28 Haziran 2012 Perşembe

BİRLİĞİMİZ NEYE DAYANACAK?


Birliğimiz neye dayanacak?
Basri Zilabid
Yıllardır bu yazıyı yazmamak için kendimi frenliyordum. Ne zaman bir yazı yazmak istesem hep bu konu “beni ne zaman yazacaksın” dercesine devamlı rahatsızlık veriyordu. Ben ne kadar kaçsam da o beni kovalayacak, çünkü bu mesele “bizim” temel meselemiz... “Birlik meselesi.”
Bu konu her zaman gündemdir ve hiçbir zaman önemini ve sıcaklığını kaybetmez. İstanbul’daki üniversite hayatımdan sonra dokuz yıl – tam da HÖH’ün iktidar ortağı olduğu dönemlerde – Sofya’da arkadaşlarımızla beraber kurduğumuz bir sivil toplum kuruluşunda çalıştım.
Bulgaristan Türklerinin kendi aralarında “birliği” etnisiteye dayandırdığını gördüm. İnsanların ana müşterekleri “Türk” olmaktı. Burada din bile ikincil bir öneme sahipti. Dünya görüşlerinin neredeyse hiçbir anlamı yoktu. Bir solcu ile bir milliyetçi ve bir islamcı “Türklükleri” sebebiyle bir araya gelip diğer görüşlerini kendine saklayabiliyordu. Ben buna “Etnisite Birliği” diyorum.
Türklerin, Pomaklar ve Çingenelerle ilişkisine gelince, onlarla olan birlik meselesi “din birliği” çerçevesinde işliyordu. Ancak bunun topluluklar arasında çok güçlü olduğunu söyleyemeyiz.
Dışarıdan sosyolojik olarak baktığımızda – Başmüftülük hariç – seküler bir kuruluş olarak Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) aslında Bulgaristan’daki sadece Türkleri değil 3 Müslüman topluluğunu bir araya getirmektedir. Ve bir anlamda “Din Birliği”ni oluşturmaktadır. (HÖH içerisindeki az sayıda Hıristiyan Bulgarların mevcudiyeti genel görüntüyü bozmaz onlar istisnalardır.) Ancak bu “Din Birliği” dediğimiz şey sadece görünürde oluşmuş bir neticedir. Üç toplumdan hiç biri bu netice hâsıl olsun diye HÖH’e oy vermemektedir. Ya ne için oy vermektedir? Siyaset arenasında hak ve özgürlüklerini müdafaa etme iddiasında olan “tek” parti oldukları için. Burada oy verenler parti ile ilişkilerini “Menfaat Birliği”ne dayandırmışlardır. Bir manada, “oyuma karşılık hak ve özgürlüklerimi savunup elde etmeni talep ediyorum”, demektedirler. Bu talepleri karşılanmış mıdır veya ne kadarı karşılanmıştır, sorusuna cevap ne yazık ki olumsuzdur. Eğer cevap olumlu olsa idi biz bugün “birlik meselesini” konuşmuyor olacaktık.        
Âcizane kanaatimce Balkanların tamamında olduğu gibi Bulgaristan’da da Türklük siyaseti yerine İslam siyaseti güdülmelidir. Türklük siyaseti Pomak ve Çingene kardeşlerimizi bizden uzaklaştırmaktadır, onları İslam siyaseti ile kucaklamak ve eşit Müslüman kardeşler olarak ilişkilerimizi geliştirmek durumundayız. Türkler kendi aralarında “Dil Birliği”ni, Bulgaristan Müslüman toplumu olarak ta aralarında “Gönül, Fikir ve İş Birliği”ni tesis etmek için çalışmalıdır. Gönül, fikir ve iş birliğini biraz açacak olursak, gönül birliğinden Türk, Pomak ve Çingene’nin birbirine saygı ve sevgisini, fikir birliğinden ülkü ve ideal birliğini, iş birliğinden zenginliği paylaşma ve arttırma anlaşılmalıdır.
Kanaatimce birliğimizin temeline etnisite birliği yerine din birliğini, Türkler arasında dil birliğini, Müslüman toplum arasında gönül, fikir ve iş birliğini sözde değil uygulama olarak gerçekleştirdiğimiz zaman epey bir yol kat etmiş olacağız. 

26 Haziran 2012 Salı

FİLİBE PERŞEMBE PAZARI CAMİİ, ŞUAN RESTORANT!!!

DUPNİTSA CAMİİ, ŞUANDA MÜZE!


BULGARİSTAN'DA NE KADAR OSMANLI VAKIF ESERİ VARDI!?

BALKANLARDAKİ TÜRK MİMARİ
ESERLERİNDEN ÖRNEKLER

Bulgaristan'da Osmanlı dönemine ait mimari eserler.
Not: Ne yazık ki bunların bir çoğu günümüzde mevcut değil.

Dini yapılar (Cami-Mescit, Tekke, Türbe) sayısı: 2557
Eğitim müesseseleri (Medrese, Mektep, Darul Kurra, Kütüphane): 419
Ticari müesseseler: 136
Askeri müesseseler: 6
Sosyal müesseseler (İmaret, Hamam, Saat Kulesi, Çeşme, Köprü, Hastahane, Saray):221
TOPLAM: 3 339 

RUSÇUK TARİHİ

Osmanlı İdaresinde
Bir Balkan Şehri
RUSÇUK

22 Haziran 2012 Cuma

BALKAN SAVAŞI'NA KADIN ELİ DEĞİNCE...

Balkan Savaşı Rumeli topraklarımızda feci kayıplara yol açmıştı. Peki, eli boş mu çıkmıştık savaştan? Hiçbir şey öğrenmeden, tecrübe etmeden...

