Doç. Dr. Kasım Yunusov
Yakınlarda basından Dr. İsmail Cambazov’un OSMAN KILIÇ MAHKEMESİNİN PERDE ARKASI adlı kitabı çıktı. Hemen okumaya başladım ve bitirmeyince de bırakamadım. Hiç mübalağasız, son derece ilginç ve değerli bir eser. Adı geçen olaylar ve kişilerin yaşadıkları insanı okadar çekiyor ve etkiliyor ki, kendini onlardan bir türlü ayıramıyorsun. Okuyucuyu düşünmeye sevkediyor ve yaşananlarla ilgili onda bir çok sorular doğuruyor. Burada, hepsi birbirinden alakalı ve çekici çok sorunlar ortaya atılmış. Hatta, sözü geçen problemlerle ilgilenen okuyucularla kitap üzerinde bir tartışma ve yorumlama organize edilebilir, diye düşünüyorum. Böyle bir etkinliğin herkes için çok faydalı olacağı kanısındayım.
Ama bu ayrı bir konu. Geçelim esere ve onun içeriğine. Yazar kitabına, zamanının çok yetenekli bir şahsı, otoriteli ve Türk halkı tarafından sevilen, sayılan ünlü öğretmen Osman Kılıç’ın ve daha 5 öğrencinin tutuklanması, mahküm edilmesi ve onlarla ilgili olayları, kendilerinin ve başka ilgililer arasındaki ilişkileri konu etmiş. Dolayısıyla bu olaylar alelade olmayıp çok büyük önem taşırlar ve Bulgaristan Türklerinin tarihinde gayet değerli sayfalar oluştururlar.
Aslında sayın Osman Kılıç ağabeyimiz Türkiyede yazdığı ve daha 1989 yılında yayınladığı KADER KURBANI adlı kitabında kendinin ve o 5 öğrencinin başından geçenleri mükemmel bir tazda okuyucularına anlatmış. Fakat eser Türkiyede çıktı ve buralara, bizlere ulaşamadı. Kitabın burada da yayınlanması için gösterilen çabalara rağmen bu gerçekleşemedi. Ülkemizden, ilgilenenler ancak Türkiyedeki tanıdıkları ve yakınları vasıtasıyla kitabı okuyabilmişlerdir. Burada hemen şunu belirtmek isterim ki Dr.Cambazov’un kitabı kesinlikle KADER KURBANI’nın tekrarı değildir. O, olayların başka yönlerini ele almış, onlarla doğrudan veya dolaylı olarak ilgisi bulunan kişileri araştırmış, düşüncelerini almış ve eserine aktarmış. Bundan başka bir uzman sıfatıyla o, tarihimizi belirleyen olayları hukuksal açıdan değerlendirme deneyinde de bulunmuş. Kısaca, yapıtının başlığından da anlaşıldığı gibi yazar olup bitenlerin PERDE ARKASI taraflarını vermeye çalışmış. Bu da okuyucunun ilgisini artırıyor ve sonuna kadar onu canlı tutuyor.
Kitabında aktardığı son derece ilginç kişisel olaylarla Dr.İsmail Cambazov, okuyuculara, ülkemizde komünist idaresinin daha ilk yıllarda azınlıklara, bu arada Bulgaristan Türklerine ait çizdiği siyasal stratejisini gösterme deneyinde bulunmuş. Kanaatimce bunu da yazar iyi başarabilmiş.
Tahmin ediyorum ki, halen yöremizde, 60 yıldan fazla önce vuku bulan bu olayları bilen, hatta işitmiş olan dahi pek az insan kalmıştır. Artı, uzun yıllar ağızlarda resmi organların kasıtlı olarak yaydıkları uydurmalar, yalan yanlış yorumları ve değerlendirmeleri geziyordu. İlk kez demokrasi koşullarında bu olaylarla ilgili hakikatı öğrenme imkanımız doğdu. Burada çok ilginç bir taraf da bizlerin, o tüyler ürpertici ve Bulgaristan Türklerini ilgilendiren hadiseleri, Dr.Cambazov’un, onları bizzat tanık olarak, kaleme aldığı yazısından öğrenme şansımızdır.
