5 Temmuz 2011 Salı

BULGARİSTAN TÜRKLERİ’NİN GELECEĞİNİ KİM PLANLAYACAK?


-Çözüm önerisi-
Bulgaristan Türkleri’nin temsiliyyeti Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi’nde temerküz etmesi siyasal alanda gelişme göstermelerine karşılık eğitim, din ve sosyo-kültürel alanlarda geri kalma, gelişememelerine sebep olmuştur. Bir nevi siyaset alanı ve aktörleri diğer alanların önüne set çekmiştir. Bu olumsuzlukları olumluya ve gelişme istikametine çevirmek Bulgaristan Türklerinin bir azınlık sivil toplumu olarak örgütlenmeye gitmeleriyle mümkün olacağını düşünmekteyim.

Bulgaristan Türkleri her yerleşim biriminden gönderecekleri temsilci / delegelerle BULGARİSTAN TÜRKLERİ AZINLIK ŞURASI oluşturmalı, bu şura azınlığın meselelerini görüşüp tartışmalı bir tüzük ve yönetim kabul ederek / seçerek Bulgaristan Türkleri Azınlık Yürütme Kurulu oluşturulmalıdır. Pek tabii bu kurulun bir Başkanı da olacaktır. Bütün Bulgaristan Türklerini kapsayacak olan bu teşkilat eğitim, kültür – sanat, siyaset ve sosyal alanda azınlığın ihtiyacı olan kurumları tesis ederek kimlik ve benliğini koruma ve geliştirme yolunda hizmet sunmalıdır.
Eğitim alanında, Türk Dili ve Edebiyatı ile Türk kültürünü de öğretecek olan özel lise ve bir üniversite kurulmalıdır.
Kültür-sanat alanında, din, dil, basın-yayın, sinema ve tiyatro gibi sahalarda hizmet verecek bir Türk Kültür Merkezi tesis edilmelidir.
Siyaset alanında, anayasal ve kanunlar nezdinde Bulgaristan Türk Azınlığın hak ve hukukunu koruyacak bir siyasal partiye de sahip olmalıdır. (1)
Buraya bir parantez açalım ve Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi’nin Genel Başkanı Ahmed Doğan’ın iki  ccıl suskunluktan sonra 19 Mayıs 2011 günü Kırcaali ilinin Cebel ilçesinde basına verdiği beyanatı bir inceleyelim. Bu basın toplantısında Ahmed Doğan, Borisov hükümetinin gidişatını değerlendirmiş, erken seçim öngörüsünde bulunmuş, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine görüşlerini serdetmiştir. Parti olarak destekleyecekleri cumhurbaşkanın “diyaloğa açık, ulusal vizyona sahip, uluslararası arenada saygın, Avrupa Birliği gereksinimlerini karşılayacak bir profilde” olması gerektiği üzerinde durmuştur.
Görülüyor ki, Ahmed Doğan Bulgaristan devletinin geleceği ve bekası için fikir üretmiş, seçilecek cumhurbaşkanının kendisine göre taşıması gereken özellikleri dile getirmiştir. Onun konuşmalarında Bulgaristan Türklerinin veya Müslümanlarının eğitim, kültür, ekonomi ve tabii ki siyasi geleceğine dair bir fikir bir planlama görmek mümkün değildir. Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin klişe cümlesi “Soya dönüş süreci (2) bitmedi, biz sizin haklarınızı savunuyoruz ve savunacağız”dır. Bu partinin yöneticileri 20 yıldır kendi seçmenleri üzerinde korku politikası uygulamışlardır. 8 yıl iktidar ortağı oldukları zamanda bazı camilerimizi tamir ettirmek dışında müsbet olarak yaptıkları bir iş yoktur.(3) Bu da “sellerden zarar görmüş kilise ve camilerin tamir ettirilmesi” şeklinde olmuştur. Hasbel kader bu 8 yıl zarfında Sofya’da bulundum, benim görebildiğim bu. Görmediklerimiz, bilmediklerimiz elbette olabilir, keşke parti içinden yetkililer kamuoyuna “HÖH İktidarında Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlarına Yapılan Eğitim ve Kültür Hizmetleri” başlığıyla bir kitapçık yayınlasalar da bizi bilgilendirmiş olsalar.
Sosyal alanda, kurulacak bir yardımlaşma vakfı ile öğrencilere burslar, ihtiyaç sahiplerine yardım, bayram günlerinde şenlikler, yağmur duaları ve benzeri sosyal kaynaşmayı sağlayacak faaliyetler, yapılacaktır.
Bu teşkilatı şemayla ifade edecek olursak:
Şemayı büyütmek için üzerine tıklayınız!
Âcizane kanaatimce, siyasetin sultasından kurtulup eğitim ve kültür meselelerimizi öncelediğimiz sürece kendi kaderimize sahip çıkabiliriz. Ve görüyorum ki, Anavatanımız Türkiye’nin de himaye ve yardımlarıyla bu yola girmiş vaziyetteyiz. Bizi karanlıkta bırakmak isteyenler güneşin doğuşunu engelleyemeyecektir!

Dipnotlar:
(1) Bu projede HÖH işte bu noktada bulunmaktadır. Yani parti azınlığın yönetim organı / belirleyicisi değil siyasal alanda azınlığa hizmet veren bir araç konumundadır.
(2) 1984 yılında Bulgar Komünist Partisi Türklerin isimlerini değiştirirken bu tabiri kullanmıştı. Bulgarcası, Vızroditelen protses’tir.
(3) Burada kastedilen ekonomik alandaki faaliyetlerden ziyade din, dil, eğitim ve kültür konularıdır.