Asla! Düşmanın boşalttığı umut sandığını kadınlarımız doldurmuştu sabırla, fedakârlıkla. Onların sosyal hayattaki rolü bu savaşta yaşanan panikle yeni bir boyut aldı; adeta şaha kalktı. Cephedeki askerler için giyecek ve para yardımı organizasyonları düzenleyen kadınlar, öte yandan gönüllü hastabakıcılık yaptılar. Sadece fiili değil, entelektüel bir mücadeleydi onlarınki. Çünkü biliyorlardı; kadın eli değen yer, cephe de olsa çiçeklenirdi. Toplantılar düzenleyerek hemcinslerini bilinçlendirme faaliyetlerine giriştiler. İşte bu toplantıların en önemlilerinden biri, Müdafaa-i Millîye Cemiyeti Hanımlar Heyeti tarafından hayata geçirilmişti. Toplantının mimarları ise Petersburg Üniversitesi'nde öğrenci olan 4 Müslüman kadındı: Ümmü Gülsüm Kemalova, Rukiye Yunusova, Meryem Yakubova ve Meryem Pataşova. Hilâl-i Ahmer'e (Kızılay) yardım etmek ve kadınları uyanışa çağırmak üzere ülkeye gelen ve 5 ay süreyle Kadırga Hastanesi'nde hastabakıcılık yapan bu 4 genç kadının düzenlediği toplantıda Halide Edip, Fatma Aliye, Nigâr Hanım, Fehime Nüzhet, İhsan Raif gibi isimler halkı bilinçlendiren ufuk açıcı konuşmalar yaptılar. Vaktiyle kitaplaşan bu konuşma metinleri şimdi de yeni harflerle yayınlandı. Savaş döneminin yarattığı mücadele ruhuna ve savaşa değen kadın eline yıllar sonra da olsa dokunmak için dikkate değer bir kayıt... Haydi, uzatın elinizi!

BALKAN SAVAŞI'NDA KADINLARIMIZ Şefika Kurnaz
Ötüken Neşriyat -2012. 144 sayfa /10TL
Kaynak: Derin Tarih Dergisi, Haziran 2012 sayısı, İstanbul

15 Haziran 2012 Cuma

İstanbulda Bulgar Vakfına Ait Yerler Sahiplerine İade Edildi

Osmanlı bakiyesi olan Türkiye devamlı eski reayasına adaletle, iyilikle yaklaşıyor, çünkü büyüğe küçük hesaplar peşinde koşmak yakışmaz, ama onların ülkelerindeki müslüman azınlığa hiç tahammülleri yok. Gelir getiren vakıf mallarımızın iade...sini bırakın bugün Osmanlı camilerine Bulgar devleti el koymuş durumdadır. Örnek mi: Samokov Camii, Köstendilde 2 cami, Eski Zağra'da Hamza Bey camii, Vraca Camisi, Dupnitsa Camisi, Karlova Camisi bizim bildiklerimiz... Basri Zilabid, BTG Editörü

AJANS BG'de Yayınlanan Haber:
Şişli’nin göbeği Bulgar Vakfı’na verildi

Türkiye’nin en büyük sorunlarından olan ‘Azınlık Vakıflarına ait taşınmazların iadesi’yle ilgili 28 Ağustos 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK), yürürlüğe girdi ve mülkler el değiştirmeye başladı. Azınlık vakıfları içinde yer alan Bulgaristan Ortodoks Eksahlığı Vakfı, İstanbul’daki 11 taşınmaz için başvurmuştu ve başvuru Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından değerlendirildi. Bu değerlendirme sonucunda ise toplam 7 taşınmazın Bulgaristan Ortodoks Eksahlığı Vakfı’na geri verilmesine karar verdi.
Peki geri verilecek taşınmazlar arasında neler yer alıyor?
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün değerlendirmesine göre Beşiktaş’ta Portakal Sokak’taki eski Eksahlık binası, Feriköy’deki Bulgar Mezarlığı, Balat’taki Papazhane ve Şişli’de 4 arazi. Burada dikkat çeken en önemli nokta Şişli’de bulunan 4 farklı taşınmaz.
Hastane verilmedi
Bu taşınmaz incelendiğinde ortaya çok çarpıcı bir nokta çıkıyor.Bu arazilerden birtanesi 59 bin metrekare ve tam da E-5’nin yanında. Şu anda bu arsanın üstünde Şişli Endüstri Meslek Lisesi, Şişli Anadolu Teknik Lisesi, Bahçeşehir Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu bulunuyor. Arazi Abide-i Hürriyet Caddesi, E-5, Çağlayan Meydanı ve Darülaceze Caddesi arasında kalıyor.

Bulgar Vakfı’nın bir başka beklentisi ise Bulgar Hastanesi ile ilgiliydi. Şu anda Türkiye Gazetesi Hastanesi olarak faaliyet gösteren arazinin ve binanın da vakıfa ait olduğu gerekçesiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvuruda bulunulmuştu. Ancak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu başvuruyu kabul etmediği ortaya çıktı.
İşte verilmeyen arazinin hikayesi
Bina 1894 yılında, Ragıp Paşa tarafından yaptırıldı. Söz konusu hastane Sultan II. Beyazıt Han’ın vakıf arazisi üzerine yapıldıktan sonra Sultan II. Abdülhamit tarafından Bulgar tebaya verildi.