Ne doğa, ne de toplum olayları tesadüfi oluşmazlar. Onların yeri, zamanı ve kendilerini doğuran etkenler ve nedenler bulunmaktadır. Dolayısıyla eserin yapısı (strüktürü) da bu felsefi ilkelere göre düzenlenmiştir. Kitap on bölümden ibarettir. Dr.Cambazov, birinci bölümde, vuku merkezi olan Şumnu şehri ve yöresi ile ilgili okuyuculara, çok değerli ve okadar da gerekli tarihsel ve kültürel bilgiler aktarmaktadır. ETRAFINA NUR SAÇAN İRFAN YUVASI adını verdiği ikinci bölümde, okuyucuyu Şumnu Nüvvab okuluna götürür ve onun açılışı,yapısı ve faaliyeti ile ilgili etraflıca bilgilendirir. Zaten de bütün olaylar burada zuhur etmiş ve gelişmiştir. Osman Kılıç, beş öğrenci ve onların talihlerini paylaşan, kitapta adı geçen onlarca kişi, bu mukaddes okul çatısı altında yetişmiştir. Yazar, konunun tutuklama, iddianame, yargı ve hapis yılları olan esas kısımlarını tüm ayrıntılarıyla üçüncüden dokuzuncuya dek işlediği bölümlerde açıklamaktadır.
Burada, ardı sıra çıkan ve gelişen olaylar bölümünde, yazarın verdiği zengin belgesel malzeme ile komünstlerin, Bulgaristan Türklerini yoketme stratejisinin düzenlenmesi ve onun daha ilk yıllarda uygulanmaya başlanması açıklanmaktadır. Ülkemizde zuhur eden yeni siyasal, ekonomik, kültürel vb. tüm olayların başı, 9.9.1944 tarihinde gerçekleşen Komünist İhtilalidir, onun meyvesidir. Çünkü komünistler bambaşka bir dünya görüşüne sahiptirler. Onların idealleri, ideolojisi, idare ilkeleri, siyaseti tek sözle her şeyleri kendilerinden önce iktidarda bulunan siyasi güçlerinkine kıyasla taban tabana zıt idi. Dolayısıyla onlar ülkemizin toplum hayatının her alanında, bu arada azınlıkların dini ve kültürel yaşamı ile ilgili mirasladıkları değerleri, durumları kesinlikle aynı tarzda devam ettirme kararında değillerdi. Her şey onların iradesi, ideolojik ve siyasal programları uygunluğunda değişmeye maruzdu ve de değişecekti. Bunların çok önemli bir kısmı, komünistlerin baş rolü oynadıkları, Vatan Cephesi hükümetinin 1944-1948 yılları arasında iktidarı süresinde gerçekleşecekti.
Komünistlerin iktidara geldiği dönemde Bulgaristan Türklerinin en değerli varlığı Nüvvab okulu idi.
Nüvvab okulu 1922/1923 ders yılında Şumnuda açılıp çalışmaya başladı. Onun iki bölümü bulunmaktadır. ”Tali Kısım” denilen normal okul 5 yıl süreliydi, Öğretim süresi 3 yıl olan ve ”Ali Kısım” denilen bir de yüksek bölümü bulunuyordu. Bu kısım 1930 yılında açıldı. 1947 yılına kadar toplam 677 öğrenci Nüvvab’ı bitirdi. O yıl okulun statüsü değiştirildi, Lise oldu. Çok geçmeden de tamamen kapatılıp tarihe karıştı.
Dr.Cambazov’a göre, Bulgaristan Başmüftülüğüne bağlı olmasına, resmen Medresetün Nüvvab adını taşımasına rağmen bu okul hiçbir zaman tamamiyle gerici bir okul olmamıştır. Bilakis o ”Bulgaristan Müslümanlarının gururu, şan şerefi ve kimlik tezkeresidir. ….Türk azınlığı aydın kişiler çıkarabilmişse bunu büyük ölçüde Nüvvab okuluna borçludur.” Şunu da kaydetmek gerekir ki, ”Öğrencilerin ve Bulgaristan Türk aydınlarının istekleri ve baskıları ile o, giderek daha fazla laik eğitim veren bir okul durumuna geldi”. Bu okul genellikle müftü yardımcıları veya müftü yetiştiriyordu. Fakat zengin dil kültürüne ve genel eğitim bilgilerine sahip olan mezunları, Türk okullarına öğretmen de oluyorlar ve çok hazırlıklı öğrenciler yetiştiriyorlardı. Öğretmenlere gelince, çoğu İstanbulda, bir kısmı da Mısır’da vb.yerlerde yüksek tahsil görmüş, alim seviyesinde yetenekli, bilgili kişiler idiler. Yazar onlara ait okuyuculara çok değerli bilgiler vermektedir.
Komünistlerin bu okul için görüşleri ve verdikleri değer çok başkaydı. Onlar Nüvvab’a ve Nüvvab’lılara ”irtica yuvası”, ”gerici”, ”tutucu”, ”yobaz” olarak bakıyorlardı. Fakat onlar ülkenin ve iktidar gücü olarak kendilerinin de çok ağır bir tarihi aşamada bulunduklarının bilincindeydiler. Bu husus kendilerinin dikkatli olmalarını ve ılımlı davranmalarını gerektiriyordu. Özgürlük oynamak mecburiyetindeydiler. Dolayısıyla bir müddet güzel bir siyasi oyun süreci icra ettiler.
Önce onlar kardeşlik, birlik, beraberlik, özgürlük, eşitlik sloganları savuruyorlardı. “Artık vatandaş Bulgar, Türk, Ermeni,Yahudi, Çingene diye ayrılmayacak, herkes eşit haklara sahip olacak, her millet kendi dini ve ilmi hayatını serbestçe teşkilatlandırabilir”, diyorlardı. Türklere, siz de hayatınızı kendi istediğiniz gibi organize edebilirsiniz,Vatan Cephesi komiteleri kurabilirsiniz, dediler. Hayli bilinmezliklere rağmen, bunlardan etkilenen Bulgaristan Türkleri bu arada Nüvvab öğretmenleri ve öğrencileri daha ilk aylarda, kurulan Vatan Cephesi koalisyon hükümetine kucak açtılar, ona dört elle sarıldılar ve candan desteklediler. Her yerde Vatan Cephesi komiteleri kuruldu, Türk gençlik teşkilatları oluşturuldu, Türk Öğretmenler Birliği kuruldu vb. Kapatılmış camiler, okullar açıldı, öğretmenler hatta hocalar, hacılar el üstünde tutuluyordu. Her yerde sevinç, ümit havası esiyordu. Halk sevinçten coşuyordu. Devletin programını gerçekleştirmek için canla başla çalışıyorlar, ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı.
Bu aşamada yıldızı parlayan en hazırlıklı, en seçkin, en bilgili, okulda ve okul dışı aktiv çalışmalarıyla ön saflara bulunan Nüvvab’ın örneklik genç öğretmeni Osman Kılıç idi. O, Nüvvab’ın Tali ve Ali kısmını ikmal edip mezun olmuştur. Önce birkaç yıl başka okullarda öğretmenlik etmiş ve 1945/1946 ders yılında Nüvvab’a kadrolu öğretmen olarak atanmıştır.