28 Haziran 2011 Salı

Bizden Olan Ötekiler: ASİMİLASYON KISKACINDA BULGARİSTAN TÜRKLERİ

Gebe kalmış kadınların belirli bir süreden sonra karınlarında taşıdıkları yavruları doğurmaları gerekliliği nasıl kaçınılmazsa, yazarların da kafalarında taşıdıkları düşünceleri bir gün yazıya dökmeleri benzer bir kaçınılmazlıktır. Aslında Bulgaristan Türkleri ile ilgili uzun süreli araştırmalarımın kitaplaşması fikri, iki yıl önce Sozopol’da Bulgar ve Türk coğrafyacılarının katılımı ile gerçekleştirilen bir uluslararası konferansın kapanış gecesinde düzenlenen resmi yemek esnasında doğdu. O gece yanımda oturan bir Bulgar doçentle, çok farklı konuları irdeleyip tartıştıktan sonra, nasıl olduysa, konu Türk azınlıklarına ve etnik kimliklere gelmişti. Bulgar meslektaşım bana, Bulgaristan’da doğup büyümüş, Bulgaristan okullarında eğitim almış, hatasız Bulgarca konuşmama ve Bulgar vatandaşlığımı korumama karşın neden kendimi Bulgar değil de, Türk hissettiğimi sordu. Görünürde çok doğal gibi algılansa da, bu soru aslında çok mantıksız ve hatta yersizdi. İki saatten fazla süren bir tartışma sonunda ben meslektaşıma etnik aidiyet ile vatandaşlık aidiyetinin çok farklı kavramlar olduklarını, benim Türk etnik bilincine ve Türk kültürüne sahip olmamın Bulgaristan vatandaşlığım için bir engel oluşturmadığını bir türlü anlatamadım. Üniversite yönetiminin çok yüksek mevkilerinde görev alan bu meslektaşıma göre Bulgaristan’da yaşayan herkes Bulgar’dı. Bu nedenle onun gözünde ben de bir Bulgar’dım. Tartışma konusu çıkmaza girmişti ve bilimsel açıklamalar yapmak da anlamsızlaşmıştı sanki. Çünkü iki komşu ülkede yaşayan iki meslektaş, üstelik iki bilim adamı olarak aramızdaki güvensizliği ortadan kaldıramamış, basit bir sorunu çözememiştik. İşte o tartışmadan sonra, 1990 sonrasındaki demokrasi döneminde bile, Bulgaristan’da azınlıklara süregelen bakış açısının pek de değişmediğini, Türkler hakkındaki önyargılarda bir farklılaşma olmadığını anladım ve bu kitabın kaleme alınması gerekliliğine kesin olarak kanaat getirdim.
Özet olarak söylemek gerekirse;
• Bu kitap, sözde Ermeni soykırımının ısrarla gündeme getirildiği bir dönemde, XX. yüzyılın sonlarında, Bulgaristan Türklerine uygulanmış olan etnik asimilasyona dikkat çekmek için yazılmıştır.
• Bu kitap, hem sosyalist hem de postsosyalist dönemi kapsayan, Bulgaristan yakın tarihinin çeyrek yüzyıllık karmaşık bir dönemin aydınlatılmamış iç yüzünü ortaya koymak amacıyla kaleme alınmıştır.
• Bu kitap, Türk topluluğunun maruz kaldığı zorla isim değiştirme ve yeniden doğuş sürecinin belgeler ve bilimsel kanıtlarla sergilenmiş hüzünlü hikâyesidir.
• Bu kitap 1989 yılında 350 000’den fazla Bulgaristan Türk’ünün evlerini ve yurtlarını terk ederek Türkiye’ye göç etmelerinin sosyal, kültürel ve siyasal dramını yansıtmaktadır.
• Bu kitap, Bulgaristan Türklerinin etnik kimlikleri, gelenek-görenekleri, hak ve özgürlükleri adına yürüttükleri onurlu savaşın destanlaşan hikayesidir.
• Bu kitap, sayıları 3 ile 6 milyon arasında olan Bulgaristan kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına bir tarihsel geçmiş hatırlatmasıdır.
Bu kitap, Bulgaristan Komünist Partisi’nin "sosyalizm" vaadiyle başlatıp, sonradan gerçek sosyalizmle, eşitlikle, halkçılıkla, bireysel ve toplumsal özgürlüklerle, uluslararası etnik kimliğe dayalı insan hak ve özgürlükleriyle bağdaşmayan bir düzenin sosyal faşizme yönelecek denli yozlaşmasını anlatmaktadır.

DOÇ. DR. EMİN ATASOY KİMDİR?

