BAŞMÜFTÜLÜK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BAŞMÜFTÜLÜK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2015 Cuma

SARIKLI KAHRAMANLARIMIZDAN: EĞRİDERELİ HASAN VEHBİ EFENDİ

SARIKLI KAHRAMANLARIMIZDAN
EĞRİDERELİ HASAN VEHBİ EFENDİ (d. 1870 - ö. 1956)

Basri Zilabid ÇALIŞKAN

A. Hayatı

1917'de Sofya'da çekilmiş bir resmi
Hasan Vehbi Efendi, rûmî 1286 miladî 1870 yılında Osmanlı Devletinin Edirne vilayetinin Gümülcine sancağına bağlı Eğridere kaza merkezine tabi Koca Aliler köyünün Memişler mahallesinde doğmuştur. Ana ve baba tarafından asil bir aileye mensup olup her iki taraf ta din bilginlerinden ibaret idi. İlk tahsilini mahalle mektebinde yaptıktan sonra aynı kazada Ericek medresesine devam etmiştir. Burada hocasının kendisinde sezdiği yüksek zeka sebebiyle babasına İstanbul’da okutulmasını tavsiye etmiştir.[1]  Bunun üzerine babası Ahmet Efendi oğlunu İstanbul’a göndermiş, önce Tophane medresesinde okumuş, daha sonra Fatih medresesine geçerek tam 19 yıl buranın dersiamlarından Hasan Efendi, Muğlalı Ali Rıza Efendi[2], Alasonyalı Hacı Ali ve Halis Efendilerden ders görerek icazet almıştır.[3]
İlk memuriyetine 1906 yılında henüz daha Osmanlı sınırları içinde bulunan Cisr-i Mustafa Paşa[4] müftülüğüne tayin olunmak suretiyle başlamıştır. Burada aynı zamanda müderrislik te yapmıştır. 1912 yılında müftülük vazifesini deruhte ederken zevce ve evladını sıla-i rahim için memleketi Eğridere’ye gönderdiği bir sırada Balkan harbi zuhur etmiş. Kendisi Mustafa Paşa’da hanımı ve çocukları ise Eğridere’de birbirlerinden ayrı düşmüşlerdir. Ailesi Eğridere halkı ile Gümülcine üzerinden İstanbul’a kaçmak istedi ise de arkadan gelen Bulgar ordusu kendilerine Gümülcine’de yetişmiş ve daha öteye gitmelerine izin verilmeyerek Eğridere’ye dönmüşler ancak evlerini Bulgarlar tarafından yakılmış bir vazıyette bulmuşlardır. Müftü Hasan Vehbi Efendi ise annesi Zeynep Hanımla birlikte ilk önce Edirne’ye sığınmış, daha sonra ailesini almak için Eğridere’ye vardığında halk “bizi kime yetim bırakıyorsun” diyerek kendisini alıkoymuşlar, başlarında bulunmasını istemişlerdir. Bu durum karşısında annesini de Edirne’den alıp Eğridere’ye getirmiş ve orada kalmıştır. Batı Trakya Türk Hükümeti bünyesinde hem Eğridere hükümet reisi[5] hem müftü olarak görev yapmıştır. Burada Birinci Dünya Harbi sonuna kadar (1918) Eğridere müftüsü olarak görev yaptıktan sonra önce Kırcaali müftülüğü’ne oradan da Eski Zağra vilayet müftülüğüne tayin olunmuştur. Bu dönem artık Bulgaristanlılık dönemidir. Burada Bulgar hükümetinin tazyiki karşısında istifa etmek zorunda kalmış, tekrar Eğridere’ye dönmüştür.
Türk dostu ve Çiftçi Birliği partisi lideri ve Başbakan Aleksander Stamboliyski askeri darbe ile devrilince (1923) Bulgaristan Müslümanları için kötü günler geri dönmüştü. Öğretmen oğlu Re’fet’in Turan Cemiyeti bünyesindeki çalışmaları dolayısıyla 1933 yılında sınır dışı edilmesi üzerine bütün aile fertleri pasaport ile anavatana iltica etmiş sadece Hasan Vehbi Efendi’ye pasaport verilmemiş, 65 yaşında olduğu halde yalnız başına Bulgaristan’da kalmıştı.  Buna rağmen idareyi gafil avlayarak 1935 yılının Temmuz ayında kaçak bir şekilde hududu geçmiş ve anavatana sığınmıştır. Kısa bir müddet sonra Diyanet İşleri Başkanlığı kendisini Kırklareli iline bağlı Demirköy ilçesine müftü olarak tayin etmiş, 1945 yılında da Kırklareli il müftüsü olmuştur. Altı yıl görevden sonra 1951’de sağlık durumundan dolayı emekliye ayrılmıştır. Türkiye’ye geldikten sonra Rodoplu soyadını almıştır.
Emeklilik günlerinde de muhitinde dini bilgiler bakımından müracaatgah vazifesi görmek suretiyle milletine hizmet etmiştir. Son nefesine kadar zekâsına halel gelmeyerek şuur ve muhakemesi yerinde olarak din ve millet uğruna bir an çalışmaktan geri kalmamıştır.
19 Şubat 1956 tarihinde 86 yaşında olduğu halde Kırklareli’nde vefat etmiştir. Kadı Camii imamı Abbas Akyürek tarafından gaslolunmuş, cenaze namazı Hızır Bey Cami-i Kebir’de müftü Ahmet Hamdi Özten tarafından kıldırılmış ve o zaman Yeni Mezarlık denilen kabristana defnedilmiştir.
Hasan Vehbi Efendi’nin Hayriye Hanım ile evliliğinden Re’fet, Şevket ve İsmet adında üç oğlu ile Bedriye ve Sabiha adında iki kızı olmuştur.

B. Kişiliği
Muhterem eşi Hayriye Rodoplu ile

Rivayet olunduğuna göre daha ana rahminde iken ağlamış, bunu duyan annesi “efendi olasın oğlum” diye dua etmiştir. Bundan kastı din âlimi olmasını temenni etmek imiş. O zamanlar anne rahminde ağlayanlar için “bahtiyar bir ömür geçireceğine” dair bir inanç var imiş. 
Hasan Vehbi Efendi İstanbul’daki uzun talebelik yıllarını Sultan II. Abdulhamid zamanında geçirmiş ancak hiçbir siyasi işle meşgul olmamıştır. Devrin Tercüman-ı Hakikat, Sabah, İkdam gibi meşhur gazetelerini takip etmiş, padişah aleyhinde olan hareketlerden haberdar olmuştur. Cisr-i Mustafa Paşa’da müftü bulunduğu sırada II. Meşrutiyet ilan olunmuş, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın durumları ile alakalanmaya başlamıştır, fakat yine de ömrü boyunca hiçbir siyasi partiye girmemiştir. (Rodoplu 1957: 55) Mustafa Paşa’lı olması hasebiyle feylesof Rıza Tevfik, ittihatçı Talat Paşa, Edirne mebuslarından meşhur hatip Mehmet Şerafettin Aykut ve Mehmet Faik Kaltakkıran ile keza Edirne’nin sayılı tüccarlarından Hafız Ağa diye anılan zat ile samimi münasebetleri olmuştur. Her partiden temiz gördüğü kimselerle memleket hayrına milli ve siyasi fikir alışverişinde bulunur, saygınlığından yararlanmak isteyenlere alet olmaz, milli seciyelerini nazar-ı itibara alarak ona göre hareket ettiği nakledilmektedir. (Rodoplu 1957: 56)
Ailecek Balkan harbinin ızdırap ve çilesini yaşamış, Allah aşıkı, yüksek ahlak sahibi bir zattır. İlkokuldan itibaren bütün hayatını din ilimlerini tahsil ve sonrasında tedris, telkin, ikaz ve irşadla geçirmiştir. (Rodoplu 1957: 9) Görev yaptığı Kırklareli halkı kendisine “Koca müftü” lakabı takarak gönlünde beslediği muhabbeti böylece izhar etmiştir.
Büyük oğlu Re’fet Rodoplu, pederi için “Heybet, seyret ve suret sıfatlarını haiz olup orta boylu idi. Gençliğinden beri gözlük takar, baston taşır, tütün içmezdi. Mücessem-i ahlak ve fazilet bir zat-ı sıfat idi. Çok derin ve emsalsiz dini kültüre sahip idi. Bir tarikata intisabı yoktu.” (Rodoplu 1957: 53) demektedir.
Dünyaya rağbeti olmayan ilme âşık, hadis, kelam, fıkıh, mantık, bedii ve beyan ilimlerine vakıf olan Hasan Vehbi Efendi’nin tek ideali İslam dininin yükselmesine hizmetten başka bir şey olmamıştır. [6]  Telif edilmiş eseri yoktur. Fakat söz olarak yaptığı telkinler, nesilden nesile intikal edecek derece ve kıymettedir. Fenn-i cedel denilen mantık ilmine vukufu dolayısıyla bütün sözleri tartışmaya mahal vermeyecek şekilde mantıki idi.
Kendisinden özel ders okumak isteyenlere Fahreddin Razi’nin Mefatihu’l-Gayb’ını, İbn-i Kesir’in Tefsir-i Kebir’ini, Mevlana Celaleddin Rûmi’nin Mesnevi’si gibi klasik İslam eserlerini okutmuştur.
Hayatının son yıllarında karaciğer yetmezliği sebebiyle vuku bulan kaşıntı ızdırabına karşı her türlü sağlık tedbirine başvurmuş, buna rağmen bir defa olsun üzüntü ızhar etmemiş, adeta bunu Allah’ın bir lütfu gibi karşılayarak devamlı şükür halinde olmuştur. Vasiyet olarak sadece, sahip olduğu kitapların onları anlayan ahlaklı âlimlere verilmesini istemiştir. (Rodoplu 1957: 26; 55)

C. Hizmetleri

a) Vaaz ve İrşatları
Seçkin arkadaşları ile sohbet esnasında

Medrese talebesi olduğu yıllarda Batı Trakya’nın İskeçe kazasının Okçular köyüne Ramazan hocası olarak gidiyormuş. Müftü olarak görev yapmaya başladıktan sonra görevli olarak bulunduğu Mustafapaşa, Eğridere, Kırcaali ve Eski Zağra kasabalarından başka Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Filibe’ye bağlı Kuklen köyünde yine Cuma Camii olarak meşhur Filibe Murad Hüdavendigar camiinde de vaaz-u nasihatlerde bulunmuştur. Vaazlarında Müslümanları çalışmaya ve bilgilenmeye davet etmiş, Allah’ın bilgili insanlara dünya nimet ve bereketlerinden daha fazla kısmet vereceğini telkin etmiştir. “Çocuklarınızı ve kızlarınızı sakın ha cahil bırakmayınız” tarzında uyarılarda bulunmuştur.

b) Müslümanların hukukunu müdafaada toplum önderliği

Birinci Dünya Harbi yıllarında kendisi Eğridere müftüsü iken Osmanlı ile Bulgaristan müttefik iki ülke idi. Bulgar Radoslavov hükümeti 16 Türk milletvekilinin[7] desteği ile idarede durabiliyordu. Hasan Vehbi Efendi bölgesinde meydana gelen zulüm ve işkenceleri şahsi dostluğu bulunan milletvekilleri Ethem Ruhi Balkan, Zümrezade Şakir, Mehmed Celal Perin, Salim Nuri Dağlı, Tokalızade Talat Beylere iletmekle kalmıyor, Başbakan Radoslavov ile de temasa geçip fenalık yapanlara karşı Müslüman halkın hukukunu koruyordu.   
İstanbul’da Birinci Dünya Savaşı’nda Cihad-ı Mukaddes ilan edildiğinde halktan yardım maksadıyla topladığı beş bin sarı lirayı mesafe olarak yakın olan Osmanlı’nın Gümülcine konsolosuna götürmüş ancak konsolostan  “Siz artık Bulgaristan sınırları içerisindesiniz, bu yardımları ben alamam, Sofya elçiliğine götürmeniz gerekir” tarzında hoş olmayan bir cevap alınca her türlü eşkıyanın kol gezdiği o dönemde patika yollardan Sofya’ya ulaşmış, emaneti Osmanlı’nın Sofya Elçisi Fethi Beye (Okyar) teslim etmiştir. (Rodoplu 1957: 58) Bu davranışıyla hem büyük bir hizmet gayreti hem cesaret örneği olmuştur.
1927 yılı parlamento seçimlerinde Liberal partisine mensup Makedonyalı Türk dostu Dimitar Açkov Rodoplardan bir aday listesi oluşturmak istemiş ve Hasan Vehbi Efendi’den daha etkili bir Türk bulamayınca ona adaylık teklif etmiş. Mesleği icabı buna pek taraftar olmayan Hoca Hasan Efendi çevresinin “milli bir hizmettir” ısrarı üzerine müstakil olarak listeye girmeye zorla razı ettirilmiştir. Kazanma şansı çok yüksek olan bu listeye karşı hükümet büyük bir cephe almış, neticede az bir farkla bu liste kazanamamıştır.