1936 beyannamesinde ise arsa Evlogi Georgiev Vakfı adına işlendi. Ancak 1980’li yıllara gelindiğinde vakıfta yönetim sorunu yaşandı. 1993-2007 yılları arasında Bulgaristan Ortodoks Eksahlığı Vakfı’nda yönetim kurulu üyelisi olan Bojidar Cipof bu sorunu şöyle anlatıyor, “Bulgar Hastanesi binasının esas sahibi “Evlogi Georgiev Vakfı” idi ve uzun yıllar mevzuata aykırı bir biçimde ve mütevelli heyetsiz olarak çalıştı. Hastaneyi elde tutan ve nemalanan birkaç Bulgar Cemaati mensubu ile Bulgar Başkonsolosluğu ’nun elemanlarınca yönetilmekteydi. Mütevelli heyeti oluşturulması hakkında defalarca uyarılmalarına rağmen aynı şekilde devam edildiği için “5 Temmuz 1988’de Saat 15.30“da tutulan bir tutanakla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından el konuldu ve mazbutaya alındı. Belgelere göre bu arsa “Evlogi Georgiev Vakfı”na ait. Bu vakfın ise yönetimi yok. Dolayısıyla burada Bulgaristan Ortodoks Eksahlığı Vakfı’na bir söz düşüp düşmeyeceği belli değil.”
Bal-Göç Genel Sekreter Yardımcısı Kader Özlem: Vakıf Malları Konusunda Adım Sırası Bulgar Hükümeti’nde
Ankara hükümetinin İstanbul’daki Bulgar Ekzarhlığının vakıf mallarına ilişkin aldığı iade kararını değerlendiren Bal-Göç Genel Sekreter Yardımcısı Kader Özlem, ‘sıra Sofya yönetiminde. Bulgar Dışişleri Bakanı Türkiye’yi tebrik etti ama kendilerinin de sorumlulukları olduğunu unutmamalıdır. Bulgaristan Türklerini işlerine geldiği gibi görme eğiliminde olan Bulgar Devleti, uluslararası hukuku ise görmezden gelmeye devam ediyor’ dedi.
Kaynak: AJANS BG

14 Haziran 2012 Perşembe

ELVEDA BALKANLAR, İSMAİL BİLGİN

Balkan Savaşı'nın 100. yıldönümü münasebetiyle bu konuda yapılan yayınlarda hafifte olsa bir artış gözlenmektedir. Kitabın alt başlığında da dendiği gibi Balkanlar Unutulan Vatandı ama bundan sonra böyle olmayacak inşallah.
Roman'dan kısaca bahsedecek olursak, Bulgarlarla karşık bir köyde yaşayan yeni çocuk sahibi olmuş genç bir ailenin Edirne'ye göç etmeye niyetlenerek varını yoğunu yok pahasına sattıktan sonra köylüleriyle yola çıkmaları ancak geçmeleri gereken bir köprü üzerinde iken Bulgar çetesinin saldırısına uğramaları ile başlar. Kervanda bulunan herkes öldürülmüş sadece Belkıs ve bebeği Hicran kurtulabilmiştir.
Belkıs bebeği Hicranla dereyi, tepeleri, çamuru aşarak Edirne'ye varıp biricik kızını kurtarmak istemektedir. Ancak yorgunluktan yere düşüp bayılmış Edirne'ye doğru yola çıkmış başka bir kervanda bulunan Kibar Ana ve oğlu Halil tarafından arabalarına alınarak kurtulmuşlardır. Bin bir zorlukla Edirne'ye ulaşan kafileyi yine zor günler beklemektedir. Bulgar ordusu Kırklareli'ye girmiş Türk askeri bozulmuştur..sıra Edirne'ye gelmiştir. Şükrü Paşa Edirne'nin savunmasıyla görevlendirilmiş kendisinden 1 ay savunma yapması istenmesine rağmen 5 ay şehri tüm zorluklara rağmen savunmuş yardım ve iaşe gelmeyince teslim etmek zorunda kalmıştır.. Halk bu sefer de Edirne'den İstanbula göçe başlamış... Edirne günlerinde Belkısa ve Halile yardımcı olan yüzbaşı Cemal onlara ısrarla  İstannbula göç etmelerini tavsiye etmiştir. İstanbul yolculuğu çetin ve meşakkatlidir. Belkısın bebeği Hicran bu yolculuğa dayanamaz ve annesinin sırtında soğuktan vefat eder... zorlukla İstanbula ulaşan Kibar Ana, Halil ve Belkıs Sultanahmet Camiine yerleştirilir diğer muhacirler gibi ancak İstanbulda kolera kol gezmektedir.. Koleraya tutulan Halil de vefat eder.. İki kadın tek başlarına kalırlar. Bu arada İstanbul Hükümeti Çatalcaya kadar gelen Bulgarları geri püskürtme planları yapar Kuşçubaşı Eşref ve arkadaşları düzensiz birlikleri ile Bulgar ordusuna ani saldırılar yaparak onları geri püskürtür ve Edirne'yi tekrar ele geçirirler.
Çok yoğun duyguların yaşandığı bu romanı okurlarımıza tavsiye ediyoruz. Yazarına da eline sağlık diyoruz. BTG 

11 Haziran 2012 Pazartesi

ŞEMSİ PAŞANIN KADERİ, ZAİM AZEMOVİÇ

Şemsi Paşa'nın Balkan Kaderi
Yazar: Zaim Azemoviç
Türkçe

Şemsi Paşa Bişevaç
Yazar: Esat Şutkoviç
Boşnakça

BALKANLAR'DA OSMANLI DÜZENİ

Çirmen Sancağı Örneğinde
BALKANLAR'DA OSMANLI DÜZENİ
(15-16. Yüzyıllar)
Yazar: Dr. Sıddık Çalık


8 Haziran 2012 Cuma

Kitaplarımız neden Amerika’dan çıkıyor?

Bu yazıyı Stoyan Şivarov Beye ithaf ediyorum.
Teşekkürler!



Basri Zilabid

İstanbul’da geçen yüksek tahsil yıllarımda hocalarımız bize bazı temel İslamî kaynak eserlerimizin bugün Paris Biblitheque Nationale’de, Londra British Museum’da bulunduklarını hüzünle anlatırlarken bir gün benim başıma da benzer bir olayın geleceğini nasıl bilebilirdim.

