KIRCAALİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KIRCAALİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Nisan 2023 Salı

Bulgaristan, Kırcaali, Eğridere, Rodop Dağlarında Ürpek köyü cami haziresinde bulunan bir mezar taşı.

 

El-Fatiha
Hüvel-Hallaku'l-Bâkî

1. Ya ilâhi ol mübârek ism-i pâkin izzeti
2. Hem Resûlün Fahr-i Âlem Şâh-ı Kevneyn hürmeti
3. Eyle kabrim bağ-ı cennet yâ ilâhe’l-âlemîn
4. Gece gündüz eylesinler hûr-i gılman hizmeti
5. Merhum Hacı Ahmed efendi bin Mehmed
Sene 1321 (1903-1904)

Okuyan: Basri Zilabid Çalışkan

Bulgaristan, Kırcaali, Eğridere, Rodop Dağlarında Ürpek köyü cami haziresinde bulunan bir mezar taşı. 

20 Ağustos 2022 Cumartesi

9 Haziran 2022 Perşembe

Tosçalı ve Amatlar Arasındaki Medrese, Mustafa Emrullah

 

Kırcaali, Eğridere ilçesi Amatlar ve Tosçalı arasında bulunan medresenin müderrislerinden
Mustafa Yusuf Efendi'nin türbesi (v. 1846)

Kırcaali ili Ardino (Eğridere) İlçesi'ne bağlı Gorno Prahovo (Tosçalı) ve Dolno Prahovo (Amatlar) köyleri arasındaki yolun sağ tarafında birkaç yüzyıldan beri Müslümanların temel mabedi olan geniş caminin minaresi yükselmektedir. Yakın geçmişe kadar Doğu Rodoplar bölgesinde büyük manevi rol oynamış beşik çatılı tek katlı bir bina da güçlü etki yapıyor. Evet! Bu Müslüman maneviyatı, eğitim ve kültürünün canlı bir anıtı olan eski bir medrese binasıdır. Dolno Prahovo (Amatlar), Çernigovo (Karamustafalar) ve Başevo'ya (Hallar) otomobil ile veya yaya yolculuk yapan her bir yolcu tüm cami ve külliyeyi gözüyle görme imkanı buluyor. Avlunun orta yerinde yüksek minareli cami bulunuyor. Gorno Prahovo, Başevo ve Çernigovo köylerinden bazı yaşlı kişiler, medresenin camiden önce inşa edildiğini ve ilk önce mescit olarak adlandırıldığını söylüyor. İki odalık mescit, ahşap malzeme kullanılarak inşa edilmiş, çatısı sıradan taşlarla kaplanmış. Mescidin temelinin aslen Başevo köyünden olan o zaman için yüksek eğitimli biri tarafından atıldığı belirtiliyor. Bu zat Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti ve dört asırdan fazla (474) İslam eğitimi, kültür ve sanatının merkezi olan İstanbul'da ciddi bir dini eğitim görmüştür. Daha sonra aynı bu zat doğup büyüdüğü yere geri dönüp mescit kurarak dini öğretim ve eğitimin temelini atmıştır. Bu mescitte küçük, büyük, herkes Kur'an-ı Kerim'i ve bazı dua, ibadet ve merasimleri öğrenme fırsatı bulmuşlardır. Aynı kaynakların verdiği bilgiye göre iki kez ateşe verilen bu mescidin temellerinin üzerine taş duvarlarla ve çok odalı yeni bir bina inşa edilmiş ve medreseye dönüştürülmüş. Başka bir rivayete göre ise cami daha eski ve 15.yüzyılın sonunda veya 16.yüzyılın başında inşa edildiği sanılıyor. Medresenin ise 18.yüzyılın sonunda, ya da 19.yüzyılın başlarında kurulduğu söyleniyor. Ne yazık ki, cami ve medresesinin kuruluş yılını kanıtlayan ele geçirilmiş yazılı kaynaklar yok.