D. Hakkında yazılanlar

Hasan Vehbi Efendi’nin ölümünden sonra büyük oğlu Re’fet Rodoplu babası hakkında çeşitli gazetelerde çıkan taziye ve onu tanıtıcı yazıları hacmi küçük ancak değeri büyük Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları adlı kitapçıkta toplamıştır.  Burada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli subaylarından Binbaşı Abdulmennan N. Bayraktar’ın Hasan Vehbi Efendi’nin ölüm haberini alması üzerine hocanın hem talebesi hem dostu Süreyya Dumlu’ya hitaben yazdığı bir mektubu derc etmek istiyoruz:
“Muhterem Üstadım,
Mektubunuzun ilk satırlarını okuyarak hasretle beklediğim yazılarınızla ferahlamaya başladım.
Az sonra gönlüm karardı, gözlerim buğulandı. İçime öksüzlüğün acısı bağrımı yakarak sindi. Kendimi zor topladım. Mağfiret dilemeyi ye’se tercih ettim ve ilk manevi hediyemi gönderdim.
O mübarek melek sima zata bizim kadar alem-i ervahında tehassürü (ruhlar aleminin de özlemi) büyükmüş, onlar galebe etti. Onu bizden maddeten ayırdı. Gideceği yere hazırlıklı yüz aklığı ile gitti. Bizlere de yol gösterdi. Kabiliyetimiz nispetinde bu yolda yol alabilirsek onunla birleştiğimiz zaman yüzümüz kızarmayacak, bizi yine bağrına basacak, onu yine doya doya seyredeceğiz, onu yine dinleyecek, hakikatlere şahit olacağız.
Kırklareli onu sinesine basmak şerefi ile öğünsün. Onun medfun olduğu bu belde bize devamlı bir ziyaretgâh oldu. Onu bir an unutmak gafleti bizden uzak olsun.
Onun himmetini Allah üstümüzden eksik etmesin. O, Rasulüllah’ın nurunu Müslüman halkına ulaştırabilen bir vasıta-i hidayetti. Makamı pür nur, ruhu her an mesrur olsun…” 
Hasan Vehbi Efendi’nin, liberal bir düşünceye sahip olmasına rağmen temiz ahlakından dolayı sevdiği İsviçre Friburg Üniversitesi’nde eğitim görmüş Muharrem Yumuk’un müftü efendinin ölümü üzerine Ankara’da yayınlanan Anayurt gazetesinde neşrettiği şiir ile makalemize son veriyoruz:

Rahmetli Hasan Vehbi Hocamıza[8]
Havalar berrak gitsin, hep berrak
Baharlar açılsın, hep ilk yaz olsun…
Bizlere yas verdi bu acı firak
Mekanın hep cennet, ruhun şad olsun…

Ak – kızıl tan yeri şafak sökerken,
Bülbüller konup ta hep erken erken,
Yanında “ah” edip, diller dökerken,
Dilde bir destan, ilde saz olsun…

Rahmetler dökülsün, tabiat gülsün.
Ruhlarda pasları, çirkefi silsin.
Çevrene bin türlü çiçek ekilsin,
Renkleri kabrine bir cihaz olsun…

Dirilsin ihvan da, kabrine gitsin,
O cennet mekanı ziyaret etsin,
Ruhuna fatiha tilavet etsin,
Böylece hem Hakka bir niyaz olsun…

Kabrinde bitsin de güller, çiçekler,
Çevrende deveran etsin melekler.
Özümden kopuşan işbu dilekler
Tanrı’ya ulaşan bir avaz olsun…






[1] A. Garbi Trakyalı, “Memleketin Büyük Kayıplarından: Hasan Vehbi Rodoplu – Şahsiyeti ve Hizmetleri”, Yeşil yurt gazetesi, Kırklareli 1956, s. 2634-2644; Re’fet Rodoplu, Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, Edirne 1957, s. 52
[2] Osmanlı’nın son Fetva emini.
[3] Sadık Albayrak, Son Devrin Osmanlı Uleması, İstanbul 1996, c. 2, s. 95
[4] Bugün Bulgaristan sınırları içinde, Edirne’ye 30 km mesafede ve Svilengrad diye maruf bir kenttir.
[5] Re’fet Rodoplu, Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, Edirne 1957, s. 41; Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya’da Milli Mücadele, Ankara 1992, s. 76.
[6] Mustafa Paşa’da müftü iken zamanın Dâhiliye Nazırı Talat Paşa koluna girerek kendisini bir kenara çekmiş ve: - Herkes bir şey istiyor. Sen bir şey söylemiyorsun, hiçbir arzun dileğin yok mu? Diye sormuş. O da “Buhari Şerhi Aynîler vardır. Bana onlardan bir takım temin edebilirseniz, memnun olurum”, demiştir. Dünyalık bir şey istemeyen bu cevap karşısında çok mütehassıs olan Talat Paşa: İstediğiniz kitap olsun derhal yollarım, demiş ve bir müddet sonra 11 ciltlik kitabı yollamıştır. (Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, s. 60.)
[7] Celal Perin, Nevrokoplu Celal Beyin Hatıraları – Batı Trakya’nın Bitmeyen Çilesi, İstanbul 2000, s. 36.
[8] Anayurt Gazetesi, 15.4.1956, sy. 52-53.

29 Eylül 2015 Salı

BULGARLAR’DAN YENİ TAKTİK - OSMANLI CAMİLERİNİ İADE ETMEMEK İÇİN PUTPEREST KİLİSESİ KURDULAR

BULGARLAR’DAN YENİ TAKTİK - OSMANLI CAMİLERİNİ İADE ETMEMEK İÇİN PUTPEREST KİLİSESİ KURDULAR

Basri Zilabid
BTG Editörü

Bulgaristan’ın en yüksek tirajlı Trud (Emek) Gazetesi’nin 27.09.2015 tarihinde manşetten verdiği habere göre Sofya Mahkemesi ilk Putperest Kilisesi’nin kaydını yapmış. Putperest Kilisesi’nin sözcüsü Hristo Boyçev’in ifadesine göre, söz konusu kiliseyi kurmalarının sebebi Ortodoks kilisesi ile Bulgaristan Müftülüğü’nün ulusal kültür anıtlarına (Osmanlı camileri ile tarihi kiliseler kastediliyor) yönelik talepleri imiş. “Eskiden birçok cami ve kiliseler putperest tapınakları üzerine yapılmış, bu da bize davalarda taraf olma hakkını verecektir.” diyor sözcü…

Sofya Şehir Mahkemesi, Putperest Kilisesi’nin ilk kayıt taleplerini “inanç ve ibadet şekillerinin yeteri derecede açık olmaması” sebebiyle reddetmiş ancak vaki olan ikinci taleplerini 10 Ağustos 2015 tarihinde kabul edip, Nikolay Vıjarov, Hristo Boyçev (yazar ve tiyatrocu), Tonço Tokmakçiev (artist), Elena Vataşka (futbol taraftarı) ve Svetozar Filipov’u (ilk Bulgar ekzarhı Antim soyundan) kurucu heyet olarak tescil etmiş.
Fikir iki yıl önce Bulgaristan Müslümanlarının Osmanlı camileri için yoğun bir hukuki mücadeleye girişmesinden sonra ortaya çıkmış
Putperest Kilisesi Sözcüsü Hristo Boyçev: “Kilisemizi iki yıl önce Müftülüğün ve Ortodoks kilisesinin ulusal kültür anıtlarını faal ibadethane olarak kullanma ve sahiplik iddialarında bulunması üzerine kurduk. Neden bunları talep ediyorlar. Gelir kaynağı için… içeride mum satmak için…
Bugün, ister Ortodoks kilisesine ister müftülüğe ait olsun birçok mülk ile kilise ve camiler eski Trak mezarları veya tapınakları üzerine inşa edilmiştir. Müftülük Karlova camiini istiyordu, Ulusal Arkeoloji Müzesi için talepleri vardı. (Fatih’in veziri Koca Mustafa Paşa’nın Büyük Camisi kastediliyor.) Ortodoks kilisesi ise Rotondayı istiyordu. İşte Bulgar kültür mirasını ilgilendiren bu gibi sebeplerden dolayı biz derneğimizi kurduk. Artık bizde mabetlerle ilgili davalarda müdahil olabileceğiz.”
Putperest Boyçev’in sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla maksatları putperest ayinleri yapmaktan ziyade Müslümanlara ait olması gereken Osmanlı camilerinin iade sürecinde sözüm ona hukuki müdahalelerde bulunabilmek. Resmiyette “dini cemaat” kurdukları halde “dernek”ten bahsediyor olması onların gerçek niyetlerini açığa çıkarıyor.
Şuan resmi olarak Bulgar devletine veya belediyelere ait olan ancak Bulgaristan Başmüftülüğü’nün iadesini istediği Osmanlı camileri ve eserlerinden bazıları
Sofya: Büyük Camii (Koca Mahmud Paşa Camii), Kara Camii
Filibe’de: Taşköprü Camii, Çifte Hamam, 100 dönüm Türk mezarlıkları
Vratsa: Eski camii
Dupnitsa: Ahmet Bey Camii
Vidin: Konak ve Postahane
Eski Zağra: Hamza Bey Camii
Köstendil: Fatih Mehmed Camii
Samokov: Bayraklı Camii
Kırcaali: Medrese binası
Razgrad: Makbul İbrahim Paşa Camii
Yambol: Bedesten
Gotse Delçev: Karaca Paşa Camii
Varna: Üç vakıf binası
Ezerovo köyü: cami ve medrese 