Son günlerde işimden arta kalan zamanımı Nevrokoplu Mehmet Behçet Perim’e ve yazdığı kitaplara ayırdım. Hatta Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin yardımıyla çok kısa bir zamanda Sofya Hatıraları isimli kitabını yayınlama imkânı elde ettik. Bu kitabı yayınladığımda Perim’in diğer kitaplarını henüz elde etmemiş ve okumamıştım. Bu sebeple bütün kitaplarını kütüphaneme kazandırmak için çalışmaya başladım. Türkiye’de bastığı kitaplar pahalı da olsa sahaflarda satılıyordu ama benim en çok merak ettiğim 1923 yılında Tuna kıyısındaki küçük Rahova şehrinde Osmanlıca olarak bastığı Bulgaristan Müslümanları -İçtimaî ve Siyasi Halleri- isimli kitabıydı.

İnternet üzerinden yaptığım katalog araştırmalarında bu kitabın Türkiye kütüphanelerinde bulunmadığını öğrendim. Sofya Milli Kütüphanesi Şarkiyat Bölümünde çalışan Osmanlıca uzmanı Stoyan Şivarov’a bir mektup yazarak bu kitabın orada olup olmadığını kontrol etmesini rica ettim. Bu konulara meraklı olan genç araştırmacı kitabın kataloglarda bulunmadığını ancak araştırmaya devam edeceğini bana bildirdi. Stoyan Şivarov’un ısrarlı araştırmaları sonucu ‘bizim kitabımız’ Los Angeles’te California Üniversitesi Kütüphanesi’nde çıktı. Aslı orada duruyor bizde ise fotokopisi mevcut! Üzerinde de “Fahri Bilge Kütüphanesi” yazan bir mühür bulunuyor.

Nasıl oldu da Rahova’da basılan bir kitap ne Türkiye’de ne de Bulgaristan’da bulunamadı da Amerika’da ortaya çıktı. Kitabın Amerika’ya yolculuğu aslında İstanbul’dan başladı.

“Ziraat Bankası'nda şube müdürlüğü yapması sebebiyle Anadolu'da birçok yeri dolaşan Fahri Bilge, gerçek bir kitapsever ve çok önemli bir koleksiyoner olarak tanınmış ve kendi adına bir kütüphane kurmuştu. Fahri Bilge öldükten sonra oğlu Aydın Bilge, birçok üniversite ile irtibata geçip babasına ait kütüphanenin bir kısmını satmak istemiş. Chicago Üniversitesi basma kitaplara talip olarak satın almış, yazma kitapları da Kültür Bakanlığı kendi bünyesine dâhil etmiş idi.” (Cemal Kalyoncu, “Müflis Bir Masonun Not Defteri”, Aksiyon Dergisi, sayı: 2 Ocak 2006 ) İşte bu paragraftan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yılda Bulgaristan Müslümanlarına dair basılan bir kitabın nasıl elimizden çıktığını anlayabiliyoruz: babasının bin bir zorluklar çekerek topladığı kütüphanesini para için satan bir evlat… Kendi değerlerimize kıymet vermiyoruz. Ne yazık ki, bu sadece bir örnek bunun gibi daha niceleri var.

Artık bize düşen Mehmet Behçet’in bu ilk kitabını günümüz harflerine çevirip gerekli notlar ve açıklamalarla meraklı okuyuculara sunmaktır.

Buradan, Sofya’da tanıdığım ve geniş kütüphanelere sahip olduklarını tahmin ettiğim değerli Bulgaristan Türklerinden olan aydın büyüklerimize haddimi aşarak seslenmek istiyorum. Hal-i hayatta iken kütüphanelerinizdeki kitapları günden güne gelişmekte olan Sofya Yüksek İslam Enstitüsü Kütüphanesine bağışlamanız burada eğitim görecek öğrenciler tarafından uzun yıllar hayırla yâd edilmenize vesile olacaktır, bu hayırlı işe besmele çekmeniz ümidiyle …

DELİORMAN’DA KOCA YUSUF CANLANDI

 Koca Yusuf Spor ve Kültür Derneği Kuruldu



“Büyük efsaneyi görür gibiyim,
Tarih denizinde yürür gibiyim,
Eyvah, heyecandan ölür gibiyim,
Karalar Er meydanında.”

Gelmiş geçmiş en meşhur pehlivanlardan olan Koca Yusuf, Avrupa ve Amerika pehlivanların  sırtını yere vurarak cihan pehlivanı ünvanını almıştır.  Deliorman’da Şumnu’nun Karalar köyünde doğan efsanevi Türk güreşçisi 20 yaşında iken 1885 yılında, 26 senedir Kırkpınar Başpehlivanlığını elinde bulunduran Kel Aliço ile berabere kalmış, Aliço da sonrasında Koca Yusuf'un "başpehlivanlığa" layık bir yiğit olduğunu kabul ederek başpehlivanlığı devretmiştir. Karşısına çıkan hiçbir pehlivan kendisinden bu unvanı almaya muvaffak olamamışdır. Devrin meşhur pehlivanları; Adalı Halil, Kara Ahmet, Katrancı, Karagöz Ali, Memiş, Filiz Nurullah, Kurtdereli Mehmet ve Hergeleci İbrahim Koca Yusufla kapışmışlar, hepsi de Yusuf’un kendilerinden üstün pehlivan olduğunu kabul etmişlerdir. O, ustalığı, kuvveti, çevikliği yanı sıra  açık sözlülüğü, mertliği ve İslâm'ı yaşamadaki hassasiyetiyle de dikkatleri çekmektedir.
Şumnu’da,  6 Haziran 2012 (Çarşamba), saat 18:00’de ünlü deliormanlı pehlivanın adını taşıyan Koca Yusuf Spor ve Kültür Derneği kuruluş toplantısı düzenlendi. Toplantı açılışında kocayusufların yolunda giden, küçük yaşta, ama büyük başarılara imza atan Varna’nın Bulair köyünden 15 yaşında Milli Güreş Şampiyonu Sevgin Hasan, cihan pehlivanı fotoğrafını eline alıp yükseklere kaldırmakla bu tarihi toplantıya renk ve duygusallık kattı. Sonra Köklüce (Venets) cazgırı Hamit Hamit”Allah Alaaaah, illâllah, Alkışlarla diyelim maşallah…”diyerek, ve “...bir Er meydanı kurmak, sadece güreşi değil, insanlığı da öğretmektir”, diyen Eski Cuma cazgırı Enver Yahov,” Pehlivaaan, pehlivan, İşte meydan, işte pehlivan güreş meydanlarında okudukları dualarla toplantıda büyük heyecan yarattı.
Koca Yusuf Spor ve Kültür Derneği yönetimine oy vermekle 9 kişi seçildi:
1.      Koca Yusuf Derneği Başkanı Arif Vasvi -  İsperih’in (Kemallar) Kıpinovtsi köyünden Milli Güreş Şampiyonu
2.      Gülhan Rufat - Razgrad’tan, Dünya yarışmalarında üçüncülük kazanan, Beden Eğitimi Bölümü üniversite öğrencisi,
3.      Bayazit Kemal- Ruen Güreş Antrenörü, ekibi ile Türkiye yağlı güreşlerine katılan ve Bulgaristan yağlı güreş gösterilerinde büyük katkısı olan,
4.      Deçko İvanov Hristov -  1966 ve 1967  Bulgaristan Milli şampiyonu, uzun yıllar antrenörlük yapmış, Amerika-Bulgaristan çift vatandaşlığı var,
5.      Nurten Remzi - Koca Yusuf heykeli ve Koca Yusuf yağlı güreşler projelerini hazırlayan, Deliorman güreşleriyle ilgili panel, seminer ve arşiv yapan, Davul Zurna takımı kuran,
6.      İsmail Hilmiev Ebazerov - Koca Yusuf’un doğduğu Karalar köyü muhtarı, orada Koca Yusuf’un anıt taşını yaptıran ekip üyelerinden biridir,
7.      Ali Aliev Tarakçı - Razgrad’ın Ezerçe köyü güreş kulübü yöneticisi ve antrenörü, kız güreşçilerinden biri milli yarışmalarda ikincilik kazanmış, Sambo sporu Milli Şampionu,
8.      Hüsiet  Hamidova Hilmieva, Köklüce’den, ekonomi bölümü mezunu, babası güreşlerde cazgırlık yaptığından dolayı küçük yaştan seyirci olarak güreşlere giden, 
9.      Gülten İzedinova Recebova - sosyal sağlık bölümü mezunu, güreşsever ve yağlı güreşler  derneği kuruluşuna  ilgisi olan

Köklüce (Venets)’den Avukat Levent Zekeriev Ahmedov, Koca Yusuf Derneği avukatı ilan edildi. Dernek kuruluşuna katkıda bulunan ve kurucu olanların arasında bulunan Kaolinovo’dan Sevgin Lütfi Hilmi, Eski Cuma’dan, 1957 yılında Moskova’da Dünya yarışmalarında üçüncülük kazanan İvan Angelov İvanov, NÜVVAB öğretmeni Celil Celil, Şumnu’dan Yono Tsenov, Emel Seyhan, Cengiz Tefik, Cahide Ercan,  Burgas’tan 2 kez dünya yarışmalarında üçüncülük kazanan Donço Jekov, Hitrino’dan İlhan Mustafa ve Seniha Hanım, Aytos’tan Güreş Antrenörü Rujdi Ahmet gibi Kuzeydoğu Bulgaristan’ın farklı farklı belediyelerinden aydın kişi ve güreşseverler vardı.
Koca Yusuf Spor ve Kültür Derneği kurulunca, Karalarlı Yusuf", "Şumnulu Yusuf", "Büyük Yusuf", “Terrible Turk” (Korkunç Türk) olarak tanınan ve bilinen, iri gövdesi, güreş becerisi, gücü ve sporcu ahlakı olan  Koca Yusuf’un adı yeniden canlandı. Hayırlı olsun!
Nurten Remzi

25 Mayıs 2012 Cuma

NEVROKOPLU MEHMET BEHÇET PERİM'İN İKİ ESERİ DAHA KİTAPLIĞIMIZA EKLENDİ


NEVROKOPLU MEHMET BEHÇET PERİM'İN İKİ ESERİ DAHA KİTAPLIĞIMIZA EKLENDİ

Hayattan İlhamlar, Eskişehir 1951, 60 Sayfa
İçindekiler:
Tolerans
Hafiye
Yeşil Kurbağa
Müzik dersi
Kral ve neferleri
Milli müellif nasıl olur?
Yunus'un diyarında
Efendi köylü
Moskoflar hazırlanıyor
Kore zaferi
Arif'i anarken
Göçmenler gelirken
Hataylı

Görüşler ve Duyuşlar, Edirne 1935, 160 Sayfa
İçindekiler:

İki söz ve bir deneştirme
Ne yapacaksın bozayı?
Dam insanları..
İçki ve kumar
Hakiki bir Türk
Hepimiz böyle olmalıyız
Soy adı alırken
Okuyan Türk köylüsü
Asker kokusu
Amirle memur
Bir ders daha
Gönül birliği
Esnaf terbiyesi
Çiftçi
Yurdumun değerli kızlarına
Yurdumun sayın aydınlarına
Türkler ve Avrupalılar
Kitap ve gazete
İhtikar savaşı
Erbap adam
Nüfus meselesi
Bir adam 25 liraya
Bayram hediyesi
...
...

Not: Kitapların PDF versiyonunu elde etmek isteyenler bulgaristanalperenleri@gmail.com mail adresinden bizimle irtibata geçebilirler. BTG

27 Nisan 2012 Cuma

Bulgaristan'dan Bir Güzel Haber "Ahmed Davudoğlu Vakfı"

Bulgaristan'dan Bir Güzel Haber "Ahmed Davudoğlu Vakfı"

Vedat S. Ahmed
Bulgaristan Müslümanları arasından bir grup idealist genç 2001 yılının son aylarında “Ahmed Davudoğlu Dostluk ve Kardeşlik Vakfı"nı kurdular. Son dönemin başta gelen İslâm alimlerinden – Bulgaristan’da ve Türkiye’de hayırlı hizmetlerde bulunmuş olan - merhum Ahmed Davudoğlu’nun (1913-1983) adına kurulan vakıf ilk defa 20. 06. 2002 tarihinde başkent Sofya’da tanıtıldı.
Büyük bir katılımla gerçekleşen tanıtma toplantısına iştirak eden davetliler arasında Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü Selim Mehmed, Yüksek İslâm Şurası Başkanı Mustafa Hacı, Türkiye Diyanet Vakfı Bulgaristan temsilcisi Dr. Aydın Topaloğlu, Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü Rektör-Yardımcısı Hüseyin Çitak, Hak ve Özgürlükler Hareketi milletvekili ve parlamentodaki İnsan Hakları ve Dinler Komisyonu Başkan-Yardımcısı Ahmed Hüseyin ve yerli münevverler de bulunuyordu.
Toplantının açılışından sonra sözü alan vakıf başkanı Basri Zilâbid vakıfların ehemmiyeti, yeni kurulan vakfın amaçları, gelir kaynakları ve sekiz ay zarfında yapılmış olan hizmetler hakkında genişçe bilgi verdi ve birkaç ay sonra Müslüman kadro yetiştirmek için Filibe’nin Ustina köyünde faaliyete geçecek olan eğitim merkezinin müjdesini verdi.
Vakfın iyi hizmet verebilmesi için Başmüftü Selim Mehmed Efendi, Başmüftülük olarak ellerinden gelen yardımı esirgemeyeceklerini bildirdi. Başmüftü “Bizim tasarlayıp da yapamadığımız bazı hizmetleri bu yeni kurulan vakfımızın gerçekleştireceğine inanıyorum” diyerek sevinç ve memnuniyetini belirtti.
Daha sonra söz alan Dr. Aydın Topaloğlu ve Hüseyin Çitak gerek Türkiye Diyanet Vakfı’nın, gerekse Yüksek İslâm Enstitüsü’nün “Ahmed Davudoğlu Vakfı” ile şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da birlikte çalışmaya hazır olduklarını ifade ederek vakfın kuruluşunu tebrik ettiler.
Hak ve Özgürlükler Hareketi parlamenter grubu adına konuşma yapan Ahmed Hüseyin, bu gibi vakıfların ecdadımızın yiyecek lokmasını hibe ederek kurdukları hayrâtı yeniden eski haline getirmede büyük katkılar sağlayacağına inandığını ve bu yeni vakfın Müslüman halktan kendilerine gelen hayır eserlerinin harap olmasına dair yüzlerce şikayetin bertaraf edilmesini temenni etti.
55 yıl önce merhum Ahmed Davudoğlu Hoca'nın öğretmenlik ve müdürlük yapmış olduğu Şumnu Medresetü’n-Nüvvâb okulunun hal-i hazırdaki müdürü Hasan Salim, alim ve fazıl bir zat olan Ahmed Davudoğlu’nun hayatını ve eserlerini çok öz bir şekilde misafirlere tanıtarak, vakfımızın böyle ender şahsiyetlerin yetişmesine vesile olması dileğiyle konuşmasını bitirdi.
“Ahmed Davudoğlu Dostluk ve Kardeşlik Vakfı” tanıtma toplantısının son konuşmacısı Ahmed Davudoğlu Hoca’yı bizzat tanıyan ve kendisiyle birlikte hayatının en acı günlerini paylaşan Yusuf Kerim Hoca idi. Seksen yaşını aşan Yusuf Kerim Hoca, bir zamanlar okuduğu okulun müdürü Ahmed Davudoğlu ile birlikte Sofya Divan-ı Harbi’nde yaşadığı hapis günlerini yaşlı gözleri ve titreyen sesi ile dinleyenlere anlattı. Kurulan vakfın her zaman kendisine o acı günleri hatırlatacak olmasına rağmen, Müslüman halkın yararına olacağı için sevinç duyduğunu ifade etti. Tanıtım Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencilerinin hazırladığı birbirinden güzel ilahi, ezgi ve türkülerle sona erdi.
Yüce Allah’ın yeni kurulan vakfımızı hayır yarışında muvaffak kılması duasıyla...
Kaynak: Altınoluk Dergisi
2002 - Eylul, Sayı: 199, Sayfa: 019

FERACESİZLEŞTİRME

Feracesizleştirme
Dr. İsmail Cambazov
1950'li yıllarda Müslüman kökenli Türk aydınları, hala ateizm propagandasının dışında kalmaya çalışıyorlar, ona aktif olarak katılmıyorlardı. Katılanlar ise, Rafiev İslamiyet hakkında şöyle diyor, Mizov filan kitabında şunları ya¬zıyor, bunları yazıyor diyerekten kendi fikirlerini söylemekten çekmiyorlardı. Parti buradaki taktiği anlamakta gecikmedi. Sofya'daki Türkçe basın-yayında çalışan Nüvvablıları bir gün BKP Merkez Komitesine topladılar. Selim Bilâl, Sabri Demir, Hafız Akif Solak, Lütfi Demir ve İsmail Cambazov. Dimitır Genov (Rafiev'in yardımcısı), bize Merkez Komitesinin İslamiyet hakkında bir kitap çıkarmak istediğini, bu kitabı da İslamiyeti en iyi tanıyan Marksist Nüvvablıların yazmasını kararlaştırıldığını bildirdi. Kitaba girecek olan konuları o verdi, biz de aramızda taksim ettik. Kitap "İslam Hakkında Konuşmalar" başlığı altında Türkçe ve Bulgarca yayınlandı (1962). Bizim kitapta ayrı ayrı konular işlendiği için konuşmacıların işine çok yaradı. Bir konuşmacıdan namazlar aleyhinde konuşması mı isteniyor, alıyor Sabri Demir'in yazısını doğrudan okuyor toplantıda. Bayramları mı eleştirilmesi isteniyor, kitaptan benim yazıyı alıp okuyor.
Fakat bu kitapta biz sadece beş altı Nüvvablı söz alıp fikrimizi söyledik, ya diğer Nüvvablılar? Onları da "Yeni Işık" gazetesi yakaladı. Çarşaf gibi yazılarla dinden nasıl vazgeçtiklerini anlattırdı. Sonra sıra imamlara, hocalara geldi.

Ateist propaganda, bu minval üzere giderken bir gün caminin önünde Başmüftü Efendi ile karşılaşıverdik. Çok üzgün görünen Akif Hoca hal hatırdan sonra bana şu fıkrayı anlattı:

- Nasrettin Hoca bir gün bir köye uğramış. Köpekler saldırmışlar. Avludan bir süven (kazık) çıkarıp kendisini savunmak iste¬miş, fakat toprak don olduğu için, süveni çıkaramamış. Bunun karşısında:

- Köpekleri salmışlar, süvenleri bağlamışlar, bu köyün geleceğinden korkarım diyerek geçip gitmişti.

Çok geçmedi, kitaplarla gazetelerle yapılan yazılı propagandadan pratiğe geçildi. Güzelim, renkli halk törelerinden dini hesap edilen (addedilen) tüm unsurlar ayıklanıp atıldı. Baştan setr-i avrettir [BTG'nin notu:tesettür/hicab kastediliyor] (kadının örtünmesi) diyerek kadın elbiselerine saldırdılar. Sosyalist kadına öcü gibi çarşaf, bürgü, ferace arkasında güzelliğini gizlemek yakışmıyormuş. Bunlardan vazgeçmesi lazımmış. Bu da ineğin sütünü azaltıyor, ya da tamamıyla durduruyormuş. Böylece Müslüman kadının yeri buğday, mısır tarlasında, harmanda imiş!

Başladı bir "Feracesizleştirme" kampanyası perdesi altında kıyafet reformu. Analarımız bacılarımız 5-6 ay içinde soyuk soğana dönüştürüldü. İnat edenler kooperatif bloklarına [geniş tarlalar] işe alınmadı, otobüslerden indirildi, mağazalardan alış-veriş yapmalarına müsaade edilmedi. Zora dağlar dayanamamış. Açlığa dayanılır mı? Müslüman kadınlar Bulgar kadınlardan çok daha modern oldular. Köylü Bulgar kadının önlüğü, beyaz yaşmağı bir kimsenin dikkatini çekmiyordu. Ama Türk kadını yaşmak taşıyamazdı. Çünkü yaşmak hem milli hem dini kıyafetin bir göstergesi idi.

Aynı yöntemlerle erkeklerin aba poturu, fesi sarığı da gitti. Köylerde aba poturlu, babaç kuşaklı, kuzu kalpaklı sadece Bulgarlar kaldılar. Türklere kuzu kalpağı, baret de yasak edildi. Meğer onlar da Türklük simgesi imişler. Güler misin, ağlar mısın?

Zoraki (Dobrovolno, zorlovolno) olarak bu kıyafet reformu yapıldı. Bu reforma karşı Baş müftünün bir tepkisini görmedim. Arşivlerde "Setri-avret farz değildir. Kadınlarımız modern giyinerek de Müslümanlıklarını muhafaza edebilirler" diyen bir fetvasına, genelgesine rastlamadım. Ancak imamları, bölge müftülerini bu işlere koştuklarını biliyorum. İmamlar baştan kendi kanlarını, kızlarını açmaya mecbur edildiler, sonra da komşu kadınlara, fistanla da, açık başla da namaz kılınabileceğini, Müslüman kalmak mümkün olabileceğini söylettiler.

Rahmetli Razgrad Müftüsü Hafız Osman anlatıyordu.

- Vatan Cephesinden geldiler. "Feracesizleştirme kampanyasında yardımımı istediler. Telefonu aldım. Baş müftüye sordum. Durumu idare et, böyle şeyler sorma bana, dedi. Ben de ne yapacağımı düşünürken Allah'tan Ankara radyosu yetişti yardımıma. Oradan Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan bir hocanın vaazını dinledim. Hoca "Setr-i avret imanın şartlarından değildir. Açık kadın da pek alâ Müslüman olabilir, dini vecibelerini yerine getirebilir" dedi. İçim ferahladı. Köy toplantılarında hep bunu anlattım. Bir de müftülükte imamları topladım ve kampanyaya yardım etmeleri emrini verdim. Allah günahımı afetsin.

Kadınlarımıza, hele de köylü kadınlarına, erkeklerine anadan babadan alıştıkları geleneksel kıyafetlerini değiştirmek çok ağır geldi, fakat bu işin dayatmakla olmayacağını görünce sineye çektiler. Kıyafet reformundan sonra halkın düğün, doğum geleneklerine el atıldı. Hacı hoca takımı bu iki yerden de kovuldu. Kanunen serbest olan dini nikâhlar yasak edildi. Yaptıran da yapan da cezalandırıldı.
Kaynak: Müslümanlar Dergisi (Bulgaristan), Nisan 2012 sayısı.

18 Nisan 2012 Çarşamba

Sofyalı Bali Efendi Türbesi’nde Bir Hatıra

Bali Efendi Türbesinin
Sofya kvartal Knyajevo'da
bulunduğu yer
Sofyalı Bali Efendi Türbesi’nde Bir Hatıra

Basri Zilabid

2006 yılındaydı Sofyalı Bâli Efendi Sempozyumu’ndan sonra BNT den bir programcı hanım "Ağustos ayı başlarında burada insanlar toplanıyor, türbeyi ziyaret ediyorlar ben de çekim yapmak istiyorum" demişti. O gün türbe kapısını açabilir misiniz... diye benden ricada bulundu. Ben de "yetkili olmamakla birlikte yakındaki fırıncıdan anahtarı temin eder, açarız" dedim. Çünkü anahtar Türkiyeli bir işadamının işlettiği fırında duruyordu.

Tarih yaklaşınca yanımda çalışan Aytoslu Beyhan Mehmed kardeşimle türbeyi bir ziyaret edelim dedik. Bir de baktık kilise bahçesindeki büyüyen otları papazlar biçtirmiş, arka tarafta kalan türbe çevresindeki diz boyu otlar olduğu gibi duruyor. Bu böyle yakışık almaz dedik ve Banyabaşı Camii’ndeki görevli arkadaşlara kosaları [tırpanları] olup olmadığını sorduk. Olumsuz cevap alınca Knyajevo’daki dükkanlardan iki orak satın aldık, oradaki otları iki üç saat çalışmayla güzelce kesip bir kenara topladık. Orakları da türbenin içine bir köşeye koyduk ki, daha sonra tekrar lazım olduğunda kullanılsın diye...

Gün geldi çattı… Hafızam beni yanıltmıyorsa 5 veya 6 ağustos olacak... Sofya'dan, İhtiman'dan, Kostinbrod taraflarından Çingeneler gelmeye başladı. Biz kapıyı açtık, televizyon için program hazırlayan Bulgar hanım benimle kısa bir röportaj yaptı daha sonra ziyarete gelenlere mikrofonu uzattı. Onların duygu ve düşüncelerini aldı.

Gelenlerden yaşlı bir dede bana:

-"Oğlum, biz her sene buraya geliriz ama hiç açık bulamayız, çok sağ olun, var olun!" dedikten sonra tabeladaki "Bali Efendi" ibaresi gözüne ilişti "biz onu Ali Baba" biliyorduk, dedi. Evet yıllar yılı terk edilmiş, bir kitabesi bile olmayan bu türbede yatan büyük Halveti Şeyhi Bali Efendi, zamanla Ali Baba olmuştu.

Türbeyi ziyarete gelenlerden birkaç aile arabalarından mangalları kasalarla biraları indirmeye başladılar, belli ki burayı içkili piknik alanına çevireceklerdi. Biz neye uğradığımızı şaşırdık. Buna nasıl engel oluruz diye düşünürken

-Burada ateş yakmak tehlikeli olabilir, kilise yetkililerinden izin aldınız mı? Deyiverdim. Papazların buna izin vermeyeceklerini zannederek… Tam o sırada genç papaz göründü. Çingene hemen yanına koştu ve:

-Papaz efendi, mangal yakabilir miyiz? Diye sordu. Papaz:

-Dikkatli olun, yangın çıkarmayın yeter, giderken iki bira da bize bırakın demez mi!

Biz, Kanuni Sultan Süleymanla mektuplaşmış bu büyük zatın ruhuna birer Fatiha ve üçer İhlas göndererek oradan ayrıldık.
Not: Bali Efendi Türbesi, Sofya’nın banliyösü olan Knyajevo semtindeki ana yol üzerinde bulunan Sveti Prorok İliya Kilisesinin hemen arkasında bulunmaktadır. 

17 Nisan 2012 Salı

SOFYA'DA NURİ TURGUT ADALI ANILDI

Bu akşam Sofya'daki Bulgaria otelinin salonunda güzel bir etkinlik düzenlendi. Timur Bey ve Sevda Hanımın hazırlayıp sundukları Nuri Turgut Adalı'yı Anma Gecesi duygulu anlara sahne oldu. Bulgaristan Türklerinin Kahramanı Gazi Nuri Turgut Adalı'nın hayatı ve davası anlatıldı. Aynı zamanda dertli bir şair olan mücahidimizin şiirlerinden de örnekler sunuldu. Kaynak: Vedat S. Ahmed/Facebook
DELİ
Dokunma diyorlar, suya sabuna.
Bakma etrafına, gir sen kabına.
Başkaları için ağlayan gözler,
Her yerde tüm hakkı savunan sözler,
Yıldırım kesilir üstüne döner.
Bu zulmette bakma olmaya fener!
Fırtınalar kopar hep söndürürler,
Hakkı haykıranı her an döverler.
Az mı dayak yedik bu yüzden gafil?
Bir ömür boyu hep sen kaldın cahil!
Aç gözünü artık yeter bu uyku,
Ara şu felekte sakin bir kuytu!
Gizlice orada ör çorabını.
Yeter artık kapat şu Hak bâbını!
O yoldan gidenler hep harap oldu.
Yaz bile gelmeden gülleri soldu.
Nasibini al sen cennet dünyadan,
Yeter bahsetme şu bomboş hülyadan.
Hayaller, emeller hem çoktan öldü,
Senden evvel kabre onlar gömüldü!
Aldandın, aldattın sen etrafını,
Kederle doldurdun her tarafını.
Yakınlara miras kaldı kederler,
Hakkı savunana "bir deli" derler
Ko deli kalayım değilim pişman,
Bence delilerde kalmıştır iman...
Ne kadar istesem olamam veli,
Vahşi kalmaktan olayım deli...

Nuri Turgut Adalı