21 Ocak 2018 Pazar

RUSÇUK CAMİ-İ ATİK

Cami-i Atik (Eski Cami), Rusçuk'un Hacı Musa mahallesinde bulunmakta idi. Bugün ulitsa "19-ti fevruari" ye (19 Şubat sokağı) denk düşmektedir. 17. yüzyılın 20'li, 30'lu yıllarında Bosna Defterdarı Abdülbaki Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami taş minarelidir. Yanında medresesi, kadı mahkemesi ve misafirhane olarak yedi odası ile büyük bir mezarlık bulunmaktadır. Kaynak Facebook Bulent Hasanov

RUSÇUK'TA CAMİ-İ CEDİD VEYA PAZAR YERİ VEYA HACI ALİ CAMİİ

Pazar Yeri veya Hacı Ali Camii olarak da bilinen Cami-i Cedid (Yeni Cami), eskiden aynı adı taşıyan mahallenin camisidir. Bulunduğu yer bugün Şehir Bahçesi'nin doğu ucuna denk gelmektedir. Hacı Ali tarafından yaptırılmıştır. Adının geçtiği bilinen en eski belge 1700/1701 yılına aittir. 1806-1812 yıllarında meydana gelen savaşlarda yıkılmıştır, ancak daha sonra yeniden yapılmıştır. Uzunluğu 21,5 m, genişliği 16 m ve yüksekliği 5,5 m olan bir yapıdır. Minaresi taştandır. Аvlusunda mezarlar bulunmakta imiş ve taş duvarla çavrilidir. 
1904 sonbaharında "Nova tsırkovna" Sokağı ile Şehir Bahçesinin "planına" denk geldiğinden Bulgar yönetimce yıkılmıştır. Kaynak: Facebook Bulent Hasanov

Prof. Dr. McCarhty: "İngilizlerin gizlediği gerçekleri Osmanlı biliyordu"

Meşhur Ölüm ve Sürgün kitabının yazarı, Lousville Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. Justin McCarhty, "İngilizlerin arşivlerine bakarsanız, Osmanlı’yı kandırmaya çalıştılar ama Osmanlı ’nin sürekli yalan söylediğini biliyordu. Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarında yaşayan Müslümanların yüzde 70’i öldürüldü, yüzde 30’u sürgün edildi, İngilizler bu gerçekleri tüm dünyadan gizledi" dedi

Değerli Profesörün Ölüm ve Sürgün kitabının
Bulgarca baskısına imzasını aldık. 
18 Ocak 2018 günü İstanbul Conrad Otel'de
TRT World Research Center ve Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi (MEDAM) tarafından düzenlenen "100 Yıl Sonra: Cihan Harbi" uluslararası panelinde, "Osmanlı Açısından 1. Dünya Savaşı ve Günümüze Etkileri" başlıklı oturum gerçekleştirildi. TRT World sunucusu Adnan Nawaz'ın başkanlığını yaptığı oturumda, Lousville Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. "Osmanlı'nın Savaşa Girme Sebepleri" başlıklı bir sunum yaptı.

"BALKAN TOPRAKLARININ HEPSİ İHANETE UĞRADI"
'nin, başlangıçtan beri Osmanlı'nın düşmanı olduğunu, Osmanlı'nın Almanlarla birleşmesinin, Osmanlı açısından zorunlu olduğu için gerçekleştiğini ifade eden Mccarhty, "20. yüzyılın başında İngilizler dost gibi davrandılar ancak verdikleri hiçbir sözü tutmadılar. İngilizler, Fransızlar kutsal şeyleri üzerine yemin ettiler, 'Osmanlı toprak kaybetmeyecek' dediler, sonra yenilediler bu vaatlerini ama 1877'de Ruslar saldırdığı zaman İngilizler hiçbir şey yapmadı. Osmanlı topraklarını ve Balkanlar'daki Osmanlı nüfusunu da korumaya söz verdiler, çok büyük sayıda Müslümanlar öldürüldü büyük vaatlere rağmen. Balkan topraklarının hepsi ihanete uğradı. Bu vaatlerden dönülmesinin sebebi, ana sebepler politik olmaktan çok, İngilizler Türklerden hoşlanmıyor, Osmanlı'daki Hristiyanlara ilgi duyuyorlardı." değerlendirmesinde bulundu.
Osmanlı'da 1890'larda Ermeni sorunlarının başladığını belirten Mccarhty, şu bilgileri verdi:
"Doğu Anadolu Osmanlı'dan alınmalı' görüşünü savunuyordu İngilizler, bunun için 'Sultan 2. ulhamid tahttan indirilmeli', 'kutsal şehirleri bloke edilmeli' gibi öneriler sunuldu. 1897'de Girit işgal edildi, Osmanlı savaş ilan etti ve savaşı kazandı. Ancak İngilizlerden dolayı Girit adası kaybedildi. 1890'ların başlarında Makedonya olayları çıkmaya başladı, Bulgarlar burada başrolde. Çünkü onlar da Osmanlı kaybetsin istiyorlardı.
"MÜSLÜMANLARIN YÜZDE 70'İ ÖLDÜRÜLDÜ"
Osmanlı Balkan Savaşları'ndan zayıflamış olarak çıkmış oldu. İngilizler, Osmanlı'nın, Almanların yanına katılmasını istemiyorlardı, bunun için de tehditler sundular. İngilizlerin arşivlerine bakarsanız, Osmanlı'yı kandırmaya çalıştılar ama Osmanlı İngiltere'nin sürekli yalan söylediğini biliyordu. Osmanlı'nın, Avrupa'daki topraklarında yaşayan Müslümanların yüzde 70'i öldürüldü, yüzde 30'u sürgün edildi, İngilizler bu gerçekleri tüm dünyadan gizledi." Sabah Gazetesi

