30 Mart 2012 Cuma

BAYRAKÇILAR


Dr. İsmail CAMBAZOV
Sofya
Geçen asrın 70’li yıllarında bir bayrakçılık modası aldı yürüdü. Başı Razgrad çekti. İşine gücüne giden memurlar, işçiler bir sabah bazı camilerin minarelerinde sallanan ay yıldızlı Türk bayrakları gördüler. Bazıları da elektrik direklerine asılmışlardı. Görenler şaşıp kaldılar desem az. Soğuk savaşın en ağır yıllarında, Türkiye tarafına kuş dahi uçurtulmadığı dönemlerde “barışçı sosyalist Bulgaristan”ın baş düşmanı, saldırgan, harpçı Amerikan emperyalistlerinin Yakın Doğuda’ki candarması Türkiye’nin bayrağını “Deliorman’ın başkenti Rasgarad”a kim asmıştı?
İşte bu meseleyi araştırıp bulmak için BKP (Bulgaristan Komünist Partisi) Merkez Komitesi beş kişilik bir komisyon kurarak Razgrada gönderdi.

KOMİSYON TUTUKLANDI

Cebimizde Merkez Komitesi Sekreteri Venelin Kotsev tarafından imzalanmış olan görev belgeleri olduğu halde Sancak Parti Komitesinin kapısını çaldık. Ancak birinci sekreter köyleri dolaşmaya çıktığından benim önerim ile doğrudan Milis Müdürlüğüne gittik. Kapıcı şefe haber verdi:

- Merkez Komitesinden bir komisyon var.

Şef bizzat kendisi aşağıya inerek bizi odasına çıkardı. Hoşbeşten sonra ben ziyaretimizin sebebini anlattım ve bayrakları bize göstermesini istedim. Herif, burada böyle bir şey olmamıştır. Olayı ben ilk defa sizden işitiyorum. Tabii çeşitli kaynaklardan bilgi edinen Parti her şeyi bilir, ama bizim bu işten haberimiz yok demesin mi! Hem de sadece demekle kalmayarak bizi komşu odaya geçirerek:

- Sekreter yoldaş köylerden dönünceye kadar burada benim misafirim olarak kalacaksınız, diyerek bizi düpedüz tutukladı. Protesto ettik, bizi Venelin Kotsev ile bağlatmasını istedik.

- Benim şefim sadece İçişleri Bakanı Dimitır Stoyanov yoldaştır, sadece onu dinlerim.

- Şu halde Dimitır Stoyanov yoldaş ile bağlat bizi.

- Telefonum çalışmıyor.

Çaresiz üç-dört saat tutuklu kaldık Razgrad Sancak Milis Müdürlü ğünde. Bereket, sekreter gittiği yerden dönmüş olacak ki bizi milisten aldırdı.

Sekreter bizim ne için geldiğimizi anlayınca hemen milis şefine telefon etti ve bayrakları getirmesini istedi. Masanın üzerine çeşitli büyüklükte 11 bayrak serildi. Hepsi pırıl pırıl, insan eli dokunmamış, fabrika ürünü.

Komisyon dilini yuttu. Ne dersin! Her şey meydanda. Biz uyurken düşman çalışmış, emekçi, çalışkan, barışçı halkımızı şaşırtmak, parçalamak için gelmiş, burnumuzun dibine bayrağını dikmiş.

Fakat şeytanın işi yok, beni fitledi. Milis şefine şöyle bir soru yönelttim:

- Bu sıralarda Razgrada veya Deliormana Türkiyeden gelen giden var mı?

- Yok.

- Batı Almanya’dan Türkiye’ye geçen işçilerden “yolunu şaşırıp” da Deliorman’a sapan var mı?

- Şoselerde nöbet tutan trafik milisi herkese doğru yolu gösteri yor.

- Öyle ise bu bayraklar Rayna Knâginâ’nın göz nuru, el hüneri ile kör kandilin aydınlığında gecelikle diktiği Nisan ayaklanması bayrağı değil. Hepsi tam bir fabrikasyon. Herhalde gökyüzünden uçak veya helikopter ile atılmış olacaklar ki, kimisi cami minaresine düşmüş, kimisi elektrik dire ğine takılmış. Kim bilir daha ne kadar da sokaklara düşüp dağılanlar var!

- Ne demek yani? Sen bu bayrakları görmüyor musun? Düşmanlar tarafından buralara asıldıklarına inanmıyor musun?

- Hem görüyorum, hem de düşmanın eline nereden ve nasıl geçtiklerini anlamaya çalışıyorum. Tartışma uzadı. Sonra ben komisyonun yerinde hazırladığı tutanağı imzalamadım. Bundan sonra da beni artık böyle komisyonlara katmadılar.

İSMET HOCANIN TELAŞI

Razgrad köylerinden halim selim bir Nüvvab arkadaşım vardı. Adı İsmet Bekir. Okulu

bitirdikten sonra yollarımız ayrıldı. Memleketin dörtbir tarafına dağıldık. Kimimiz öğretmen olduk, kimimiz hoca, bazımız da gazeteci. Hayat bizi yıllardan sonra “Yeni Işık” gazetesinde karşılaştırdı. Аnсак İsmet Bekir Sofya’da fazla tutunamadı. Razgrad’a döndü. Çok geçmeden Deliorman’a Bölge Müftüsü atandığını işittim.

İşte bu Razgrad Müftüsü senelerden sonra Sofya’ya gelerek beni buldu. Sıkıntılı, telaşlı bir durumu vardı. Kendisini üzen bir şeyler paylaşmak istediğini derhal anladım.

- Arkadaş patlıyorum, sana bir şeyler anlatacağım, ama gayet büyük bir sır. Hiç bir kimseye söylemeyeceğine yemin billah et.

