OSMAN KESKİOĞLU’NUN BULGARİSTAN TÜRKLERİ’NİN KÜLTÜR TARİHİNE KATKILARI
Basri Zilabid
Sofya Yüksek İslam Enstitüsü Öğr. Gör.
Bulgaristan Prensliği’nin henüz Osmanlı Devleti’ne vasal olduğu 1907 yılında doğan Osman Keskioğlu’nun Bulgaristan Türkleri’nin kültür tarihine olan katkısını uzun gayretler neticesinde tamamladığı Bulgaristan’da Türkler - tarih ve kültür - adlı eseri etrafında sunmaya gayret göstereceğiz.
O. Keskioğlu, Bulgaristan’da Arapça ders kitapları Türkiye’ye göçünden sonra ise genellikle dini telif ve tercümeler üzerine çalışmış olmasına rağmen Bulgaristan Türkleri’nin tarih ve kültürünü anlatan bir eser yazmayı kendisine vazife addetmiş ve bunu tarihi bir borç bildiğini kitabının ilk satırında şöyle ifade etmiştir:
“Bu eseri yazmayı tarihi bir borç bildim. Bu borcu ödemeye çalışırken çok zahmet çektim. Tam anlamıyla iğneyle kuyu kazarcasına bir işti bu. Yıllarca didindim araştırdım. Bulgaristan’da iken topladığım notlarımı, kitaplarımı salmadılar. Anayurda gelince yeniden işe başladım. Yıllık izinlerimi bu uğurda harcadım. İskenderun’dan Edirne’ye kadar arkadaşları bulup bilgi almaya çalıştım. Zaman zaman bezginlik geldi.”
Arkadaşlarının ve dostlarının yardımı ve teşvikiyle eserini tamamlayan Keskioğlu, “eserde olayları olduğu gibi yansıtmaya gayret ettim. Bazı kişiler hakkındaki sözler hoşa gitmeyebilir, fakat ben olayı naklediyorum, olanı anlatıyorum, hüküm vermiyorum, hüküm okuyucunun ve tarihindir.” dedikten sonra Bulgaristan’da zaman içinde oluşan Abdülhamitçi – Jöntürk, İttihatçı – İtilafçı, inkılapçı – tutucu gibi grupların birbiriyle mücadelesinden milletin çok zarar gördüğünü ve gelecek nesillerin bu gibi hatalara düşmemesi için bunları bir ibret levhası olarak kaydettiğini belirtir.
Osman Keskioğlu, Bulgaristan Türkünün istinat etmesi gereken iki unsurun din ve dil olduğunu şöyle ifade eder: “Milletler ve cemaatler bazen gaflete düşerler. İyi yapıyoruz sanarak zarar getirirler. En büyük gaflet, milliyetini unutmaktır. Milletin iki ana unsuru vardır. Din ve Dil.”
Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler isimli eserini 1978 yılında tamamlamış olmasına rağmen ancak Aralık 1985’te Türkiye Kültür ve Turizim Bakanlığı tarafından basılmıştır. Bunda, Bulgaristan Türklerine karşı girişilmiş olan asimilasyon politikasının son perdesi olan zorla isim değiştirme zulmünün etkisi olduğu kanaatindeyiz. Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki, bu olay sebebiyle bugün elimizde başucu kitabı olarak O. Keskioğlu’nun Bulgaristan’da Türkler, Bilal Şimşir’in, Bulgaristan Türkleri ve Osman Kılıç’ın Kader Kurbanı isimli eserleri bulunmaktadır.
Bulgaristan’da Türkler isimli eserini bir Giriş ve beş Bölümden oluşturan yazar sonuna da 58 adet resim eklemiştir.
Girişte imparatorluktan ayrıldıktan sonra meydana gelen tahribat, zulüm ve göçleri konu edinir. Bulgarların, Türklerin taassubundan yararlanarak onları nasıl göçe zorladıklarını Ömer Seyfeddin’in Tuhaf Bir Zulüm hikayesinden de alıntı yaparak anlatır.
Rakamlarla Bulgaristan Türklerinin sayısını gösteren yazar, nüfus çokluğuna rağmen siyasi arenada – partizanlık yüzünden – bundan faydalanılamadığını belirtir.
1918-1928 yılları arasını birlik, huzur ve atılım devri olarak betimleyen Keskioğlu, bu devirde din, eğitim, basın, spor ve kültür derneklerinin faaliyetlerini konu edinir.
Giriş kısmının sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile Bulgaristan Krallığı arasında 1909 ve 1913 yıllarında imzalanan antlaşmalarla bunlara ek protokollerin sağladığı haklar ile Büyük Ali Haydar efendinin yaptığı çalışmaları anlatır.
Yukarıda bahsettiğimiz kitabın esasını oluşturan beş bölüm şunlardır:
1. Dini Teşkilat
2. Eğitim ve Öğretim
3. Dernekler
4. Kültür kaynakları
5. Hizmet edenler
Dini Teşkilat bölümünde, Başmüftülük ve müftülüklerin kurumsal yapısını oluşturan 1895 Tüzüğü, 1909 ve 1913 tarihli İstanbul Protokolleri ve bu iki protokole istinat eden 1919 tüzüğünden bahsedilir.
Bulgar hükümetlerinin Türklere karşı daima kaypak bir siyaset izlediğini belirten Keskioğlu, 1938 yılında müftülüklerden hakimlik vasfı alınırken diğer taraftan hoş görünmek için aynı yıl Kral Boris’in tahta çıkışının 20. Yıl dönümü münasebetiyle 26 müslüman ileri gelene nişan verildiğini yazar.
Bulgaristan’da din ve eğitim hayatının vazgeçilmezi olan ecdat vakıflarının idaresi için Başmüftülük nezdinde kurulan Vakıflar Müdürlüğünden ve görevlerinde bahseden yazar, vakıfların bir kolunu da tekkelerin ve zaviyelerin oluşturduğunu belirtir ve Tuna vilayetinde 86 tekke ve zaviyenin olduğunu ifade ettikten sonra Demir Baba, Kaligra Sultan, Akyazılı Baba ve Bali Baba’dan ayrıntılı olarak bahseder.
Keskioğlu eğitim ve öğretim alanında geri kalmışlığımıza hayıflanır, Bulgarların 1810’da ilk yeni usul okulu açtıklarını bizim ise bunu ancak 1834’te başarabildiğimizi ortaya koyar. İlkokul ve Rüştiyelerin şehirlere göre dağılımını , sayısını, ders programını, öğretmen ve öğrenci sayılarını veren yazarın üzerinde durduğu meselelerden başlıcaları öğretmenlerin maaş konusu, ders kitapları ve ders kitaplarının Türkiye’de meydana gelen harf inkılabından sonra latin harfleriyle basılıp basılmaması konusunda oluşan ihtilaf .
Keskioğlu eserinin içinde geçen başlıklara uygun düşen şiirler koymakla hem onu renklendirmiş ve tadlandırmış hemde kendi görüşünü şairin dilinden ifade etmiştir.
Şumnu Devlet Türk Öğretmen Okulunu anlattığı başlığın altına Tevfik Fikret’in şu beytini almıştır:
Yükselmeli artık yetişir zilletü zulmet
Fikir ordusuyuz, meşal-i irfanla mücehhez
İlim irfan ateşiyle donanmış fikir ordusu olacak öğretmenlerin zillet ve karanlığı yıkacaklarına inan Osman Keskioğlu, Darul Muallimini ayrıntılarıyla anlatır.
Bulgaristan Türk öğrencilerine öğretmen yetiştirecek bir Darul Muallimin (Devlet Türk Öğretmen Okulu) açılması fikrini ortaya atan bir siyasetçi/milletvekili Tahir Lütfi ve ona yardımcı olan bir müftü Hacı Ömer; Mektep Encümenleri Kongresinin 1905 yılında aldıkları karara istinadet gerekli makamlar nezdinde teşebbüse geçmiş ise de okulun kesin olarak açılması ancak 13 yıl sonra Şumnu’da 1918 yılında gerçekleşmiştir. Çiftçi hükümetinin Türklerin oyunu almak için Razgrad ve Kırcaali’de de öğretmen okulları açma vaadi gerçekleşmemiş, aksine 1928 yılında Şumnu Darul Muallimini de kapatılmıştır.