8 Ocak 2018 Pazartesi

OSMANLICA DERSLERİ ARŞİVİ, BASRİ ZİLABİD ÇALIŞKAN

Osmanlıca Dersi 1- Osmanlıca'da Arapçadan Farklı Harfler, Sessiz Harfler (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 2- Sesli Harfler (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 3 - K,Ğ,S,T ve Z Harflerinin Osmanlıca’daki Karşılığı (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 4 - Osmanlıca’da Bazı Pratik Kurallar (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 5 - Günümüz Diliyle Yazılmış Bir Osmanlıca Metni (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 6 - Günümüz Diliyle Yazılmış Bir Osmanlıca Metni-2 (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 7 - 1950'lerin Diliyle Yazılmış Osmanlıca Metni (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 8 - 1950'lerin Diliyle Yazılmış Osmanlıca Metni-2 (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 9 - Hz. Hamza (r.a) İmana Gelmesi (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 10 - Ömer Seyfettin Pembe İncili Kaftan (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 11 - Ömer Seyfettin Pembe İncili Kaftan - 2 (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 12 - Hat Çeşitleri - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 13 - Rika Hattı Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 14 - Rika Hattı Okuma - 2 - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 15 - Sülüs Hattı ile Yazılmış Mezar Taşı - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 16 - 3. Selim'in Mektubu - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 17 - Nihat Tarlan Hocanın Mektubu - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 18 - Rika Hattıyla Yazılmış Genç Osman Destanı - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 19 - Osmanlıca Resmi Evrak Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 20 - Sülüs Hattı ile Yazılmış Mezar Taşı ve Levha Okuma - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 21 - Donanma Gazetesi - (Osmanlıca Öğreniyorum)

Osmanlıca Dersi 22 - Divâni Hattıyla Yazılmış Berat - (Osmanlıca Öğreniyorum)

26 Aralık 2017 Salı

KIZANLIK’TA İSKENDER BEY CAMİİ, AYDIN ÖMEROV

KIZANLIK’TA İSKENDER BEY CAMİİ

AYDIN ÖMEROV
Sofya Yüksek İslam Enstitüsü (YİE) Öğretim Görevlisi

Orta Bulgaristan’da Sofya’yı Burgaz’a bağlayan karayolu ve demiryolu üzerinde bulunan Kızanlık


(Kazanlık), ünlü Şipka geçidinin hemen güneyinde, Gül Vadisi olarak bilinen Kızanlık ovasında kurulmuştur. Uzun yıllar Bulgar Krallığı ve Bizans İmparatorluğu arasında el değiştiren Kızanalık ovası bu sebeple birkaç defa tahrip edilmiştir. Osmanlılarca fethedilen Kızanlık bölgesine iskân edilen Türk nüfusun göçebe yörükler olduğu, yer ve köy isimleri olan Saruhan, Sufiler, Saltuklular isimlerinden anlaşılmaktadır. Kızanlık, Osmanlı döneminde Müslüman Türk şehri olarak gelişmiş ve bu sebeple şehirde birçok tarihi eser ve vakıf imar edilmiştir. Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde 8 cami ve mescidi ve bunların arasında Sarıca Paşa ve İskender Bey camisini zikretmekte ve Müslümanı çok, Hıristiyanı az olan kasabada 1060 ev, Sarıca Paşa ve İskender Bey medreseleri, 3 hamam, 2 tekke, 300 dükkan ve çarşı içindeki mükellef handan bahsetmektedir. Bu eserlerden günümüze ulaşan İskender Bey Camisidir. Halk arasında Eski Cami olarak da bilinen mabet 1470’li yıllarda inşa edilmiştir. Cami, kare planlıdır. Kırma çatılı olan caminin tavanı ahşap işlemeli olup kendine has bir tarzı vardır. Çatı altındaki kırmızı tuğlalar camiye çok özel bir görünüm sunmaktadır. Cami, ilk dönem camilerinin özelliklerini taşımakta olup moloz taş ve kırmızı tuğla ile geniş ve sağlam duvarları vardır. Alt sıra pencereleri gayet geniş ve yüksek, üst sıra oval pencereleri ile cami gayet aydınlıktır. Ana salonun son kısmında ahşap kadın mahfili bulunmaktadır. Cami içersindeki hat yazıları gayet güzel bir üslup ile nakşedilmiştir. Son cemaat yeri sundurmalı ve zeminden daha yüksek olarak saçak şeklinde inşa edilmiş ve sonradan cam çerçeve ile kapatılmıştır. Son cemaat yerinin sağ kısmında abdest alma yeri olarak şadravanı bulunmaktadır. Altı köşeli şadravanı şekil itibarıyla eski Selçuklu kümbetlerini andırmaktadır. Maalesef orjinal minberi korunmamıştır. Cami mihrabı geniş ve yüksek olup üzerindeki hat yazıları kendisine özel bir heybet katmaktadır. Caminin minaresinin kaide kısmı moloz taş ve kırmızı tuğla ile inşa edilmiş olup gayet sağlamdır. Gövde kısmı kırmızı tuğla ve kireç ile yükselmekte, tek şerefeli olup gayet düzgün bir görünüme sahiptir. Şerefe kısmında minarenin külahı- na kadar olan kısım beyaz kireç ile sıvanmıştır. Caminin inşa kitabesi günümüze ulaşamamış, lâkin tamir kitabesi Osmanlıca ve uzun bir metin olarak bugün sağlam bir şekilde yerinde olup bizlere cami, banisi ve tamir edeni hakkında malûmât vermektedir. Tamirin kusursuz bir şekilde 1255/1855 yılında yapılıp tamamlandığı bildirilmektedir. Şadravanının bu tamirden sonra camiye ilhak olunduğunu kitabeden öğrenmekteyiz. Maalesef, Kızanlık İskender Bey Camisi tarih boyunca bir çok defa harap edilmeye ve yakılmaya çalışılmış- tır. Ancak Müslüman toplum camilerine sahip çıktığı için nefret ve taassubun olduğu bu bölgede, Yüce Allah’a hamdolsun, bugün hâlâ biz de buradayız diyen mağrur ve yüksek minaresi ile ayakta durmakta ve Müslüman- lar için nur saçan bir merkez olarak faaliyet göstermektedir. 
Müslümanlar Dergisi, 2017 yılı, 11. sayı, s. 16.