27 Kasım 2014 Perşembe

SOFYA’DA YAPILAN TERCÜME KONFERANSI -İzlenimler-



SOFYA’DA YAPILAN TERCÜME KONFERANSI
-İzlenimler-
Basri Zilabid Çalışkan
1990 yılından sonra demokratik hayatın Bulgaristan’a da yavaş yavaş girmeye başlamasıyla İslami kitaplar Bulgarcaya tercüme edilmeye başlandı. Bu faaliyet daha ziyade Pomak müslümanlarının dini bilgi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelikti.
Zamanla Pomak gençlerin bazısı Türkiye’ye bazısı da Arap memleketlerine ilahiyat eğitimi almaya gittiler ve ülkelerine döndüler. Onlar da bu hayırlı işe katkıda bulunmak arzusuyla kimi Arapça’dan kimi Türkçe’den Bulgarca’ya tercüme işine giriştiler. Bunlardan bazısı halkın kullandığı dini dili/dini terminolojiyi yok sayarcasına, Osmanlı zamanında yerleşen dini terminoloji yerine bazen mahza Arapça kavramları bazen mahza Bulgarca tercümelerini kullanmaya başladılar. Birinci duruma örnek olarak “abdest” yerine “udu” , ikinci duruma örnek olarak ise rekât yerine “kolenopreklonenie” kelimelerini verebiliriz. Zamanla bu durum her platformda konu edilmeye, İslami dini terminolojinin tercümesi ile ilgili bir toplantının yapılması gerektiği dile getirilmeye başlandı. Prof. Teofanov’un yaptığı Kur’an tercümesine yönelik eleştiriler sıklaştı.
Nihayet Sofya Yüksek İslam Enstitüsüne bağlı İlmi Araştırmalar Merkezi kuruldu ve başına lisans ve yüksek lisansını Ürdün’de doktorasını da İngiltere’de tamamlayan Dr. Arif Abdullah getirildi.
İşte Dr. Arif Abdullah’ın gayretleriyle merkez ilk önemli icraatını gerçekleştirdi. Sofya’da bir tercüme konferansı ilanında bulundu. Ancak neredeyse konferans amacından farklı bir yöne kaymışken[1] öğrendiğimiz kadarıyla yapılan müdahaleler sonucu amacı gerçekleştirecek tebliğcilerin katılımı temin edilmiş. Konferans tecrübeli Bulgar oryantalistler tarafından ilgi görmüş buna mukabil genç Müslüman akademisyenlerden katılım olmamıştı.
İlk kanaatimiz böyle bir faaliyetin bir “çalıştay”a konu edilmesinin ve sadece Müslüman mütercimler arasında tartışılmasının daha faydalı olacağı yönündeydi. Hatta ilk duyuruyu gördüğümüzde tabiri caiz ise tepemiz atmış ve İlmi Araştırmalar Merkezi “hatalı başlangıç” (falstart) mı yapıyor demiştik. Ancak Başüftülük’ten yapılan müdahaleden sonra genç Müslüman akademisyenler de oldukça iyi hazırlanmış tebliğlerini sunmuşlar ve Bulgar arabistler/oryantalistler nezdinde medeni bir şekilde görüşlerini belirtmişlerdir. Bu toplantı Bulgar akademik çevrelerince genç Müslüman akademisyenlerin hem bir lansmanı/takdimi hem de bir milat olmuştur. Üç oturumdan oluşan sempozyumda ana hatlarıyla şunlar dile getirilmiştir:
