OSMANLI KOMİSERİ ALİ FERRUH BEY VE KOMİSERLİK HEY'ETİ |
Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
4 Haziran 2020 Perşembe
2 Haziran 2020 Salı
1902 Yılında Bulgaristan Parlamentosunda Türk Milletvekilleri
31 Mayıs 2020 Pazar
CİSR-İ MUSTAFA PAŞA'DA İKİ TÜRK'ÜN BULGARLARCA İDAMI, AYDIN AYHAN
15 Kasım 1912 Balkan Harbinin simge Fotoğraflarına yansımış olan 2 Türk'ün Bulgarlar tarafından idam edilme vakası;
Balkan Muharebeleri sırasında Bulgaristan’da bulunan İngiliz gazeteci Philip Gibbs’in izlediği İki Türk’ün idam edilmesi ile ilgili The Graphic dergisine yolladığı fotoğraflı haber.
The Graphic – 30 November 1912 No: 2244 s: 818, 819
15 Kasım Cuma günü, akşamüstü günesi Maritsa’ya (Meriç nehrine) altın parıltıları gibi vurduğu zaman, arka bahçede yaşanan bir olayı izlemek üzere Bulgaristan Cisr-i Mustafa Paşa’nın ana caddesine gittim. Binlerce insanın öldürüldüğü bir savaşta cinayet sonrası suçüstü yakalanan iki Türk’ün asılması pek de önemli bir olay sayılmazdı. Ancak onlar için hayatlarının son perdesinde arka bahçede Bulgar izleyiciler önünde sergileyecekleri davranış, Türk hakimiyetinde geçen yıllarda yapılan katliam ve cinayetler için bir öç almanın bir vakurluğu olacaktı. Bu tip olaylara alışık olmayan benim gibi biri için ise insan psikolojisi için garip ve ölümcül bir ders olacaktı.
Bir kaç gün önce iki mahkumun Mustafa Paşaya süngülü muhafızlar eşliğinde getirildiğini görmüş ve hikayelerini duymuştum. Bunlar yaşadıkları yerde bir çok masum Hrıstiyanın ölümünden sorumlu olduğu bilinen “Başıbozuklar” dı. Yaşlı olanın 23 kişiyi elleriyle öldürdüğü, diğerinin de bir kadını çocuğu ile birlikte kestiği söyleniyordu.
Yakalanmalarına ve yargılanmalarına neden olan suç ise evlerine gelen üç Bulgar askerini öldürmeleri idi.
Asılacaklardı ve idam ipleri terk edilmiş ekin yıkılmış bir bahçede bulunan kalın bir ağacın dallarına bağlanmıştı. Eski bir merdiven ağaca dayanmıştı, bir kaç tahta kasa da ilmeklerden birinin altına özensizce koyulmuştu. Diğer ilmeğin altında hiç bir şey yoktu ama son anda bir asker kapaklarından biri kırık yarım metre yüksekliğinde eski bir dolap getirip ilmeğin altına yerleştirdi.
Bir Türk'e son anlarında yardımcı olmak hoşuna gitmişti. Çalılar ve çöplerin bulunduğu bahçede çok az gürültü vardı. Bu kalabalık da fotoğrafçılar, bir kaç gazeteci, Bulgar köylüler, askerler ve polis vardı. Bir asker kılıcı ile kameraların önünde bulunan bazı dalları kesti. Basın mensupları bu sefer daha yakın bir görüntü alabilecekti. Beni yaklaşan korkulardan uzaklaştıran, bir insanın başka bir insanın öldüğünü görme arzusunun ne olduğunu merak ediyordum.
Bilmecenin cevabını bulmaya çalışırken birden bir sessizlik oldu ve tutuklular muhafızları ile birlikte geldiler. Bilekleri arkadan sıkıca bağlıydı, ayakları ise ilerleyebilmeleri için daha gevşek bağlıydı.