25 Aralık 2017 Pazartesi

BULGARİSTAN TÜRKLERİ KİMLİK MÜCADELESİ, RAFET ULUTÜRK

Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi, ne bir araştırmaya ne de bir kitaba sığar. Niyetim, kimlik belleği dağarcığında boşluk hissedenlere yararlı olmaktır. Hedefimiz aydınlarımız, demek, federasyon ve konfederasyon başkanlarımız, siyasi parti, milletvekili ve Devlet Başkam danışmanlarımız, kanaat önderlerimiz, üniversite öğrencilerimiz ve Türklüğüyle var olup gurur duyan, Türklük üretenlerimizdir. Kısaca "Ne Mutlu Türküm" dinlere hitap etme arzusundayım. Bulgaristan'da Bulgaristan Türkleri 2,5 milyon, çoğumuz anadilimizde siyasi ve bilimsel kitap okuyacak durumda değil. Kutsal kitabımız dışında derin eser algılama alışkanlığımız da yok. "Kafan karışmasın.'*' ifadesi, her kitabı okuma anlamında da kullanılır. Bulgaristan'da 2016'da yapılan bir araştırmaya göre Bulgarların % 65’i, Türklerimizin % 85'i ve Romanlarımızın da % 92'si kitap okumuyor. Türkçe okuyanlar ise parmakla sayılır. Fakat biz bilimle barışığız. Akıl tutulması da yaşamıyoruz. Uyanlarımızda "bilen kıskanılır" var. Biz Bulgaristan Türküyüz. Hoşgörülüyüz. Sevgi şefkat dışında birikim taşması bilmeyiz. Yerimizde durur, sabırdan güç toplarız. Boyun eğmeden yaşarken, isyan ederiz. Hayattan öğrendik, hak, özgürlük, adalet ve demokrasi kavgası verdik. 1989 İsyanımızla, Türk kimliği mücadelemizi zirveye taşıdık. Dirilip dimdik durmak için çilelerimizden başka bir şeye gerek duymadık. Bizlere hala konar-göçer gözüyle bakılır. Yaşadığımız toprakları Vatan kılmışız. Amma çok gördüler. Türklüğümüz tarihimizden ve doğal haklarımızdan doğdu. 1796 Büyük Fransız Devrimini hazırlayan Maximillien Robespiere'nin kaleme aldığı "Toptum Sözleşmesi" ile yanıp tutuşanlar sadece 15 gençti.
1879 Tırnova Anayasası ruhunu İstanbul'da "Robert Koleji bitirmiş 3-5 Bulgar aydın hazırladı 1990da Hak ve özgürlükler Hareketi (HÖH) kapanı gizli polis "DS" tarafından kuruldu piyon ajan Ahmet Doğan solo oynadı. O, Bulgaristan Türklerinin kimlik davasına aşılanmış kısır bir döngüydü.
Aşıya aşı yapılmaz, meyvesinden de tohum alınmaz. Doğan dönemi bitmiştir. Kimlik davamızdan esinlenip, zalimlerin başı, diktatör Todor Jivkov'u bizler kazma kürekle devirdik. Sel gibi aktık. Ufuk aradık. Mutluluğu ise hepimiz Türkiye Cumhuriyetinde bulduk. Çarlık döneminde faşizme, sosyalist
dönemde totaliter komünizme karşı ödünsüz mücadele verdik. Eritilip asimile edilmek isterken Türk kimliğinin erimediğini, anadilimiz olan Türkçemizi genlerimizde taşıdığımızı, kimliğimizi çözüp yok edecek gücün henüz bulunamadığını bütün dünya gördü. Mücadele yılları bize, yalnız Türk kanı taşımanın, Türk ırkından olmanın, yarımızın Türkiye'de ve Avrupa'da, yarımızın da Bulgaristan'da yaşamamızın, hatta tüm dünyaya dağılmamızın Türk olmamız için yeterli olmadığını öğretti. Türk olmak, Türklük davası için yaşamak, çalışmak, savaşmak ve gerektiğinde bu uğurda ölebilmektir. Atamızın dediği gibi, Türkçe konuşmamana Türk denemez. Bulgaristan Türklerinin Kimlik Davası Osmanlı parçalanırken çok ağır bir tarihsel dönemde başladı. Bugün de hala devam ediyor. İşte bu elinizdeki kitabın da kırmızıçizgisidir.