1969 yılında Bulgaristan’ın Targovişte (Eski Cuma)’ye bağlı Krepça köyünde doğdu. İlköğrenimini Krepça’daki ilköğretim okulunda bitirdi. 1986 yılında Popovo "Hristo Botev" Lisesi’nden mezun oldu. İki yıllık askerlik hizmetinden sonra, 1988’de Veliko Tırnovo kentindeki "Kiril i Metodiy" Üniversitesi’nin Coğrafya – Tarih Öğretmenliği Bölümü’nde okudu. 1989 yılında, zorunlu olarak, ailesiyle Türkiye’ye göç etti ve yüksek öğrenimini burada devam etti. 1993’te Uludağ Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi’nin Coğrafya Eğitimi Anabilim Dalı’ndan mezun oldu. 1996 yılında İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü’nde Beşeri ve İktisadi Coğrafya Anabilim Dalı’nda yüksek lisans öğrenimini tamamladı. 1994 – 1999 yılları arasında İstanbul ve Bursa’nın farklı özel eğitim kurumlarında coğrafya öğretmeni olarak çalıştı.
1999’da Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde açılan öğretim görevliliği sınavını kazandı ve İlköğretim Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak atandı. 2005 yılında Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktora öğrenimini tamamladı. 2009’da yardımcı doçent, 2010 yılında da doçent oldu. Yurt dışında 2 kitap bölümü ile 20 makalesi yayımlandı. Akademik yaşamı boyunca 15’ten fazla uluslararası kongreye katılarak bilimsel sunular yapan Atasoy, yurt içinde yayınlanmış 5 kitabı ve 19 bilimsel makalesi bulunmaktadır.
Çok iyi derecede Bulgarca ve Rusça bilen yazar, evli ve bir çocuk babasıdır. Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Sosyal Bilgiler Eğitimi A.B.D.’da öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
YAYINLANMIŞ KİTAPLARI:
1. Beşeri ve Kültür Coğrafyası Işığında Bulgaristan (Aralık 2010)
2. Demografi, Jeopolitik ve Etnocoğrafya Işığında Rusya (Şubat 2011)
3. Bizden Olan Ötekiler Asimilasyon Kıskacında Bulgaristan Türkleri (Mayıs 2011)

23 Haziran 2011 Perşembe

LONDRADA ILK DEFA - BULGARISTAN TURKLERI, SEHITLERINI ANDI

Londrada yasayan Bulgaristan Turkleri ve Muslumanlari, 1989 yilindan once Bulgaristan Turklerine uygulanan asimilasion politikalarina direnerek hayatini kaybeden sehitler icin bir anma programi duzenledi. 19 Haziran Pazar gunu Mevlana camii’sinde Anma toreninde Kur’an-i Kerim’...den sureler okundu ve sehitlerin ruhu icin dua edildi, ardindan da yemek ikram edildi.
Programi yoneten Sevgin Karani acilis konusmasinda “Londra’da, belki de Avrupa’da, Bulgaristan turkleri ve Muslumanlari tarafindan duzenlenen bu sehitleri anma toreni ilk defa gerceklesiyor” dedi. Bu torene katilan konuklar, Londrada Diyanet Isleri Baskanligin temsilciligini yapan ve din hizmetleri musaviri olan Prof. Dr Seyfettin Ersahin, Birlesik Arap emirlikleri Seri mahkemeler konsey baskani Seyyid Ali el-Hasimi, Suleymaniye camii’nin imami Burhaneddin hoca, Aziziye camii’nin imami Mustafa hoca ve muezini Muhyiddin hoca, seyh Nazim Kibrisi camii’nin imami Zumer hoca ve Mevlana camiinin vaizi Adem hoca idiler.
Bulgaristan sehitleri anma programinda Sevgin Karani Londra’da yasayan Turklerinin ve Muslumanlarinin hakkinda aciklama yapti ve 1989 yilindan once milliyetci Bulgar hukumetleri tarafindan Bulgaristan Turklerine ve Muslumanlarina uygulanan asimilasion politikasinin hakkinda bazi tarihi bildirilerde bulundu. Anma torenine katilanlara, “Calinti gozler” filminden 10 dakikalik bir bolum sunuldu. Filimde, Bulgar Komunist partisinin liderleri tarafindan Bulgaristan Turklerine uygulanan “Bulgarlastirma” politikasinin bazi yontemleri ve Bulgaristan Turklerinin gordukleri zulum ve direnisleri hakkinda sahneler goruldu. Konusmasinda Sevgin Karani, “Biz Bulgar degiliz, Bulgar Turkleri de degiliz. Bizler, Bulgaristan Turkleri, Osmanli doneminde, Anadolu’dan Balkanlara yerlesmis oguz turkleriyiz …” dedi.
Prof. Dr. Seyfettin Ersahin konusmasinda musluman ailesinde annenin onemli rolu hakkinda konustu ve “Islam dini 5 seyi korumamizi emreder: imani, cani, mali, akli ve nesli. Ve biz bunlari fethettigimiz milletlerde koruduk, kendimizde de korumaliyiz. Bulgaristan turkleri bunlari korudu ve gelecekte de koruyacagina umit ediyorum.” dedi. Seyyid Ali El-Hasimi de Londra’da yasayan Bulagaristan Turklerini selamladi ve bu programda onlarla birlikte olmasi kendisini cok mutlu ettigini ifade etti ve Bulgaristan sehitleri icin dua etti. Ardindan diger camii imamlari Zumer hoca, Burhaneddin hoca, Mustafa hoca ve Adem hoca selamlama ve konusma yaptilar. Ev sahipligi yapan Mevlana camiinin idari sorumlusu Akif hoca da Londra’da yasayan muslumanlara Mevlana camiisinde sunulan hizmetler ve aktiviteler hakkinda aciklama yapti, Bulgaristan Turkleri kendi cocuklarini da hafta sonu Kur’an mektebine kayit etmelerini cagrisinda bulundu.
Konusmalardan sonra camii imamlari Kur’an tilaveti yaptilar ve Bulgaristan sehitlerinin ruhu icin dua edildi. Programin sonunda 150 kisilik hazirliklar ile herkese yemek ikram edildi. Program, saat 19:00’da basladi ve saat 22:00’de bitti.