O öğretmenlerin içinde yeni döneme en yatkın, en hazırlıklı bulunuyor. Hiçbir sakıncasız yeni rejime seviniyor, ona destek veriyor, hiçbir kötü niyeti olmadan tam manasıyla aktif bir Vatan Cepheci olarak çalışıyor. Türk Öğretmenler Birliğinin Sekreteri, onun kapatılmasından sonra kurulan Eğitim İşçileri Birliğine Şumnu İl komitesine temsilci olarak seçilir. Yüksek Eğitim Şurası üyesi olarak da görevlendiriliyor. Bütün bulunduğu kurumlarda vazifelerini mükemmel şekilde icra ederek Türk azınlığı aydınlarını layıkıyla temsil ediyor. Türk okullarında daha iyi eğitim sistemi uygulanması ile ilgili son derece önemli tasarılara ve önerilere imza atıyor. Vasil Kolarov’un, Penço Kubadinskinin vb. komünist liderlerin Şumnu’da ve yörede yaptıkları konuşmaları çok büyük ustalıkla, seçkin bir söz sanatçısı gibi tercüme ediyor, konuşmacıların ve dinleyicilerin büyük takdirini kazanıyor.
Çok maalesef yeni, komünist rejimin coşkulu ve heyecanlı süreci pek uzun sürmüyor. Muhalefeti susturup iktidarı tamamıyla ele geçirince işler değişiyor. Komünistler Türklere verdikleri vaatlerden vazgeçmeye başlıyorlar. Hak-hukuk arayanlar, vaatlerini hatırlatan aydınlar takip ediliyor, tutuklanıyorlar. Acaba komünistler neden Türklere karşı tavrını değiştirmişlerdi? Ne olmuştu? Değişen bir şey yoktu. İyi tutum ve güzel vaatler Bulgaristan Türklerini kendilerine kazandırmak için oynanıyordu. O ilk yıllarda komünistler muhalefetle adeta ölüm kalım savaşı yürütüyordu. Ülkemiz, seçimler, referandum, ondan sonra da genel seçimler yapıyor, son derece kritik bir period yaşıyordu. Bu süreçte komünistlerin azınlıkların, bu arada Bulgaristan Türklerin oylarından ihtiyaçları vardı. Olumlu tavır genellikle bunlardan kaynaklanıyordu. Bundan sonraki gelişmeler onların hakiki amaçlarını ve niyetlerini yeterince kanıtlayacaktı. Türklerle ilgili gizli olarak planladıkları, öngördükleri vazifelerin ve etkinliklerin icrasına geçmek zamanı gelmişti.
Daha 1944 yılının sonunda yapılan Türk Vatan Cephesi kongresinde komünist idarecilerin Bulgaristan Türkleri ile ilgili art niyet taşıdıkları açıkça belli oldu. Kongre yönetimine sadece komünistler seçildi. Önceden ilan edildiğine göre burada Bulgaristan Türk azınlığının dini ve ilmi hayatını teşkilatlandırma sorunu görüşülecekti. Bu konuda beklenenlerle yapılan öneriler arasında ciddi bir geçişme oluşuyor. Bir komünist katılımcı okullarda din derslerinin programlardan çıkarılmasını istiyor. Aralarında Osman Kılıç da bulunan Şumnu grubu Türk dini teşkilat ve eğitim sistemi ile ilgili hazırladıkları ayrıntılı tasarıyı sunma imkanını dahi bulamıyor. Hiçbir şey başaramadan geri dönüyorlar. Sadece işledikleri tasarıyı kongre yönetiminden birine vermekle yetiniyorlar. Bir katılımcıdan da Nüvvab’ın bir Türk lisesine (Gimnaziyaya) dönüşmesi önerisi geliyor.
Bu kongreden sonra Komünist idaresinin bu doğrultuda planlı ve aktiv çalışmaları, Türkler için daha tehlikeli bir aşamaya giriyor. Azınlıkları yok etme programını usulca uygulamaya geçiliyor. Dolayısıyla çok geçmeden yeni emirler gelmeye başlıyor. Artık eşitlik var bahanesiyle ayrıca Türk Vatan Cephesi komiteleri kurmaya hacet olmadığı buyruluyor. Her yerde umum Vatan Cephesi teşkilatları olacak, onlara Türkler de üye olabilirler, yönetim komitelerine de onlardan bir temsilci alınabilir, deniyor. Bu vesileyle Türk Öğretmenler Birliği de feshediliyor, kapatılıyor. Bütün memlekette yeni Eğitim İşçileri Birliği kuruluyor. Buraya Türk öğretmenler de üye olabilirler, yerel teşkilatların yönetimine onlardan birer temsilci alınacağı söyleniyor. Türk gençlik teşkilatlarına da son veriliyor. Onların yerine bütün gençlere ait bir Halk Gençler Birliği kuruluyor.