Medrese, cami ve külliyesinin bir parçası olup L şeklinde, uzun tek katlı bir binadan ibarettir. Beşik çatısı sıradan taşlarla kaplıdır. Kuzeydoğu-güneybatı yönünde kuruludur. Batı tarafından ana giriş kapısından caminin avlusu ve medreseye giriliyor. Bina bugünkü çağdaş görünümüyle sekiz küçük yatak odasından oluşur. Ana giriş kapıdan girince sağda yatak odası ve medresenin efendisi denilen hocanın dershanesi bulunuyor. En büyük olan son oda dikkati çekiyor, ilk önce bunun en büyük dershane olduğunu sandım, fakat daha sonra bu odanın üç küçük yatak odaya bölündüğünü anladım. Onarım çalışmaları esnasında iç duvarlar yıkılmıştır ve 1990 yılında kısa bir süre Kuran Okuma Kursu düzenlemek için kullanılmıştır. Demek ki, binada toplam 10 odadan 9'uzuna talebeler yerleştirilmiştir. Hücre denilen bu odaların her birinde medresedeki talebelerin ısındığı ve yemeklerini hazırladıkları ocaklar bulunuyormuş. Kireçle iyi sıvanmış dış ve iç duvarlar çamur harç kullanılarak kesme taşlarla örülmüştür. Okulun talebelerine molla deniliyormuş. Onlar ebeveynlerinin ısrarıyla burada eğitim görmek için gönderiliyorlarmış. Eğitim zorunlu değilmiş ve talebeler istedikleri zaman medreseden ayrılabiliyorlarmış. Talebelerin büyük bir kısmı çocuk ve gençlermiş. Fakat burada genellikle 25-30 yaş arasında genç erkekler de eğitim görebiliyorlarmış. Eğitimin geçici süreliymiş ve 3-4 ay kadar sürüyormuş, Ramazan ayı geldiğinde talebelerin ders çalışmaları olmuyormuş. Öğretim her takvim yılı organize ediliyormuş. Talebeler Bulgaristan'ın çeşitli yerlerinden ve Trakya Bölgesinin bazı köylerindenmiş. Medresenin efendisi, medresenin bütün faaliyetinden sorumlu zatmış. Gorno Prahovo (Tosçallar) köyünün eski imamı Hasan Ahmet Hasan bu medresede eğitim görmüştür. Babasının ısrarı üzerine bu okulda tam yedi yıl okumuştur. İmamla yapılan görüşmede medresenin teşkilatlandırılması ve faaliyeti hakkında değerli veriler tespit edildi. Mesela, talebelerin ortalama sayısı yıllara göre farklılık gösteriyormuş ve eğitime maksimum katılım 50-60 kişiye ulaşıyormuş. Medresede eğitimin amacı Arapça yazma ve okuma ve Kur'an-ı Kerim'in (Mushaf) öğrenilmesiymiş. Bununla birlikte Arapça yazılı başka dini kitaplar da öğreniliyormuş. Efendinin, eğitim diplomasına sahip ciddi din eğitimi almış biri olması şartmış. Bununla birlikte dürüst olup, dindar olması ve yerli halk arasında büyük bir itibar sahibi ve sayılan biri olması gerekirmiş. Medresenin efendisi, Cemaat İslamiye adını taşıyan Cami Encümenliği tarafından göreve atanırmış. Medresede hocalık yapan dört hocadan üçünün isimleri biliniyor. Onlardan biri medreseyi kuran Tırna köyünden Mustafa Efendi. Diğerleri 1912 yılında vefat eden Hacı İsmail Efendi ve medresenin son efendisi olan 1936 yılında vefat eden onun küçük kardeşi Hafız Abdurrahman Efendi. İlginçtik ki, Hoca efendi en iyi talebeyi kendi yardımcısı yapıyormuş. Kuran-ı Kerim kitabını çok iyi öğrenen ve bütünüyle ezbere bilenlere hafız unvanı veriliyormuş. Medrese ve cami kendi zamanında bir manevi merkezi olduğu gibi, aynı zamanda ticaret merkeziymiş. Çevresinde dükkanlar, kasaphane ve kafeler bulunuyormuş. Cuma namazı sırasında ve Ramazan ile Kurban bayramlarında ülkenin çeşitli yerlerinde dağlı dost, yakınlar ve akrabalar burada görüşüyorlarmış. Yerel nahiye binası burada bulunuyormuş, fakat 1912 yılında Balkan Harbi'nden sonra Dolno Prahovo köyü nahiye merkezine dönüştürülmüş.