1.       Dini terminolojinin birliği, Müslümanların birliğini sağlar. Aksi bir durum Bulgaristan Müslümanlarının bölünmesine sebep olur. Bu sebeple Osmanlı kültürüyle giren Arapça, Farsça ve Türkçe kaynaklı kelimeler muhafaza edilmelidir. Bunların saf Bulgarca karşılığı zaten yoktur. Çünkü Bulgar dil ve terminolojisi Ortodoks Hristiyan ruhun taşıyıcısıdır. Örneğin “Allah”, “Bog veya Gospod” değildir, olamaz. “Oruç” ile “Post” aynı şey değildir.
2.       Bu düşünceye karşı oryantalistler tercümenin geniş kitlelerce anlaşılabilir olması gerektiği ve bu sebeple hristiyan terimlerini kullanmanın kaçınılmaz olduğu fikrini öne sürmüşlerdir.
3.       Transkripsiyon meselesi de doğal olarak gündeme geldi ve bu konuda da Bulgar dili uzmanlarının bulunduğu bir toplantı yapılması lüzumu dile getirildi. Bu konuda konuşan Bayan Rayjekova “Haled”in yanlış doğrusunun “Halid” olması gerektiğini “Omar”ın yanlış “Umar”ın doğru olduğunu söyledi. Evet, bunlar Arapça bakımından doğrudur. Ancak Bulgaristan Müslüman toplumu açısından gerçekliğe zıttır. Arapça olan “Umar” Türkçe’de “Ömer” olmuş, Türkçe’den Bulgarca geçince de Yumer (Юмер) olmuştur. Doğrusu da budur. Tercümede de olsa tarihi yok sayamayız. Osmanlının dili ve kültüründen yoksun olan аrabistler yarım bin yılı yok saymaktadır. Kanaatimizce iyi bir Şarkıyatçı elsine-i selaseyi (Arapça, Farsça, Türkçe) bilmelidir.
4.       Tercüme, konusu ve hedef kitlesi bakımından farklılık arz edebilir. Bir romanla akademik bir eserin tercümesi aynı olmaz. Hedef kitle açısından Müslüman veya gayri Müslim olmak yine tercümeyi etkileyecektir.
5.       Harfi tercüme, tercüme değildir. Eseri tercüme edilen müellif çok iyi tanınmalı. Mütercim eserin ruhuna vakıf olmalı ve o ruhu çevirdiği dile vermelidir.
6.       Bulgaristan Müslümanları tarihinde misyonerler tarafından yapılan Bulgarca Kur’an Tercümesi ile Pomakları İslam’dan uzaklaştırma, Hristiyanlığa yaklaştırma faaliyetleri de yapılmıştır. Bu da tercümenin stratejik hedefler için kullanılabileceğini göstermektedir.

    İSLAM LİTERATÜRÜ’NÜN BULGARCAYA TERCÜMESİ SEMPOZYUMU
DÜZENLEYEN: SOFYA YÜKSEK İSLAM ENSTİTÜSÜ İLMİ ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
SOFYA, 22 KASIM 2014, SOFYA ST. KLEMENT OHRİDSKİ ÜNİVERSİTESİ

Sunucu: Dr. Emine Bayraktarova
Açılış konuşmaları: Dr. Mustafa Hacı, Bulgaristan Başmüftüsü ve YİE Rektörü
Prof. Tsvetan Teofanov, Sofya “St. K. Ohridski” Üniversitesi Klasik ve Yeni Filolojiler Fakültesi Dekanı,
Dr. Arif Abdullah, Sofya YİE  İlmi Araştırmalar Merkezi Müdürü
Akademik Stefan Vodeniçarov, Bulgaristan Bilimler Akademisi Başkanı

BİRİNCİ OTURUM: BAŞKAN PROF. STOYANKA KENDEROVA
 Doç. Mariana Malinova,
Arap uyanışı döneminde Rifaa Rafi at-Tahtavi (1801-1873) ve tercüme konsepti
Dr. Arif Abdullah,
İslam terminolojisini Bulgarcaya aktarmak: teolojik analiz
Dr. Velin Belev,
“Hal”den “kal”e geçişe dair
İsmail Çauşev,
İslam terminolojisini popüler formda açık ve anlaşılır kılma gayreti

İKİNCİ OTURUM: BAŞKAN DR. ARİF ABDULLAH
Doç. İbrahim Yalımov,
İslam dini lügatinde Osmanlı Türkçesi terimlerin işlevi
Doç. Pavel Pavloviç,
Gramer ve mana yönüyle Kur’an’da “Kalala” Kavramı (4: 12; 4: 176)
Murad Boşnak,
Bosna ve Makedonya’da kullanılan islami kavramlar
Baş Asistan İvan Dülgerov,
Kur’anda “İkame” kavramı (doğruluk/düzgünlük ve hakkaniyet)

ÜÇÜNCÜ OTURUM: BAŞKAN DOÇ. MARİANA MALİNOVA
Prof. Stoyanka Kenderova,
Osmanlı kaynaklarında özel isimlerle yer adlarının transkripsiyonu meselesi
Veselina Rayjekova,
Arap isimlerinin Bulgarcaya traskripsiyonu ve transliterasyonu: İbn Tufeyl’in “Hay bin Yakzan”ı ve el-Cahız’ın “Cimrileri” ve buradaki gerçekliklerin tercümesi
Dr. Kadir Muhammed,
Kelama Giriş (Yazar: B. Topaloğlu, Bulgarcaya tercüme eden Orlin Sıbev) kitabında İslami ıstılahların tercüme sorunları
Dr. Ahmed Lütov,
Başmüftülük yayınlarında kullanılan dini kavramlarla ilgili sorunlar



[1] Konferans ilan usulüyle yapıldığından ve ilk yayınlanan katılımcı listesinde biri hariç geri kalan tümü Bulgar oryantalistlerinden ibaretti ve konuları “tercüme” etrafında olmakla birlikte maksadı temin edecek durumdan çok uzaktı. Bu durum aşağıda verilecek tebliğler listesinden de görülebilir.



9 Aralık 2010 Perşembe

Мюсюлманите честват 100 години Главно мюфтийство


На 8 декември 2010 г. в хотел „Света София” се проведе научна конференция по случай 100 години от основаването на институцията на Главно мюфтийство в Република България.
Сред официалните гости уважили конференцията бяха бившите главни мюфтии Селим Мехмед и Фикри Салих, районни мюфтии и ваизи. Религиозното аташе към посолството на Р.Турция Мазхар Билгин, първият секретар на палестинското посолство Мамдин Зайдан, съветник към палестинското посолство д-р Муса Амад, посланика на кралство Оман, председателят на Израилтянския духовен съвет – Роберт Джераси, Рупен Крикорян, председател на Епархийския съвет на арменската апостолическа църква.
В приветственото си слово главния мюфтия на мюсюлманите в България д-р Мустафа Хаджи каза:
"Ние сме тук, за да покажем, че мюсюлманското вероизповедание в България съществува вече 100 години. Нашите предци са основали тази институция с цялата си искреност и въпреки проблемите си. Когато вероизповеданието преживява трудности, мюсюлманите показаха, че са по-сплотени от всякога и това показва, че когато едно дело се върши честно и без користни намерения, то има успех".
"За съжаление, някои хора всячески се опитват да злепоставят мюсюлманското население в България, но ние няма да сведем глава. Ние ще продължим в рамките на демократичността и на това, което ни позволяват българските закони и българската Конституция.
Приветствени слова бяха поднесени и от бившите главни мюфтии, които изразиха благодарност за поканата на такова важно събитие, като изтъкнаха, че винаги подкрепят демократично избраното ръководство на Главно мюфтийство.
След приветствията, конференцията продължи с доклади изнесени от д-р Исмаил Джамбазов, доц. Ибрахим Ялъмов, д-р Антонина Желязкова и д-р Мюмюн Исов.
Главният мюфтия д-р Мустафа Хаджи награди медии и интелектуалци с плакети за принос към изповеданието. На събитието се показа изложба, която представи изповеданието до наши дни.
Пресслужба на Главно мюфтийство