Keskioğlu, Bulgristan Türkleri’nin eğitim hayatında silinmez izler bırakan Medrestün Nüvvabı anlatırken, Mehmet Akif’in “Ah şu sizin medreseler, asrın icabına uyakta inad etmeseler” mısralarını koymuş olmasına rağmen bu medresenin asrın icabına uymakta inat etmeyi bırakın bunun için can attığını belirtmekle sözlerine başlar. Kendisi de bu okulun hem öğrencisi hem öğretmeni olması hasebiyle bütün medreseleri böyle gördüğü şeklinde bir mülahazada bulunulmaması maksadıyla olsa gerek Osmanlının yıkılış döneminde medresenin çürüdüğünü ve verimsiz hale geldiğini açık açık belirtir.
Bir ihtiyaçtan kaynaklanan Medrestün Nüvvab’ın açılışı 1913 yılında Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan protokollere girecek kadar önemli bir meseledir. Ancak bu okulun açılışı da 9 yıl sonra 1922 yılında gerçekleşmiştir. Okulun kuruluşunu, ders programını, müdür ve öğretmenlerini, şehirlere göre mezun sayısını veren Keskioğlu, öğrenci derneği Müsterşitler Cemiyeti ve faaliyetlerinden de bahseder ve iki önemli öğrenci isteğini belirtmeden geçmez. Bunlardan birincisi Nüvvab mezunlarının öğretmen olma hakkının verilmesi, ikincisi de okulun Padagoji ve İlahiyat bölümlerine ayrılmasıdır.
Nüvvab mezunlarına öğretmen olma hakkı 1933 yılında Maarif yani Eğitim Bakanlığınca tanınmıştır, ancak okulun iki bölüme ayrılması talebi Başmüftülükçe kabul edilmemiştir.
Medresetün Nüvvab’ın münevver/aydın muallimler yetiştiremediği hakkındaki yapılan bazı tenkitlere katılmayan O. Keskioğlu şöyle demektedir: “Nüvvab mezunları Bulgaristan’da Türk okullarında öğretmenlik yaptılar, Türk yavrularına milli kültür ve ruh verdiler, milli bünyede boşluk bırakmadılar, halkı öksüz koymadılar.” Türkiye’ye göç edenlerin de inkılaplara uyum sağladığını ve önemli vazifelerde hizmet ettiklerini belirtir.
Keskioğlu, çok değerli Nüvvab öğretmenlerinin kısa hal tercümelerini verirken onlarla ilgili ilginç noktaları da belirtmeden geçmez. Örneğin, Nüvvabı bitirdikten sonra Beden terbiyesi kursuna gidip Nüvvabta jimnastik öğretmeni olan Sabri Mollaoğlu Çeliktürk’ün öğrenciyken Şumnu’da Çarşı camiinde Türkçe ezan okuduğunu belirtir.
Eserinin üçüncü bölümünde bugün sivil toplum kuruluşu denilen Bulgaristan Türklerinin kurduğu dernekleri anlatan Keskioğlu, en eski ve en büyük cemiyetimiz olan Muallimin-i İslamiye Cemiyeti İttihadiyesi (yani Müslüman Öğretmenler Birliği) ile başlar. 1906 yılında kurulan bu derneğin amacı Türk okullarının ıslah edilmesidir. Bunun için okul programları yapmak, ders kitapları hazırlayıp basmak ve okul talimatnamesi ile müfredatlı program hazırlamayı kendisine vazife addeder. Her yıl farklı şehirlerde kongreler tertip eden cemiyet önemli kararlar alır ve uygulamaya koyar. 1928 yılında yapılan Filibe kongresinde adını Türk Muallimler Cemiyeti olarak değiştirir. 1921-1923 yılları arasında Terbiye Ocağı, 1923-1926 arası Muallimler Mecmuası adında dergiler yayınlamıştır. Keskioğlu öğretmenlik hizmetinin kutsal olduğunu ve unutulmaması gerektiğini belirttikten sonra, “Türk Muallimler Birliği halka çok hizmet etmiş ve Türklüğü yaşatmıştır” der.