Medresesinin faaliyeti gönüllülük esasına dayalı yapılıyormuş. Gerekli mali ve maddi kaynaklar, ı talebelerin ebeveynleri ve etraf köyler ve mahallelerden zengin ve söz sahibi kişiler tarafından sağlanırmış. Ramazan ve Kurban Bayramı sırasında fakir, zengin, herkesin imkanları dahilinde büyük bağışlar yapılıyormuş.

Medresenin İslami eğitim kurumu olarak çok büyük önemi var. Bu medrese her yıl bölgeden ve yurt içinden çocuk ve gençlerin eğitim görmesine imkan sunan civardaki tek kurummuş. Kuran'dan başka, talebeler önce temel bir ders olarak okuma yazmayı ve basit aritmetik işlemleri yapmayı öğreniyorlarmış. Bu bölgenin 19'uncu ve 20.yüzyılın ilk yarısında sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimi düzeyi dikkate alınarak olurmuş.

Hakkıyla medresenin bölgede eğitim ve kültürün gelişmesinde olumlu rol oynadığını söyleyebiliriz. Talebeleri hoca veya köy camilerinde imam olmak için gerekli bilgilere sahip oluyorlarmış. Okuma yazmayı ve basit aritmetik işlemler ve bilgileri elde etmeleri onların gelecekte tüccar ve zanaatçı olarak işlerini daha kolay yapmaları için yardımcı oluyormuş. Medresenin faaliyetine resmi olarak 1935 yılında son verilmiştir ve bir yıl son olarak hocalık yapan Hafız Abdurrahman Efendi vefat etmiştir.

Medreseden 100 metre kuzeyde dikdörtgen şeklinde kırma çatı ile örtülü bir odalı yapı bulunuyor. Bu yapı medresenin ilk hocası olarak bilinen Mustafa Efendi'nin türbesidir. Türbenin sağ tarafından yakın yakına iki mezar bulunuyor. Bu mezarların medresenin efendilerine ait oldukları sanılıyor. Türbeye kuzeydoğu taraftan ahşap bir kapıdan giriliyor. Binanın iç kısmında ortada Mustafa Yusuf Efendi'nin mezarı bulunuyor. Batıda iç duvara Türkçe yazılı özel bir tabela asılmıştır.

Tabelada şu yazıyor: "Muhterem cemaat, bu türbenin tamirine sebep olan hayırsever Müslüman kardeşimiz Murad Bekiroğlu, elini bu türbeden çekmeyip bütün bu duruma getiren şahıs kendisidir. Allah'tan uzun ömürler, sağlıklı günler dileriz, ne amacı varsa ersin. Türbenin içinde yatan merhum Mustafa Yusuf Efendi hicri 1262, miladi 1846 yılında vefat etmiştir. Allah'tan rahmet dileriz".

En sonunda cami, medrese ve türbeyi ziyaret etmek isteyen her meraklı yolcu veya turiste bu yerin kuzeydoğusunda 300-400 metre uzakta bulunan tepeye çıkıp muhteşem ve unutulmaz manzarayı izlemelerini dilerim. Bu manzara yeşile bürünmüş görüntüsü, güzel ve narin bahar çiçeklerinin harika kokusu ile güzel, açık ve güneşli havada daha da güzel oluyor.