Süngülerle hayvan gibi itilerek benim bulunduğum yerin önüne kadar getirildiler. Vakariyetleri ve kaderlerini karşılamadaki cesaretleri beni sarsmıştı. Bir tanesi beyaz saç ve sakallı, geniş omuzlu ve çıplak enseli yaşlı bir adamdı. Yanındaki ise ondan daha genç, tahmini 50 yaşlarında, çok uzun, kartal gibi uzun dayanıklı bir yüze sahip, kısa siyah sakallıydı. Her ikisi, fesli ve belirli bir zümreye ait oldukları belli, iyi giyimliydi.Kaderlerini kabul ettikleri belliydi. Her ikisi de darağacına baktılar ancak ikisi de sallanan iplerden ürkmedi. Daha sonra çevrelerindeki kalabalığa, acımasız askerlere ve kameralara baktılar.
Bir yetkili suçlamaları ve kararı okudu. Bir kaç sayfadan oluşan uzun bir metindi ve bana ölümü bekleyen insanlar için çok uzun geldi.
Okumanın bitmesinin ardından askerler arasında bir hareketlilik oldu ve genç bir yetkili iki mahkuma ölmeden önce son dualarını etmeleri için 5 dakikaları olduğunu bildirdi. Ancak iki katilin kendilerini ölüme hazırlamaları yaklaşık 15 dakika sürdü.
Elleri ve ayakları çözüldü, ikisi de sanki yatmağa yada sabah çalışmasına hazırlanıyorlarmış gibi acele hareket ediyorlardı.
Ben en iyi yaşlı adamı gördüm. Bu benim gördüğün en garip, fantastik, trajik olaydı.
Bu yumuşak bakışlı ama ağza bile alınamayacak cinayetler işlemiş adam, Allah’a temiz bir beden ve dua eder bir zihinle kavuşmaya hazırlanıyordu.
Ayakkabılarını çıkardı ve bir askerin bakır bir ibrikte getirdiği suyla ayaklarını yıkadı. Daha sonra gayretle yüzünü, ellerini ve kollarını yıkadı, daha sonra ağzını temiz suyla temizledi. Sonra eski Yahudi karikatürlerinden bildiğimiz Doğulu insanlarla özdeşleşmiş, Allah’ın sesini dinliyormuş anlamına gelen bir hareketle ellerini kulaklarının yanına kaldırdı ve yere kapandı.
Elinde saat dakikaları sayan bir yetkili sürenin bittiğini söylemeden yaşlı adam ayaklarının üzerinde doğruldu ve darağacının altına yürüdü.
Gümüş yüzüğünü çıkardı ve küçümseme ile sanki dünyevi varlıklar şimdi çöp oldu der gibi toprağa attı. Daha sonra diğer değerli eşyalarını çıkardı ve yanındaki yetkiliye verdi.Bunlar gümüş bir kutu, sigara ucu, bir saat idi.
Diğer mahkum da hazırdı ve birden korkunç işlem başladı. Bir yetkili kalabalığa iyi düğüm atabilen biri bulunup bulunmadığını sordu. Arka sıralardan iki köylü gülümseyerek gönüllü oldular ve iki mahkumu sanki pazara çıkacak kümes hayvanı gibi sıkıca bağladılar.
İki garip mahkumun ağzından en küçük bir kızgınlık ya da acı fısıltısı çıkmadı.
Yüzlerine son bir bakış attım, vakur, soğukkanlı, kederli gururları içinde neredeyse güzellerdi.
Bu iki suçluya acımamak için suçlarını kendime tekrar edip durdum. Şehitlerin bakışlarına sahiptiler.
Acele ellerle kafalarından aşağı beyaz bir örtüyü geçirdiler ve ayaklarına kadar indirdiler. Garip kukla gibi bir görünümleri oluştu. Karanlığın üzerlerine düştüğü kaderlerinin yakın olduğu şu anda bile ağızlarından hiç bir haykırış duyulmadı.
Yaşlı adam ip kaymasın diye kafasını ileriye doğru uzattı. İki saniye sonra bedenler darağacında sallanıyorlardı. Ölümleri kolay olsun diye birkaç güçlü adam ayaklarına asılarak kuvvetle çektiler ve bir sure kendi ayaklarını da yerden çekerek havada sallandılar.
Bence ölümleri çabuk oldu, genç adamın bedeni yaşlı suç ortağına göre daha çok seğirdi. Kalabalık görüntü karşısında biraz güldü. Savunmasız Hrıstiyanları artık öldüremeyecek olan iki Türk’ün bu şekilde tuhaf görünmeleri komikti. Bu itlerin öldüğünü görmek güzeldi, ve ipler kesilip bedenleri toprağa atılınca neşelerini gizlemediler. Tanrım, bu güzel akşam üstü güneşinde bu ne komedi.
(Evlerine giren Bulgar Askerleri’ne karşı evini ve çocuklarını savunan, bu isimleri meçhul iki Türk’ü rahmetle anıyorum. Yukarıdaki yazıda İngiliz Gazeteci’nin, onlar hakkındaki düşünceleri ise, elbette, Bulgarların ona anlattıklarından ve o yıllarda Avrupa’da moda olan Türk düşmanlığından kaynaklanıyor.)
Aydın Ayhan
(Not: Yukarıdaki bilgiler Gökhan Karataş Bey'in Feysbuk hesabından alınmıştır. Kendisine de teşekkür ederiz. BTG)
28 Mayıs 2020 Perşembe
Bulgaristan komünizm dönemi devlet neşriyatından: Çocuk bakımı (1958)
Bulgaristan Türklerinin Kahramanları, Hüsniye Berraksu
27 Mayıs 2020 Çarşamba
21 Mayıs 2020 Perşembe
OSMAN KILIÇ ÜSTADIN OSMANLI TÜRKÇESİ İLE EL YAZISI
16 Mayıs 2020 Cumartesi
12 Mayıs 2020 Salı
Balkan Savaşları Esnasında Bulgarların Müslümanları Zorla Hristiyanlaştırması
Tanassura İcbâr
– Selanik’ten 13 Mart târîhi ile Neue
Freie Presse gazetesine iş’âr ediliyor: “Osmâniye, Cum’a-i
Bâlâ ve Petriç kazâlarına mensûb on dört nâhiyenin Selanik’e gönderdikleri hey’et-i murahhasa, konsoloslara
mürâcaat ederek dinlerinin muhâfaza edilmesini istirhâm
etmişlerdir. Bulgarlar, köylerde İslâmları Hıristiyanlık’ı kabûle mecbûr ediyorlar. Aksi takdîrde İslâm ahali katl ü darb
ediliyor. Tanassur edilenler, kendi arzuları ile ve bilâ-cebr
Hıristiyanlık’ı kabûl ettiklerine dâir bir varaka imzâ etmeye
mecbûr ediliyorlar. Kilise çanları çalındığı zaman kiliseye gitmeyen bu kabîl cebrî hıristiyanlar tehdîd ediliyorlar.”
Kaynak: Sebilürreşâd Mecmuası, c. 10, ad. 236, s. 35.
Ehl-i Salîb Mezâlimi:
4180 Hâne İslâm Ahâlîsinin Tanassur Ettirilişi – Sofulu, Ortaköy, Koşukavak, Gümülcine kazâlarının muhtevî olduğu 21 parça karyede mutavattın 4180 hâne İslâm ahâlîsinin Ehl-i Salîb pîşdârı Bulgar vahşîleri tarafından gördükleri
mezâlim ve ta’addiyât hakkında bu köylerden Edirne’ye gelebilenlerin ifâdât-ı âtiyyesini hürriyetperver! Avrupa hıristiyanlarının enzâr-ı bî-insâfına arz ederiz: “Köylülerin evvelâ
isimleri değiştirilmiş, eski ismini söyleyenden 12 lira cezâ-yı
nakdî alınmış, ısrâr edenler dayak altında öldürülmüştür;
Pazar günü bütün ahâlî süngüler altında ma’bede sevk olunuyor ve câmi’lere ilâve olunan birer vaftiz mahalliyle kilise
yapılıyordu. Kadınların başlarına siyah birer örtü geçirilmiş,
ferâcelerinin üzerine Bulgarların budya nâmını verdikleri
önlükler konmuştu, bütün sarıklar parça parça edilip ateşte
yakılmış, her köylünün başı şarapla yıkanmış, kazanda su
ısıtılıp yapraklı, bir dalla herkesin üzerine serpilmiş, yerinden
kalkamayacak kadar ihtiyâr olanların evine gidilerek “mâ-i
mukaddes!”den mahrûm kalmamalarına dikkat olunmuştur. Her tenassur eden köye Bulgarca okutmak, âyîn-i cedîdi
öğretmek için birer daskalos (mu’allim) gönderiliyordu. Az
zamanda bütün sakal ve saçlar kesildi, icrâ olunan teblîğāt-ı
resmiyyede bir köyün Pomağını kabûl eden diğer köy halkın
derhâl katli’am cezâsına düçâr edileceği i’lân olunmuştu.
Kaynak: Sebilürreşâd Mecmuası, c. 10, ad. 255, s. 348.
6 Mayıs 2020 Çarşamba
Sultan Abdulhamid'in İstihbaratçısı Samokovlu Halil Yaver Kimdir?
Sultan Abdulhamid'in İstihbaratçısı Samokovlu Halil Yaver Kimdir?
Halil Yaver'in kendi anlattığına göre öz geçmişi şöyledir.
Halil Yaver aslen Bulgaristan’lıdır. Küçük yaşta Türkiye’ye gelmiş ve II. Abdülhamit tarafından okutulmuş ve Kazasker (askeri hakim) olmuştur. Hukuk Fakültesinin ilk mezunudur. Diploma numarası (1) dir. Bulgarcayı iyi bildiği için Türkiye’nin Bulgar
istihbaratı ile ilgili seksiyonunda çalışmıştır. Mekteb-i Mülkiye'de (Siyasal Bilgiler Fakültesi) Bulgarca dersi okuttuğundan kitaplarına Prof. Avukat Halil Yaver diye imza atarmış. İstihbarattaki görevi sırasında iki önemli olayı ortaya çıkarmakla övünür.
Biri Osmanlı Bankasını Ermeni Komitacıların tünel açıp bombalaması girişimi, diğeri de I. Dünya Savaşı sırasında müttefikimiz Bulgaristan sınırları içindeki ortak düşmanımız olan İngilizlerle bağlantılı bir telsiz istasyonunu meydana çıkarmasıdır. Şimdi Osmanlı Bankası olayını anlatalım. Karaköy civarında azınlıklara ait bir okulun teftişine (Halil Yaver o sırada azınlık okulları müfettişlerindendi) gitmiş. Okulun bahçesinde bir toprak yığını görmüş. Toprağı incelemiş. Okulun bahçe toprağına benzemediğini, bu toprağın dışardan geldiğini anlamış. Bunun nereden ve niçin getirildiği konusu onun içine dert olmuş, toprağın dışardan okul bahçesine getirilmesi sırasında bir kısmının arabadan etrafa döküleceğini düşünmüş. Bu sefer dışarıda aramalar yapmış. Yolun elli, yüz metresinde bu toprağa rastlamış. Böylelikle toprağın nereden geldiğini bulmuş. Sonunda bunun Karaköy’deki Osmanlı Bankası’nı tünel açmak suretiyle havaya uçurmak isteyen Ermeni komitacılar tarafından düzenlendiğini ortaya koymuş.
İkinci olaya gelince, I. Dünya Savaşı sırasında Bulgar mektupları sansürüne Halil Yaver’i memur etmişler. Kendisinden önce bu görevi yapan kişi oldukça tembelmiş. İncelemediği mektupların sayısı bir hayli çokmuş. Bunların arasında üç dört aylık yurtdışından gelen ve yurtdışına giden Bulgarca mektuplar birikmiş. Halil
Yaver ilk önce bu mektupları okumaya başlamış. İçlerinde Bulgaristan’a gidecek bir mektubun özel (kodlu) bir mektup olduğu kanısına varmış ve istihbarat dairesine mektubun gideceği adresin özel bir kontrole tabi tutulması gerektiğine işaret etmiş. Bulgaristan müttefikimiz olduğu için durum Bulgar hükümetine de bildirilmiş. Bulgar polisi gerekli hassasiyeti göstermiş. Sonuç olarak orada bir telsiz istasyonunun bulunduğu ortaya çıkmış.
Halil Yaver, II. Abdülhamit döneminde istihbarata çalıştığı gibi 1908 sonrasında yine istihbaratta çalışmaya devam edebilen sayılı kişilerdendir. Çünkü 1908 den sonra II. Abdülhamit istihbaratçılarının önemli bir kısmının görevine son verilmişti. Halil Yaver 75 yaşından sonra delirmiş, Bakırköy Akıl Hastanesi’nde ölmüştür. Mareşal Çakmak’ın güvenilir adamıydı. Mareşal Çakmak-Şükrü Kaya çatışmasında Şükrü Kaya aleyhinde büyük hizmetler yapmıştır. Bu arada Şükrü Kaya aleyhinde dökümanlar Halil Yaver tarafından sağlanıp Habil Adem’e verilmiş ve Habil Adem tarafından Nereye Gidiyorsun Türkiye başlıklı bir kitap hazırlanmış ve kitap Prof. Avukat Halil Yaver imzası ile yayınlanmıştır. Bu kitap piyasaya çıktıktan kısa bir süre sonra Şükrü Kaya’nın emrinde bulunan İstanbul Valiliğince toplatılmış ve mahkemeye verilmiştir. Uzun bir yargılamadan sonra da beraat etmiştir. KAYNAK: https://edebivizor.com/
HALİL YAVER'İN YAZDIĞI KİTAPLAR
Bugünkü Bulgaristan'da Türk Düşmanlığı Yazan: Halil Yaver İstanbul Barosu Avukatlarından ve Tuna Vilayetinin Sofya Sancağının Samokov Kazasının Dolna Banya köyünden |
Bulgarların Balkanları İstila Planları Halil Yaver İstanbul 1938, 116 sayfa |
5 Mayıs 2020 Salı
FİLİBE TÜRKLERİNİN SESİ HAMİYET GAZETESİ, Sezgin TOPAL
Filibe’de, 25 Kasım 1896 tarihinde Stara Planina Basımevi’nde basılarak yayın
hayatına başlayan Hamiyet Gazetesi’nin, 11 Ekim 1897 tarihine kadar 95 sayı yayınlanmış
olduğu görülmektedir. Her bir nüshası 4 sayfadan oluşan gazete, düzenli bir yayın
gerçekleştirmemekle beraber 17. sayıya kadar haftada iki kez, 17. sayıdan itibaren ise
haftada üç kez yayınlandığı anlaşılmaktadır.
Gazete, Osmanlı Devleti’ne karşı Avrupa Devletlerinin izlemiş olduğu politikayı ve Balkanlardaki siyasî çözülmeler ile Osmanlı Devleti’nin Balkan Devletleri ile olan ilişkilerini içermektedir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin eğitim faaliyetleri hakkında da bilgiler vermektedir. Bu çalışmada Balkan Türklüğünün kültürel hayatında büyük katkısı bulunan Hamiyet Gazetesi tanıtılarak, içeriği ele alınmıştır.
Makaleyi okumak için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
Filibe Türklerinin Sesi: Hamiyet Gazetesi (İlmi Makale)
Gazete, Osmanlı Devleti’ne karşı Avrupa Devletlerinin izlemiş olduğu politikayı ve Balkanlardaki siyasî çözülmeler ile Osmanlı Devleti’nin Balkan Devletleri ile olan ilişkilerini içermektedir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin eğitim faaliyetleri hakkında da bilgiler vermektedir. Bu çalışmada Balkan Türklüğünün kültürel hayatında büyük katkısı bulunan Hamiyet Gazetesi tanıtılarak, içeriği ele alınmıştır.
Makaleyi okumak için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
Filibe Türklerinin Sesi: Hamiyet Gazetesi (İlmi Makale)
3 Mayıs 2020 Pazar
Şumnu'nun Türk Yayıncısı: Terakkî Matbaası sahibi Sabri Sadık (İLKNUR)
Şumnu'nun Türk Yayıncısı: Terakkî Matbaası sahibi Sabri Sadık (İLKNUR)
1892'de Şumnu'da doğmuştur. O güzel yurt parçasının Anavatandan ayrılışı yüzünden yüreklerde henüz dinmeyen acının taze havası içinde yetişti. Dört yaşında babasını kaybetti. Böylece Anavatan öksüzlüğü ve yetimlilik, onun küçük dünyasını kararttı. Rüştiyeyi bitirdikten sonra Türkiye'de okuma arzusunu gerçekleştiremedi. Genç yaşta hayata atıldı. 1909 yılında bir kırtasiye dükkanı açtı. İşini genişletip 1921'de Terakki Kütüphane ve matbaasını kurmuştur. Kısa zamanda başta okul kitapları olmak üzere birçok yayımları ortaya atan, Türkiye'de basılanları satan bu kuvvetli kültür müessesesi, harf inkılabından sonra hemen ona göre donanıp hizmet yoluna devam etmiş, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan Türklerini bile yayımlarından faydalandırmıştır.
Sabri Sadık bir müddet Cemaat-i İslamiye reisi ve belediye reis muavini olarak hemşehrilerine hizmet etmiş, fakat Bulgar makamlarınca kemalist sayılarak takibata uğramıştır. Öğretmen Mehmet Yurtsever'in derlediği (Bkz. Anayurt, sy: 28) milli heyecanı yıllarca dudaklarda şiir ve beste olarak dolaştıran "Tunca, Arda, güzel Meriç - bu üç kardeş Türk'tür Türk" marşının da tam metnini veren Şarkılar Mecmuası'nı basıp bütün Türk köylerine parasız dağıttığı için matbaası basılmış, kitapları müsadere edilmiş, kendisi de tevkif olunmuştur (tutuklanmıştır). Güçlükle kurtulan Sabri Sadık, en çetin şartlar içinde mücadelesine daha yıllarca devam etmiştir. 1943'te kendisine iki ay içinde doğduğu toprakları terk etmesi bildirilmiştir. O da Anavatan'a gelip Ankara'ya yerleşmiştir. 1952'de henüz 60 yaşında iken hayata gözlerini kapamıştır. Ana yurdunda ebedi uykusunu rahat uyusun.
Kaynak: Anayurt Gazetesi (Ankara), 1 Kasım 1955 tarihli sayısı
Kaynak: Anayurt Gazetesi (Ankara), 1 Kasım 1955 tarihli sayısı
Kimya ders kitabı, Yazarı: Eşref Şemsi Şumnu Terakkî Matbaası 1927 |
Büyük Harbin Etfal Üzerinde Büyük Tesirleri, Yazarı: Mehmed Masum Şumnu Terakkî Matbaası 1920 |
Vasıyyetü'l-İmam Ali b. Ebi Talib li'bnihi'l-Hasan radıyallahu anhuma Yazarı: Ebu'l-Hayr Ziyaeddin el-EzheriŞumnu Terakkî Matbaası 1930 (Arapça dilindedir) |
Vahdaniyyeti İlahiyyenin Burhanları Yazarı: Ebu'l-Hayr Ziyaeddin el-EzheriŞumnu Terakkî Matbaası 1930 |
Sabri Sadık biyoğrafisinin yer aldığı Anayurt gazetesi (Ankara), 1 Kasım 1955 sayısı |
25 Nisan 2020 Cumartesi
BULGARİSTAN MÜSLÜMAN MUALLİMLER BİRLİĞİNİN ÇIKARDIĞI "TERBİYE OCAĞI" GÜNÜMÜZ HARFLERİNE ÇEVRİLMEYE BAŞLANDI
Bulgaristan
Müslüman Muallimler Birliğinin 1921 yılında çıkarmaya başladığı "Terbiye Ocağı"
ilmi dergisi günümüz harflerine çevrilmeye başlandı.
Bulgaristan Türklerinin eğitim hayatında önemli bir yeri olan Öğretmenler Birliği önce Terbiye Ocağı daha sonra da Muallimler Mecmuası adıyla neşriyatta bulunmuştu.
TERBİYE OCAĞI SAYI 1 İÇİN TIKLAYINIZ
TERBİYE OCAĞI SAYI 1 İÇİN TIKLAYINIZ
TERBİYE OCAĞI SAYI 2 İÇİN TIKLAYINIZ
14 Nisan 2020 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)