Bulgaristan Türk gençleri arasında spor kuruluşları ortaya çıkmaya başlamış bunlar belli bir zaman sonra spor faaliyetleriyle birlikte fikir bakımından da yükselmesi amaçlanarak 1926 yılında Turan Cemiyeti adı altında birleşmişlerdir. Sekiz yıl ardarda değişik şehirlerde kongreler düzenleyen Turan Cemiyeti ulaştığı 95 şube ve 5000 üyesi ile dikkat çeken bir hal alır. Gençler arasında milliyetçiliği ve kemalizim ideolojisini yaydığı gerekçesiyle devletçe zararlı görülür ve 1934 yılında kapatılır.
Keskioğlu, Turan Cemiyetinin bir taraftan kara taassuba bağlı tutucu grup diğer taraftan milliyetçi Bulgarlarca haksız saldırıya maruz kaldığını belirtirken, Muallim Hasip Safveti’nin Cemiyet Hayatı ve Gençlik başlıklı yazısını eserine almakla onun çok yerinde olan görüşlerini de paylaşmış oluyor.
Söz konusu yazıda: ... “Bulgaristan Türk gençliği, ekseriyet itibarıyla kendi kuvvetini ölçememiş, başka kuvvetlere hürmet ve tebaiyyete de alışmamıştır. Bulgaristan Türk gençliği, yıkacağını ve yapacağını ne için yıkmak ve nasıl yıkıp yakmak lazım geldiğini tayin etmemiştir, edememiştir.
... Teşkilatçı gençlere faaliyet programlarında en büyük ehemmiyeti gösterişlere değil, ruhi hazırlığa tevcih etmelerini büyük bir ehemmiyetle tavsiye eylerim.” Denilmektedir.
Eserinin dördüncü bölümünü “Kültür Kaynakları” olarak adlandıran Keskioğlu, Midhat Paşa zamanından itibaren çeşitli yerlerde basılan ilmi, edebi ve okul kitaplardan, matbaalardan, açılan kıraathanelerden, Osmanlı zamanında bugünkü Bulgaristan sınırları içinde olan büyük kütüphanelerden bahseder. Bunların 3’ü Filibe’de, 2’si Vidin’de, birer tane de Sofya, Şumnu, Plevne, Köstendil, Samokov, Eski Zağra, Tırnovo ve Ziştevi bulunmaktadır. Ayrıca Nüvvab ve Öğrenci derneğinin kütüphanelerini de zikreder.
Şumnu Şerif Halil Paşa Kütüphanesinin çok zengin olduğunu belirten Keskioğlu, buna örnek olarak 12. Yüzyılda yaşamış meşhur İslam Coğrafyacısı İdrisi’nin, Sicilya Kralı II. Roger için yazdığı ve 70 haritayı ihtiva eden Nüzhetü'l-Müştâk fi İhtirâkı'l-Âfâk (yani İklimler Boyunca Yolculuk Yapmayı Arzu Edenin Sevinci) isimli eserinin 16. Yüzyılda istinsah edilmiş bir nüshasının bulunduğunu ve çok iyi muhafaza edildiğni kaydeder.
Bulgaristan Türklerinin anavatanla olan manevi bağlarını muhafaza etmek için konuştuğu dilin İstanbul Türkçesi olması gerektiğini belirten Keskioğlu, bu sebeple Bulgaristan’da basılan okul kitaplarına Türkiye yazarlarının yazılarının konulduğunu belirtir ve listesini verir.
Kültür kaynaklarının önemli bir unsuru da gazete ve dergilerdir. Keskioğlu, 1879 yılı ile 1947 yılları arasında çıkan 90 gazete ve 13 derginin yayınlandıkları yer, dönem ve yayıncıları hakkında bilgiler verir.