YAZININ KAYNAĞI: KIRCAALİ HABER GAZETESİ


28 Mart 2019 Perşembe

KIRCAALİ TÜRK RÜŞDİYESİ


Kırcaali’nin en muhteşem yapılarından biri olan Medrese’nin arsası 1920 yılında bölge Müslüman encümenliği tarafından satın alınmış ve 1923 –1928 yılları arasında St. Petersburg’da Güzel sanatlar Akademisi profesörlerinden Rus mimar Pomerantsev’in projesi üzerine inşa edilmiştir. Medrese binası olarak planlanan bina Orta Asya Türk mimari tarzında olup, hiçbir zaman kuruluş amacına uygun kullanılamamıştır. Kırcaali Medresesi komünist idare ile birlikte Türklerin elinden tamamen alınarak müzeye çevrilmiştir. 1.300 metre kare sergi alanıyla Bulgaristan’ın en güzel müzelerinden birisidir.
Bulgaristan Türkleri kendi geçimlerini sağlamakta güçlük çektikleri yıllarda, lokmalarını ayırarak, çocuklarının eğitimi için alın teri ile inşa edilen Medrese gerçek maksadına uygun işlevini yapacağı günleri beklemektedir. Kırcaali halkı kimi para, kimi bedava çalışarak, en çok ise kurban derileri toplanarak bu medreseyi halk kendi imkânları ile bitirebilmişlerdir.
1939 – 1945 yılları arası binanın yarısı askeriye tarafından kiralanmış. 1947 yılında Müslüman encümenliği tarafından tapu çıkarılması istenmiş ancak devlet tarafından reddedilmiş. 1950 yılında devlet tarafından el konulmuş ve devlet malı tapusu çıkarılmış. Devlet Türk İlkokulu olarak devam etmiş. 1980 yılına kadar ilkokul olarak devam etmiş. 1980-1986 yılları yapılan büyük tamirden sonra Kırcaali Bölge Müzesi olarak şu ana kadar kullanılmaktadır. Medreseyi geri almak için Sofya Başmüftülüğü tarafından 1992 yılı Mali Bakanlığının reddinden sonra Yüksek Mahkemeye başvuruldu, ancak mahkeme başvuruyu reddetti. O zamandan bu yana medresenin geri verilmesi için bir gelişme yok.
KAYNAK: KIRCAALİ HABER GAZETESİ

20 Şubat 2017 Pazartesi

KIRCAALİ SARICAVİRAN KÖYÜ'NDEN MEZAR TAŞI

KIRCAALİ SARICAVİRAN (SAMOKİTKA)KÖYÜ'NDEN MEZAR TAŞI

el-Fatiha sene 1325 hicri

İttim ... sıbyan kırk dört sene ta'lim 
Altmışaltı yaşında mesken oldu bana turab
Cennetü'l-Firdevs ola bana musab
Mağfiret eyle ilahi cürmüm görmeyim 
Asla azab. Koralı Hoca Hüseyin efendi
Ruhuna 

30 Ekim 2015 Cuma

SARIKLI KAHRAMANLARIMIZDAN: EĞRİDERELİ HASAN VEHBİ EFENDİ

SARIKLI KAHRAMANLARIMIZDAN
EĞRİDERELİ HASAN VEHBİ EFENDİ (d. 1870 - ö. 1956)

