Hatıralar Gönlümü Yaralar
Basri Zilabid
Çocuk denilecek yaşta ana baba ocağından ayrıldık. Onlar, çocuğumuz okuyup adam olsun diye ayrılığı, hasreti sinelerine çektiler, bizler okuyup adam olalım diye ana baba şefkatinden mahrum kalmayı göze aldık.
Önce sınırı aştık, sonra farkına varmadan bir de suyu aşmışız. Geriye dönüşü zor bir yola girmişiz... Anadolu toprağına basmışız. En büyüğümüz Vetovolu Sinan abi ağlıyordu, hepimiz ağlıyorduk. Niyetimiz imam hatip okulunu okuyup köyümüze hoca olmaktı. Ama daha ilk günden otobüs terminalinin yolunu bilebilseydik istisnasız hepimiz geri dönecektik. Allah geri dönmemizi murad etmemiş, okumamızı murad etmişti. Okuduk...
“Üniversite” kelimesini lise ikinci sınıfta arkadaşlarımdan duydum. Bunun liseden sonra gelen daha yüksek bir okul olduğunu öğrendim ve onu da okumak istedim. Nasip oldu...
Lisede Edebiyat öğretmenim hatıra defterime “geleceğin Sofya müftüsü yazmıştı”, besbelli ki bize büyük hedefler gösteriyordu. İstanbuldaki hocalarımız da bizleri yanındakilere tanıtırken “Bu genç Bulgaristan Türklerinden. Fakülteyi bitirince memleketine dönüp halkına hizmet edecek, öyle değil mi? diyerek bize kaçacak bir yer bırakmıyor, bir nevi anavatanın ve İstanbul’un cazibesine kapılmamayı bize ihtar ediyordu.
Sekizinci sınıfın sonuna kadar ders kitapları dışında kitap okumadım. Türkçe kitap yoktu, Bulgarca kitap okumak ta hoşuma gitmiyordu. Köylü çocuğu idik... Kitap okumayı lisede sevdim. İlk okuduğum kitaplar romanlardı. Üniversite yıllarımda ise ne kadar çok şeyi bilmediğimi anladım ve bunu telafi etmek için çaba harcadım. O yüzden kitaplarımı çoğaltmaya baktım.
1996 yılının bir sonbahar günü İstanbul’daki Cağaloğlu’ndan Sirkeciye inerken Kültür Bakanlığı’nın kitap satış yerine uğradım ve oradan elimde “Kader Kurbanı”yla çıktım. O günden sonra bende kendi insanlarımın tarihini, kültürünü, geleneklerini, hikayelerini daha yakından tanıma isteği uyandı. O günden bugüne Bulgaristan Türkleri’ne dair yazılmış kitapları edinmeye, baştan sona kadar hakkını vererek okumaya gayret ettim ve etmeye devam ediyorum.
“Bulgaristanlı Türk gençlerin mutlaka okuması gereken kitaplar” yazı dizisinde Bulgaristan Türkleriyle ilgili yazılmış kitapları gençlere tanıtma arzusundayım. Onlardan aktaracağım pasajlarla genç okurun kalbinde milletine, tarihine, diline yönelik bir sevgi kıvılcımı oluşturabilirsem ne mutlu bana.
Bulgaristan Türklerini alakadar eden kitapları okurken dipnotlarda veya bibliyoğrafyada Yahya Kemal’in “Balkana Seyahat” isimli Bulgaristan’ın Rahva (Oryahovo) kasabasında 1923 yılında basılmış bir anı kitapçığı devamlı zikredilir. Bu durumu merak eder dururdum. Nasıl olmuş da Yahya Kemal Türkiye’de değil de Bulgaristan’da üstelik Türklerin kesafette olmadığı bir yerde 30 sayfalık bu kitapçığı bastırmış. Meğer hakikat şu imiş: Yahya Kemal 1921 yılında Bulgaristan’a yaptığı seyahatten edindiği izlenimleri İstanbul’da yayınlanan Dergah Mecmuası’nda Osmanlıca olarak neşretmiş, Rahva’da Ahali Gazetesini yayınlayan Mehmet Behçet Perim de bu seyahat notlarını Bulgaristan Türklerine sunulmasının önemine inanmış olmalı ki, bunları bir kitapçık halinde yine Osmanlıca olarak bastırmış. Çok ta iyi etmiş.
İşte Bulgaristanlı Türk gençlerinin bir solukta okuyacakları ilk kitap : “Balkana Seyahat”tir. Bugün Balkana Seyahat anıları Yahya Kemal’in Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım isimli kitabının 146 ile 164. sayfaları arasında bulunmaktadır. Yani ayrı bir kitapçık olarak günümüz Türkçesiyle basılmamıştır. İnşallah bu şeref Bulgaristan’da Türkçe kitap dergi gazete işleriyle uğraşan abla ve ağabeylerimize nasip olur.
Yahya Kemal kimdir? Neden onun hatıraları bizim için önemlidir? Yahya Kemal 1884 senesinde bugün Makedonya’nın başkenti olan Üsküp şehrinde dünyaya gelmiş. O tarihlerde Bulgaristan Osmanlı’nın elinden çıkmış olsa da bugünkü Makedonya henüz Osmanlı toprağı idi. On sekiz yaşına kadar çoğunlukla Üsküp’te yaşamış babasının memuriyeti sebebiyle Selanikte de bir müddet kalmışlardır. 1902’de İstanbul’a Galatasaray Lisesi’nde okumak için gönderilmiş ancak, Paris sevdasına tutulmuş. Sultan Abdülhamid aleyhtarı olarak kaçtığı Fransa’da Abdülhamid idaresinin ehemmiyetini hatta kıymetini idrak ederek beş yıl sonra vatanına dönmüştür. Yahya Kemal büyük bir Türk şairi ve edibidir. Siyasetle de iştigal etmiştir. Hayatta iken hiç bir kitabı basılmamıştır. Ölümünden sonra Yahya Kemal Enstitüsü kurulmuş ve eserleri kitaplaştırılmıştır. İşte bu enstitünün müdürü olan merhum Nihad Sami Banarlı “Hatıralarım” kitabıyla ilgili şöyle diyor:
“Kitabın baş tarafında, ileride Yahya Kemal olacak bir vatan evladının tanıttığı Üsküp şehrimizi, Filibeyi, Selaniki, bütün eski Türk vasıflarıyle resmedilmiş buluruz. Burada sağlam karakterli, dinine ve milli geleneklerine bağlı, halis Türk ve efendi bir milletin yaşadığını, bir defa da Yahya Kemal’in kaleminden öğrenmenin buruk hasretini tadarız.
...Bugünkü Bursa gibi, Edirne gibi bizim olan, bizim mimarimizle süslü, bizim musikimizle sesli bir ülkede, bizim adet ve an’anelerimizle başı dik yaşayan bu millet, İttihad ve Terakki komitesinin yaptığı bir ihtilal sonunda, Balkanlardaki bütün topraklarımızla birlikte, evvelce bize tabi kavimlere esir olur. Katliam, muhaceret ve sefalet içinde erir, azalır, zelil ve perişan oluruz.”
Yahya Kemal’in anılarından birkaç alıntı ile bu bahsi kapamak istiyorum. Birincisi Osmanlı geleneğine uygun olarak beş yaşında bir çocuğun nasıl mektbe başladığını bize anlatıyor.
“1889’da, yeni yaptırmış olduğumuz evde, mektebe başladım. Mektep, Sultan Murad Camii’nin mihrabı arkasında Yeni Mekteb denilir, beyüz senelik bir vakıftı.
Mektebe başlayışım kadim an’aneye tamamiyle uygun oldu. Erkenden muallim-i evvel Sabri ve muallim-i sani Gani efendiler bizim selamlığa geldiler; çarşıdan bana savatlı bir divit, boyundan geçirilir, sırmalı bir cüzdanlık alınmıştı. Gani Efendi kalem açtı, divitin mürekkebine batırdı. Bir Rabbi yessir yazdı. Sonra üstüne şeker döktüler, bana o yazının mürekkebini şekerli şekerli yalattılar.
Dışarıda bahçede, meydanda bekleyen mekteb çocuklarına birer külah şeker dağıtıldı. Nihayet bu çocuk kaafilesi
“Şol cennetin ırmakları,
Akar Allah deyu deyu...
Çıkmış Tanrı melekleri
Bakar Allah deyu deyu..”
İlahisini cumhurca “ırlayarak yola düzüldüler.