Böylelikle Türklerin müstakil bir etnik grubu olarak kendi aralarında kendilerine ait hiçbir örgüt ve kuruluşu oluşturamayacakları çok açık anlaşılıyor. Dolayısıyla onlar milli benlik ve varlıklarını korumak imkanından mahrum ediliyorlar.
Komünistler eğitim alanında en büyük, köklü değişiklikler yapmayı düşünüyorlar. Bunu gerçekleştirecek Yüksek Eğitim Şurası meydana getiriliyor. Bu kurulun daha açılış töreninde, Milli Eğitim Bakanlığında Lise öğrenimi Genel Müdürü Dr. Kiril Dramaliev “Memleketimizdeki Türk hususi azınlık okullarına gelince, artık bu irtica ocaklarının mevcudiyetine tahammül edemeyiz” diyor. Bununla o, Türk okullarının kapatılması ile ilgili hükümetin kararlılığını ima ediyor. Bu kurula Türk öğretmenlerin temsilcisi olarak seçilen Osman Kılıç “Azınlık Okulları” komisyonu üyesi olarak çalışıyor. O, Türk okullarının yeni koşullarda devlet tarafından idare edilip çok daha başarılı olabilmeleri tezini savunuyor ve bu alanda çok çaba gösteriyor. Bu amaçla o, önceden hazırladıkları tasarıyı komisyona sunup ve isteklerinin komisyon raporunda yer almasını istiyor. Komisyon başkanı buna itirazda bulunmuyor, fakat onları yüksek makamlara ulaştırıyor. Burada, Türk okullarında eğitimin Türkçe olması ve okul müdürlerinin de Türk olması önerileri önemli yer almıştır. Din derslerinin fakültatif olarak okunması öneriliyor. Bu istekler genel kurulda bir formalite olarak kabul ediliyorlar, fakat sadece yazılı olarak kalıyorlar. Türk okullarının en büyük sorunu devletin onlara mali yardım sağlaması, bu okulların da mali idaresini devletin üstlenmesi. Bundan başka, devlet, Türk okullarına öğretmen yetiştirmesi için, biri Güney Bulgaristan’da (mesela Kırcali’de), diğeri de Kuzey Bulgaristan’da olmak üzere en az 2 pedagoji okulunun açılması isteniyor; Türk öğrencilerinin istedikleri Bulgar okullarına kabulü vb. gibi istekler sunuluyor.
İşte böyle, daha ilk yıllarda Bulgaristan Türklerinin ihtiyaçları ve beklentileri ile komünist idaresinin amaçları, ideolojisi ve azınlık politikası arasında bağdaşılamaz bir geçişme oluşuyor. Türkler kültürel hayatını önce verilen vaatler doğrultusunda, kendi kimliğini, benliğini koruyarak, daha da geliştirerek yeni, demokratik raylar üzerinde sürdürme hevesinde ve çabasında. Komünistler ise yeni siyasal stratejileri kapsamında azınlık haklarına kısıtlamalar getirerek onları yok etmeyi planlıyor. Onların programlarında Bulgarlıktan farklı benliğe, kimliğe ne yer, ne de ihtiyaç var.
Fakat komünistler çizdikleri projelerinin o kadar kolay uygulanamayacağının da farkında. Bütün güçlerini seferber ederek mücadele etmek gerekeceğini de iyi biliyorlar. Onlar için en büyük tehlike Nüvvab’dan geliyor. Onlara göre Nüvvab, hiç de istemedikleri, taşıyamadıkları Türklük, Türkçülük ve Müslümanlık üretiyor, yayıyor. Buna rağmen zamanın müsait olmadığından hemen kapatmaya cesaret edemiyorlar. Öğretmenlerden, onların davalarına en aykırı hareket eden, amaçlarını engelleyebilecek en büyük kuvveti Osman Kılıç’ın yüzünde görüyorlar. Velev ki o, yeni iktidar lehine, onun siyaseti uygunluğunda durmadan uğraşıyor, ona karşı tutumu çok olumlu, aktiv bir Vatan Cepheci, Yüksek Eğitim Şurası üyesi, “Yeni Işık” gazetesine yazdığı yazılarıyla gençleri Halk Gençler Birliğine girmelerine davet ediyor, Georgi Dimitrov’un 65.yıldönümü ile ilgili Şumnu Okuma evinde rapor hazırlayıp okuyor, Nüvvab’da en genç öğretmen olduğundan Vatan Cephesi hükümetinin siyaseti ile ilgi daima gençlerin arasında ve sürekli onlara yardım ediyor ve bu ruhta yapılan tüm etkinliklere katılıyor ve büyük katkısını veriyor, yine de komünistlerin bilincinde o, en azılı düşman olarak kalıyor. İdare onun iyi davranışlarını ve aktifliğini kesinlikle taviz vermeye değer hareketler olarak nitelendirmiyor. Onun en büyük suçu çok hazırlıklı, bilgili, seçkin, otoriteli bir Türk öğretmeni olmasıdır. Türk okullarını savunması, onların kalkınması için gösterdiği çabalar, onun din ve Türkçülük taraftarı olmasını güvenlik organları en büyük milliyetçi olarak nitelendiriyor. İşte bu meziyetleriyle o gözlerine diken gibi batıyor.
Ama şunu da kaydetmek gerekir ki, komünistler kendi güvenliliği ile ilgili her şeyi kontrol altına almayı ihmal etmemiştir. Vatan Cephesi hükümeti, Nüvvab hocalarını, öğrencilerini izlemek için Şumnu Emniyetinde bir ekip tayin etmiştir. Osman Kılıç çoktan gözetim altında bulunur ve tutuklama için uygun zaman beklenir.
Öğrenci kesiminden bir grup öğrencinin tutumunda oluşan tuhaf bir canlılık güvenlik güçlerinin gözünden kaçmamıştır. Bir ekip de onların peşindedir. İşlerin daha fazla büyümesine izin verilmemeli, acele tedbir alınma gerekçesi düşünülür. O da gecikmez, 24.03.1948 tarihinde önce öğrenciler, 20 gün sonra da 14.04.1948 tarihinde hocaları Osman Kılıç tevkif edilirler.
5 Nüvvab öğrencisi daha 1945 yılında, Bulgaristan Türkleri ile ilgili komünistlerin amaçlarının ve hedeflerinin ne olduğunu daha ilk adımlarında fark ederek, Türk okullarının kapatılması, dini ibadetlerin yasak edilerek milli (etnik) kimliğimizin inkar edilmesine ve Türk halkını yok etme yolunu tutuşuna karşı tepki olarak bir örgüt kurarlar. Bu doğrultuda bazı eylemler de gerçekleştirirler. Tutuklama, sorgulama, mahkeme, ceza süreçleri komünistlerin düzenlediği senaryo gereğince icra edilir. Komünist adli sisteminin çok önemli özelliklerinden biri de ön yargı ile çalışmak. O, sistemin her aşamasında mevcuttur. Aşırı şiddet ve işkence uygulayarak önyargı ile istedikleri ifadeleri alırlar ve buna göre de iddianame hazırlanır, duruşma yapılır ve hüküm verilir. Ön yargı ile daha davadan önce Osman Kılıç ve öğrenciler “Halk haini”, “Halk düşmanı”, “Türkiye Casusu” olarak ilan edilirler. Hatta idare tarafından seçişmiş kişiler halk arasında toplantılar yapıp sanıkları kınarlar.