Basri Zilabid ÇALIŞKAN

A. Hayatı

1917'de Sofya'da çekilmiş bir resmi
Hasan Vehbi Efendi, rûmî 1286 miladî 1870 yılında Osmanlı Devletinin Edirne vilayetinin Gümülcine sancağına bağlı Eğridere kaza merkezine tabi Koca Aliler köyünün Memişler mahallesinde doğmuştur. Ana ve baba tarafından asil bir aileye mensup olup her iki taraf ta din bilginlerinden ibaret idi. İlk tahsilini mahalle mektebinde yaptıktan sonra aynı kazada Ericek medresesine devam etmiştir. Burada hocasının kendisinde sezdiği yüksek zeka sebebiyle babasına İstanbul’da okutulmasını tavsiye etmiştir.[1]  Bunun üzerine babası Ahmet Efendi oğlunu İstanbul’a göndermiş, önce Tophane medresesinde okumuş, daha sonra Fatih medresesine geçerek tam 19 yıl buranın dersiamlarından Hasan Efendi, Muğlalı Ali Rıza Efendi[2], Alasonyalı Hacı Ali ve Halis Efendilerden ders görerek icazet almıştır.[3]
İlk memuriyetine 1906 yılında henüz daha Osmanlı sınırları içinde bulunan Cisr-i Mustafa Paşa[4] müftülüğüne tayin olunmak suretiyle başlamıştır. Burada aynı zamanda müderrislik te yapmıştır. 1912 yılında müftülük vazifesini deruhte ederken zevce ve evladını sıla-i rahim için memleketi Eğridere’ye gönderdiği bir sırada Balkan harbi zuhur etmiş. Kendisi Mustafa Paşa’da hanımı ve çocukları ise Eğridere’de birbirlerinden ayrı düşmüşlerdir. Ailesi Eğridere halkı ile Gümülcine üzerinden İstanbul’a kaçmak istedi ise de arkadan gelen Bulgar ordusu kendilerine Gümülcine’de yetişmiş ve daha öteye gitmelerine izin verilmeyerek Eğridere’ye dönmüşler ancak evlerini Bulgarlar tarafından yakılmış bir vazıyette bulmuşlardır. Müftü Hasan Vehbi Efendi ise annesi Zeynep Hanımla birlikte ilk önce Edirne’ye sığınmış, daha sonra ailesini almak için Eğridere’ye vardığında halk “bizi kime yetim bırakıyorsun” diyerek kendisini alıkoymuşlar, başlarında bulunmasını istemişlerdir. Bu durum karşısında annesini de Edirne’den alıp Eğridere’ye getirmiş ve orada kalmıştır. Batı Trakya Türk Hükümeti bünyesinde hem Eğridere hükümet reisi[5] hem müftü olarak görev yapmıştır. Burada Birinci Dünya Harbi sonuna kadar (1918) Eğridere müftüsü olarak görev yaptıktan sonra önce Kırcaali müftülüğü’ne oradan da Eski Zağra vilayet müftülüğüne tayin olunmuştur. Bu dönem artık Bulgaristanlılık dönemidir. Burada Bulgar hükümetinin tazyiki karşısında istifa etmek zorunda kalmış, tekrar Eğridere’ye dönmüştür.
Türk dostu ve Çiftçi Birliği partisi lideri ve Başbakan Aleksander Stamboliyski askeri darbe ile devrilince (1923) Bulgaristan Müslümanları için kötü günler geri dönmüştü. Öğretmen oğlu Re’fet’in Turan Cemiyeti bünyesindeki çalışmaları dolayısıyla 1933 yılında sınır dışı edilmesi üzerine bütün aile fertleri pasaport ile anavatana iltica etmiş sadece Hasan Vehbi Efendi’ye pasaport verilmemiş, 65 yaşında olduğu halde yalnız başına Bulgaristan’da kalmıştı.  Buna rağmen idareyi gafil avlayarak 1935 yılının Temmuz ayında kaçak bir şekilde hududu geçmiş ve anavatana sığınmıştır. Kısa bir müddet sonra Diyanet İşleri Başkanlığı kendisini Kırklareli iline bağlı Demirköy ilçesine müftü olarak tayin etmiş, 1945 yılında da Kırklareli il müftüsü olmuştur. Altı yıl görevden sonra 1951’de sağlık durumundan dolayı emekliye ayrılmıştır. Türkiye’ye geldikten sonra Rodoplu soyadını almıştır.
Emeklilik günlerinde de muhitinde dini bilgiler bakımından müracaatgah vazifesi görmek suretiyle milletine hizmet etmiştir. Son nefesine kadar zekâsına halel gelmeyerek şuur ve muhakemesi yerinde olarak din ve millet uğruna bir an çalışmaktan geri kalmamıştır.
19 Şubat 1956 tarihinde 86 yaşında olduğu halde Kırklareli’nde vefat etmiştir. Kadı Camii imamı Abbas Akyürek tarafından gaslolunmuş, cenaze namazı Hızır Bey Cami-i Kebir’de müftü Ahmet Hamdi Özten tarafından kıldırılmış ve o zaman Yeni Mezarlık denilen kabristana defnedilmiştir.
Hasan Vehbi Efendi’nin Hayriye Hanım ile evliliğinden Re’fet, Şevket ve İsmet adında üç oğlu ile Bedriye ve Sabiha adında iki kızı olmuştur.