- Ne yemini istiyorsun? Sen de ateist, ben de. Allah bizim gibisinin yeminini kabul eder mi?

- Mesele hiç de senin anladığın gibi değil, bak anlatayım da gör. Razgrad’ta müftülük caminin avlusunda bulunur. Bir gün fazla işim çıktı, geç vakitlere kadar çalıştım. Dairemden çıkarken gözüme ilişti. Karşıdaki camiin kapısı açık. İmam yatsı namazını kıldırdıktan sonra camii açık bırakmış gitmiş, diye canım sıkıldı. Kapıyı kilitledim, çıktım sokağa. Mübarek ay etrafı öyle bir aydınlatmış ki, aç kitap oku şavkında. İçim ferahladı. Geniş bir nefes alarak şöyle etrafıma bir bakındım. Minare gözüme ilişince soluğum durdu. Şerefede büyük bir Türk bayrağı sallanıyor. Bir kaç dakika ne yapacağımı düşündüm. Aklıma ilk gelen şey milise haber etmek oldu. Hemen bir cip dayandı camiin önüne. Milisler Türk bayrağını görünce silahlarını doldurdular. Benim tabancam camiin anahtarı. Açtım kapıyı, daldılar içeri. Fakat minare kapısına giderken önümüzde bir takım karaltılar gördük. Milisler hemen üzerlerine atıldılar. Tekme tokat kıskıvrak bağlayarak ellerine kelepçe vurdular. Attılar cipe.

Allah’tan olacak, minareye bayrağı asan bu iki kişi, benim tesadüfen görüp de kilitlediğim camiin içinde kalmışlar. Nasıl çıkarız filan diye düşünürken de milisler gelip bastırıverdi. Milisler bana teşekkür ettiler, holiganları alıp gittiler.

Tam eve vardım, yatmak için soyunmaya başladım, telefon çaldı. Karşıda Sancak Milis Müdürlüğü şefi.

- Müftü yoldaş, geç olmasına rağmen hemen sizinle görüşmemiz icap ediyor. Arabayı gönderiyorum, lütfen beş dakika için geliniz buraya.

Bunlar bayrağı benim astığımı zannederek tutuklamak için çağırmasınlar korkusu ile indim aşağıya.

Miliste şef, parti sekreteri beni ayakta karşıladılar. O sarmaş dolaş olmaklar, elimi yüzümü öpmekler değme gitsin. Birinin kucağından kurtuluyorum, ötekisinin kucağına düşüyorum. Вen bu holigan bayrakçıların tutuklanmalarına sebep olmakla çok büyük patriotik bir görev ifa etmişim, en yüksek dereceli devlet nişanı almayı hak etmişim. Gösterdiğim uyanıklık ile ne kadar sosyalist bir patriot (vatansever) biri olduğumu sadece sözle değil, fiiliyatta da kanıtlamışım... Daha neler neler!...

En nihayet halâ daha ayakta olduğumuzun farkına vararak masa başına oturduk. Milis şefi konulmaya başladı:

- Müftü yoldaş, sen çok büyük bir iş yaptın. Görüyorsun seni öveсеk kelime bulamıyoruz. Ancak bu işin başka bir tarafı da var. Etraf bunu duyarsa biz çok güç durumda kalırız. Hele de Sofya’nın kulağına varırsa yandığımız gündür. Bunun için biz sana rica ediyoruz. Sen bu işi yatak arkadaşın ile bile paylamayacaksın. Biz o holiganları yakında da mahkemeye vererek cezalandıracağız.

- Olur, paylaşmam.

- Sizin gibi patriottan bаşka bir cevap beklenmez ya, ama gene de teşekkür ederiz. Formalite ama bizim için gerekli. Size şu deklarasyonu imzalamanızı teklif ediyoruz.

Bir baktım, imzalamak için önüme sürdükleri deklarasyonda filan tarihte gördüğüm olayı hiç bir kimseye söylemeyeceğime yemin ediyorum. Söylediğim takdirde askeri ceza yasasının bilmem kaçıncı maddesinde, devlet sırrı kanunun şu şu fıkralarında öngörülen hapis cezasına çarptırılacağım bildiriliyordu.

Bu korkunç metnin üzerinde pek de fazla durmadan imzaladım. Mahkemeyi merakla beklemeye başladım. Fakat bir gün çarşı pazar gezerken bizim camide tuttuğumuz o iki bayrakçıya rastlamayayım mı? Gözlerime inanacağım gelmedi. Hemen koştum milise. Şef bana hiç merak etme. Onların ifadeleri alındı. Geçici bir zaman için serbest bırakıldılar. Mahkeme bir ay sonra çıkacak. Hak ettikleri cezayı fazlasıyla alacaklar, dedi. Şefin o kadar samimi anlattıklarına inandım. Vicdan huzuru içinde milisten çıkarken o iki iti Müdürlüğe girerken görünce ayaklarım kesildi, kafam zonklamaya başladı. Demek o bayrağı asanlar... diye düşünmeye başladım.

1987 yılında bir görevle gittiği Fas’ta Hakk’ın rahmetine kavuşan saf arkadaşım o provokatörlerin mahkemesini halâ bekler durur.

Kaynak: “Müslümanlar” Dergisi, Şubat sayısı, Sofya 2012

9 Mart 2012 Cuma

ULUSLARARASI SEMPOZYUM: MEDRESELER

MEDRESELER ULUSLARARASI SEMPOZYUM
Muş Alparslan Üniversitesi - İlahiyat Fakültesi

Tebliğ Özetlerinin Son Teslim Tarihi : 15 Mart 2012


1. Medreseler: Kavramsal Çerçeve-Tarih

i. Kavramsal çerçeve (Medrese, mele, mir, molla, seyda, fakih, şıh, pir, ahund vb. kavramların tahlili)
ii. Coğrafî bölgelere dağılımı açısından medreseler (Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Karadeniz, İç Anadolu Medreseleri vb.)
iii. Mezhebî aidiyetleri açısından medreseler (Şâfiî, Hanefî, Caferî medreseleri vb.)
iv. Eğitim dili açısından medreseler (Türkçe, Kürtçe, Arapça eğitim veren medreseler)
v. Geleneği olan medreseler (Tillo, Nurşin medreseleri vb.) ve tarihî kökenleri


2. Medreselerde Eğitim-Öğretim

i. Müfredat, eğitim-öğretim teknikleri, ilimlerin tasnifi, fen bilimlerine bakış
ii. Din eğitimi alanında hizmet veren müesseselerle, medreselerin eğitim-öğretim açısından mukayesesi (İlahiyat Fakülteleri, Diyanet İhtisas Kursları, İmam-Hatip Liseleri, Kur’ân Kursları vb.)
iii. Medreselerin hoca ve öğrenci profilini değerlendiren sosyolojik araştırmalar
iv. Son dönemde kurulan medreseler (İstanbul, Ankara ve Konya gibi şehirlerde kurulan medreseler) ve bu medreselerin eğitim-öğretimde gerçekleştirdiği değişiklikler
v. Bayanlara yönelik dinî eğitim açısından medreseler
vi. Medrese kütüphanelerindeki yazma eserler
vii. Medrese hocalarının matbû ya da mahtût eserleri


3. Modernleşme Sürecinde Medreseler

i. Din eğitim-öğretiminde sivil bir alan olarak medreseler
ii. Medreselerin sosyo-kültürel hayata etkileri
iii. Medreselerin ilim dünyasına katkıları
iv. Medreselerin dinî-mezhebî farklılıklara yaklaşımları
v. Medreselerin toplumsal gruplarla ilişkileri (dinî cemaatler, farklı inanç grupları ve düşünce kuruluşlarıyla ilişkiler)
vi. Medreselerin Doğu ve Batı dünyasıyla ilişkileri
vii. Medreselerin İlahiyat Fakülteleri, İmam-Hatip Liseleri ve Kuran Kurslarıyla ilişkileri
viii. Modernleşme sürecinde medreseler
ix. Cumhuriyet dönemi edebiyatında medreseler


4. Medreselerin Mevcut Durumu ve Geleceği

i. Medreselerde sosyal hayat (ders takrir saatleri, teneffüsler, yemek saatleri, namaz vakitleri, medreselerin iç işleyişi, idari birimler, etkinlikler, tatil günleri, mizah, oyunlar, tekerlemeler)
ii. Medreselerdeki hiyerarşik yapı; hoca-talebe, ast-üst ilişkileri
iii. Kanaat önderleri olarak öne çıkmış medrese âlimleri
iv. Medreselerin dinî eğitim veren resmî kurumlarla ilişkilerinin geleceği
v. Medreselerin malî kaynakları, karşılaştıkları ekonomik güçlükler
vi. Medrese mezunlarının istihdam problemleri
vii. Diğer konular

26 Şubat 2012 Pazar

PLEVNE KAHRAMANI GAZİ OSMAN PAŞA

Gazi Osman Paşa'nın İstanbul'da adını taşıyan ilçede bulunan heykeli




24 Şubat 2012 Cuma

Ünlü Gazeteci, Canlı Aksiyon Adamı, Yetenekli İdareci Re’fet Rodoplu

Refet RODOPLU
Yazan: Dr. İsmail CAMBAZOV
Seçkin Türk gazetecisi Altan Deliorman’ın “Mustafa Kemal Balkanlar’da” başlıklı kitabını okurken biz Rodopluları yakından ilgilendiren enteresan bir olaya rastladım:
Balkan savaşları içinde (1912-1913) Ardino (Eğri Dere) de müftü bulunan Hasan Vehbi Rodoplu adında bir hoca, Osmanlı ordusuna yardım etmek için halktan altın para toplar. Bir heybenin iki gözüne yerleştirdiği 30 kilo altını sırtlıyarak Gümülcine’deki Osmanlı Başkonsolosluğuna götürür. Fakat et kafalı konsolos bu altınları kabul etmez.
-Doğu Rodoplar artık Bulgaristan’dır ve Sofya’daki Osmanlı Elçiliğine bağlıdır, der ve altınları oraya götürülmelerini tavsiye eder.
Böyle karşılamadan büyük hayal kırkılığına uğrayan müftü efendi asıl niyetinden ve kararından vazgeçmez. Gümülcine’den ter pülçek içinde dönerek sırtındaki haybeyi katırına yükletir, gecelikle keçi patekalarından tutar Sofya’nın yolunu. Dağdan tepeden yürüyerek bir haftada başkente varır ve Osmanlı Sefareti’ni bulur. Altınları tam Sefir Beye (Fethi Okyar) teslim ederken odaya genç, güzel sarışın bir Osmanlı zabiti (subay) girer. Sefir bey kendisine olayı anlatır. Bu zabit, sefarette askeri ateşe olarak çalışan kolağası (yarbay, pod polkovnik) Mustafa Kemal’dir. Olayı anlayınca kolağasının gözleri yaşarır.

-Böyle evlâtlara sahip bir milletin arkası hiç bir zaman yere gelmez, der.
Altan Deliorman’dan bu bilgiyi edindikten sonra iz sürmeye başladım. Hasan Vehbi Hoca’nın kimliğini araştırmaya başladım. Ne yazık ki, Eğri Dere’de, Kırcaali’de, Svilengrad’ta, Kırklareli’nde kendisini tanıyanlar bu dünyayı çoktan terketmişlerdi. Bazı yazılı kaynaklarda Hasan Vehbi Efendi’nin 1913 yılında Gümülcine’de kurulan Batı Trakya Federal Türk Cumhuriyeti’nin, Rodoplar Kesimi Başkanı, Kırklareli Müftülüğünden emekli eiken 1956 yılında yine burada ölüp toprağa verildiğini okudum.
Ancak bu iz sürme hepten boşuna gitmedi. Bir laf vardır, babasını ararken oğlunu buldum, derler. Benim işim de öyle oldu. Sofya Ulusal Kütüphanesi’nin Şarkiyat bölümünde eski Türkçe gazeteleri karıştırırken 1930-lu yıllarda çeşitli gazetelerde Kırcaali Türk Ruştiyesi öğretmeni Re’fet Rodoplu, Kırcaali Türk Ruştiyesi Müdürü Re’fet Rodoplu imzalarına rastlıyordum. Rodoplu soyadına bakılırsa bu aktif gazetecinin bizim taraflardan olacağı kanaatine vardım. Acaba kimdir filân derken bu zatın o ünlü müftünün büyük oğlu olduğunu öğrendim. Çok iyi bir rastlantı.
Ahmet Re’fet Rodoplu Kimdir?
1922 yılında Razgrat’ta çıkartılmaya başlanan daha sonra Sofya’ya taşınan ve başkentte 1927 yılına kadar yayın hayatına devam eden “Deliorman” gazetesini karıştırırken sık sık rastladığım Re’fet Rodoplu imzası dikkatimi çekti. Rodoplu soyadı ilgimi uyandırdı.
"Deliorman" gazetesi çıkmaz olunca bu imzanın 1925 yılında gene Sofya'da çıkmaya başlayan "Dostluk" gazetesine geçtiğini görüyoruz. Daha sonraları Re'fet Rodoplu 1928 - 1934 yılları arasında Vidin, Varna, Kırcaali'de yaınlanan "Turan" gazetesine geçiyor. Vidin'de çıkarılan "İstikbal" (1931 - 1932), Plovdiv'te yayınlanan "Rodop" (1929 - 1934), "Özdilek" gazeteleri Re'fet Rodoplu'nun derin anlam taşıyan ilgine fikir yazılarına sayfalarını açıyorlar. Yazılar, Rodoplu'nun büyük bir gazeteci, eğitmen, derin fikir adamı olduğunu gösteriyorlar. Her halde İstanbul medreselerinde beş on yıl okumuş bir bilgin olsa gerek, dedim. Geçen asrın 30-lu yıllarında en itibarlı gazetecilerden birisi haline gelen, üç-beş gazetede aynı zamanda yazan Re'fet Rodoplu'nun kimliği ile ilgilendim. Yaptığım araştırmalar karşıma gerçek değerli, eğitimi kıt, fakat çok okumakla kendisini yetiştirmiş, idealist, ülkücü bir fikir adamı çıkardı. '

Re'fet Rodoplu Eğridereli. Hem de içinden. Burada doğmuş 1901 ama, Mustafa Paşa (Svilengrad) kasabasında büyümüş. Çünkü babası, ateşin milliyetçi, ilerici din adamı Hasan Vehbi Efendi XX. asrın başlarında bu şehirde Osmanlı ilçe müftüsüdür. Asıl adı Ahmet olan (Re'fet takma gazeteci adıdır ve merhamet, acımak, yüce anlamlarını ifade eder). Rodoplu ilk okulu Mustafa Paşa'da bitirmiş, orta okulu artık Bulgaristan'a geçmiş olan Eğridere'de ikmal etmiştir. Bu okulun medrese mi, yoksa rüştiye mi olduğu bilinmiyor. Herhalde o yıllar da açılan özel Türk rüştiyesi olsa gerek. Idadiyeyl (lise) de Plovdiv'te bitirdiğini yazıyor gazeteler. Plovdiv'te okuması artık Birinci Dünya Savaşı yıllarına rast geliyor. Bu yüzden yüksek tahsiline devam edemiyor. 18 yaşındaki genç iş hayatına atılmak zorunda kalıyor.

Burada şu ayrıntıya dikkatinizi çekmek isterim. Ahmet Rodoplu'nun Plovdiv'te idadiye bitirmesi çok önemli bir meseledir, Kaynaklar bu idadiyeniıf herhangi yabancı bir kolej (Fransız, İngiliz, Alman koleji) olduğunu belirtmediklerine göre, demek o düz lisede okumuştur. 1915 - 1918 yıllarında Plovdiv'te Osmanlı idadiyesi bulunmadığına gore, Rodoplu Bulgar lisesi bitirmiştir. Dolayısı ile Eğridere'den Bulgar lisesi bitiren ilk Türk gencidir. Bu yüzden cebinde Bulgar diploması ile (ozamanlarda bu lise herhangi bir fakülteye denktir) hayata atılan Rodoplu'yu 1919 yılında Kırcaali'deki özel Türk rüştiyesinde ders verirken görüyoruz. Bu okulda öğretmen ve müdür olarak 15 yıl çalışan Re'fet Rodoplu bizim dağlarda yüzlerce ilk okul öğretmeni yetiştirmiştir. Ozamanlarda rüştiye tahsilli öğretmenler sadece en büyük ilokullarda bulunuyordu. Ahmet Re'fet Rodoplu'nun gazeteciliğe merak sarıp yazı yazmaya başlamasu, Kırcaaali rüştiyesinde öğretmenliği ve müdürlüğü sırasına rast gelmektedir. Birçok yazısının altında Re'fet Rodoplu - Kırcaali Türk rüştiyesi öğretmeni veya müdürü tamamlamasının bulunması da bunu göstermektedir.

Ahmet Re'fet Rodoplu'nun Bulgaristan Türk eğitim ve kültürüne, hele de Rodop Türklerine hizmeti sadece eğitim ve gazetecilik alanında değildir. Türkler arasında ulusal bilinci oluşturup şekillendirmek, kemalistlerin Türkiye'de hayatın her sahasında yaptıkları reformların Bulgaristan Türkleri arasında da uygulanmasını sağlamak için kurulan birçok toplumsal teşkilatta sorumlu görevler yüklenmiş ve aktif olarak çalışmıştır. Örneğin Bulgaristan'daki Türk ahalisinin eğitim ve kültür hayatında önemli rol oymyan "Muallim-i İslâmiye" (Türk Öğretmenler Birliği), gençlik ve spor cemiyeti "Turan" teşkilatında kurucu üye olarak sorumlu görevlerde bulunmuştur. Eğridere'de "Turan" cemiyetinin başkanlığını yapmış, teşkilâtın Rodoplar'da yaygınlaşmasına, şubelerinin artmasına gecesini gündüzüne katarak çalışmıştır. Ancak Rodoplunun dağlıların eğitim ve kültürünü yükseltmek suretiyle ulusal bilincini geliştirme çalışmaları, Bulgar Emniyetinin dikkatinden kaçmamıştır. Onun kemalistliği Bulgar şovenlerinin hoşuna gitmemiştir. Bu yüzden 1933 yılında çok sevdiği öğretmenlikten çıkarılmıştır. Gözüdönük Bulgar ırkçıları bununla da yetinmeyerek Trakya- Makedonya Komitası örgütü bu kahramanı idam etme kararı almıştır. Bu durumda Rodoplu canını kurtarmak, davasına Anavatan topraklarında devam etmek için Türkiye'ye sığınmak mecburiyetinde kalmıştır.

Ahmet Re'fet Rodoplu'nun çok taraflı yeteneği, bitmez tükenmez enerjisi, Türkiye'de daha da gelişmiş ve bol meyveler vermiştir. Kırklareli, Babaeski, Lüleburgaz yörelerinde bucak müdürlüğü, tahrirat kâtipliği, kaymakam vekilliği, belediye başkam yardımcılığı yapmıştır. Bütün bu idari mevkilere rağmen Rodoplu, daha Bulgaristan'da başladığı gazeteciliği de bir tarafa atmamıştır. 1930 yılında Ahmet Gültekin (Arda), Mustafa Uguz Peltek ve Terziköylü Hasanoğlu Mustafa ile birlikte Kırcaali'de çıkarmaya başladığı "Özdilek" gazetesini Lüleburgaz'a taşıdı. Bu gazeteyi bir süre hem tek başına çıkardı ve hem de onlarca Doğu Trkya gazetesinde okkalı yazılar yazdı. Bu gazetelerin listeleri sayfalara sığmaz, işte beşi-onu: Milli Gazete (Edirne), Trakya'da Yeşiyurt (Kırklareli), Edirne Postası (Edirne), Yeni İman (Tekirdağ), Batı Trakya (İstanbul), Önder (Keşan), Babaeski (Babaeski), Hür Fikir (Lüleburgaz), Yeni Fikir (Kırklareli), Ulus (Ankara), Vize Postası (Vize), Anayurt (Ankara), Birlik (Edirne), Tekirdağ (Tekirdağ), Kolay İlân (İstanbul) gazete ve dergilerinde sık sık Re'fet Rodoplu imzasını bulmak mümkündür. Rodoplu'nun Bulgaristan Türk basınında yazdığı yazıların ana konusu azınlık hakları, Türk okulları, kültürü meselesi idi. Türkiyedeki gazeteciliğinin ana konusu ise Bulgaristan Türklerinin durumu oldu. Rodoplu'nun "Deliorman", "Dostluk", "Turan", "Rodop", "İstikbal", "Özdilek" gazetelerinde yazdığı yazılar toplansa ciltlere sığmaz. Türkiye'de yazdıkları ise koskoca bir kitap dizisini besleyecek kadar çoktur.

Anavatanda 33 yıl Türk kültürüne hizmet eden Ahmet Re'fet Rodoplu 1970 yılında yerleştiği İstanbul'da (Bakırköy) Bulgaristan Türklerine, göçmenlerine yardım cemiyetlerinde, derneklerinde çalışmıştır. Rodop - Tuna Türkleri Kültür ve Dayanışma Demeğinin onursal başkanlığını yapmıştır. Bundan başka Mustafa Kemal Derneği Büyük Devrim Konseyinde, Halk Evleri Derneği Atatürk Enstitüsünde, Türk Basın Birliğinde aktif çalışmalarda ve değerli katkılarda bulunmuştur. Onun Türkiye'de Esperanto dilinin gelişip yaygınlaşmasında büyük hizmetleri vardır.

Türk ulusuna gazeteci, yazar, idareci ve toplumcu olarak 59 yıl hizmet vermiş olan Ahmet Re'fet Rodoplu 10 Nisan 1984 tarihinde Çapa hastahanesinde hayata gözlerini yummuştur. Gömütü Kozlu mezarlığındadır. Nur içinde yatsın.
KAYNAK: KırcaaliHaber.com

23 Şubat 2012 Perşembe

EĞRİDERE'YE YENİ MÜFTÜ VEKİLİ TAYİN EDİLDİ

34 yaşındaki Erhan Recep Kırcali Bölge müftülüğünün, Ardino Belediyesinin yeni müftü vekili oldu.
Genç ilahiyatçı, Ardino ve Cebel Belediyelerindeki 42 cami encümeninden sorumlu olacak ve onları yönetecek. Müftü vekili, Başmüftü Dr. Mustafa Hacı’nın talimatı ile tayin edildi. Yeni tayin edilen vekil yerel Cami Encümeniyle tanışmak için Kırcali Bölge müftüsü Beyhan Mehmed’in eşliğinde Ardino’ya gitti.
Solda Erhan Recep,
sağda Beyhan Mehmed

Misafirler, imam Orhan Yakub ve Cami Encümen Başkanı Tefik Eminov tarafından karşılandılar. Onlar, 300 yıl önce inşa edilen ve il genelinde tek olan iki minareli şehir camisini ziyaret ettiler. Cami içindeki kütüphane ise yeni vekilin ofisi olarak kullanılacaktır.

Kırcali Bölge müftüsü Beyhan Mehmed, şu ana kadar Aytos, Şumen ve Pleven Bölge müftülüklerinde müftü vekillerinin bulunduğunu belirtti. Beyhan Mehmed: “Müslüman cemaatinin hizmetinde olacağımızdan dolayı müteşekkir ve mutluyum” dedi. Kırcali Bölge müftülüğü 222 Cami Encümenini kapsamaktadır, bu nedenle üstlenilen sorumluluk büyüktür. Erhan Recep 1977 yılında Kirkovo’ya bağlı Benkovski köyünde doğdu. Sofya Yüksek İslam Enstitüsü mezunudur. Evli, iki çocuk babasıdır. Ahryansko köyünden rahmetli İsmail Mustafov 1950’de Ardino’nun son müftüsü idi.

Kaynak: Başmüftülük resmi web sitesi

21 Şubat 2012 Salı

III. ULUSLARARASI BALKANLARDA TÜRK VARLIĞI SEMPOZYUMU

T.C
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ
Manisa Yöresi Türk Tarih ve Kültürünü
Araştırma ve Uygulama Merkezi

Balkan Harbi'nin 100. yılı hâtırâsına
III. ULUSLARARASI
BALKANLARDA TÜRK VARLIĞI
SEMPOZYUMU
10-12 MAYIS 2012

 
Süleyman Demirel Kültür Merkezi - MANİSA
BİRİNCİ DUYURU
Merkezimiz tarafından 10-12 Mayıs 2012 tarihleri arasında Uluslararası Balkanlarda Türk Varlığı Sempozyumu'nun üçüncüsü Balkan Harbi'nin 100. yılı hâtırâsına düzenlenmektedir.

Sempozyuma gönderilecek bildiriler Balkan Türklerinin tarihi, dil özellikleri, edebiyatı, folkloru, mimarî eserleri, müzikleri ve diğer kültür değerleriyle birlikte hukukî, ekonomik, siyasî ve sosyal statüleriyle ilgili de olabilir.

Sempozyumun ilk iki günü bildiriler sunulacak, üçüncü günü Manisa şehrindeki tarihî ve kültürel mekânlar gezilecektir.

Değerli araştırmacılarımızı şehzâdeler şehri Manisa'da görmek bizleri memnun edecektir. Katılımınızı bekler, bu vesileyle saygılarımızı sunarız.
Yrd. Doç. Dr. Ünal ŞENEL

Merkez Müdürü

Not: Katılımcıların ulaşım ve konaklama giderleri kendileri tarafından karşılanacaktır.
Sempozyum Takvimi:
Bildirilerin konu başlıkları ve özetlerinin son gönderilme tarihi: 25 Şubat 2012
Bildiri metinlerinin son gönderilme tarihi: 15 Nisan 2012

Bildirilerin gönderileceği e-posta adresi: balkanlardaturkvarligi@hotmail.com

16 Şubat 2012 Perşembe

KADER KURBANI, OSMAN KILIÇ



 Bulgaristan Türkleriyle ilgili temel kitaplardan birisi de halen hayatta olan Osman KILIÇ Beyin "Kader Kurbanı" isimli hacimli eseridir. Kanaatimizce bu kitap her Bulgaristan Türkü tarafından okunup başkalarına da okutulması gerekir.   


13 Şubat 2012 Pazartesi

LÜTFEN YARDIM EDİN!


Değerli müslüman kardeşler,
Genç bir müslüman kardeşimizin 5 aylık bebeği önümüzdeki hafta sonuna kadar (17 Şubat 2012) Almanya'da kemik iliği nakli olması gerekmektedir. Toplam ameliyat bedeli 200 000 Euro’dur (yaklaşık 400 000 leva). Yardım eli uzatmak isteyenlerin aşağıdaki banka hesabını kullanmaları şiddetle rica olunur:

DSK Bankası
IBAN: BG08 STSA 9300 0020 1110 53
BIC: STSABGSF
Hesap sahibi: Cemal Cebir

Herkese şimdiden sonsuz teşekkürlerimizi sunarız!

21 Ocak 2012 Cumartesi

STOYAN DİNKOV: OSMANLI İMPARATORLUĞU BULGAR MİLLETİNİ KURTARDI

Stoyan Dinkov: Osmanlı İmparatorluğu Bulgar milletini kurtardı
Dimitır Nikolov'un röportajı   
Yazar Avrasya Birliği'nin Avrupa Birliğini değiştireceğini düşünüyor.

Yazar Stoyan Dinkov

''Yeşil Bulgaristan'' Partisi lideri yazar Stoyan Dinkov ünlü Bulgar şairi İvan Dinkov'un oğludur. Yeni çıkan ''Osmanlı – Roma İmparatorluğu, Bulgarlar ve Türkler'' adlı kitabında Atilla döneminden günümüze kadar olan genel Bulgaristan ve Türkiye tarihini ele alıyor ve bu kitabında genel kabul güren ''Türk köleliği/esareti'' tezine ters düşüyor. Müellife göre Osmanlı İmparatorluğu Roma İmparatorluğunun devamı ve Bulgar halkı etnik kimliğini koruma konusunda zor bir süreçte olduğu halde Osmanlı sayesinde etnik varlığını korayabilmiştir. Dinkov'a göre Osmanlı sultanları zamanın Avrupa idarecilerinden daha toleranslı bir idare sürdürmüştür ve ona göre Bulgarlar ve Türkler antik bir milletten türüyor, öyle bir millet ki Atilla zamanında Avrasya bozkırlarını idare eden bir millet. Dinkov, Bulgaristan'ın Türki topluluklarla çok sağlam bir ilgi kurması gerektiğinin altını çiziyor. Ona göre dünyanın geleceği birleşmektir, nasıl ki Avrupa Birliği'nden sonra Asya Birliği gelecekse aynı şekilde Avrasya birliği de kurulacaktır.
- Sayın Dinkov kitabınızda Bulgaristan'ın Osmanlı idaresi altına girmesinin Bulgar milletini kurtardığını öne sürüyorsunuz. Neden bu şekilde düşünüyorsunuz?

Osmanlı-Roma İmparatorluğu,
Bulgarlar ve Türkiler

- Şunu bilmemiz gerek, Bulgaristan büyük bir devletin parçasıydı. Dahası günümüzde var olan 52 devlet Osmanlı İmparatorluğu'nun idaresi altındaydı. Tüm bu devletler günümüzde bağımsız çağdaş birer devlettir. Bu devletler 400 ilâ 600 yıl arasında Osmanlı'nın birer parçasıydılar ve aynı zamanda kendi inancını, yaşayış tarzını ve geleneklerini koruyabildiler. Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında asimile edilen hiç bir millet yoktur. Osmanlı idaresi altına giripte Osmanlı devletinden dolayı etnik kökenini kaybeden millet yoktur. Bulgaristan'ın Osmanlı idaresi altına girmesi bizim milletimizi korumuştur, çünkü bu sırada memleketimiz çok ağır bir haldeydi. 14. asırda çok küçük topraklara sahip, güçsüz ve üçe bölük bir devletti. Vidin Bulgaristan'ı dediğimiz parçaya Macaristan göz dikmişti. Sırbistan ve Romanyan'ın da Bulgaristan üzerinde gözleri vardı. Eğer Osmanlılar gelmeseydi tüm zayıfların başına gelen Bulgaristan'ın başınada gelecekti. Yunanistan Trakya topraklarını alacaktı. Sırbistan da bir pay alacaktı, çünkü o zamanlar onların dili bizim dilimize çok yakındı. Vidin Çarlığı da Macaristan'ın bir parçası olacaktı. Dobruca'da Venediklerin idaresi altına girecekti, çünkü oranın yöneticisinin Venediklilerle çok iyi ilşkileri vardı. Bizden geriye ne kalacaktı – hiçbirşey. Osmanlıların gelmesiyle etnik kimliğimiz tekrar sınırsız birliğine kavuştu, bu büyük Osmanlı topluluğundan  bir parça olsa da... Dobruca, Tırnova ve Vidin tekrar bir bütün oldu. Bulgarların sayısı bir buçuk milyondu. 19. asrın 60 lı yılarında Bulgarlar  7 milyon civarındaydı, bu sayıya Kuzey Yunanistandaki ve Üsküp civarındaki Bulgarlarda dahildir.
- Osmanlı hakkında olumsuz algı olan‚ "kölelik" tanımı nerden geliyor?

- Bu Rusyan'ın emelleri sonucunda gerçekleşiyor. Büyük Ekaterina zamanında Panslavizm görüşü ortaya çıkıyor. Rusya dile dayalı, etnik kökene dayalı olmayan bir temelle Slav milletlerini birleştirmeye çalışıyor. Ruslar bizi Slav sayarak bir kültürel hücüm başlatıyorlar. Ana gayeleri bu toprakları ele geçirip İstanbul'a kadar varmak. Kitlesel bir propaganda başlatılıyor, güya Bulgarlar Slav ve çok çile çekiyorlar. Fakat Bulgaristan'a Rusya'dan çok akıllı adamlar gelmiş, onlardan biri de Dostoyevski'dir – o "kölelerin" ne şekilde yaşadığını çok farklı bir şekilde anlatmış. Ve ben ona güveniyorum.
- Bulgar uyanışı bu propagandanın meyvesi mi?
- Evet, Bulgar uyanışı bu propagandanın ve Mazzini ideolojisinin meyvesidir. Aslında bunda kötü birşey yok lakin bu ideolojilerin İtalya'da özel konumu vardı. Bu ideoloji bizde aynı işlevi görmedi. Mazzini'nin devrimci görüşleri Rusların Panslavizm görüşüyle birleşince küçük bir kaos meydana getirdi.  
- Çoğu milliyetçi kişilerin Türkiye'ye karşı olan olumsuz tavrı hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Siz bunun sadece bizde olmadığını biliyorsunuz. Dünya tarihine baktığımızda görüyoruz ki, herzaman karanlık güçler belirli amaçlar doğrultusunda milletleri en yakın dostalarından ayırmışlardır. Biz en yakın dostumuz Türkiye'den ayrı olunca onlar her isteklerinde kolayca başarılı olacaklardır.
- Siz bulgarların kökeni hakkında hangi teoriyi destekliyorsunuz? Bulgarların Türki kökten geldiğini mi, yoksa yeni orataya atılan Fars kökenli olduklarını mı?
- Bu konuda teori olamaz. Gerçekler söz konusu. Bizim tarihimizdeki tüm gerçekler Türk olduğumuzu gösteriyor. Diğerleri hepsi birer teoridir. Diğer teorileri destekleyen hiçbir gerçek delil yok. Neden Nagi Sent – Mikloş hazinesi hakkında konuşulmuyor. Bu kesin kes Bulgarlara ait ve onda Türk elementleri var. Üzerinde Türk ve göçebe atları figürleri yer almaktadır. Bir spekülasyon var, güya üzerindeki güneş ve ay Farisi simgelermiş. Lakin onun üzerinde güneş ve ay değil yıldız ve hilal var. Bu ikisi Türklerde İslam'dan önce de vardı. Bu simgeler Han Omurtag döneminde de vardı. Bu simgeler aynı zamanda Osmanlıların da simgeleridir. Osmanlılar İslam topraklarını fethedince bu simgeler İslam'ın simgeleri haline geldi. 
- Türki topluluklarla yakınlaşma Bulgaristan'a yarar sağlar mı?

- İlk yararı halkımız için olacak, kendimizi tanıyacağız. Kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi bileceğiz. Çok zamandır aldatıldık, ilk önce Slav diye, şimdiyse Fars kökenli diye. Bu topluma çok kötü yansıyor, çünkü bizde sivil anlayışlı bir toplum yok. Biz kim olduğumuzu bilmiyoruz. Bizler en büyük Türk devletinin mirasçılarıyız yani Atilla'nın. Biz Fransa'dan Moğolistan'a kadar uzanan bir cihan imparatorluğunun varisiyiz, büyük bir cihan devletinin. Atilla'nın oğlu İrnik Batı Rusya'yı, Baltık bölgesini, Kiyev ve Kırım'ı yönetiyordu. Onun yönettiği devlete Bulgaristan diyorlardı hatta Kubrat’ın yünettiği Bulgaristan'dan bile eski. Bu tüm dünyada biliniyor bir tek bizde bilinmiyor. Bu Panslavizm gereğiydi yani kendi tarihimizi bilmememiz.
- Aynı sorun Rusya'daki Bulgarlarda da vardı – Volga Bulgaristan'ının mirasçılarıyla. Onların durumu ne?
- Şuan orda güzel şeyler oluyor. Onların partisi – Bulgar Ulusal Kongresi – en güçlü partidir. Gerçek bir özgür seçimde iktidar olabilirler. 

- Bulgaristan'ın türki devletlerle ilişki kurması sizce ileride Avrasya Birliği'nin kurulmasına yarar sağlar mı?
- İlk önce Asya Birliği olması lazım, sonra Avrupa Birliği ile Asya Birliği birleşecek. Bu dünyanın geleceği. Bizim tarih yazarlarımız yalan yerine gerçekleri yazmaya başlarsa Bulgaristan'ın çok önemli bir yeri olacak. Biz sadece AB üyesi değil aynı zamanda Slavca konuşuyoruz, velevki zorla kabul ettirilmiş olsun. Ve dahası Hristiyanız, yani bir çoğumuz. Geriye kalanı sadece gerçek tarihimizi yazmak.
- Dediniz ki Slavca zorla kabul ettirildi. Bu nasıl olur ki?

- Hristiyanlık kabul edilirken 100 bini aşkın Bulgar katledildi. Bu din Bizans tarafından zorla kabul ettirilidi. Zorla alfabe kabul ettirildi öyle bir alfabe ki 4. asırdaki bir alfabe baz alınarak hazırlanan. Proto–Bulgarlar başka alfabe kullanıyordu – türklerin kullandığı bir çeşit alfabe. Bu alfabeden bazı harfler alınıp yeni alfabeye konulmuştu. Birinci Boris iktidarında Bulgaristan'a Bulgar hanları tarafından kovulan "anti" denen slav kabileleri geri dönüş yaptı. Onlar slav dilini empoze etmişlerdir. Ve böylece herkes Slavca konuşmaya başlamıştır. Bu dönemde insanlar okur yazar değillerdi. Biz alfabeden bahsediyoruz muhtemelen o zaman sadece  1000 kişi okuma yazma biliyordu. Birşeyler öğrenmek istediğinde Slavcayı öğrenmek mecburiyetinde kalıyorsun. Bu Doğu Roma İmparatorluğunun Bulgaristan'ı yok etmedeki güzel bir hareketidir. 
- Peki ya Bulgarlar nasıl etnik kimliğini koruyabildiler?

- Reel olarak bakarsak biz yokuz. İkinci Bulgar Çarlığı Kumanlara ait. Genellikle burda yaşamak isteyen proto–bulgarlar ağır koşullara mahkum edilmiştir – hiçbir yere gitme hakkı olmayan kırsal köylü olarak yaşatılıyorlardı. Ağır vergiler ödüyor, köle gibi çalışıyorlardı. Geri kalanları Kuman ve geri dönüş yapan "anti"lerdi. İkinci Bulgar Çarlığı hanedanı Kumanlardandı.
Not: 26 Haziran 2011 tarihli Novinar Gazetesi'nde (Bulgaristan), Bulgarca olarak yayınlanmıştır.

17 Ocak 2012 Salı

SOFYA HATIRALARI - I, MEHMET BEHÇET PERİM

Mehmet Behçet Perim'in Sofya Hatıraları - I isimli kitabına da ulaştık çok şükür. Elimizde Osmanlı'nın son ve Cumhuriyetin ilk döneminde Milli Eğitim Bakanlığı, uzun yıllar Türk Ocakları'nın başkanlığını yapmış, diplomat Hamdullah Suphi Tanrıöver'in "Şişli Camii Kütüphanesine yadigârım" el yazısını taşıyan fotokopi nüshası bulunmaktadır.