2 Haziran 2011 Perşembe

KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHİ EFENDİ

KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHİ EFENDİ VE ESERİ LEMEAT-I NAKŞBEND ÜZERİNE YAPILAN BİLİMSEL BİR ÇALIŞMAYI OKURLARIMIZA SUNUYORUZ. ÇALIŞMANIN SAHİBİ ENGİN BEDİR BEY'E BİZLERE YAYINLAMA İZNİ VERDİĞİ İÇİN DE KENDİSİNE TEŞEKKÜR EDERİZ.

KİTABIN İÇERİĞİ:

- KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHÎ EFENDİ’NİN YAŞADIĞI DÖNEMİN SİYASİ, SOSYAL VE İLMÎ DURUMU
- KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHÎ’NİN HAYÂTI VE ŞAHSİYETİ
- KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHÎ’NİN ESERLERİ
- LEMAÂT-I NAKŞBENDİYYE’NİN TAVSÎFİ VE GÜNÜMÜZ HARFLERİNE ÇEVİRİSİ
- EK: 1-LEMAÂT-I NAKŞBENDİYYE’NİN FOTOKOPİSİ
KİTABI İNDİR VE OKU

17 Mayıs 2011 Salı

BALKANLARDA TASAVVUF, DR. METİN İZETİ



Dr. Metin İzeti, 1970 Kalkandelen (Tetovo)/Makedonya doğumludur. İlk ve orta tahsilini ülkesinde tamamladıktan sonra İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde yüksek öğrenimini tamamladı. Yüksek lisans çalışmalarını mezhepler tarihi alanında, doktora çalışmalarını tasavvuf sahasında tamamladı. Halen Makedonya'da İlahiyat Fakültesi'nde akademik çalışmalarını devam ettirmektedir.
350 sayfalık bu çalışma Bosna-Hersek, Sırbistan, Makedonya, Kosova ve Arnavutluktaki Osmanlı dönemi Tasavvuf hayatına dair önemli bir boşluğu doldurmuştur, ancak Bulgaristan kısmı eksik kalmıştır. Bu görev de Bulgaristanlı genç ilahiyat araştırmacılarını beklemektedir.
Böyle bir çalışmayı ilim alemine kazandırdığı için Dr. Metin İzeti Beye teşekkür ederiz. BTG

4 Mayıs 2011 Çarşamba

DS’NİN YETİŞTİRDİĞİ EN “DEĞERLİ” TÜRK AJAN: AHMED DOĞAN


DS’NİN YETİŞTİRDİĞİ EN “DEĞERLİ” TÜRK AJAN: AHMED DOĞAN
Bu yazıyı DS’nin gadrine uğramış
tüm mazlumlara ithaf ediyorum!
Basri Zilabid
Bulgaristan’da sokak ortasında bir Bulgar’ı durdurup “Türk dendiğinde aklına ne geliyor?” diye sorsanız çok büyük bir ihtimalle “Ahmed Dogan” cevabını alırsınız.
Bulgaristan Türklerinden, Pomaklardan ve Türk Çingenelerinden özellikle 50 yaş üstü kuşak için Ahmed Doğan bir efsane, bir “idol” haline gelmiştir. 90’lı yıllarda halkın ona yönelen sevgisi sayesinde 20 yıldır “manevi dokunulmazlık” zırhıyla düşmanlarının saldırılarına karşı koymada hiçbir zorluk çekmedi. Bu dokunulmazlık sadece halktan aldığı destekten değil, arkasında lağv edilmesine rağmen varlığını hala sürdürdüğüne inanılan Bulgar KGB’si diyebileceğimiz Dırjavna Sigurnost (DS) gibi bir istihbarat teşkilatının var olmasından da kaynaklandığını bugün itibarıyla görebiliyoruz.
Ahmed Doğan hayatımıza girdiği günden beri onu tanıma ve takip etmeye çalışıyoruz. İlk önce onun adlarımızın değiştirilmesine karşı yasadışı bir örgütün lideri olarak mücadele ederken Komünist rejim tarafından hapse atıldığını ve hapisten çıktıktan sonra Bulgaristan Müslümanlarının haklarını savunan bir kişi olduğunu öğrendik.
Ama çok geçmeden onun ajan olduğu yazılıp çizilmeye başlandı. Dosyalar açıklandıkça ajanlığı kesinleşmiş oldu. (Burada “Doğan’ın Dosyası” kitabı çıkmadan önceki durumdan bahsediyorum.) Hak ve özgürlüklerimizi savunan adam ajanlık yapmıştı. Ancak bu konuda ağzını bıçak açmıyordu. Akıl ve iz’an sahibi her kişinin buna bir anlam vermesi gerekiyordu.
O dönemde şöyle düşündüm: Türklerin adları değiştirilmeden önce ajanlık yapmış olabilir, ancak zorla isimlerin değiştirilmesine isyan etmiş ve buna katılmadığından dolayı siyasi suçlu olarak hapse atılmış. Cahar Dudayev’in komünist Rusya’da bir general olarak yetişip daha sonra Rusya’nın Çeçenistan’ı işgalini onaylamayarak adının “isyancı generale” çıkması ile benzerlik kurmaya çalıştım. Allah’ın günahkar kuluna verdiği pişman olup tövbe etme şansını Ahmed Doğan’a çok görmedim. Ancak bu “ajanlık” meselesi beynimin bir kenarını kemirmeye hep devam etti, ta ki 2008 yılının yazına kadar.
Eğridere’nin şirin bir köyünde yaz tatilimizi geçirirken bacanağımın evinde 1992 yılında basılmış, “Koy koy e” (Kim Kimdir) serisinden “Ahmed Doğan” kitabına rastladım. Bulgar bir kadın gazetecinin sorularına Ahmed Doğan’ın verdiği cevaplardan oluşan ince bir kitapçıktı bu. Bir solukta kitabı okudum ve Ahmed Doğan’ın DS tarafından yetiştirilmiş bir ajan olduğu fikri beynime iyice yerleşti. Komünist dönemde kendini bu kadar iyi yetiştirmiş bir Türkün olabileceğine ihtimal vermiyordum. Özellikle Türkiye ile ilgili sorulara verdiği cevaplar onun özel olarak hazırlandığı kanısını bende iyice pekiştirdi. Bulgaristan Türklerinden çok kişi ajanlık yapmıştır ancak bunlar içinde en “değerlisi” Ahmed Doğan’dır.
Bir yıl sonra “Dosieto na Dogan” (Doğan’ın [ajanlık] Dosyası) kitabı çıktı, hemen alıp okudum.
Bu tarihten itibaren yapbozun parçaları yerlerini buldular.
Bulgaristan Türkleri’nin soyadları Ahmed, Mehmed, Mümün, Sali iken Ahmed’in ki nasıl ve neden “Doğan” dı ?
Ahmed Doğan neden bu kadar kibirli ve küstahça konuşuyordu?
Neden bu kadar çok kadın eskitti?
Neden ateistti?
Neden enaniyeti, egosu dağları aşıyordu?
Neden çok konuşmuyordu?
Neden hakkında açılan 1,5 milyon levalık davada beraat etti de, saray denilen evinin duvarı ve barbeküsü yıkıldı?
Çünkü o bir ajandı! Ve “ailem” dediği DS’ye hizmet etmeye devam ediyordu.
Yukarıdaki sorulara verilecek cevaplar Ahmed Doğan’ın ajanlığa devam ettiğinin kanıtıdır. Bulgaristan siyasetini takip edenler yukarıdaki soruların cevabı olabilecek olayları çok rahatlıkla hatırlayacaklardır.
Oy satın almak Avrupa uygulamasıdır diyen o! Son seçimlerde “Bulgaristan’da iktidar benim elimde” diyerek oy kullanım oranının artmasına sebep olarak GERB’in zar zor tek başına iktidar olmasını sağlayan o! Türk düşmanlığını körükleyen o! Dine inanan bir adamın ajan olması çok zordur, bu yüzden ateistlik ajanlık mesleği için tabii bir olaydır. İstisnalar kaideyi bozmaz. Ajanlar, ağzı ketum olan insanlardır. Huzurlu, mutlu bir yuvaları yoktur, tıpkı Ahmed Doğan’ınki gibi. 1,5 milyon levalık hidroelektrik santraline danışmanlık ücreti hakkındaki davadan Doğan aleyhine bir sonuç bekleyenler avuçlarını yaladı, DS adamını kolay kolay harcatmaz, ama köylü ATAKA’lı Bulgarcıkların dillerine pelesenk etmeleri için sarayının duvarını ve barbeküyü sonunda hükümet yıkmayı başardı!. BOYKO ve VOLEN için ne büyük bir zafer!
Şu da bir gerçektir ki, Bulgaristan’da okumuş yazmış bir Türk yoktur ki, Bulgarlar onu kendi hizmetlerine gönüllü veya zorla çekmeye çalışmış olmasın. Ahmed Doğan ana babasından görmediği ilgi ve alakayı anlaşılan DS ailesinden görmüş.
Bulgar komünist istihbaratı Ahmed Doğan’ı önce Almanya oradan Amerika ve nihayetinde Türkiye’ye sokup sol bir partinin başına geçirmek için bu kadar iyi hazırlamıştır. Bunun için de ona Türkiye’de hiç dikkat çekmeyecek “Doğan” soyadını uygun görmüşlerdir.
Not: Dırjavna Sigurnost (DS): Devlet Emniyeti anlamına gelir. Bu, Bulgaristan’ın komünizm dönemindeki (1944-1989) istihbarat örgütünün adıdır. Demokrasiye geçişle resmi olarak lağvedilmiş ancak gizli bir örgütlenme olarak devam ettiği hakkında iddialar var.

29 Nisan 2011 Cuma

Dua ve Bulgar Papaz


Dua ve Bulgar Papaz


Hazırlayan: S. Talha Sağlam

Zavallı bir konferansçı, II. Abdülhamid devrin­de sâri (bulaşıcı) humma hastalığının geçme­si için yapılan iş, cami minarelerinden salâ ve­rilip, rahman suresi okutulmak oldu" diyerek padişahı maddi tedbir almamakla itham etmenin yanında maneviyatın tesirini inkâra kalkmış, dinleyicileri de yaratana dua ve ilticadan men eylemeye çalışmış.

Oysa bu gafil adam bilmiyor ki dua, inmiş ve inecek şey­lere menfaat verir.

Nitekim Osmanlılar, bütün maddi tedbirleri almanın ya­nında daima maneviyata büyük ehemmiyet vermiş, Allah'a sığınıp, Ona yalvarıp, Ona dua ve iltica ile zaferden zafere koşmuşlardır.

Bu vesile ile bahis mevzuu konferansçı ve onun gibilerine cevap ve ibret olsun diye Bulgar Popof’un kabulüne şahit ol­duğu bir dua ile intibaha gelişini naklediyoruz. Şöyle ki:

1951 yılında Bulgaristan'dan Türkiye'ye hicret eden ve oradaki Nüvvab Medresesi'nin âlî kısmı mezunlarından hoca, alim ve muallim Ali Efendi anlatmıştı. Ali Efendi, bulunduğu yörede devrinin hatip, nâtuk birisi olarak temayüz etmiş, sünnet, düğün ve bütün dini merasimlere davet edilir, konuşturulur ve dinlenir bir hoca imiş. Kendisi, halen hayatta olup, Adana’nın Yavuzlar mahallesinde ikamet etmektedir. Şu satırla­rın yazarı olan bu fakir Adana'da bulundu­ğum sırada Ali Efendi ile tanışmış ve kendi­sinden dinlemiştim.

1944’te Komünist rejim Bulgaristan'a ha­kim olunca bütün dinî merasim ve faaliyetle­ri yasaklıyor. Bir gün bir polis müdürü elin­de bir yazı ile Ali Efendi'ye gelerek "din af­yondur, bundan son­ra hiçbir dinî faali­yette bulunmayacak­sın, dinî öğretim ve konuşma yapmayacaksın, eğer yaparsan akıbetin meç­huldür, bunu da kimseye söylemeyeceksin" diyerek yazıyı okutup imzalatıp geri götürüyor. O zaman bu tebligat yal­nızca din adamlarına yapılıyor, halkın bundan haberi yok.

Bir gün sonra, mevlüt, sünnet merasimine Ali Efendi'yi götürmek üzere at arabaları ile etraftan geliyorlar. Ali Efen­di "işim var, mazeretim var" demişse de, "sen bize bu günlerde lazımsın, nasıl gelmezsin?" diyerek kucaklayıp at arabasına koyup götürüyorlar.

Ali Efendi, götürüldüğü bu merasimde, mevcut idareyi metheden konuşma yapıyor. Dinleyenler ise onu; "Ali Efen­di! Bize dinden imandan bahset, biz idareyi biliriz" di­yorlar ve kendi aralarında da "Ali Efendi'ye ne oldu, çok ya­van konuşuyor" şeklinde söyleşiyorlar.

Ali Efendi, merasimden döner dönmez hapsediliyor. Ken­disine, günde bir çeyrek katıksız ekmek verilerek bir hafta çeşitli küfür ve hakaretlere maruz bırakılıyor. Bu arada Ko­münistlerin meşhur halk mahkemesi toplanıyor. İçlerinde bir tane de Türk varmış, ne de olsa kanı çekiyor. Onlara; "bu zorla götürülmüş, idareden bahsetmiş, idareye karşı gel­meyin demiş, bu sefer bırakalım" diyor ve bırakıyorlar.

Ali Efendi, bu durumlarını Türkiye'ye gelinceye kadar kimseye anlatmamış. Allah, böyle zalimlere fırsat vermesin (Amin).

Alman harbinin sona erdiği bu yıllarda, harpten çıkmış Bulgaristan halkı büyük açlık ve sefalet içinde kıvranmakta­dır. Mevsim de kurak gidiyor. Öyle ki, ekilen ekinler, mısır­lar sararmış, bükülmüş. Eğer yağmur yağmazsa Bulgaristan ambarlarına hiçbir şey girmeyecek Bulgarların arasında bu­lunan milyonlarca Müslüman Türk de açlıktan perişan ola­cak, kurunun yanında yaş da yanacak. Dinî faaliyetler yasak­landığı için yağmur duasına da çıkılamıyor.

Bu durum muvacehesinde iyice sıkışan, açlık ve ölümle karşı karşıya gelen Müslüman halk, komünist idareyi zorlu­yor; "Açlıktan biz de öleceğiz, bırakın yağmur duası ya­palım, bizim size ne zararımız var, sahrada toplanıp yağmur vermesi için Allahu Teala 'ya dua edeceğiz. Bıra­kın duamızı yapalım" diye idareyi zorluyorlar.

Umumî tazyik karşısında idare de insafa gelerek "Dua edeceklermiş, etsinler bakalım" diyerek yağmur duasına müsaade ediyor.

Güneşli bir havada yağmur duasına gidiyorlar. Muallim Ali Efendi yağmur duasına giderken; yağmurluk, şemsiye fi­lan da alıyor.

Ali Efendi'nin küçüklükten tanıdığı ve kendisine çekir­dekten komünist dediği avukat Bulgar Popof’un dükkanı­nın yanından geçerken Bulgar Popof, Ali Efendi'ye "Bu gü­neşli havada yağmur mu yağar" diyerek hafife alıcı, alay­lı sözler söylüyor. Ali Efendi de ona kulak asmayarak yoluna devam ediyor.

Bilahare seyretmek için yağmur duası yapılan yerin yakı­nına Bulgar Popof da gelmiş.

On binlerce Müslüman sahrada toplanıyorlar. Önce hoca efendiler halka bir tevbe ve istiğfar getirtiyor. Sonra da dua ediyorlar. Meydan kalabalık olduğundan Ali Efendi, "Amin" denecek yerlerde eline aldığı bir değneği kaldırıp, indirerek “Amin” demeleri için işaret ediyormuş. Halkın yalvarışları, gözyaşları, amin sadâları afâkı çınlatıyor…

Derken bir bulut, bir yağmur yağıyor ki bütün Bulgaristan arazisini kana kana suluyor. Bulgar Popof’un dükkanını da sel basıyor. Sararan ekinler ve mısırlar yeşeriyor, Cenab-ı Hakkın büyük bir lütfuyla halkın yüzü gülüyor, hapsi seviniyorlar.

Ali Efendi bir hafta sonra Popof’un dükkanının yanından geçerken, Popof ısrarla onu dükkanına çağırarak Rumeli şivesiyle ona diyor ki;

" - Abe, ben inanmıyordum ama Allah var ve siz Hak yoldasınız, ben Allah'a inandım," Ve bu sırada, "Allah var, Allah var" diye elini başına vurarak dükkanının içinde dört dönüyormuş.

Bu arada dükkanın yanından geçmekte olan papazları göstererek "Bunlarda iş yok, bunlar içki içer, domuz eti yer, kadınlarını boyar, bunlar değil siz hak yoldasınız."

- Abe o telgraf direği gibi şeyi yukarıdan aşağı nasıl kaldırıp indiriyordun? (Cenab-ı Hak onun gözüne değneği telgraf direği gibi büyük göstermiş)

-Bizde îman kuvveti var.

-Doğru.

- Abe sen o uzun adamı gördün mü? Elli metre uzun­luğunda yeşil sarıklı, ayağının arasında insanlar geçer.

-Gördüm.

-Ne o?

-Melek, biz dua ettiğimiz zaman gelir.

- Evet doğru, siz hak yoldasınız. Ve ben inandım. Allah vardır ve birdir, diyor.

Ne büyük ibret alınacak bir hadise değil mi?


*Hasan Arıkan'dan alınmıştır.

Tarih ve Düşünce Dergisi, 2003

4 Şubat 2011 Cuma

Bulgaristanlı Türk gençlerin mutlaka okuması gereken kitaplar – 2

“Tarihçe-i Vaka-i Zağra,

Türklerin vatan edebiyatında en samimi, yüksek bir şaheserdir.”

Yahya Kemal BEYATLI

İstanbul’dan Sofya’ya kadar küçük bir seyahat mazinin kalbimde kalan hayalini sileceğine bilakis daha ziyade alevlendirdi. Türklük Avrupa’ya doğru cezr ü meddi biten bir deniz gibi o dağlardan çekilmiş, lakin tuzunu bırakmış. Bütün o toprak Türklük kokuyor.

Akşam üstü Boğaziçi’nden geçen vapur sabahleyin Burgaz limanına giriyor. Burgaz’ın sokaklarında her köşeden Türkçe işitiliyor.

Sabah erken Burgaz’dan kalkan tren yarı gecede Sofya’ya varıyor. Yol sahilden Filibe’ye kadar ovadan geçiyor. Şimalden bir düziye Balkan tepeleri görülüyor… Aydos, sonra Karinabad, Yanbolu tek kalan camileri ve minareleriyle görünüyorlar. Daha sonra Yeni Zağra ağaçları arasında kaybolmuş bir ova şehri. Daha sonra dağ eteğinde büyük bir dikili taş. Yol arkadaşım söyledi ki bu sütun Rusların meşhur Curanlı (Kalitinovo) müsademesinde düşen askerlerine diktikleri bir abideymiş.

Curanlı abidesinden biraz sonra dağ eteğinde Eski Zağra görünüyor. Bila-ihtiyar Raci Efendi’yi hatırladım. Daha çocukken Recaizade’nin Talim-i Edebiyat’ında, bilmem neye misal, beş on satır okumuştum. Bu misalin altında da bu kayıt vardı: Raci Efendi – Tarihçe-i Vak’a-i Zağra.

Türkçe’de bu nesir nümunesi ayarında güzel bir parça görmedim. Muharrir işgale uğramış bir Türk şehrinin hapishanesinden mahpusların zincirden boşanır gibi çıkışını naklediyordu, bu kadar.

Bu satırların ne muharririni tanıyordum, ne de hangi kitaptan alındığını biliyordum, mamafih daima yüreğimde tesirini hissettim.

Senelerden sonra bir gün Fatih’ten geçerken bir mahalle bakkalının camında bir kitap gözüme ilişti: Tarihçe-i Vak’a-i Zağra müellifi Raci Efendi. Kitapta bir kıt’a vardı ki hatırımda kalan ilk mısraı bu idi:

Aziz-i vakt idik a’da zelil kıldı bizi!

Kitabı satın aldım. Bu kıraatin teessürü iliklerime kadar geçti. Zağra müftüsü Raci Efendi doksan üçte, General Gurko’nun Eski Zağra’ya ilk defa nasıl girdiğini, Müslümanların çoluk çocuk, kadın ihtiyar nasıl kesildiklerini, sonra Süleyman Paşa ordusunun melekü’s-sıyane (koruyucu melek) gibi yetişip Eski Zağra'yı nasıl kurtardığını, Müslümanların cehennemi bir matemden birdenbire delice bir sevince nasıl geçtiklerini, mağlubiyetten sonra da ikinci ve son felaketi, İstanbul'a doğru o acıklı hicreti bütün sahneleriyle naklediyordu. Lakin nasıl temiz, yavaş ve duygulu bir naklediş.

Tarihçe-i Vak'a-i Zağra'yı Falih Rıfkı (Atay) gibi Türk nasirlerine gösterdim. Onlar benden ziyade hayran oldular. Bu kitap, Türklerin vatan edebiyatında en samimi, yüksek bir şaheserdir. Onun için de okunmaz !"

Samimi bir eserin ne yaman bir kudreti vardır. Eski Zağra’ya Raci Efendi’nin çizdiği levha haricinde bakamadım. Şehirde bir iki cami ve minare kalmış; lakin Müslümanlık daha o darbede bir defa dağılmış ondan sonra da yavaş yavaş ana vatana hicret etmiş. (Yahya Kemal'in eser hakkındaki değerlendirmesi burada bitiyor.)

Tarihçe-i Vaka-i Zağra kitabını günümüz Türkçesine çevirip bir çok dipnotlarla ilave açıklamalar yaparak Zağra Müftüsünün Hatıraları adıyla bu eseri neşreden M. Ertuğrul Düzdağ şöyle demektedir:

Bu kitap, yıkılan büyük ve mübarek devletimiz Osmanlı’nın son asırda, düşman hıyanet ve vahşetinin dehşet verici bir zaptı, Müslüman halkın çektiği ızdırapların ağlatan, kahreden acıklı destanıdır.

Bu kitap, dininden, kendinden ve tarihinden habersiz, otlar ve taşlar gibi hissiz ve heyecansız yaşayan bugünün ölülerini diriltmek için ecdad eliyle yazılmış bir “şok” eserdir.

Bu kitap, bütün propaganda vasıtaları ile “dostumuz” olduğu telkin edilen, can, kan ve din düşmanlarımızın yüzlerindeki maskeyi yırtacak; onların mukallid uşaklarının suratlarına çarpacak ve katillerine koyun gibi teslim olan bazı gafilleri uyandıracak tarihi bir feryattır.

(Not: Bu eser, Hüseyin Raci Efendi’nin oğlu Binbaşı Necmi Raci tarafından 1910 yılında Osmanlıca olarak İstanbul’da bastırılmıştır. M. Ertuğrul Düzdağ tarafından 1970’li yıllarda Tercüman Gazetesi’nin 1001 Temel Eser serisi arasında günümüz harfleriyle neşredilmiştir. 1990 yılında Timaş Yayınları tarafından ve en son 2004 yılında da İz Yayınları tarafından basılmıştır.)

Hüseyin Raci Efendi’nin kitabının başına koyduğu dörtlük:

Aziz-i kavm idik a’da zelil kıldı bizi,
Esir-i bend-i bela vü sefil kıldı bizi;
Bi-gayri hakkin atıp habse bir nice eyyam,
Mudîk-i ye’s ü sitemde alîl kıldı bizi.

M. Ertuğrul Düzdağ günümüz Türkçesine şöyle çevirmiş:

Efendi idik, düşman, zelil kıldı bizi,
Derde belaya atıp, sefil kıldı bizi;
Günlerce haksız yere hapiste yatırarak,
İşkence ve kederle, alîl kıldı bizi.

Arif Nihat Asya’nın Tarihçe-i Vak'a-i Zağra'dan ilham alarak yazdığı

MERSİYE

Huda, ki rûz-i ezelden asîl kıldı bizi,
Resûl-i Ekreme birgün vekil kıldı bizi:
Taraf taraf, yedi iklimi Hakk’a davette
Delil kıldı bizi;

Sonra bilmem ne oldu: Baht-ı siyah,
Hacîl kıldı bizi…
Ve hacaletle büktü boynumuzu
Ve melûl ü melil kıldı bizi…
Düştü bir bir kopup, kanatlarımız…
“Aziz-i vakt idik… A’da zelil kıldı bizi.”

Bize heybet veren Celal’inden,
Nice yıllar, celil kıldı bizi.
Kainatında Zât-ı Akdes’ine
Halil kıldı bizi.

Sormayın, sormayın fakat: Şimdi,
Hangi eller, sefil kıldı bizi?
Serngûn oldu tahtımız, Tanrı’m;
“Aziz-i vakt idik… A’da zelil kıldı bizi.”

Cebînimizde tecelli edip Cemalüllah,
Bir zamanlar cemil kıldı bizi;
Elimizden gül açtı bâdiyeler…
Kerem kerem Yed-i Takdir, Nîl kıldı bizi.
Ve zeminin bütün susuzlarına
Sebil kıldı bizi!
Sonra dünyamız oldu zîr ü zeber;
Sonra devran; alîl kıldı bizi!
Yüzümüz yok "Neden, niçin?" demeye…
Azîz-i vakt idik... A'dâ, zelîl kıldı bizi!


Derleyen: Basri Zilabid

1 Şubat 2011 Salı

BULGARİSTAN'DA YAYINLANMIŞ BAZI TÜRKÇE GAZETELER İNTERNETTE







OSMANLICA REHBER GAZETESİNE TIKLAYARAK HAKKI TARIK US KÜTÜPHANESİNDEKİ OSMANLICA SÜRELİ YAYINLARA ULAŞABİLİRSİNİZ. YAYINLARIN DİJİTAL GÖRÜNTÜSE ULAŞABİLMEK İÇİN SÖZ KONUSU SAYFADAKİ ÜCRETSİZ DJVU PROGRAMINI İNDİRMENİZ GEREKİR. İYİ OKUMALAR.