B. Kişiliği
Muhterem eşi Hayriye Rodoplu ile

Rivayet olunduğuna göre daha ana rahminde iken ağlamış, bunu duyan annesi “efendi olasın oğlum” diye dua etmiştir. Bundan kastı din âlimi olmasını temenni etmek imiş. O zamanlar anne rahminde ağlayanlar için “bahtiyar bir ömür geçireceğine” dair bir inanç var imiş. 
Hasan Vehbi Efendi İstanbul’daki uzun talebelik yıllarını Sultan II. Abdulhamid zamanında geçirmiş ancak hiçbir siyasi işle meşgul olmamıştır. Devrin Tercüman-ı Hakikat, Sabah, İkdam gibi meşhur gazetelerini takip etmiş, padişah aleyhinde olan hareketlerden haberdar olmuştur. Cisr-i Mustafa Paşa’da müftü bulunduğu sırada II. Meşrutiyet ilan olunmuş, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın durumları ile alakalanmaya başlamıştır, fakat yine de ömrü boyunca hiçbir siyasi partiye girmemiştir. (Rodoplu 1957: 55) Mustafa Paşa’lı olması hasebiyle feylesof Rıza Tevfik, ittihatçı Talat Paşa, Edirne mebuslarından meşhur hatip Mehmet Şerafettin Aykut ve Mehmet Faik Kaltakkıran ile keza Edirne’nin sayılı tüccarlarından Hafız Ağa diye anılan zat ile samimi münasebetleri olmuştur. Her partiden temiz gördüğü kimselerle memleket hayrına milli ve siyasi fikir alışverişinde bulunur, saygınlığından yararlanmak isteyenlere alet olmaz, milli seciyelerini nazar-ı itibara alarak ona göre hareket ettiği nakledilmektedir. (Rodoplu 1957: 56)
Ailecek Balkan harbinin ızdırap ve çilesini yaşamış, Allah aşıkı, yüksek ahlak sahibi bir zattır. İlkokuldan itibaren bütün hayatını din ilimlerini tahsil ve sonrasında tedris, telkin, ikaz ve irşadla geçirmiştir. (Rodoplu 1957: 9) Görev yaptığı Kırklareli halkı kendisine “Koca müftü” lakabı takarak gönlünde beslediği muhabbeti böylece izhar etmiştir.
Büyük oğlu Re’fet Rodoplu, pederi için “Heybet, seyret ve suret sıfatlarını haiz olup orta boylu idi. Gençliğinden beri gözlük takar, baston taşır, tütün içmezdi. Mücessem-i ahlak ve fazilet bir zat-ı sıfat idi. Çok derin ve emsalsiz dini kültüre sahip idi. Bir tarikata intisabı yoktu.” (Rodoplu 1957: 53) demektedir.
Dünyaya rağbeti olmayan ilme âşık, hadis, kelam, fıkıh, mantık, bedii ve beyan ilimlerine vakıf olan Hasan Vehbi Efendi’nin tek ideali İslam dininin yükselmesine hizmetten başka bir şey olmamıştır. [6]  Telif edilmiş eseri yoktur. Fakat söz olarak yaptığı telkinler, nesilden nesile intikal edecek derece ve kıymettedir. Fenn-i cedel denilen mantık ilmine vukufu dolayısıyla bütün sözleri tartışmaya mahal vermeyecek şekilde mantıki idi.
Kendisinden özel ders okumak isteyenlere Fahreddin Razi’nin Mefatihu’l-Gayb’ını, İbn-i Kesir’in Tefsir-i Kebir’ini, Mevlana Celaleddin Rûmi’nin Mesnevi’si gibi klasik İslam eserlerini okutmuştur.
Hayatının son yıllarında karaciğer yetmezliği sebebiyle vuku bulan kaşıntı ızdırabına karşı her türlü sağlık tedbirine başvurmuş, buna rağmen bir defa olsun üzüntü ızhar etmemiş, adeta bunu Allah’ın bir lütfu gibi karşılayarak devamlı şükür halinde olmuştur. Vasiyet olarak sadece, sahip olduğu kitapların onları anlayan ahlaklı âlimlere verilmesini istemiştir. (Rodoplu 1957: 26; 55)