24 Aralık 2017 Pazar

RADOMİR CAMİİ VE HAMAMI


Bu cami bugün Arhimandrit Zinoviy İlkokulunun yerinde imiş. Yani Bulgarlar camiyi yıkıp yerine okul yapmışlar. Hemen yanında da hamam var. Hamamın durumu harap ancak mevcut..
Aydın Ayhan bey, Rumeli ve Akdeniz Adalarında Türk Varlığı adlı kitabının 358. sayfasında Radomiri anltırken burada Fatih Sultan Mehmet Camii ve vakıflarından bahsediyor. Bu cami o cami olsa gerek. 

Bulgar kaynaklarına göre hamam 18. yüzyıla ait bir yapıdır. 1977 yılında Radomir Belediyesince tadilat yapılarak "eğlence mekanına" çevrilmiş ve zamanla başka amaçlar için de kullanılmıştır. (Bkz. Rayçeva, V., Letopis na grad Radomir i gradsko-obştinskite upravi (1878-2005 godina), Radomir 2005. 
Osmanlı dönemi Bulgaristan topraklarındaki hamamlarla ilgili Prof. Dr. Lübomir Mikov'un Bulgarca, ОСМАНСКИ ОБЩЕСТВЕНИ БАНИ ПО БЪЛГАРСКИТЕ ЗЕМИ (XV–XX ВЕК) (КУЛТУРНО-ИСТОРИЧЕСКИ ПРОФИЛ) adlı makalesi vardır. Sofya Yüksek İslam Enstitüsünün ilmi dergisi Yıllık'ta (2011) yayınlanmıştır. BTG Editörü


27 Kasım 2017 Pazartesi

Ziyaretten maksat duadır - Bugün bana ise yarın sanadır / Killi köyünden mezar taşı


Fatiha
Ömür dediğin uzun kısa - Ne yazıldı ise başta
Sağ olanlar ricam budur - İsmimi yazdırın taşta
Ziyaretten maksat duadır - Bugün bana ise yarın sanadır
Merhum ve mağfur Ömer Paşa 
ibn Ahmed Paşa
(Tarih kısmı komunistlerce kırılmıştır.) Okuyan: Basri Zilabid Çalışkan
Bulunduğu yer: Killi köyü (Benkovski), Kırcaali, Bulgaristan
Killi köyü imamı Hafız Erdinç Süleyman hocamız fotoğraflayarak göndermiştir. 

25 Kasım 2017 Cumartesi

Nüvvâb'ın son yapraklarından biri daha döküldü... İknici Nüvvab'ın Kurucu Müdürü Osman İsmail Hoca Hakka Yürüdü

Nüvvâb'ın son yapraklarından biri daha döküldü... 
İknici Nüvvab'ın Kurucu Müdürü Osman İsmail Hoca Hakka Yürüdü

Şumnu Nüvvâb Okulu mezunu, Şumnu Türk Pedagoji Lisesi Öğretmeni, "Hristo Smirnenski" Lisesi Müdürü ve en son 1990'dan itibaren Nüvvâb İmam Hatip Lisesi Kurucu Müdürü olarak 40 yılın üzerinde eğitim hizmetlerinde bulunan, ayrıca müftülük teşkilâtında da zor zamanlarda farklı görevleri üstlenen "SAYIN HOCAM"ız OSMAN İSMAİLOV Hakk'a yürüdü. 
Cenaze namazı yarın öğleden önce Şumnu'da kılınacak olan hocamıza Allah rahmet eylesin. 
Mekânı cennet olsun! Öğrencilerinden Vedat S. Ahmed (Sofya Yüksek İslam Şurası Başkanı)

21 Kasım 2017 Salı

Naim’in ardından…, Yazan: Mehmet Türker

O, milli kahramanımızdır

Koşukavaklı İsmail Efendi’nin (Tulumov) oğlu Enver, spor akademisinden mezun olduktan sonra Kırcaali’de halter antrenörü olarak çalıştığı yıllarda köyleri gezip, okullarda genç halterciler keşfi yapmaktayken rastladı Mestanlı “P. Beron” oklundaki Naim’e. Ahatlı’nın, kuş uçmaz, kervan geçmez, 8-10 hanelik Dercolla (Razdelna) mahallesinde doğmuş olan Naim’in otobüs şoförü babası Süleyman (Bomba) oğlu Naim 7 yaşındayken kasabaya gelmişlerdi. Naim on yaşında halterle tanıştı. On beş yaşında Brezilya’da gençler dünya şampiyonasında iki altın madalya alarak 52 kiloda dünya şampiyonu oldu. Bu ilk önemli başarısını elde ettiğinde Kırcaali ilinde de yılın sporcusu seçilmişti. Cenab-ı Allah’ın yürü ya kulum dediği Naim Süleymanov, 18 yaşında halter sporunun zirvesindeydi. Onun bu başarısını gören yöre halkının ağızında “Anasını doğum sancıları tuttuğunda traktörle Ahatlı (Ptiçar) tren durağına ulaştırıp trenle hastaneye yetiştirmek üzereyken doğum, köy mezarlığında gerçekleşir. Onu erenlerin yattığı mezarlıkta doğurmasından dolayı, bu çocuk er gücüne sahip” söylentileri yayılmıştı.

