüs etmiş olmalı ki babam kendisini, kendisi de babamı daima takdirle ve sitayişle anarlardı. Bu suretle kaleminden millî heyecanlar duyarak istifade ettiğim bu zatı apansız karşımda görünce içimde anlatılmaz bir sevinç ve ürperme duymuştum.

Perim dağlarının yetiştirdiği bu ateşli genç, Bulgaristandaki Türk Milletine kalemiyle ve dili ile çok önemli hizmetlerde bulunmuş olduğu için Kırca Ali'de kaldığı müddetçe yanından hiç ayrılmamış ve geceli gündüzlü devam eden konuşmalarını derin hayranlıklarla dinlemekten haz duymuştum.
Re'fet Rodoplu
Lüleburgaz "Özdilek" Gazetesi, 1947