C. Hizmetleri

a) Vaaz ve İrşatları
Seçkin arkadaşları ile sohbet esnasında

Medrese talebesi olduğu yıllarda Batı Trakya’nın İskeçe kazasının Okçular köyüne Ramazan hocası olarak gidiyormuş. Müftü olarak görev yapmaya başladıktan sonra görevli olarak bulunduğu Mustafapaşa, Eğridere, Kırcaali ve Eski Zağra kasabalarından başka Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Filibe’ye bağlı Kuklen köyünde yine Cuma Camii olarak meşhur Filibe Murad Hüdavendigar camiinde de vaaz-u nasihatlerde bulunmuştur. Vaazlarında Müslümanları çalışmaya ve bilgilenmeye davet etmiş, Allah’ın bilgili insanlara dünya nimet ve bereketlerinden daha fazla kısmet vereceğini telkin etmiştir. “Çocuklarınızı ve kızlarınızı sakın ha cahil bırakmayınız” tarzında uyarılarda bulunmuştur.

b) Müslümanların hukukunu müdafaada toplum önderliği

Birinci Dünya Harbi yıllarında kendisi Eğridere müftüsü iken Osmanlı ile Bulgaristan müttefik iki ülke idi. Bulgar Radoslavov hükümeti 16 Türk milletvekilinin[7] desteği ile idarede durabiliyordu. Hasan Vehbi Efendi bölgesinde meydana gelen zulüm ve işkenceleri şahsi dostluğu bulunan milletvekilleri Ethem Ruhi Balkan, Zümrezade Şakir, Mehmed Celal Perin, Salim Nuri Dağlı, Tokalızade Talat Beylere iletmekle kalmıyor, Başbakan Radoslavov ile de temasa geçip fenalık yapanlara karşı Müslüman halkın hukukunu koruyordu.   
İstanbul’da Birinci Dünya Savaşı’nda Cihad-ı Mukaddes ilan edildiğinde halktan yardım maksadıyla topladığı beş bin sarı lirayı mesafe olarak yakın olan Osmanlı’nın Gümülcine konsolosuna götürmüş ancak konsolostan  “Siz artık Bulgaristan sınırları içerisindesiniz, bu yardımları ben alamam, Sofya elçiliğine götürmeniz gerekir” tarzında hoş olmayan bir cevap alınca her türlü eşkıyanın kol gezdiği o dönemde patika yollardan Sofya’ya ulaşmış, emaneti Osmanlı’nın Sofya Elçisi Fethi Beye (Okyar) teslim etmiştir. (Rodoplu 1957: 58) Bu davranışıyla hem büyük bir hizmet gayreti hem cesaret örneği olmuştur.
1927 yılı parlamento seçimlerinde Liberal partisine mensup Makedonyalı Türk dostu Dimitar Açkov Rodoplardan bir aday listesi oluşturmak istemiş ve Hasan Vehbi Efendi’den daha etkili bir Türk bulamayınca ona adaylık teklif etmiş. Mesleği icabı buna pek taraftar olmayan Hoca Hasan Efendi çevresinin “milli bir hizmettir” ısrarı üzerine müstakil olarak listeye girmeye zorla razı ettirilmiştir. Kazanma şansı çok yüksek olan bu listeye karşı hükümet büyük bir cephe almış, neticede az bir farkla bu liste kazanamamıştır.