İntikamı misli ile oldu

Nitekim 1984 yılının son ayı, son günlerinde Mestanlı Türkleri’nin adlarını zorla değiştirmeye başladıklarında yöre halkının üzerine çullan kara bulutlar, başarılar dünyasında uçmakta olan Naim’in de kanadını, onurunu, şerefini kırmıştı. Kırıldığını, ezildiğini, mahvolduğunu pek belli etmeden yine Bulgar bayrağı altında çalışmaya ve yarışmalara katılmaya devam ediyordu. 1985-86 yıllarında rekor üstüne rekor kırmasına, biz Bulgaristan Türkleri sevinemiyorduk, meğer onun da sevinmediğini daha sonra anladık. Hatta onu milli takımda yer almasından dolayı kınayanlar da çoktu. Her yiğidin içinde bir aslanın yattığını ancak ertesi yıl T.C. Avustralya Büyükelçiliği’ne sığındığında anlayabildik. Belene Ölüm Kampı’nda olduğu gibi Bobovdol Kampı’nda da gizlice radyodan batı radyo yayınlarını dinliyorduk. O gün öğle saatlerinde Naim’in iltica ettiği haberini aldık. Akşam Bulgar televizyonundan 8 haberlerini izlemek için kulübe toplandık. Bizden dışarıda tek kişinin olmadığını gören gardiyan da tuhaf bir olay olduğunu anlamış olacak ki, o da kulübe girdi. Haberlerin akışı esnasında beklediğimiz haber anons edilince, öyle güçlü bir alkış koptu ki kulüpte, hepimiz bayram etmeye başladık. Bizim için kurtuluşun bir ışığı yanmıştı. Naim’in bu davranışını Bulgar edebiyat eleştirmeni ve siyasetçi Aleksandır Yordanov vefatı üzerine kaleme aldığı “Elveda Naim” yazısında

“Türklerin adlarını değiştiren caniler, o günlerde Naim’in canını dişine takarak, sabır gösterdiğinin farkında değillerdi. O fırsat eline geçtiği an (Avustralya’da) kendisine ve biz Bulgarlara dünyada insanın onurunun ve gururunun madalya ve spor başarılarından daha önemli olduğunu ispat etti. İşte o zaman ismini geri alarak, hayatında en önemli başarısını gösterdi” ifadelerini kullandı.

Onu Türkiye’de Başbakan Özal karşıladı
Başbakan Yıldırım uğurladı


Naim iltica etmeden önce Bulgaristan’dan çok kişi ölümü göze alarak ailece sınırdan kaçtı. Milletvekili, kültür ve sanat adamları da başka ülkelere çıkarak sığınma hakkı istediler. Anavatan Türkiye’ye ulaştıklarında Bulgar zulmünü anlattılar. Fakat Naim’in Bulgaristan’dan kaçışıyla Jivkov rejimine en büyük darbe inmişti, Bulgaristan Türkleri’nin kaderi değişecekti. Dönemin Başbakanı Turgut Özal da bakanlar kurulu toplantısında “Komünist ülkelerde sporculara çok önem verilir. Onlar için tüm imkânlar yaratıldığı halde bu çocuk bize sığınmak istiyorsa, orada ciddi baskılar olmalı.” şeklinde görüşlerini açıklamıştı. Türkiye’ye sığındıktan sonra gittiği ülkelerde Bulgaristan Türkleri’nin çektiği çileleri dile getirerek Jivkov rejimini de dize getirmiş, dünyanın gözünde milli kahraman olmuştu. 

İstanbul Fatih Camisi’nde on binlerin katıldığı cenaze töreninde Başbakan Binali Yıldırım başta olmak üzere çok sayıda bakan, eski başbakanlardan Ahmet Davutoğlu da hazır bulundular. Fakat o gün orada sürpriz iki isim vardı: biri Naim’i keşfeden, onu Naim Süleymanoğlu yapan hocası, Naim’in de kendisine “şefe” diye hitap ettiği Enver Türkileri ve Naim’le aynı kategoride yarışan rakibi Yunan halterci Leonidis. Leonidis, duygularını şu sözlerle paylaşıyordu:

“Naim, ağırlık kaldırma kariyerime başladığımda benim için efsaneydi. Onunla karşılaştığım ve ona yakın olduğum için çok şanslıyım. O beni daha iyi bir atlet yaptı. Çünkü o benim için ve ağırlık kaldırma camiasındaki herkes için çok yüksek bir hedefti. Ama inanıyorum ki hiç kimse onun gibi olamaz. Çünkü o mükemmel bir atletti.”

Rekorları erişilmez bir sporcu, eşine az rastlanan bir Türk ve milli kahramanı, sen anavatanın toprağında rahat uyu, sen bu dünyada gerekeni yaptın. Ruhun şad, cennet mekânın olur inşallah!

Mehmet TÜRKER

NAİM SÜLEYMANOĞLU, YILMAZ ÖZDİL

Siz Türk değilsiniz” diyorlardı.
“Müslümanlığa geçmiş Bulgarsınız” diyorlardı.
Türk okullarını kapatmışlardı, Türkçe gazetelerin kapısına kilit vurmuşlardı, Türk motifli kıyafet giymek bile suçtu, sünnet yasaklanmıştı, sünnet edilen çocukların anneleri beş yıl hapis cezasına çarptırılıyordu, camiler kapatılmıştı, cenaze yıkamak yasaklanmıştı, İslami usüllerle defin işlemine izin verilmiyordu, Türkçe mezar taşları tahrip ediliyordu, Türkçe konuşanlara para cezası kesiliyordu, Türk isimleri Bulgarlaştırıldı, bu dayatmaya “soya dönüş süreci” diyorlardı, Kalaşnikoflu askerler Türklerin kapısına dayanıyor, zorla muhtarlığa götürüyor, Yordan, Mihail, Stanka, Emilya, Natalia filan, Bulgar isimleriyle dolu listeler gösteriliyor, birini seç deniyordu, nüfus kağıtlarını iptal ettiler, yerine Bulgar isimleriyle yeni nüfus kağıtları verdiler, Türkçe isimlerin yazılı olduğu eski nüfus kağıtlarıyla bankadan para çekilemiyordu, çocuklar okula yazdırılamıyordu, devlet dairesinde iş yaptırılamıyordu, Bulgar ismini kullanmaya mecburdun, öğretmenler sınıfta yoklama yapıyor, Türk çocuklarının ismini Bulgarca okuyorlardı, Türk kahvesi bile diyemiyordun, değiştirilmişti, “oryantal kahve” demek zorundaydın. Asimilasyon yavaş yavaş soykırıma dönüşüyordu, 1980-85 arasında binden fazla Türk öldürüldü, Belene işkencesi başladı.
*
Belene kampı, Tuna Nehri'nin iki kolunun arasında kalan Belene adası'ndaydı. Köprülerle geçilebiliyordu. Türk halkının direniş örgütleyen ileri gelenlerini buraya tıktılar. Isıtma sistemi yoktu, karda kışta donuyorlardı, hava karardıktan sonra tuvalete gitmeye izin vermiyorlardı, koğuşlardaki kovalar kullanılıyordu, apandisiti patlayana bile “Bulgar olmayı kabul ediyor musun?” diye soruyor, “hayır” diyeni öylece ölüme bırakıyorlardı, yemek olarak sık sık domuz çorbası veriyorlardı, istersen yeme, domuz çıktığında ekmek bile vermiyorlardı, Türkler ölümüne açlık grevi yapıyordu.
*
Sovyetlerin yıkılması an meselesiydi, Gorbaçov çöküşü engellemek için reform ve şeffaflık açılımı yaptı. Jivkov rejiminin sonu gelmişti. Son bir kötülükle “zorunlu göç” icat etti. Aklınca, Türkiye kapıları açmayacak, Jivkov da dünyaya dönüp “görüyorsunuz bunlar Türk değil, müslüman Bulgar, Türk olsalardı Türkiye alırdı” diyecekti. Diktatörün bu hesabı tutmadı… Türkiye sınırı açtı.
*
350 bin soydaşımız çoluk çocuk yollara döküldü, doğdukları toprakları, evlerini köylerini bırakıp, trenlerle otomobillerle, çoğunluğu yürüyerek, Kapıkule'den Dereköy'den anavatana girdi. İkinci dünya savaşı'ndan sonra Avrupa'nın yaşadığı en büyük göçtü. Yarısı Bursa civarına yerleşti, gerisi İstanbul'a, Anadolu'ya.
*
28 sene oldu…
Meslek hayatım boyunca milyonlarca haber elimden geçti. Meslek hayatım boyunca bir soydaşımızın bile suça bulaştığını, bir soydaşımızın bile Türkiye'yi suistimal ettiğini, bir soydaşımızın bile tarikat marikat işleriyle Türkiye'yi sırtından hançerlediğini, bir soydaşımızın bile örgüte falan karışıp vatana ihanet ettiğini görmedim.
*
Namuslarıyla, onurlarıyla çalıştılar, zormuş, parası azmış filan, iş seçmediler, ne iş olursa olsun gayretle çalıştılar, o dönemleri bugün gibi hatırlıyorum, soydaşlarımızın kadınları tüm Türkiye'ye örnek olmuşlardı, otobüs şoförlüğü yapan kadını, kasaplık yapan kadını, tesisatçı dükkanı açan kadını, ilk defa soydaşlarımızda görmüştük, soydaş kadınları “erkek işi” olarak bilinen işleri omuzluyordu, kirasını ödemeyeni, borcunun üstüne yatanı, dolandırıcılık yapanı, memleketi soyanı, komşusunu rahatsız edeni, görmedim kardeşim, duymadım.
*
Fabrikalarda örnek gösterilen işçi oldular, sözü senet kabul edilen esnaf oldular, tezgahtar olarak başlayıp, işveren oldular, kendileri gibi namuslu, yurtsever, çağdaş evlatlar yetiştirdiler, hekim oldular, avukat oldular, mühendis oldular, akademisyen oldular, devletten asla karşılıksız yardım kabul etmediler, avantacı olmadılar, Türkiye'ye tek kuruş yük olmadılar.
*
Ve…
Ulusal kahramanımız Naim Süleymanoğlu vefat etti.
Cenaze törenini spor sayfalarında verdiler.
*
Naim'in vefat haberinin spor haberiymiş gibi, sadece spor sayfalarında verilmesi, Türk basınının aslında ne kadar “asimile” edildiğinin kanıtıdır.
Türk basınının “mesleki soykırım”a uğradığının… Alt tarafı 28 sene öncesinden bile haberinin olmadığının kanıtıdır.
*
(En ufak bir akrabalık, tarih, şuur birlikteliği olmayan cahil cühela, işsiz güçsüz, mesleksiz kimliksiz dört milyon Suriyeli'yi Türkiye'ye sokan, maaşa bağlayan, şimdilik 30 milyar dolar harcayan, ikametgah adresi, resmi nikah, çalışma izni gibi mevzularda kayıt kuyut tutmayan, kültürel çatışmaya yolaçan, kökü kazınmış hastalıkları hortlatan, sınır güvenliğini kevgire, milli güvenliği arapsaçına çeviren, 100 sene bile geçse çözülmesi imkansız bir sosyal sorun yaratan sayın hükümetimiz… Ve, bunları şakşaklayan yalaka basın iyi okusun…)
*
Naim Süleymanoğlu, Amerikalıların kendisine çantayla getirdiği nakit 10 milyon doları, 100 milyon dolarlık reklam anlaşmalarını elinin tersiyle itip, anavatana iltica ederek… Jivkov rejimi altında inim inim inleyen soydaşlarımızın ilham kaynağı, pusulası olmuştu, duvarların kapıların yıkılmasını sağlamış, özgürlük umudu olmuştu.
*
Naim bu memlekete sadece madalya kazandırmadı… Bugün sayıları bir milyona ulaşan, namuslu, onurlu, örnek yurttaşlar kazandırdı.