Davetliler vardı, onlar şerbet içtiler, kuşaklarını ve ceplerini şeker külahlarıyle doldurdular, o aralık, zahir ürkmiyeyim diye, beni bir araba ile ayrı bir yoldan, Saat Bayırından mektebe ilettiler. Annemin hazırlamış olduğu bir şilteyi, muallim Gani Efendi’nin hoca makamı olan, yarım kavis, mihrabımsı yerin arkasına koydular. Maarif alemine girişimin ilk günü budur.”
Bir alıntı da “Balkan’a Seyahat”ten yapalım. Büyük edibin hasret duygularına kulak kabartalım:
“Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna’dır. Dağ varsa Balkan’dır. Vakıa Tuna’nın kıyılarından ve Balkan’ın eteklerinden ayrılalı kırk üç sene oluyor. Lakin bilmem uzun asırlar bile o sularla o karlı tepeleri gönlümüzden silebilecek mi? Zanneder misiniz ki, bu hasret yalnız Rumeli’nin çocuklarının yüreğindedir? Rumeli toprağına ömründe ayak basmamış bir Diyarbekirli Türk de aynı hasretle bu türküyü söylemiyor mu?
Gözde tüter dumanları
Bak Şıpka’nın Balkanları
Hala sızlar al kanları
Ayrılmıştık otuz sene
İşte Şıpka geldik yine.
İstanbul’dan Burgaza vapurla, Burgaz’dan da Sofya’ya trenle geçen Yahya Kemal yol üzerine gördüklerini, Sofya’da kaldığı müddet içerisinde Bulgar siyesetine dair müşahedelerini, İstanbolof’un kurnazlığını, Sobranya’da İstanboliyskiyi dinleyişini, Bulgar tiyatrosuna gidişini , Sofyalı Bali Efendi’nin türbesini yıkan papazı nasıl çarptığını, Sofya’nın imarına dair düşüncelerini aktarır bize.
Yahya Kemal, Bulgarların siyasi liderler etrafında değil de şair İvan Vazof etrafında birleştiğini müşahede eder. “Elli seneden beri Bulgarlığın domuzundan kırmızı biberine kadar bütün millilikleri ile teganni eden bu ihtiyar şairi, akşam üstleri Sofya’nın Panah kahvesinin taraçasında oturur görüyordum. Önünden akan bu halk ona hâlikına (yaratıcısına) bakar gibi bakıp geçiyordu... Ziyaretine gitmemi teklif ettiler; Beşi bir süngüde ünvanlı bir parçasını gördüğüm için görmek istemedim. Ben orada iken ani bir ölümle öldü...”
Vazof için yapılan görkemli cenaze merasimini ayrıntılarıyla anlatan Yahya Kemal, bu bahsi şöyle bitiriyor:
“Ah esaret ne feci cilvelerin vardır! O gün cenazede tabii bilıztırar Vazof’un menfuru Türklerin de heyetleri vardı! Ben o fesli kafileye hüzünle bakarken, gafil Türklerimizden biri “Bizde yazık ki böyle büyük bir şair yetişmedi”, dedi. Fuzûli’yi, Bâkî’yi, Nef’î’yi, Nedîm’i, Gâlib’i, Hamîd’i Vazof’a göre bu Himalaya tepelerini düşündüm. O Türk’ün yüzüne baktım...Cehalet gözüme esaretten bin kat feci göründü.”
Not: Balkana Seyahat kitabının Osmanlıcasını PDF formatında satın almak isteyenler bizimle irtibata geçebilirler. bulgaristanalperenleri@gmail.com
1 yorum:
Lisede Edebiyat öğretmenim hatıra defterime “geleceğin Sofya müftüsü yazmıştı”, besbelli ki bize büyük hedefler gösteriyordu. İstanbuldaki hocalarımız da bizleri yanındakilere tanıtırken “Bu genç Bulgaristan Türklerinden. Fakülteyi bitirince memleketine dönüp halkına hizmet edecek, öyle değil mi? diyerek bize kaçacak bir yer bırakmıyor, bir nevi anavatanın ve İstanbul’un cazibesine kapılmamayı bize ihtar ediyordu.
Hocalarinizin dualarini gerceklestirin Size ihtiyac var...
Yorum Gönder