Eserinin beşinci ve son bölümünü Bulgaristan Türklerine hizmet edenlere ayıran Keskioğlu, onları “din adamları”, “[milletvekili], idareci ve gazeteci”, “öğretmen ve yazar” olarak 3 gruba ayırmış çok meşhur olanlarının kısaca tercüme-i hallerini vermiş diğerlerinin isimlerini zikretmekle yetinmiştir.
Keskioğlu, eserinin son cümlesinde, “Bu kitap 1978’de tamamlandıkatn sonraki olaylar tarihte benzeri görülmemiş feci zulümler başka bir eserde ele alınacaktır.” Demiş ancak ömrünün buna kifayet edip etmediğini ve varislerine ilmi çalışmalarından neler bıraktığını şuan için bilemiyoruz.
1986 yılında Bulgaristan’da Müslümanlar ve İslam Abideleri ismiyle yayınladığı eserinde Keskioğlu, Osmanlı İmparatorluğu devrinde bugünkü Bulgaristan sınırları içinde yaşamış alimleri ve burada meydana getirilmiş abideleri şehir şehir sıralayarak anlatır. 40 büyük ve küçük şehrin camilerini, medreselerini ve tekkelerini, bunlara ait – ulaşabildiği - vakfiye ve kitabeleri, bu müesseselerde hizmet etmiş alim ve mutasavvıfları başta Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesine, Şemseddin Sami’nin Kamusul Alamına, Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Müelliflerine ve kendi müşahedelerine dayanarak anlatır.
Kitabının sonunda Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Bulgaristan’ı da anlattığı Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri kitabını “muazzam” olarak niteleyen Keskioğlu, burada kullanılan bazı resimlerin kendisi tarafından tedarik edildiğini belirtmektedir.
Bulgaristan’da Müslümanlar ve İslam Abideleri, geniş okuyucu kitlesinin bu konudaki bilgi ihtiyacını karşılaması ve Osmanlı kaynaklarındaki bilgileri toplu bir şekilde vermesi bakımından önemli bir hizmet görmüştür.
Sonuç olarak, Osman Keskioğlu’nun Bulgaristan Türkleri’nin kültür tarihlerine dair bu iki eseri ve Vakıflar dergisinde yayınladığı dört makalenin önemi aşağıda vereceğimiz bilgiler müvacehesinde değerlendirildiğinde çok daha iyi anlaşılacaktır.
Yazarın Türkiye’ye göç tarihi olan 1950’den, 1985 yılında Bulgaristan Türkleri’ne uygulanan zorunlu isim değiştirme zulmüne kadar konuyla ilgili Türkiye’de yayınlanmış kitap sayısının iki elin parmakları kadar olduğunu tespit ettik. Bulgaristan’da Türkler isimli eserini taradığımızda Keskioğlu’nun kendisinin de sadece yedi kitaptan faydalandığı diğer kaynaklarının Bulgaristan’da yayınlanmış süreli yayınlar ve bizatihi müşahedeleri olduğu görülür.
Keskioğlu’nun 1978’de tamamladığı Bulgaristan’da Türkler isimli eseri Bulgar komünist rejiminin Türk azınlığınının zorla isimlerini değiştirerek sözmün ona Bulgaristan’da Türk olmadığını dünyaya ilan etmesi neticesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin buna neşriyat alanında olan tepkilerinden biri olarak alelacele Aralık 1985’te Kültür ve Turizim Bakanlığınca basılması bundan sonra gelecek araştırma ve yayınların öncüsü olma vasfını kazandırmıştır. Nitekim, ikinci baskısı daha yeni yayımlanan Bulgaristan Türkleri eserinde Bilal Şimşir, 1985 – 2008 yılları arası Bulgaristan Türkleri üzerine çıkmış başlıca kitapların listesini verir. Türkçe olarak yayınlananların sayısı yüzü aşkındır.
Not: 16 Aralık 2009 tarihinde Sofya’da düzenlenen “Ölümünün 20. Yıldönümünde Osman Keskioğlu – Hayatı, Fikirleri ve Eserleri” sempozyumunda sunulan bildiri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder