1887 yılından Kara Camii fotografı.(altta)
Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
8 Şubat 2009 Pazar
SOFYA'DA "KARA CAMİİ"
1887 yılından Kara Camii fotografı.(altta)
SOFYA'DA "ÇELEBİ CAMİİ"
SOFYA'DA "SİYAVUŞPAŞA CAMİİ"
Siyavus Paşa camii, Osmanlı döneminde kilise olan binanın camiye çevirilmiş halidir. 15. yüzyılın ortalarında meyana gelen depremde cami yıkılmış, ancak 16. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devletinin Sadrazamı Siyavuş Paşa tarafından tekrar inşa edilmiştir. Bulgarların iddiasna göre "1858 yılında Sofya'da deprem olmuş ve o esnada cami içinde bulunan hocanın 2 çocuğu ölmüş. Bundan sonra cami müslümlar tarafından terk edilmiş".
Bulgar isyanlarından ve Osmanlı Rus harbinden sonra, 1878 yıllında Bulgaristan’ın elden çıkmasıyla cami kiliseye dönüştürülmüş ve minaresi yıktırlımıştır.
Bina bugün (2009) Sveta Sofya Kilisesi olarak hizmet vermektedir.
SOFYA'DA "BÜYÜK CAMİİ"
Camii külliyesinde medrese, su sarnıcı ve çeşme bulunmaktadır. Caminin bulunduğu mahalleye halk arasında Büyük Camii mahallesi denilmekteymiş.
Osmanlı Rus savaşı 1877 – 1878 yıllarında camii hastaneye dönüştürülmüştür. Daha sonraki yıllarda camii kütüphane olarak kullanılmış ve 1892 yılından günümüze kadar da Sofya Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadır.
7 Şubat 2009 Cumartesi
Birinci Dünya Savaşından Posta Pulu
Kaynak: Bulgar Milli Kütüphanesi, Dijital ortam
2 Şubat 2009 Pazartesi
BAŞMÜFTÜLÜKTEN YENİ BİR KİTAP
20 Ocak 2009 Salı
Küçücük bir şehit cennete uçacak - Gazzenin minicik şehidlerine
18 Ocak 2009 Pazar
16 Ocak 2009 Cuma
MEHMET FİKRİ’NİN 100'ÜNCÜ DOĞUM YILDÖNÜMÜ
BİR FİKRİN UYANIŞI
Yazan: Sabri M. CON
Osmanpazarı'nın (Omurtag) büyük bir gururu var: Mehmet Fikri. Yüz yıl önce doğmuş, yaklaşık yetmiş yıl önce hakkın rahmetine kavuşmuş.
Bu kadarını söylemek dile kolay. Ama dur, okuyucu! Bir soralım, bir öğrenelim; kimdir, nedir bu gurur?
Fakir, ama terakkiperver bir ailede dünyaya gelmiş. Daha çocukken yaşıtlarını, talebeyken de hocalarını keskin zekâsıyla, atılganlığıyla, dürüstlüğüyle, doğruluğuyla şaşırtmış, durmuş. Bir Allah vergisi midir, nedir, kademe kademe sınıf geçmek ona vız gelir. Hep alâcı, hep sınıfın birincisidir. Hattâ, iki sınıfı bir yılda yuvarlamak bile onun işi. Diyorlar ki, bazı hocalar, küçük Mehmet'in zekâsından ürktükleri için onun bulunduğu sınıfa girmekten kaçınıyorlarmış. Bu kadarı da olmaz ya demeyin! Oluyormuş işte!
Hafız Hüseyin oğlu Mehmet diyorlarmış kendisine. Okumaya düşkün, ilme susamış, Müslümanlığa âşık, ama yazmaya tutkun olduğu için ve belki de yıldızlarla boğuşacak fikirleri olduğu için Mehmet Fikri olarak ün yapmış şu kısacık yaşam parçasında. Hırsında İstanbul'da, Mısır'da okuyup ilmin zirvelerine ulaşmak varmış her zaman. Ama felek öyle bir oyun oynamış ki, Mehmet'in zirvelerde değil, orta sıralarda bile okumasına mani olmuş. Bunun adı da sarsılan sağlıktır.
Mehmet Fikri, sağlığına "boş verip" zirveleri kendi kurmaya çalışmış ve bunda yeteri kadar muvaffak olmuştur diyebiliriz. Onun, talebelik yıllarında, özgürlükçü şair Mehmet Akif Ersoy'dan esinlenerek olgun şiirler yazmaya başladığını biliyoruz da, çocukken uyaklı (kafiyeli) konuştuğunu taze öğrenmiş oluyoruz. Şöyle ki, bir kış gününde kaldırımdan yürürken düşüp kalktığı anda, yanındakilere şöyle demiş:
"Vah şu şeytanın kaldırımı,
Az daha kırıyordu baldırımı..."
Şimdi, kısaca özetleyelim: Mehmet Fikri, köy okullarında hocalık yapmış, çeşitli yerlerde müezzinlik görevinde bulunmuş, şiirler, makaleler yazmış, gazetelerde başmuharrirlik yapmış... Ve bütün bunları öyle yapmış ki, Müslüman'ı da, Hıristiyan'ı da kendine hayran bırakmış. Şiirleri, makaleleri, fikirleri günümüze tıpa tıp uyuyor. Gafletten uyanmak için Türk gencini şaşırtıcı bir dille uyarması ne kadar da büyük bir cesaret! Hayatın haksızlıkları, Türk insanının pasifliği, cehalet ve umursamazlık onu o kadar üzmüştür ki, bir şiirinde esefle şöyle demiştir: "...
Görmeseydim keşke kahpe dünyayı,
Ne olurdu ya Rab, âmâ olsaydım !...
Çekmektense bunca kahpe yarayı,
Ne olurdu, çiçekken solsaydım... "
Ama Mehmet Fikri, Türk gencine "korkma, yürü, ümidisin milletin... her maniyi yıkar, ezer himmetin..." demeyi de bilir eninde, sonunda.
Mehmet Fikri’yi olduğu gibi anlamak ve anlatmak zor. "O bir devdir” diyor şimdiki aydınlarımız. 1941 yılında, 33 yaşında hayata gözlerini yumduğunda, M. Fikri için çok şeyler söylendi, çok ağıtlar yakıldı. Hem de Türkiye'de, Balkanlar'da... Onlardan sadece bir Türk büyüğümüz Osman Keskioğlu'nun sözünü hatırlamak yeterli bence. Keskioğlu, "Mehmet Fikri'nin ölümü, fikrin ölümü" diye yazmıştır. Başka yoruma gerek var mı bu ifadeden sonra?! Ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz, değil mi?!
Bu Fikri unutulmaz! Bu Fikri hatırlanır, okunur ve hem örnek, hem de cesaret alınır ondan! Türk insanının, Türk gencinin parlak bir yıldızıdır o çünkü...
Bunu, geçenlerde, Omurtag'da yapılan bir anma töreninde çok iyi anlamış olduk.
Aşk olsun, Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü'nün öncülüğüyle Omurtag belediye idaresi, Omurtag "Şafak" okuma evi yönetimi ve Tırgovişte Bölge Müftülüğü hep birlikte almış oldukları bir kararla, Omurtag belediyesi halkına çok muhteşem bir kutlama töreni yaşattılar. Mehmet Fikri'nin hayatı, gazeteciliği, şairliği ve fikirleri hakkında söz alıp konuşan Başmüftü Yardımcısı Vedat S. Ahmed, Doç. Dr. İbrahim Yalımov, Dr. İsmail Cambaz, şair, gazeteci ve okutman İsmail Çavuşev, salonu doldurmuş dinleyiciler tarafından ne kadar beğenildiler, sevildiler, bilemezsiniz! Kürsüde söz alıp heyecanlı konuşmalar yapan ve kendi şiirlerini okuyan şairlerimizden Ali Bayram, Mustafa Çete, Nurten Remzi, Fevzi Ömer ve başkaları da ona keza. Velhasıl, Omurtag Omurtag olalı bir Türk büyüğü hakkında bu derecede düzenli bir organizasyon gerçekleştirmemiştir her halde. Bunun için başta Tırgovişte Bölge Müftüsü Hacı Enver Yahya olmakla Suat Mustafa ve Mustafa Raşit kardeşlerimize de tebrikler olsun diyoruz! Ama en önemlisi neydi, biliyor musunuz? Söyleyeyim:
Mehmet Fikri'nin vefatıyla ölmüş olan fikir, bu organizasyonun ardından yeniden uyanıyor, hayat buluyor gibi geldi bana. Tören sonrasında konuştuğum gençler ve yaşlılar, hep bir ağızdan şöyle diyorlardı: "Bu adam (M. Fikri) bizi gerçekten gaflet uykusundan uyandıracak! Yazık ki, onu şimdiye kadar tanımamışız. Onu okumak, içimizde uyuyan aslanı uyandırmak gibi bir şey yani..."
Ve bir gencin mırıldandığını duydum:
"...Yeter artık hu mezellet, cehalet!
Senden artık uzak olsun atâlet!...
Uyan! Uyan! Bu girdaptan uzaklaş,
İlerleyen milletlere koş, yaklaş...
Her milletin gençlerindedir rehberi,
Sen de durma, haydi atıl ileri!..."
Evet, ben de buna "Fikrin Uyanışı" demekten başka ne diyebilirim ki?!...
Ne mutlu bize!...
100. Yıldönümünde Mehmet Fikri'nin Hayatı ve Eserleri Konferansı’nın teklifleri:
1. Mehmet Fikri'nin Omurtag'ta yaşadığı evin sokağına "Mehmet Fikri" adı verilsin.
2. Omurtag Belediyesi’ndeki bir okula Mehmet Fikri'nin adı verilsin.
3. Konferansta sunulan bildiriler Omurtag Belediyesi’nin desteğiyle kitap halinde basılsın.
4. Omurtag'ta Mehmed Fikri adına "Fikir" adlı dergi yayınlansın.
3 Ocak 2009 Cumartesi
MADAN MÜSLÜMANLARI İSRAİL VAHŞETİNİ PROTESTO ETTİ
13 Kasım 2008 Perşembe
YÜKSEK İSLAM ENSTİTÜSÜNDE 11. DERS YILI BAŞLADI
Kur'ân-ı Kerim okuyarak yapılan açılıştan sonra esaslı bir konuşma yapan rektör Doç. Dr. İbrahim Yalımov’tan sonra Baş müftü Dr. Mustafa Hacı sözü aldı ve ezcümle şöyle dedi:
- Bugün bir bayram günü daha yaşıyoruz. Enstitümüzün yeni ders yılının açılışı münasebetiyle bir araya gelmiş bulunuyoruz. Geçen on yıl içinde, karşılaştığımız bütün zorluklara rağmen, bugünlere gelebildik. (Esasen İslâm enstitüsünün temelleri 1990'da Yanyüksek İslâm Enstitüsü olarak atılmıştır). Geçtiğimiz yola bakınca arada çok büyük bir fark olduğunu görüyoruz. Bizler, bu okulumuzun önemini anlayarak onudaha ileriye götürmeliyiz. Kuşkusuz, gelecek yıllarda eğitim ve öğretim çok daha güzel şartlarda olacaktır. Ancak bu noktaya gelmemizde bize yardımlarını esirgemeyen Türkiye Diyanet Vakfına teşekkürlerimi sunmak isterim. Cenab-ı Hak sizleri muvaffak eylesin!
Ondan sonra konuşan milletvekili Ahmet Hüseyin öğrenci ve öğretmenleri yeni ders yılının açılışı münasebetiyle selâmladı ve: "Biz, bir sıra güçlüklere rağmen Islâmi okullarımızı korumaya muvaffak olduk. Bu yoldaki gayretlerimizin devamlı olacağını ümit ediyorum. Sizler, bugün Bulgaristanda nasıl bir hayat yaşadığımızı görüyorsunuz. Fakat biz optimist olmalıyız. Bugün Müslümanlar hakkında neler neler konuşuluyor. Fakat siz, gençler, kendinizi öyle güzel hazırlamalısınız ki, her yerde, her zaman bu türden yanlış görüşlere lâyık oldukları cevabı ve-rebilmelsiniz!
Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşaviri Sayın Mazhar Bilgin de ezcümle şöyle konuştu:
- Sevgili gençler! Sizlere Büyükelçiliğimizin selâmlarını getirdim. Diyanet İşleri Başkanlığı adına yeni öğretim yılınızın hayırlı olmasını diliyorum. Biz, Türkiyeli Müslüman kardeşleriniz olarak her zaman sizlere yardıma hazırız, yeter ki, sizler de fiilen istemesini biliniz. Ben sizlere bu okulda derslere iyi çalışmanızı, mezun olurken ilimle donatılmış olarak okuldan ayrılmanızı diliyorum. Diploma almak önemli değil, ilimle mücehhez olmak önemli. Neden Allahımız bilgiden bahsediyor? Ve bize "Oku!" diye emrediyor? Her halde İslâm dininin cahiller tarafından temsil edilemeyeceği, ancak İslâmı algılamaya hazır kişilerin bunu yapabileceğini bildiği için. Tarihe baktığımız zaman her devirde ilimle mücehhez olduğumuz zaman muvaffak olmuşuz. Ne zaman ilmi bırakmışsak, çöküş ve gerileme başlamıştır. Müslümanlar Medinede ilk camiyi inşa ettikleri zaman onun yanında Suffa okulunu açtılar. Öyle ki, ilim ve ibadeti el ele yürüttüler. Zira dinsiz ilim, ilimsiz din olamaz!
MEYHANECİ İMAM
-Efendim, başkaları da kutlar beni sesim için ama, hiç bir kimse bu işin sırrını bilmez. Ben ezandan Önce bir şişe bira içerim, ünüğümü temizlerim, sesim açılır, diye cevap verdi. Şaka yapıyor zannettim. Yüzüne baktım, herif gayet ciddi söylüyor. Hem de bunu ucundan bir olaymış gibi anlatıyor. Yanındakileri de takıldılar:
- Sen rakı da içtiğini gizlemek için birayı daha ehven-i şer, diye söylüyorsun, imam ilâve etti:
-Biz burada iftarları toptan yaparız. Herkes evinde ne varsa tasla tavayla getirir, hep beraber yer, içeriz. Sadece bizim müezzin evde yapar iftarı. Ezanı okur hemen gider evine. Bu iş beni kuşkulandırdı. Bir akşam ansızın bir baskın yaptım. Ne göreyim bizim Eşref oturmuş sofranın başına. Önünde rakı şişesi, meze tabağı, demlenip duruyor.
Eşref, artık dayanamadı.
- İçersem kendime içiyorum, dedi. Siz hiç bir defa beni sarhoş gördünüz mü? Hem dini hizmetimi yapıyorum, hem de keyfimi. Filân köyün imamı gibi meyhanecilik yapmıyorum ya, siz ona şükredin. Benim akşamcı olduğumu bilirsiniz. Ben sizin gibi bulduğum zaman içmem. Akşamdan akşama... içerim. Namazı ise Cumadan Cumaya kılarım.
Bu defa artık ben söze karışmak ihtiyacı hissettim. Anlattılar. Komşu köyün imamı hem meyhanecilik yapıyormuş, hem de namaz kıldırıp cenaze yıkıyormuş. İnanmadım. Meseleyi yerinde yoklamak için gittim söyledikleri köye. Köy şirin, küçük bir Türk köyü. Küçük de bir bakkaliyesi var.
Raflara çeşitli gıda maddelerinden başka beş on çeşit içki şişesi dizilmiş. Dükkânın önüne birkaç masa konmuş. Etraflarında beş on da sandalye var. Birini altıma çekerek kahve ısmarladım. 60 yaşlarında, kırçıl sakallı, orta boylu dükkâncı kahveyi getirdi.
Kendisine bu köyün imamını arıyorum dedim.
- İmam benim, efendim. İnsan kıtlığında ben bu köyün her şeyiyim. Hem imam, hem muhtar, hem dükkâncı. Siz muska filân yazdırmak için gelmiş olmayasmız, yoksa sünnet ettirecek torununuz mu var? Hepsini yaparım Allah’ın yardımıyle, elhamdülillah.
Yanımdaki sandalyeye oturdu. Tanıştık. Konuşurken bir köydeşi geldi:
- Hacı, bana bir yüzlük, dedi. İmam kalktı müşterisine yüz gram rakı getirdi.
- Müşteri size "hacı" dedi. Takılıyor mu, yoksa soyadınız mı Hacı?
-Hayır, efendim. Allah nasip etti. Ben o mübarek yerleri de ziyaret ettim, hacı oldum.
Konuşurken saatına baktı, namaz vakti geliyor, ben abdestleneyim, dedi. Abdest alırken başka bir müşteri geldi, bira istedi. İmam hemen abdestini kesti, birayı müşterisinin önüne koydu, sonra devam etti.
Artık şaşmak sırası bana geldi. Herif hem imam, hem hacı, hem de içki satıyor. Baktım, bu işleri de gayet rahat yapıyor. Hiç öyle bir vicdan çarpıklığı filan okunmuyor yüzünde.
Ne diyeyim, bilemiyorum. Masal gibi anlattığım bu olay aynı ile vaki. Ancak yüzlerce dürüst, imanlı, hizmet aşığı müezzini, imamı gücendirmemek için, her ikisinin de köyünü, adını şimdilik saklıyorum. Yoksa bana verdikleri sözü tutup da ahlaklarını düzeltmezlerse dergide resimlerini bile verebilirim.
Dr. İsmail CAMBAZOV