Sofya
Geçen asrın 70’li yıllarında bir bayrakçılık modası aldı yürüdü. Başı Razgrad çekti. İşine gücüne giden memurlar, işçiler bir sabah bazı camilerin minarelerinde sallanan ay yıldızlı Türk bayrakları gördüler. Bazıları da elektrik direklerine asılmışlardı. Görenler şaşıp kaldılar desem az. Soğuk savaşın en ağır yıllarında, Türkiye tarafına kuş dahi uçurtulmadığı dönemlerde “barışçı sosyalist Bulgaristan”ın baş düşmanı, saldırgan, harpçı Amerikan emperyalistlerinin Yakın Doğuda’ki candarması Türkiye’nin bayrağını “Deliorman’ın başkenti Rasgarad”a kim asmıştı?
İşte bu meseleyi araştırıp bulmak için BKP (Bulgaristan Komünist Partisi) Merkez Komitesi beş kişilik bir komisyon kurarak Razgrada gönderdi.
KOMİSYON TUTUKLANDI
Cebimizde Merkez Komitesi Sekreteri Venelin Kotsev tarafından imzalanmış olan görev belgeleri olduğu halde Sancak Parti Komitesinin kapısını çaldık. Ancak birinci sekreter köyleri dolaşmaya çıktığından benim önerim ile doğrudan Milis Müdürlüğüne gittik. Kapıcı şefe haber verdi:
- Merkez Komitesinden bir komisyon var.
Şef bizzat kendisi aşağıya inerek bizi odasına çıkardı. Hoşbeşten sonra ben ziyaretimizin sebebini anlattım ve bayrakları bize göstermesini istedim. Herif, burada böyle bir şey olmamıştır. Olayı ben ilk defa sizden işitiyorum. Tabii çeşitli kaynaklardan bilgi edinen Parti her şeyi bilir, ama bizim bu işten haberimiz yok demesin mi! Hem de sadece demekle kalmayarak bizi komşu odaya geçirerek:
- Sekreter yoldaş köylerden dönünceye kadar burada benim misafirim olarak kalacaksınız, diyerek bizi düpedüz tutukladı. Protesto ettik, bizi Venelin Kotsev ile bağlatmasını istedik.
- Benim şefim sadece İçişleri Bakanı Dimitır Stoyanov yoldaştır, sadece onu dinlerim.
- Şu halde Dimitır Stoyanov yoldaş ile bağlat bizi.
- Telefonum çalışmıyor.
Çaresiz üç-dört saat tutuklu kaldık Razgrad Sancak Milis Müdürlü ğünde. Bereket, sekreter gittiği yerden dönmüş olacak ki bizi milisten aldırdı.
Sekreter bizim ne için geldiğimizi anlayınca hemen milis şefine telefon etti ve bayrakları getirmesini istedi. Masanın üzerine çeşitli büyüklükte 11 bayrak serildi. Hepsi pırıl pırıl, insan eli dokunmamış, fabrika ürünü.
Komisyon dilini yuttu. Ne dersin! Her şey meydanda. Biz uyurken düşman çalışmış, emekçi, çalışkan, barışçı halkımızı şaşırtmak, parçalamak için gelmiş, burnumuzun dibine bayrağını dikmiş.
Fakat şeytanın işi yok, beni fitledi. Milis şefine şöyle bir soru yönelttim:
- Bu sıralarda Razgrada veya Deliormana Türkiyeden gelen giden var mı?
- Yok.
- Batı Almanya’dan Türkiye’ye geçen işçilerden “yolunu şaşırıp” da Deliorman’a sapan var mı?
- Şoselerde nöbet tutan trafik milisi herkese doğru yolu gösteri yor.
- Öyle ise bu bayraklar Rayna Knâginâ’nın göz nuru, el hüneri ile kör kandilin aydınlığında gecelikle diktiği Nisan ayaklanması bayrağı değil. Hepsi tam bir fabrikasyon. Herhalde gökyüzünden uçak veya helikopter ile atılmış olacaklar ki, kimisi cami minaresine düşmüş, kimisi elektrik dire ğine takılmış. Kim bilir daha ne kadar da sokaklara düşüp dağılanlar var!
- Ne demek yani? Sen bu bayrakları görmüyor musun? Düşmanlar tarafından buralara asıldıklarına inanmıyor musun?
- Hem görüyorum, hem de düşmanın eline nereden ve nasıl geçtiklerini anlamaya çalışıyorum. Tartışma uzadı. Sonra ben komisyonun yerinde hazırladığı tutanağı imzalamadım. Bundan sonra da beni artık böyle komisyonlara katmadılar.
İSMET HOCANIN TELAŞI
Razgrad köylerinden halim selim bir Nüvvab arkadaşım vardı. Adı İsmet Bekir. Okulu
bitirdikten sonra yollarımız ayrıldı. Memleketin dörtbir tarafına dağıldık. Kimimiz öğretmen olduk, kimimiz hoca, bazımız da gazeteci. Hayat bizi yıllardan sonra “Yeni Işık” gazetesinde karşılaştırdı. Аnсак İsmet Bekir Sofya’da fazla tutunamadı. Razgrad’a döndü. Çok geçmeden Deliorman’a Bölge Müftüsü atandığını işittim.
İşte bu Razgrad Müftüsü senelerden sonra Sofya’ya gelerek beni buldu. Sıkıntılı, telaşlı bir durumu vardı. Kendisini üzen bir şeyler paylaşmak istediğini derhal anladım.
- Arkadaş patlıyorum, sana bir şeyler anlatacağım, ama gayet büyük bir sır. Hiç bir kimseye söylemeyeceğine yemin billah et.
- Ne yemini istiyorsun? Sen de ateist, ben de. Allah bizim gibisinin yeminini kabul eder mi?
- Mesele hiç de senin anladığın gibi değil, bak anlatayım da gör. Razgrad’ta müftülük caminin avlusunda bulunur. Bir gün fazla işim çıktı, geç vakitlere kadar çalıştım. Dairemden çıkarken gözüme ilişti. Karşıdaki camiin kapısı açık. İmam yatsı namazını kıldırdıktan sonra camii açık bırakmış gitmiş, diye canım sıkıldı. Kapıyı kilitledim, çıktım sokağa. Mübarek ay etrafı öyle bir aydınlatmış ki, aç kitap oku şavkında. İçim ferahladı. Geniş bir nefes alarak şöyle etrafıma bir bakındım. Minare gözüme ilişince soluğum durdu. Şerefede büyük bir Türk bayrağı sallanıyor. Bir kaç dakika ne yapacağımı düşündüm. Aklıma ilk gelen şey milise haber etmek oldu. Hemen bir cip dayandı camiin önüne. Milisler Türk bayrağını görünce silahlarını doldurdular. Benim tabancam camiin anahtarı. Açtım kapıyı, daldılar içeri. Fakat minare kapısına giderken önümüzde bir takım karaltılar gördük. Milisler hemen üzerlerine atıldılar. Tekme tokat kıskıvrak bağlayarak ellerine kelepçe vurdular. Attılar cipe.
Allah’tan olacak, minareye bayrağı asan bu iki kişi, benim tesadüfen görüp de kilitlediğim camiin içinde kalmışlar. Nasıl çıkarız filan diye düşünürken de milisler gelip bastırıverdi. Milisler bana teşekkür ettiler, holiganları alıp gittiler.
Tam eve vardım, yatmak için soyunmaya başladım, telefon çaldı. Karşıda Sancak Milis Müdürlüğü şefi.
- Müftü yoldaş, geç olmasına rağmen hemen sizinle görüşmemiz icap ediyor. Arabayı gönderiyorum, lütfen beş dakika için geliniz buraya.
Bunlar bayrağı benim astığımı zannederek tutuklamak için çağırmasınlar korkusu ile indim aşağıya.
Miliste şef, parti sekreteri beni ayakta karşıladılar. O sarmaş dolaş olmaklar, elimi yüzümü öpmekler değme gitsin. Birinin kucağından kurtuluyorum, ötekisinin kucağına düşüyorum. Вen bu holigan bayrakçıların tutuklanmalarına sebep olmakla çok büyük patriotik bir görev ifa etmişim, en yüksek dereceli devlet nişanı almayı hak etmişim. Gösterdiğim uyanıklık ile ne kadar sosyalist bir patriot (vatansever) biri olduğumu sadece sözle değil, fiiliyatta da kanıtlamışım... Daha neler neler!...
En nihayet halâ daha ayakta olduğumuzun farkına vararak masa başına oturduk. Milis şefi konulmaya başladı:
- Müftü yoldaş, sen çok büyük bir iş yaptın. Görüyorsun seni öveсеk kelime bulamıyoruz. Ancak bu işin başka bir tarafı da var. Etraf bunu duyarsa biz çok güç durumda kalırız. Hele de Sofya’nın kulağına varırsa yandığımız gündür. Bunun için biz sana rica ediyoruz. Sen bu işi yatak arkadaşın ile bile paylamayacaksın. Biz o holiganları yakında da mahkemeye vererek cezalandıracağız.
- Olur, paylaşmam.
- Sizin gibi patriottan bаşka bir cevap beklenmez ya, ama gene de teşekkür ederiz. Formalite ama bizim için gerekli. Size şu deklarasyonu imzalamanızı teklif ediyoruz.
Bir baktım, imzalamak için önüme sürdükleri deklarasyonda filan tarihte gördüğüm olayı hiç bir kimseye söylemeyeceğime yemin ediyorum. Söylediğim takdirde askeri ceza yasasının bilmem kaçıncı maddesinde, devlet sırrı kanunun şu şu fıkralarında öngörülen hapis cezasına çarptırılacağım bildiriliyordu.
Bu korkunç metnin üzerinde pek de fazla durmadan imzaladım. Mahkemeyi merakla beklemeye başladım. Fakat bir gün çarşı pazar gezerken bizim camide tuttuğumuz o iki bayrakçıya rastlamayayım mı? Gözlerime inanacağım gelmedi. Hemen koştum milise. Şef bana hiç merak etme. Onların ifadeleri alındı. Geçici bir zaman için serbest bırakıldılar. Mahkeme bir ay sonra çıkacak. Hak ettikleri cezayı fazlasıyla alacaklar, dedi. Şefin o kadar samimi anlattıklarına inandım. Vicdan huzuru içinde milisten çıkarken o iki iti Müdürlüğe girerken görünce ayaklarım kesildi, kafam zonklamaya başladı. Demek o bayrağı asanlar... diye düşünmeye başladım.
1987 yılında bir görevle gittiği Fas’ta Hakk’ın rahmetine kavuşan saf arkadaşım o provokatörlerin mahkemesini halâ bekler durur.
Kaynak: “Müslümanlar” Dergisi, Şubat sayısı, Sofya 2012
Kaynak: “Müslümanlar” Dergisi, Şubat sayısı, Sofya 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder