Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
28 Mayıs 2020 Perşembe
Bulgaristan Türklerinin Kahramanları, Hüsniye Berraksu
27 Mayıs 2020 Çarşamba
21 Mayıs 2020 Perşembe
OSMAN KILIÇ ÜSTADIN OSMANLI TÜRKÇESİ İLE EL YAZISI
16 Mayıs 2020 Cumartesi
12 Mayıs 2020 Salı
Balkan Savaşları Esnasında Bulgarların Müslümanları Zorla Hristiyanlaştırması
Tanassura İcbâr
– Selanik’ten 13 Mart târîhi ile Neue
Freie Presse gazetesine iş’âr ediliyor: “Osmâniye, Cum’a-i
Bâlâ ve Petriç kazâlarına mensûb on dört nâhiyenin Selanik’e gönderdikleri hey’et-i murahhasa, konsoloslara
mürâcaat ederek dinlerinin muhâfaza edilmesini istirhâm
etmişlerdir. Bulgarlar, köylerde İslâmları Hıristiyanlık’ı kabûle mecbûr ediyorlar. Aksi takdîrde İslâm ahali katl ü darb
ediliyor. Tanassur edilenler, kendi arzuları ile ve bilâ-cebr
Hıristiyanlık’ı kabûl ettiklerine dâir bir varaka imzâ etmeye
mecbûr ediliyorlar. Kilise çanları çalındığı zaman kiliseye gitmeyen bu kabîl cebrî hıristiyanlar tehdîd ediliyorlar.”
Kaynak: Sebilürreşâd Mecmuası, c. 10, ad. 236, s. 35.
Ehl-i Salîb Mezâlimi:
4180 Hâne İslâm Ahâlîsinin Tanassur Ettirilişi – Sofulu, Ortaköy, Koşukavak, Gümülcine kazâlarının muhtevî olduğu 21 parça karyede mutavattın 4180 hâne İslâm ahâlîsinin Ehl-i Salîb pîşdârı Bulgar vahşîleri tarafından gördükleri
mezâlim ve ta’addiyât hakkında bu köylerden Edirne’ye gelebilenlerin ifâdât-ı âtiyyesini hürriyetperver! Avrupa hıristiyanlarının enzâr-ı bî-insâfına arz ederiz: “Köylülerin evvelâ
isimleri değiştirilmiş, eski ismini söyleyenden 12 lira cezâ-yı
nakdî alınmış, ısrâr edenler dayak altında öldürülmüştür;
Pazar günü bütün ahâlî süngüler altında ma’bede sevk olunuyor ve câmi’lere ilâve olunan birer vaftiz mahalliyle kilise
yapılıyordu. Kadınların başlarına siyah birer örtü geçirilmiş,
ferâcelerinin üzerine Bulgarların budya nâmını verdikleri
önlükler konmuştu, bütün sarıklar parça parça edilip ateşte
yakılmış, her köylünün başı şarapla yıkanmış, kazanda su
ısıtılıp yapraklı, bir dalla herkesin üzerine serpilmiş, yerinden
kalkamayacak kadar ihtiyâr olanların evine gidilerek “mâ-i
mukaddes!”den mahrûm kalmamalarına dikkat olunmuştur. Her tenassur eden köye Bulgarca okutmak, âyîn-i cedîdi
öğretmek için birer daskalos (mu’allim) gönderiliyordu. Az
zamanda bütün sakal ve saçlar kesildi, icrâ olunan teblîğāt-ı
resmiyyede bir köyün Pomağını kabûl eden diğer köy halkın
derhâl katli’am cezâsına düçâr edileceği i’lân olunmuştu.
Kaynak: Sebilürreşâd Mecmuası, c. 10, ad. 255, s. 348.
6 Mayıs 2020 Çarşamba
Sultan Abdulhamid'in İstihbaratçısı Samokovlu Halil Yaver Kimdir?
Sultan Abdulhamid'in İstihbaratçısı Samokovlu Halil Yaver Kimdir?
Halil Yaver'in kendi anlattığına göre öz geçmişi şöyledir.
Halil Yaver aslen Bulgaristan’lıdır. Küçük yaşta Türkiye’ye gelmiş ve II. Abdülhamit tarafından okutulmuş ve Kazasker (askeri hakim) olmuştur. Hukuk Fakültesinin ilk mezunudur. Diploma numarası (1) dir. Bulgarcayı iyi bildiği için Türkiye’nin Bulgar
istihbaratı ile ilgili seksiyonunda çalışmıştır. Mekteb-i Mülkiye'de (Siyasal Bilgiler Fakültesi) Bulgarca dersi okuttuğundan kitaplarına Prof. Avukat Halil Yaver diye imza atarmış. İstihbarattaki görevi sırasında iki önemli olayı ortaya çıkarmakla övünür.
Biri Osmanlı Bankasını Ermeni Komitacıların tünel açıp bombalaması girişimi, diğeri de I. Dünya Savaşı sırasında müttefikimiz Bulgaristan sınırları içindeki ortak düşmanımız olan İngilizlerle bağlantılı bir telsiz istasyonunu meydana çıkarmasıdır. Şimdi Osmanlı Bankası olayını anlatalım. Karaköy civarında azınlıklara ait bir okulun teftişine (Halil Yaver o sırada azınlık okulları müfettişlerindendi) gitmiş. Okulun bahçesinde bir toprak yığını görmüş. Toprağı incelemiş. Okulun bahçe toprağına benzemediğini, bu toprağın dışardan geldiğini anlamış. Bunun nereden ve niçin getirildiği konusu onun içine dert olmuş, toprağın dışardan okul bahçesine getirilmesi sırasında bir kısmının arabadan etrafa döküleceğini düşünmüş. Bu sefer dışarıda aramalar yapmış. Yolun elli, yüz metresinde bu toprağa rastlamış. Böylelikle toprağın nereden geldiğini bulmuş. Sonunda bunun Karaköy’deki Osmanlı Bankası’nı tünel açmak suretiyle havaya uçurmak isteyen Ermeni komitacılar tarafından düzenlendiğini ortaya koymuş.
İkinci olaya gelince, I. Dünya Savaşı sırasında Bulgar mektupları sansürüne Halil Yaver’i memur etmişler. Kendisinden önce bu görevi yapan kişi oldukça tembelmiş. İncelemediği mektupların sayısı bir hayli çokmuş. Bunların arasında üç dört aylık yurtdışından gelen ve yurtdışına giden Bulgarca mektuplar birikmiş. Halil
Yaver ilk önce bu mektupları okumaya başlamış. İçlerinde Bulgaristan’a gidecek bir mektubun özel (kodlu) bir mektup olduğu kanısına varmış ve istihbarat dairesine mektubun gideceği adresin özel bir kontrole tabi tutulması gerektiğine işaret etmiş. Bulgaristan müttefikimiz olduğu için durum Bulgar hükümetine de bildirilmiş. Bulgar polisi gerekli hassasiyeti göstermiş. Sonuç olarak orada bir telsiz istasyonunun bulunduğu ortaya çıkmış.
Halil Yaver, II. Abdülhamit döneminde istihbarata çalıştığı gibi 1908 sonrasında yine istihbaratta çalışmaya devam edebilen sayılı kişilerdendir. Çünkü 1908 den sonra II. Abdülhamit istihbaratçılarının önemli bir kısmının görevine son verilmişti. Halil Yaver 75 yaşından sonra delirmiş, Bakırköy Akıl Hastanesi’nde ölmüştür. Mareşal Çakmak’ın güvenilir adamıydı. Mareşal Çakmak-Şükrü Kaya çatışmasında Şükrü Kaya aleyhinde büyük hizmetler yapmıştır. Bu arada Şükrü Kaya aleyhinde dökümanlar Halil Yaver tarafından sağlanıp Habil Adem’e verilmiş ve Habil Adem tarafından Nereye Gidiyorsun Türkiye başlıklı bir kitap hazırlanmış ve kitap Prof. Avukat Halil Yaver imzası ile yayınlanmıştır. Bu kitap piyasaya çıktıktan kısa bir süre sonra Şükrü Kaya’nın emrinde bulunan İstanbul Valiliğince toplatılmış ve mahkemeye verilmiştir. Uzun bir yargılamadan sonra da beraat etmiştir. KAYNAK: https://edebivizor.com/
HALİL YAVER'İN YAZDIĞI KİTAPLAR
Bugünkü Bulgaristan'da Türk Düşmanlığı Yazan: Halil Yaver İstanbul Barosu Avukatlarından ve Tuna Vilayetinin Sofya Sancağının Samokov Kazasının Dolna Banya köyünden |
Bulgarların Balkanları İstila Planları Halil Yaver İstanbul 1938, 116 sayfa |
5 Mayıs 2020 Salı
FİLİBE TÜRKLERİNİN SESİ HAMİYET GAZETESİ, Sezgin TOPAL
Filibe’de, 25 Kasım 1896 tarihinde Stara Planina Basımevi’nde basılarak yayın
hayatına başlayan Hamiyet Gazetesi’nin, 11 Ekim 1897 tarihine kadar 95 sayı yayınlanmış
olduğu görülmektedir. Her bir nüshası 4 sayfadan oluşan gazete, düzenli bir yayın
gerçekleştirmemekle beraber 17. sayıya kadar haftada iki kez, 17. sayıdan itibaren ise
haftada üç kez yayınlandığı anlaşılmaktadır.
Gazete, Osmanlı Devleti’ne karşı Avrupa Devletlerinin izlemiş olduğu politikayı ve Balkanlardaki siyasî çözülmeler ile Osmanlı Devleti’nin Balkan Devletleri ile olan ilişkilerini içermektedir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin eğitim faaliyetleri hakkında da bilgiler vermektedir. Bu çalışmada Balkan Türklüğünün kültürel hayatında büyük katkısı bulunan Hamiyet Gazetesi tanıtılarak, içeriği ele alınmıştır.
Makaleyi okumak için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
Filibe Türklerinin Sesi: Hamiyet Gazetesi (İlmi Makale)
Gazete, Osmanlı Devleti’ne karşı Avrupa Devletlerinin izlemiş olduğu politikayı ve Balkanlardaki siyasî çözülmeler ile Osmanlı Devleti’nin Balkan Devletleri ile olan ilişkilerini içermektedir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin eğitim faaliyetleri hakkında da bilgiler vermektedir. Bu çalışmada Balkan Türklüğünün kültürel hayatında büyük katkısı bulunan Hamiyet Gazetesi tanıtılarak, içeriği ele alınmıştır.
Makaleyi okumak için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız:
Filibe Türklerinin Sesi: Hamiyet Gazetesi (İlmi Makale)
3 Mayıs 2020 Pazar
Şumnu'nun Türk Yayıncısı: Terakkî Matbaası sahibi Sabri Sadık (İLKNUR)
Şumnu'nun Türk Yayıncısı: Terakkî Matbaası sahibi Sabri Sadık (İLKNUR)
1892'de Şumnu'da doğmuştur. O güzel yurt parçasının Anavatandan ayrılışı yüzünden yüreklerde henüz dinmeyen acının taze havası içinde yetişti. Dört yaşında babasını kaybetti. Böylece Anavatan öksüzlüğü ve yetimlilik, onun küçük dünyasını kararttı. Rüştiyeyi bitirdikten sonra Türkiye'de okuma arzusunu gerçekleştiremedi. Genç yaşta hayata atıldı. 1909 yılında bir kırtasiye dükkanı açtı. İşini genişletip 1921'de Terakki Kütüphane ve matbaasını kurmuştur. Kısa zamanda başta okul kitapları olmak üzere birçok yayımları ortaya atan, Türkiye'de basılanları satan bu kuvvetli kültür müessesesi, harf inkılabından sonra hemen ona göre donanıp hizmet yoluna devam etmiş, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan Türklerini bile yayımlarından faydalandırmıştır.
Sabri Sadık bir müddet Cemaat-i İslamiye reisi ve belediye reis muavini olarak hemşehrilerine hizmet etmiş, fakat Bulgar makamlarınca kemalist sayılarak takibata uğramıştır. Öğretmen Mehmet Yurtsever'in derlediği (Bkz. Anayurt, sy: 28) milli heyecanı yıllarca dudaklarda şiir ve beste olarak dolaştıran "Tunca, Arda, güzel Meriç - bu üç kardeş Türk'tür Türk" marşının da tam metnini veren Şarkılar Mecmuası'nı basıp bütün Türk köylerine parasız dağıttığı için matbaası basılmış, kitapları müsadere edilmiş, kendisi de tevkif olunmuştur (tutuklanmıştır). Güçlükle kurtulan Sabri Sadık, en çetin şartlar içinde mücadelesine daha yıllarca devam etmiştir. 1943'te kendisine iki ay içinde doğduğu toprakları terk etmesi bildirilmiştir. O da Anavatan'a gelip Ankara'ya yerleşmiştir. 1952'de henüz 60 yaşında iken hayata gözlerini kapamıştır. Ana yurdunda ebedi uykusunu rahat uyusun.
Kaynak: Anayurt Gazetesi (Ankara), 1 Kasım 1955 tarihli sayısı
Kaynak: Anayurt Gazetesi (Ankara), 1 Kasım 1955 tarihli sayısı
Kimya ders kitabı, Yazarı: Eşref Şemsi Şumnu Terakkî Matbaası 1927 |
Büyük Harbin Etfal Üzerinde Büyük Tesirleri, Yazarı: Mehmed Masum Şumnu Terakkî Matbaası 1920 |
Vasıyyetü'l-İmam Ali b. Ebi Talib li'bnihi'l-Hasan radıyallahu anhuma Yazarı: Ebu'l-Hayr Ziyaeddin el-EzheriŞumnu Terakkî Matbaası 1930 (Arapça dilindedir) |
Vahdaniyyeti İlahiyyenin Burhanları Yazarı: Ebu'l-Hayr Ziyaeddin el-EzheriŞumnu Terakkî Matbaası 1930 |
Sabri Sadık biyoğrafisinin yer aldığı Anayurt gazetesi (Ankara), 1 Kasım 1955 sayısı |
25 Nisan 2020 Cumartesi
BULGARİSTAN MÜSLÜMAN MUALLİMLER BİRLİĞİNİN ÇIKARDIĞI "TERBİYE OCAĞI" GÜNÜMÜZ HARFLERİNE ÇEVRİLMEYE BAŞLANDI
Bulgaristan
Müslüman Muallimler Birliğinin 1921 yılında çıkarmaya başladığı "Terbiye Ocağı"
ilmi dergisi günümüz harflerine çevrilmeye başlandı.
Bulgaristan Türklerinin eğitim hayatında önemli bir yeri olan Öğretmenler Birliği önce Terbiye Ocağı daha sonra da Muallimler Mecmuası adıyla neşriyatta bulunmuştu.
TERBİYE OCAĞI SAYI 1 İÇİN TIKLAYINIZ
TERBİYE OCAĞI SAYI 1 İÇİN TIKLAYINIZ
TERBİYE OCAĞI SAYI 2 İÇİN TIKLAYINIZ
14 Nisan 2020 Salı
10 Nisan 2020 Cuma
Filibe’den Yayha Kemal Beyatlı geçti, Kadriye CESUR
“Filibe, yüz sene evveline kadar, Bursa ve
Eyüp gibi iliklerine kadar Türklük sinmiş bir şehirdi. Filibe’yi görmeyi
özlerdim. 1921’de görmek kısmet oldu. Sofya’dan trene bindim. (…) Tiren durdu.
Plovdiv! Plovdiv! sesi geliyor. İstasyonda bir çorbacı ve köylü kalabalığı
kaynaşıyor. Rengi solmuş setre pantolonla mintan giyen ve kalıpsız fes taşıyan
Türkler dolaşıyorlar. Tirenden çıktım: “Otel Mole’ye götür!” dedim.
Otel Mole, Filibe’nin Perapalas’ı, altı
lokanta üstü otel, odaları şöyle böyle, az çok temiz, koridorları koğuş
sisteminde bir oteldi; lakin adı Filibe’ye mezcedilmiş bir addır. Sokak üstünde
bir oda tuttum. Karşımda küçük bir cami vardı. İlk Osmanlı devirlerinden kalma,
yekpare, metin, ferahlı bir yapı idi; o köşede tek başına Çelebi Sultan Mehmed’i
hatırlatıyordu. Filibe’ye seyahat eden vatan Türklerinden son gören galiba ben
oldum; çünkü İstanbul’a avdet ettikten biraz sonra, yolu genişletmek için,
yıkıldığını gazetede okudum.”
Solda otel Molle, sağda Alaca Cami |
2015 yılının bir yaz günü Filibe’de, adı geçen yapıtın Bulgarca baskısını gözden geçirirken, Yahya Kemal Beyatlı’nın yukarıda anlattığı otelin önünden kim bilir kaç defa geçmişimdir diye düşündüm. Üniversite eğitimi yıllarımda da bu şehirde yaşadığımdan hayıflanmam çok geçmeden üzüntüye dönüştü. Öğrencilik yıllarımda böyle bir duygu yükünün altına girmem elbette düşünülemezdi. 1980’li yıllar Türklüğe ilişkin izlerin silinmesi için topyekün kampanyaların zirveye ulaştığı zamanlardı…
Ancak şimdi Yahya Kemal’in konakladığı otelin Filibe’nin ana caddesinin iki yanını kuşatan binalardan tam olarak hangisi olduğunu öğrenmek için dayanılmaz bir istek duydum. Yazarın adını
verdiği otel Molle hakkında hiçbir şey bilmiyordum, dahası adını bile duymamıştım. Araştırmaya koyuldum. Yahya Kemal, Filibe’ye 1921 yılında gelir. İnternette kısa bir gezintiden sonra otel Molle’nin 1 Ocak 1912 yılında görkemli bir açılışla faaliyete geçtiğini ve ilerleyen yıllarda şehrin seçkin zümresinin tüm önemli kutlamalarına ve sanat etkinliklerine ev sahipliği yaptığını öğrendim. Kaynaklarda şehrin ilk elektrik jeneratörü, kaloriferli ısıtma sistemi, ilk asansörü de bu binaya ait olduğu belirtilmekte. Bina İtalyan mimar Mario Pernigoni’nin projesi olup, Arnavut asıllı iş adamı Dimitır N. Molle tarafından kiralanarak şehrin en görkemli otel-restoranı haline getirilir.
İşte Yahya Kemal’in Filibe’nin Perapalas’ı olarak tanıttığı otel buydu. Ancak ana caddenin her iki tarafındaki birbirinden güzel, geçen onca yılın farklı mimari uslüplarını koruyan binalardan hangisiydi bu otel Molle?
Döneme ait şehir fotoğraflarının birinde otel binası açıkça görülüyordu. Yine de bugünün gözüyle “şu olsa gerek” diyebilecek bir düşüncem oluşamıyordu. Aynı gün ana caddeyi defalarca bir ucundan öbür ucuna yürüdüm. Molle hangisiydi? Türkiye’nin Filibe başkonsolosluğunda görevli olan ve edebiyat tutkusunu bildiğim yakın arkadaşım Şenar Bahar’a derdimi telefonda kısaca anlattıktan sonra, kendisinin mesai sonunda buluşmak üzere sözleştik. Anlaştığımız saatte Şenar geldi ve artık
İşte Yahya Kemal’in Filibe’nin Perapalas’ı olarak tanıttığı otel buydu. Ancak ana caddenin her iki tarafındaki birbirinden güzel, geçen onca yılın farklı mimari uslüplarını koruyan binalardan hangisiydi bu otel Molle?
Döneme ait şehir fotoğraflarının birinde otel binası açıkça görülüyordu. Yine de bugünün gözüyle “şu olsa gerek” diyebilecek bir düşüncem oluşamıyordu. Aynı gün ana caddeyi defalarca bir ucundan öbür ucuna yürüdüm. Molle hangisiydi? Türkiye’nin Filibe başkonsolosluğunda görevli olan ve edebiyat tutkusunu bildiğim yakın arkadaşım Şenar Bahar’a derdimi telefonda kısaca anlattıktan sonra, kendisinin mesai sonunda buluşmak üzere sözleştik. Anlaştığımız saatte Şenar geldi ve artık
batan güneşin altında tekrar ana caddede bugünkü postaneden Cuma Meydanına doğru ilerledik. Elbette başımız bir sağa sola bakmaktan iyiden iyiye dönmüştü. Birkaç bina tariflere epey uyuyordu. Birbirimizden cesaret alarak bir tanesine girdik. Bu bir oteldi. Girişte resepsiyon ve az ötesinde bar bölümü göründü. Bar tezgahının arkasındaki barmene yöneldik. Selamlaştıktan sonra adamın hiç mi hiç duymayı beklemediği sorular sorduk:
Binanın geçmişini biliyor muydu? Molle adı kendisine bir şey ifade ediyor muydu? Eskiden bu bina ne olarak kullanılmıştı, bir fikri olabilir miydi? Varsa bizle paylaşır mıydı, lütfen…
Adam şaşkın şaşkın bize baktı ve bu konuda bilgisi olmadığını söyledi. Sonra da “Siz miras peşinde olmalısınız?” diye çıkıştı bize. Şaşırma sırası bizdeydi: nasıl olur? Biz “ünlü bir yazarın yazdıkları üzerine eski bir oteli bulmaya çalışıyoruz.” gibi bir şeyler geveleyerek çıktıysak da, evet, doğruydu. Biz bir miras peşindeydik ancak bu mefhum barmenin düşündüğünden daha farklı anlamlar içermekteydi. Biz bile bunu sonradan idrak ettik. Yorulmuştuk. Şenar ile ertesi gün öğle saatlerinde
buluşmak üzere ayrıldık.
O gece her ikimiz de konu üzerine epey düşünmüştük. Ben Filibe’ye ilişkin ansiklopedilerin başlıklarını internetten taramış, otel Molle’ye ilişkin bilgileri de gözden geçirmiştim. Bunların arasındaki kilit bilgiye nihayet Rusana Kuzmanova’nın “podtepeto” başlıklı internet sitesindeki yazısından otel Molle’nin bugün Knyaz Aleksandır adını taşıyan ana caddenin 39 numaralı binası olduğunu öğrenmiştim. Aynı yazıda binada başka bir tabelanın fotoğrafına yer verilmiş ve büyük rakamlarla No: 67 sayısı açıkça seçiliyordu. Daha ne olsundu? 39 veya 67?! Otel Molle buydu!
Otel Molle'nin bugünkü binası |
Şenar ile buluştuğumuzda onun keşfi benim elimizdeki fotoğrafı yanlış, hatta olabilecek en ters açıdan yorumlamış olmamdı. Öyle ki, sağda aradığım binalar solda ve tersi olarak değerlendirmiş
ve çok vakit kaybetmiştim. Şenar’a minnettardım tabi. Hemen caddedeki 39 numarayı bulduk. Ey, gaflet! Öğrencilik yıllarımda her Allah’ın günü önünden geçtiğim, dahası üniversite sınavları için 1985 yılında geldiğim Filibe’de gecelediğim otel Republika ile karşı karşı karşıyaydım! Sevineyim mi, üzüleyim mi?! Yahya Kemal’in 1921 yılında kaldığı otelde ben 1985’te kalmış, sınav heyecanlarımı aynı binada geçiştirmiştim. Hüzünlü bir heyecanla binaya girdik.
Burasıydı işte: eskiden otel Molle, sonrasında başkaca adlar altında, 1980’lerde otel Republika olarak hizmet vermiş olan bina bugün sıradan bir iş merkezi olmuştu. Kat odalarında hukuk büroları, sürücü kursu ofisleri ve turizm acentelerinin yazılarını görebiliyorduk. Sonuncuların reklamlarında İstanbul turları, “gece gündüz Boğaz manzaralı”, “Orient’te heyecan ve serüvenler” vaat eden reklam başlıklarını okuduk. Bugün kullanılmayan ama şehrin tarihinde ilk olan o asansörü de gördük. Ne var ki binanın görkemli geçmişine ilişkin hiçbir iz, anımsatma, tabela vb. göremedik. Yahya Kemal’e dair bir iz bulmak elbette hayaldi ancak binanın şehir tarihindeki önemini belirten kısa bir tarihçe yazısının esirgenmiş olması anlaşılır değildi. Şenar ile vedalaştıktan sonra, Yahya Kemal’in çarşı dediği ana cadde boyunca ilerlediği güzergahtan yürümeye karar verdim. Üstat bu yolu “Paris’ten
tahsil arkadaşımız” olarak ifade edip, adını vermediği bir kişi ile kat eder.
Çarşıda biraz yürüdükten sonra “Bursa’dan bir manzara” ile karşılaştıklarını yazar. “Bursa devrinden bir cami” diye belirtir ve: “Caminin önünde Türk kahveleri, börekçileri, kebapçıları, küçük iskemlelere oturmuş sarıklı ve kürklü ihtiyarlar, fesini arkaya atmış delikanlılar, Türk hayatından henüz çıkmamış bazı Bulgarlar, senli benli konuşarak kahve içiyorlar.” diye devam eder. İlerleyen satırlarda Yahya Kemal cami hakkında kısa bilgileri ve öznel duygularını dile getirir. Sözünü ettiği cami ise bugün de aynı meydanda dimdik yükselen ve yazarın anlattığı bazı ayrıntılar hariç (iki –üç mezar, havuz vb.) Murat Hüdavendigar Camii ya da daha sık kullanılan adıyla Cuma Cami’dir. Bugün Bulgaristan'daki en büyük camilerden biri olarak bilinen yapının adı ayrıca Ulu Cami ve Muradiye Cami olarak da belirtilir. Filibeli araştırmacı Georgi Rayçevski caminin inşaasının I.Murad (1362-1389) devrine ait olduğunu yazar. Çoğu kaynakta ise inşaat tarihi olarak 1367 yılına yer verilir.
Bugün Cuma Cami’nin bitişiğinde Filibelilere klasik Türk kahvesi, “demli Türk çayı” ve baklava çeşitleri sunan bir Türk pastanesi yer alır. Şehir nüfusunun sevilen uğrak yeri olan bu işletme aynı zamanda meydanın tarih boyu süren şehrin merkezi konumunu halen vurgulamaktadır. Yahya Kemal’in adımlarını izlemeye koyuluyoruz tekrar:
“Kalktık. Aynı cadde üzerinden yürüdük. Solda Yeşilli Cami, tamir göre göre yine yaşının farikasını kaybetmemiş.”
“Kalktık. Aynı cadde üzerinden yürüdük. Solda Yeşilli Cami, tamir göre göre yine yaşının farikasını kaybetmemiş.”
Yeşilli veya Yeşiloğlu Camii |
Bildiğim halde bakınmadan edemedim. Yeşilli Cami’ye dair bir iz yoktu. Filibe’deki camileri ismen sıralayan Pars Tuğlacı ise Evliya Çelebi’yi kaynak göstererek Yeşiloğlu Cami’sinden söz eder.
Bu iki isim aynı camiyi işaret etmesi muhtemeldir. Şöyle veya böyle hazindir ki bugün ne Yeşilli Cami’yi, ne Yeşiloğlu Cami’yi, ne de başka birçok eski ve bize ait yapıyı görmek mümkün değil. Ancak yazarın gördüğü ve bizlerin de halen varlığından, korunmuş olmasından sevinç duyduğumuz bir başka mabede yaklaşmaktayız. Y. K. Beyatlı: “Yine yürüdük. İki taraf Bulgar dükkanları, Mamafih Türkiye zamanındaki gibi. Solda bir yeşillik görünüyor. Neresi olduğunu sordum.”
Yahya Kemal’in gözünden kaçmayan soldaki yeşillik Şehabettin Paşa Türbesidir. Hemen yanında İmaret Cami yükselir. Yapım tarihi 1442 yılı, bazı kaynaklarda ise 1444 veya 1445 olarak verilen İmaret (Şahabettin Paşa) Cami, II. Murad döneminde Lala Şahin Paşa’nın oğlu Şehabettin Paşa Tarafından yaptırılmıştır. İmarethanesi ise Sultan II.Beyazid döneminde eklenmiştir. Bugün burada görebildiğimiz sadece cami binası ve Şehabettin Paşa Türbesi’dir. Cami ibadete açıktır. İmaret Cami için Bulgar arkeolog ve siyaset adamı Bogdan Filov şöyle yazar: “İmaret Cami ülkemizde korunmuş olan en güzel ve en enteresan Türk yapılarından biridir.”
Bundan sonra yazar, “Rumeli-i Şarki İhtilalinin vukuu bulduğu” hükümet konağını görmek ister. Görür ve: “Sultan Mahmud binası, basık ve geniş bir bina. Şimdi Tahsil Şubesi gibi bir şey olmuş.” diye yazar.
Beyatlı’nın ilerleyen satırları bu hüzün eşliğinde sürüp gider. Zira Filibe’de birçok eski Osmanlı yapısı “şu veya bu gibi birşey” olarak kullanılmaya başlamış ve bu eğilim günümüze dek sürmektedir. Örneğin (Y.K. Beyatlı değinmez) Çifte Hamam bugün çağdaş bir resim galerisidir, Kurşun Han ise yıllar içinde defalarca yıkılıp yapılıp çeşitli işlevli binalara dönüştürülmüş ve bugün yerinde büyük alelade bir gıda marketi hizmet vermektedir. 14. yüzyılda bir kervansaray olarak inşa edilen Kurşum Han’a ait tek hatıra ise Etnografya Müzesinin avlu duvarına örülmüş olan han kapısından kalan bir ornament (süsleme) olarak karşınıza çıkar.
Hüzünlüdür Filibe… Yahya Kemal de Filibe’den geçişini yoğun bir hüzünle döker sayfalara: tesadüfen rastladıkları bir Türk çocuğunun üzüntüsü, çarşıdan geçen Çingene düğünün cümbüşü, eski Türk mesirelerinin Batı parklarına “uydurma“ gayesiyle yok edilmesinden duyumsadığı kederle hemhal oluruz.
“Karşımızdaki tepeden, Türklerden kalma saat kulesi, eski kubbeler, eski minareler, eski evler Osmanlı mazisinin bir alemi gibi görünüyordu.”
Meraklısı için bu alemi bugün görmek ve hissetmek ancak araştırma ve emekle ilgili bir süreç haline gelmiştir. Katmanları kazıdıkça güzelliklerin ortaya çıkmasıyla ödüllendirilen bir emek.
Yazarın güzergahını tamamlayıp dönüş yolunda tekrar Cuma Caminin önünde durup, çay içmeye karar veriyorum. Kalktığımda cami duvarındaki güneş saatine ilişiyor gözüm. Bugün bile tıkır tıkır çalışıyor!
Kadriye CESUR, Filibe
FİLİBE TÜRK MEZARLIKLARI
Filibe'de Bunarcık Tepesinin doğu tarafında bulunan Türk mezarlığı. |
Filibe Saat Tepesinin batı tarafında bulunan Türk mezarlığı. Foto: Dimitır Kavra. Saat Tepeye Bakış, 1880. |
Saat Tepe'den çekilmiş aynı mezarlığın fotoğrafı |
Bugün Filibe Şehir Bahçesi olan yer Türk mezarlığı idi. (Şuanda bu bahçenin bir kenarında T.C. Filibe Başkonsolosluğu bulunmaktadır) |
23 Mart 2020 Pazartesi
Bulgaristan Müslümanları hakkında 30 yıllık kaynak: Müslümanlar Gazetesi ve Dergisi
22 Mart 2020 Pazar
Dr. İsmail Cambazov Vefat Etti
Bulgaristan Türk toplumunun münevverlerinden Dr. İsmail Cambazov geçirdiği beyin kanaması sonucu bir müddettir Sofya'da Pirogov Hastanesi'nin yoğun bakım servisinde tedavi görüyordu. 21 Martı 22'sine bağlayan Miraç Gecesi saat 01:30'da irtihal-i dâr-ı bekâ eyledi. 92 yıllık hayatına birçok olayı sığdıran hocamıza Allah'tan rahmet, değerli eşi ve aile fertlerine başsağlığı dileriz.
22 Mart 2020 ikindi namazını müteakip Sofya'nın banliyösü olan Botunets mahallesindeki Müslüman mezarlığına defnedildi.Dr. İsmail Cambazov'un 90. yaş yılı münasebetiyle Başmüftülük'te yapılan merasimden sonra Vedat S. Ahmed ve Celal Faik beylerle... |
T.C. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun taziye mesajı |
7 Mart 2020 Cumartesi
MİHALOĞLU MAHMUD BEY'İN İHTİMAN VAKFI
DEĞİŞİM ZAMANLARI: MİHALOĞLU MAHMUD BEY'İN İHTİMAN VAKFI
(XV. yy'daki kuruluşundan XX. yy başlarına kadar)
Prof. Dr. Veselin Yanchev
Ms. Mariya Kiprovska
Kaynak: Bulgaristan Sofya'da münteşir,
History dergisi, Volume 27, Number 6, 2019, s. 559-598
Özet:
Modern İhtiman kasabası, Osmanlı döneminde kuruluşunu ve daha sonra gelişmesini, İhtiman'a yerleşen ve onu ikametgah yapan, dindar, hayırsever ve yardımsever olmak için kurulmuş büyük dindar vakfının merkezine dönüştüren asil Mihaloğlu ailesinin üyelerine borçludur. İhtiman'ın tarihi, kuruluşundan bu yana Bulgar topraklarındaki Osmanlı yönetiminin sonuna kadar Mihaloğlu ailesiyle yakından bağlantılıdır. Bu makale Mihaloğlu Mahmud beye ait vakfın gelişimini özetlemektedir. Osmanlı Devleti döneminde ve bağımsız Bulgaristan'ın ilanından hemen sonraki dönemde önemini belirtmek amacıyla kuruluşundan 20. yüzyılın ilk on yılına kadar İhtiman bölgesinde “vakıf sorunu” sadece genç milli devletin Osmanlı ile uluslararası ilişkilerinde değil ama aynı zamanda iç politikada da önemli bir sorun olarak göze çarpıyordu. 1877-1878 Rus-Osmanlı savaşından sonraki döneme ait belgeler, özellikle İhtiman vakfının son yıllarına ve özellikle de Osmanlı eliti olan vakıf yöneticilerinin kaderinin izinin sürülmesine bağlı olan, şimdiye kadar incelenmemiş bazı soruların açıklanmasına izin veriyor.
(Tercüme BTG tarafından biraz acele ile yapılmıştır, fikir vermesi açısından)
TIMES OF TRANSFORMATIONAL CHANGE: THE PIOUS
ENDOWMENT OF MIHALOĞLU MAHMUD BEY FROM
ITS ESTABLISHEMENT IN THE 15TH UNTIL THE BEGINNING
OF THE 20TH CENTURY
Abstract.
The modern town of Ihtiman owes its establishment and further
development during the Ottoman period to the members of the noble Mihaloğlu
family who settled in Ihtiman and turned it into its residence and a center of its
large pious foundation, founded to support the religious, charitable and educational
institutions built in the town. The history of Ihtiman remains closely linked to the
Mihaloğlu family ever since its establishment until the end of the Ottoman rule
in the Bulgarian lands. The present article outlines the development of the waqf
of Mihaloğlu Mahmud bey in the area of Ihtiman from its foundation till the first
decade of the 20th century in an attempt to point out to its importance for the period
of Ottoman rule as well as during the period immediately after the proclamation
of independant Bulgaria when the so-called “waqf question” occupies a key place
not only in the international relations of the young national state with the Ottoman
empire but it also stood out as an essential problem in internal politics as well.
The documents from the period after the Russo-Ottoman war of 1877–1878 allows
for the elucidation of certain hitherto understudied questions connected to the last
years of Ihtiman pious foundation’s existence in particular, as well as to the tracing
out of the fate of the members of the Ottoman elite in the face of the Ihtiman waqf
administrators during the new political and economic conditions of the national
Bulgarian state.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)