“Naim Süleymanoğlu da Naum Şalamanov olmayı kabul etmedi, bizler de etmedik”, Prof. Dr. Nesrin Özören

Boğaziçi Üniversitesi’nde görev yapan, Moleküler Biyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Nesrin Özören, okulun forumunda paylaştığı bir yazıda, Naim Süleymoğlu’nun ardından, okuyanlara duygusal anlar yaşattı.
Yazısında, Naim Süleymanoğlu’nun, tüm Bulgaristan Türkleri için nasıl bir özgürlük ve umut meşalesi olduğunu anlatan Özören, “Naim Süleymanoğlu da Naum Şalamanov olmayı kabul etmedi, bizler de etmedik” ifadelerini kullanıyor.
İşte Özören’in o duygusal ve çarpıcı yazısı:
(NOT: Ara başlıklar Odatv’ye aittir)
Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu Koca Türk Naim Süleymanoğlu'nun anısına... Çok özel bir yazı.
Bugün çok büyük bir adamı, Koca Türk Naim Süleymanoğlu'nu uğurlarken, kendi hayatıma düşen izinden bahsederek, tüm Bulgaristan Türkleri için nasıl bir özgürlük ve umut meşalesi olduğunu hissettirmeye çalışacağım.
Naim'in bana öğrettiği ders şöyleydi: çok başarılı olursam Bulgaristan'dan kaçabilirdim! Bu yüzden gazeteci olup yurt dışına çıkabilmek için İngilizce öğrenmeye karar vermiş ve Silistre yabancı diller lisesi Ivan Vazov'u kazanmıştım.
Şimdiki yıllarda bu kaçma isteği anlaşılamıyor, çünkü demir perde çöktü, ancak o yıllarda Bulgaristan dışına çıkmak için sporcu, sanatçı veya gazeteci olmak gerekiyordu. Ben de uzun koşu denedim - 1500 m'de bayağı iyiydim aslında. Lisenin başlarında Silistre'de il 4'cüsü olmuştum. Ormanlık alanda iki rakibim virajı koşmak yerine kısa yoldan önüme geçmişti, kimse görmedi. Böylece il 2’cisi olamadım, maalesef kameralar yoktu ispat için, antrenörler de bana inanmamıştı, uydurduğumu düşündüler. Daha sonra bir kaç ay hızlı yürüyüş denedim ve sonrasında da okula odaklandım. Bu konuda da biraz başarılı oldum, önce vatanıma kavuşmam lazımdı…
TÜRKİYE’YE GÖÇ ETMEK İSTİYORDUK
1985 yılında Nesrin Salimova Hasanova olan adım zorla Nadejda Strahilova Handjiyeva olarak değiştirilmişti ve hepimiz ağır bir depresyona girmiştik. Milyonlarca Türk dilekçe kampanyasına katıldı, hepimiz Türkiye’ye göç etmek istiyorduk. Bu insanların hepsi işinden atıldı. Babam da muteber bir tütün eksperi işinden oldu ve beton bordür dökme işini bulabildi aylar sonrasında.
Çıkış yolları yoktu, sınırlar kapalıydı. Rüyamda hiç görmediğim eşsiz güzellikte Boğaz kenarında dolaşıyordum. Bu arada kendi adıma yetişkinlere çok kızgındım-neden başkaldırmıyorlardı, çok korkaktılar.
Buna çözüm olarak Mustafa Kemal Atatürk adında bir gençlik örgütü kurmaya teşebbüs ettim, 7 sınıftaydım. Okuduğum kitaplardan İkinci Dünya Savaşında Nazi’lere karşı savaş veren Rus direnişçilere özenmiştim, onlar da benim yaşlarımda insanlardı sonuçta. Daha sonra herhangi bir faaliyet yapamadan bu örgüt fikri çöktü, fakat tüzük defterim polis tarafından bulunmuştu.
BABAM TÜRKLERE YAPILAN ZULÜMLERE ŞİİRLERİYLE CEVAP VERİYORDU
Babamın şiirlerini aramaya gelen polisler odamda tüzük defterimi görünce el koymuştu. Babam etrafta olan haksızlıklara ve Türklere yapılan zulümlere şiirleriyle cevap veriyordu ve bunları aile meclislerinde okuyordu. Dedem Hasan ise Osmanlı zamanında (1910-1915 arasında) Kırcaali bölgesinde doğmuş bir adam olarak hiçbir zaman kıyafetini değiştirmedi ve belinde kuşak/bıçak, kafasında sarığıyla ‘deli’ Hasan muamelesi görerek ve herkesi şaşırtarak yaşadı ölümüne kadar. Soğuk Deliorman kışlarında annem gelen misafirlere zengin sofralar kurardı. Dedem deli Hasan’dan Plevne savaşının anısına ‘Osman Paşa’ marşı rica ederdi misafirlerimiz, o da seve seve söylerdi; tüm çocuklar korkudan ağlardık. O marş söyledikçe biz kanatlanır, sanki başka bir özgür diyara göçerdik hep beraber. Bu diyarda Türkler şerefli ve kahramandı, Osman Paşa gibi. Dedem de babam da korkusuzdular, bu özellik bize de geçmişti.
Babamın şiirlerini birisi ihbar etmişti ve polis eve aramaya gelmişti. Defterimi okuyan polisler önce kardeşim ve beni sorguladılar, ifademizi yazdırıp bıraktılar, yaşımız küçüktü. Daha sonra bütün sınıf önünde örgüt Yeminimiz okundu ve ben Bulgaristan'daki tüm liselerden kovulmuştum, 9 sınıfta. Yeminimizde baskıcı Bulgar’a karşı savaş edeceğimize yemin ediyorduk. Gazeteci olmam ve kaçmam da imkânsız hale gelmişti.
Aynı yıl veya önceki yıl Naim Süleymanoğlu Türkiye'ye kaçmış ve tüm dünyaya olanları anlatmıştı, bu hepimize bir umut ışığı olmuştu. Büyük Türkiye tabii ki bizi orada yalnız bırakmayacaktı!
SİLİSTİRE’DEN BİZE VATAN OLAMAMIŞTI
Babamın önerisiyle İngilizce bir metin hazırladık - başımıza gelenleri ve yurt dışına, Türkiye'ye çıkmak istediğimizi anlattık. Babam bunları turistik yerlerdeki diplomatlara ulaştırmaya çalışmıştı, geleceğimiz yoktu Deliorman'da, Silistre'den bize vatan olamamıştı.
Daha sonra, gene Türkiye'ye taşınma dilekçesi vermiştik, ancak bir cevap gelmiyordu, sonra da 1989 Mayıs'ta bize cevap geldi, 2 gün içinde ülkeyi terk etmeliydik - bize Avusturya vizesi çıkmıştı, trenle iki gün sonunda toplam 4 bavul ve 250 dolar (daha fazlasına izin yoktu) dört kişi Viyana'ya vardık. Türkiye konsolosluğunu bulduk ve orada Türkiye'ye ailecek iltica ettik. Babama bazı hademeler ve görevliler Avusturya vatandaşlığı teklif etmiş, o da ret etmişti! Naim Süleymanoğlu'na Amerika 2 kere vatandaşlık teklif etmiş, 10 milyon dolar teklif etmiş - ret etmiş. Naim bizim için bir örnek, yanan bir vatan sevdası oldu!
Tüm hatıralar canlandı bugün.. Eskiden anlatmazdım bunları, ancak susmanın hata olduğunu anladım çok yakında. Geçen yıl bir yeğenim, Türkiye vatandaşlığından çıkıp yabancı uyruklu üniversite sınavına girip, tekrar vatandaş olabileceğini (lisede rehber öğretmeninin tavsiyesi olduğunu) söyleyince kalp krizi geçirecektim! Nasıl yani, oturup çalışmak yerine- vatandaşlıktan çıkma planı? Tüm devrelerim alt-üst oldu. Hür vatanda yetişen nesillerimiz nasıl bu kadar kolay “satabiliyorlar” bu ülkeyi, bu toprağı zehirleyen bu zihniyeti yok etmeliyiz!
NAİM SÜLEYMANOĞLU NAUM ŞALAMANOV OLMAYI KABUL ETMEDİ
Neden sustuğumuza gelince, yukarıda anlattıklarım Bulgaristan’da şehit ve gazi olanların fedakarlığı yanında bir hiç sayılır, anlatılmaya değmez aslında. Biz kurtulduk ve hür bir şekilde yaşıyoruz, çok şükür. Direniş yapan sadece bizler değildik. Mesela, Deliorman bölgesi köylerinden cesur bir grup tank kaçırmaya çalışmış, bazı patlayıcıları askeriyeden kaçırmış, daha sonra da turist kaçırmışlardı dikkat çekmek için. Bazısı şehit edildi, bazısı Belene’de çürüdü. Bazı cengaver ‘deli’ Türkler yürüyüşlerde can verdi hem Kırcaali, ve Naim’in şehri Mestanlı’da, hem de Deliorman’da. Bu yiğitlerden özür dileyerek kendi serüvenimi anlatıyorum.
Naim Süleymanoğlu da Naum Şalamanov olmayı kabul etmedi, bizler de etmedik. Lütfen, bunu hatırlayarak bizlere 'Bulgar' demeyiniz, evet size çok garip gelebilir ancak bizim için Türk olmak ayrıca önemli, en temiz vatansever haliyle!
Son söz olarak, Bulgaristan’a kızgın değilim, sosyalist rejimin pek çok kazanımları da oldu benim için - mesela Türkçe’yi anamdan, Bulgarca, Rusça ve İngilizceyi onlardan öğrendim. Matematik, fizik, kimya ve edebiyat temellerimi oradaki hocalarıma borçluyum, sağ olsunlar. Her şeyin ötesinde çok çalışmayı ve disiplinli olmayı da orada öğrendim. Bulgaristan’ı affettim çoktan, orada halen toprağımız ve akrabalarımız var. Onlarsız bir parçam yok sayılır.
Sevgiler,
Nesrin Mücahitsüleymanoğlu Özören