D. Hakkında yazılanlar

Hasan Vehbi Efendi’nin ölümünden sonra büyük oğlu Re’fet Rodoplu babası hakkında çeşitli gazetelerde çıkan taziye ve onu tanıtıcı yazıları hacmi küçük ancak değeri büyük Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları adlı kitapçıkta toplamıştır.  Burada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli subaylarından Binbaşı Abdulmennan N. Bayraktar’ın Hasan Vehbi Efendi’nin ölüm haberini alması üzerine hocanın hem talebesi hem dostu Süreyya Dumlu’ya hitaben yazdığı bir mektubu derc etmek istiyoruz:
“Muhterem Üstadım,
Mektubunuzun ilk satırlarını okuyarak hasretle beklediğim yazılarınızla ferahlamaya başladım.
Az sonra gönlüm karardı, gözlerim buğulandı. İçime öksüzlüğün acısı bağrımı yakarak sindi. Kendimi zor topladım. Mağfiret dilemeyi ye’se tercih ettim ve ilk manevi hediyemi gönderdim.
O mübarek melek sima zata bizim kadar alem-i ervahında tehassürü (ruhlar aleminin de özlemi) büyükmüş, onlar galebe etti. Onu bizden maddeten ayırdı. Gideceği yere hazırlıklı yüz aklığı ile gitti. Bizlere de yol gösterdi. Kabiliyetimiz nispetinde bu yolda yol alabilirsek onunla birleştiğimiz zaman yüzümüz kızarmayacak, bizi yine bağrına basacak, onu yine doya doya seyredeceğiz, onu yine dinleyecek, hakikatlere şahit olacağız.
Kırklareli onu sinesine basmak şerefi ile öğünsün. Onun medfun olduğu bu belde bize devamlı bir ziyaretgâh oldu. Onu bir an unutmak gafleti bizden uzak olsun.
Onun himmetini Allah üstümüzden eksik etmesin. O, Rasulüllah’ın nurunu Müslüman halkına ulaştırabilen bir vasıta-i hidayetti. Makamı pür nur, ruhu her an mesrur olsun…” 
Hasan Vehbi Efendi’nin, liberal bir düşünceye sahip olmasına rağmen temiz ahlakından dolayı sevdiği İsviçre Friburg Üniversitesi’nde eğitim görmüş Muharrem Yumuk’un müftü efendinin ölümü üzerine Ankara’da yayınlanan Anayurt gazetesinde neşrettiği şiir ile makalemize son veriyoruz:

Rahmetli Hasan Vehbi Hocamıza[8]
Havalar berrak gitsin, hep berrak
Baharlar açılsın, hep ilk yaz olsun…
Bizlere yas verdi bu acı firak
Mekanın hep cennet, ruhun şad olsun…

Ak – kızıl tan yeri şafak sökerken,
Bülbüller konup ta hep erken erken,
Yanında “ah” edip, diller dökerken,
Dilde bir destan, ilde saz olsun…

Rahmetler dökülsün, tabiat gülsün.
Ruhlarda pasları, çirkefi silsin.
Çevrene bin türlü çiçek ekilsin,
Renkleri kabrine bir cihaz olsun…

Dirilsin ihvan da, kabrine gitsin,
O cennet mekanı ziyaret etsin,
Ruhuna fatiha tilavet etsin,
Böylece hem Hakka bir niyaz olsun…

Kabrinde bitsin de güller, çiçekler,
Çevrende deveran etsin melekler.
Özümden kopuşan işbu dilekler
Tanrı’ya ulaşan bir avaz olsun…






[1] A. Garbi Trakyalı, “Memleketin Büyük Kayıplarından: Hasan Vehbi Rodoplu – Şahsiyeti ve Hizmetleri”, Yeşil yurt gazetesi, Kırklareli 1956, s. 2634-2644; Re’fet Rodoplu, Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, Edirne 1957, s. 52
[2] Osmanlı’nın son Fetva emini.
[3] Sadık Albayrak, Son Devrin Osmanlı Uleması, İstanbul 1996, c. 2, s. 95
[4] Bugün Bulgaristan sınırları içinde, Edirne’ye 30 km mesafede ve Svilengrad diye maruf bir kenttir.
[5] Re’fet Rodoplu, Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, Edirne 1957, s. 41; Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya’da Milli Mücadele, Ankara 1992, s. 76.
[6] Mustafa Paşa’da müftü iken zamanın Dâhiliye Nazırı Talat Paşa koluna girerek kendisini bir kenara çekmiş ve: - Herkes bir şey istiyor. Sen bir şey söylemiyorsun, hiçbir arzun dileğin yok mu? Diye sormuş. O da “Buhari Şerhi Aynîler vardır. Bana onlardan bir takım temin edebilirseniz, memnun olurum”, demiştir. Dünyalık bir şey istemeyen bu cevap karşısında çok mütehassıs olan Talat Paşa: İstediğiniz kitap olsun derhal yollarım, demiş ve bir müddet sonra 11 ciltlik kitabı yollamıştır. (Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, s. 60.)
[7] Celal Perin, Nevrokoplu Celal Beyin Hatıraları – Batı Trakya’nın Bitmeyen Çilesi, İstanbul 2000, s. 36.
[8] Anayurt Gazetesi, 15.4.1956, sy. 52-53.