Osman Kılıç’a karşı yapılan suçlama öğrencilerinkinden farklıdır, aralarında ilişki de yoktur. Fakat öğretmenin muhakkak bertaraf edilmesi, etkisiz hale getirilebilmesi için önyargı ile ona ek suçlama ilave edilir. Onu, öğrencilerin ilhamcısı, manevi önderi, teşvikçisi çıkarırlar. Kanıtlayıcı hiçbir delil bulunmamasına rağmen bu husus hem iddianamede, hem duruşmada yer alır ve hükümde de göz önünde bulundurulur. Dolayısıyla hakiki sebepler perde arkasında bırakılarak, mahkeme de suçunu kanıtlayıcı bir delil dahi gösteremeden, Türkiye lehine ve Bulgaristan aleyhine casusluk işlemiş diye Osman Kılıç idam, öğrenciler de farklı yıllar ağır hapis cezalarına çarptırılır. Daha sonra hocanın cezası da 20 yıl ağır hapis cezasına dönüşür. Böylelikle “Osman Kılıç Mahkemesi” sona erer. Yazar, bundan sonra başlayan ve sonuna kadar süren, mağdurların hayatlarını değiştiren, son derece ağır ve çile dolu hapis yıllarını anlatır.
Fakat bununla komünist hükümetinin Nüvvab’lılarla olan siyasi ve ideolojik kavgası sona ermiyor. Onlar durmadan takip ediliyor, tutuklanıyor ve hapislerde mahvediliyor. Yazar kitabının onuncu bölümünde araştırdığı Nüvvab’lıların “Halk İdaresi Yılları” nda çektikleri çekileri dil getiriyor. Komünizmin ülkemizde iktidara geldiği bu erken yıllarda Türk aydın temsilcilerine karşı gerçekleştirilen davanın türlü anlamı vardır. Her şeyden önce o, Bulgaristan Türklerine verilen büyük bir derstir. Burada esas amaç adı geçen kişilerle hesaplaşmak değil, tüm Türk azınlığını korkutmak, sındırmak, yıldırmak ve susturmaktır. Bundan böyle tüm vatandaşların, bu arada sizlerin her alanda gelişme yolunu sadece biz çizeceğiz, tek sözle biz ne istersek o olacak, demek istemişler. Aynı zamanda, üzerinde durduğumuz olaylar Bulgaristan Komünistlerinin tasarladığı azınlıkları yok etme stratejisini uygulamanın birinci etabı olarak nitelendirilir. Bundan sonraki gelişmeler, dini ibadetlerimize ve kültürümüzle ilgili sistemli olarak, adım adım getirilen kısıtlamalar ve 60 ve 70. yıllarında diğer Müslüman kardeşlerimizin ve 80. yılların ortalarında Bulgaristan Türklerinin hayatında zuhur eden ve yaşanan çok çirkin olaylar kayıtsız şartsız bunları kanıtladı.
Dr. İsmail Cambazov’un yapıtı akıcı, anlaşılır güzel bir dille yazılmıştır. Fakat bu kesinlikle, aynen “Bir varmış bir yokmuş” masallarında veya öykülerinde konuşulduğu gibi, anlamına gelmez. Yazarın kullandığı dil bilimsel esere yakışır bir dildir, anlattıklarının anlaşılması hiç de zor değildir. Çok maalesef bazılarımızın, bu arada kendilerini bakan seviyesinde birileri olarak gören aydın temsilcilerimizin kelime torbası o kadar boşalmış ki, alelade bir iletişimde veya gazetede adi makaleleri dahi anlamakta hayli zorlanıyorlar. Henüz, dil zenginliğinin önemini gereğince anlamış değiliz, gibi geliyor bana. Dolayısıyla Dr.Cambazov’un eseri bu doğrultuda tüm okuyucular için mükemmel bir kaynak rolünü oynayacağı, kanısındayım.
Kaynak: kircaalihaber.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder