BASRİ ZİLABİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BASRİ ZİLABİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Borisov BNT 1'deki Türkçe Haberleri Yayından Kaldıracak mı?

Bilmeyenler için belirtelim, Bulgar Devlet Televizyonunda (BNT1) 2000 yılından bu yana hafta içi saat 16:00 Bulgarca haber bülteninden sonra aynı haberler 10 dakika süre içerisinde Türkçe olarak yayınlanmaktadır. Tabi ki bu durum Bulgaristan Türkleri tarafından olumlu karşılanmıştır. Ancak yayın süresinin 10 dakika gibi çok komik bir süre olması hasebiyle bir çok insan istemesine rağmen bunu izleyememektedir. Ayrıca şunu da belirtelim ki, saat 16'da yayınlanan Bulgarca haberler BNT'nin internet sitesine konmasına rağmen Türkçe haberler servisinde çalışan 4 personele üvey evlat muamelesi yapılarak hazırladıkları haberler siteye konmamaktadır.
Türkçe haberlerin yayına başlamasından bu yana Bulgar milliyetçisi partiler ve sivil örgütler devamlı surette bu yayınların durdurulması gerektiği yönünde propaganda yaptılar.
Hükümet kurmak için 5 milletvekili yetmemesine rağmen koalisyon yapma yoluna gitmeyen GERB PARTİSİ'ne aşırı milliyetçi ATAKA PARTİSİ koşulsuz destek vermişti. Şimdi verdiği desteğe karşılık GERB PARTİSİ ile beraber Devlet televizyonundaki Türkçe haberlerin kaldırılmasını ve 17 mayısın Bulgar soykırım günü ilan edilmesini istiyor.
Daha önceki beyanatlarında
- "Kendini Türk hisseden Türkiyeye gitsin" diyen,
- "Soya dönüş" sürecinin amaçları açısından doğru, ancak yöntemi açısından yanlış olduğunu söyleyen,
- Türkleri, Çingeneleri ve emeklileri "kötü/işe yaramaz malzeme" olarak niteleyen şimdiki Başbakan Boyko Borisov, Volen Siderovun bu isteklerine ne diyecek?
Bulgar soykırım günü ilan edilmesi hakkında şahsi görüşünün olumlu yönde olduğunu belirtti, ancak Türkçe haberlerin kaldırılması konusunda şahsi görüşünü belirtmedi.
Tahminimizce Başbakan Borisov BNT'deki Türkçe haberleri kaldırmayacak. Neden?
Birincisi, Ataka partisine rehin olmadığını göstermek isteyecektir.
İkincisi, DPS ve insan hakları savunucu sivil teşkilatların Avrupa Birliği nezdinde etnik ayrımcılık yaptığı antipropagandasına fırsat vermemek için.
Üçüncüsü, Stanişev hükümetinin yolsuzluklarına karşı başlattığı kampanyanın 10 dakikalık Türkçe haber yasağı ile gölgelemek istemeyecektir.
İleriki günler tahminimizin doğru olup olmadığını gösterecek. Bekleyip göreceğiz.
Basri Zilabid, Sofya

8 Mayıs 2009 Cuma

SİYASET PARTİYE, EĞİTİM KÜLTÜR VE SANAT DERNEKLERİMİZE YAKIŞIR - Basri Zilabid

Genel olarak Bulgaristan halkı özelde de biz Bulgaristan Türkleri herşeyi partiden bekler olduk.
Parti demişken küçük bir anektodla yazımıza başlayalım. Elli yıldır Sofya’da yaşayan eski komunist Türk aydınlarıyla sohbetlerimizde anılar canlanır “parti”den bahsederler, “parti” şöyle yapmıştı böyle etmişti diye konuşurlarken, gençler veya Türkiye’den gelip sohbette bulunanlar:
- Şimdiki Türk partisini kast ediyorsunuz değil mi? diye sorarlar.
Cevap: Hayır canım... Bulgar Komunist Partisi...

Bizim partiden kastımız Hak ve Özgürlükler Hareketi’dir.
Parti siyaset yapmak için kurulur. Siyaset de iktidarı elde etmek ve bu şekilde hizmet etmek için yapılır. Ancak bizler toplum olarak herşeyi partiden bekler olduk diye düşünüyorum. Özellikle eğitimimiz, kültürümüz ve sanatımız alanında... Bu konulardaki inisyatifi derneklerimiz almalıdır.
Mesela son günlerde meydana gelen bir siyaset olayı var. Koalisyon olarak seçime girecek partilerin meclise girmeleri için % 8 oy almış olmaları gerekecek. Durup dururken nerden ve kimden çıktı bu fikir. Bazılarına göre olayın fikir babası Ahmed Doğan. İşin en ilginç tarafı ise değişiklik teklifini milliyetçi Yane Yanev ve Dimitar Abaciev’in yapmaları. Neticede kanun değişikliği Cumhurbaşkanından veto yemesine rağmen ikinci defa meclis tarafından kabul edilerek onandı. Peki böyle bir değişikliğe neden ihtiyaç duyuldu?
Senaryoya göre, Boyko Borisov’un liderliğini yaptığı GERB Patisi ile İvan Kostov ve Martin Dimitrovun Mavi Koalisyonu arasında seçim sonrası hükümet kurulacak. Bulgar Sosyalist Partisi ile Hak ve Özgürlükler Hareketi ise iktidarlarını devam ettirmek istiyorlar. İşte bu noktada siyasetin cilveleri, siyasetin oyunları ve siyasi zekalar devreye giriyor, GERB ile MAVİ KOALİSYON arasında kurulacak muhtemel hükümete balta vuruluyor.
Parti siyasetle uğraşsın derken bunu kast ettim. Siyasi başarılar getirsin...
Eğitimimiz, kültürümüz ve sanatımız konularında ise derneklerimiz faal olmalıdır. Türk Derneklerimiz bir platformda birleşmeli fikirlerini belli aralıklarla beyan etmelidir. Bulgaristan Türklerine mesajlarını iletmeli ve onların isteklerini de hem kamuoyuna hem iktidara hem muhalefet partilerine sunmalıdır. Bulgaristan Türk Toplumunun sözcüsü olmalıdırlar.
İktidar olmuş bir parti bütün vatandaşlara hizmetle yükümlüdür. Devletin iç ve dış siyaseti, güvenliği ve ekonomisiyle sorumludur. İktidar olmuş Hak ve Özgürlükler Hareketinden Türk eğitimi, Türk kültürü ve Türk sanatı konularında günlük etkinlikler beklememek gerek. Bunları derneklerimiz yapmalı.
Rusçukta, Türkiye ile Kültürel İlişkiler Derneği “Güneş”,
Şumnu’da “Nazım Hikmet” Türk Kültür Evi,
Burgas’da “RECEP KÜPÇÜ” Türk Kültür Merkezi,
Kırcaali’de “Ömer Lütfi” Kültür Derneği,
ve Sofya’da 21. Yüzyıl Türk Kültür Merkezi bunları yapmaya gayret ediyorlar. Bu derneklerimizin yöneticileri Mecbure Efraimova, Nurten Remzi, Mücella Bilal hanımefendiler ve Müzekki Ahmet ile Sabri Alagöz beyler çok kısıtlı imkanlarla ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorlar. Kendilerine içtenlikle teşekkür ediyoruz.
Belediyelerimiz ve müftülüklerimiz Türkiyeden kardeş belediyeler ve kardeş müftülükler edindiler. Onlarda Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları için çalışıyor. Demem o ki, Bulgaristandaki bu derneklerimizle Türkiyedeki kendileriyle uyumlu olabilecek güçlü derneklerle kardeşlik kursalar ve bu şekilde daha bir faal, daha bir güçlü hale gelseler...
Sevgiyle kalın.

20 Nisan 2009 Pazartesi

BULGARİSTAN TÜRKLERİ'NİN MESELELERİNİ KONUŞMAK - Basri Zilabid

Demokrasinin gelmesi ile son 20 yılda Bulgaristan Türkleri'nin tarihi ve kültürü üzerine Bulgaristan'da olsun Türkiye'de olsun azımsanmayacak derecede bilimsel çalışmlar yapıldı, konferanslar tertip edildi. Özgürlük ortamında özellikle Bulgar tarihçileri üzerlerinde bir devlet baskısı hissetmeden çalışmalarını yürüttüler. Ancak bütün bunlar geçmişte olan "tarih"in günümüze aktarımı ve bir nevi bir bilgilendirme idi. Bu çalışmalar hiç şüphesiz çok faydalıdır ve devam etmelidir.
Ancak öbür taraftan "tarihi okumak" kadar "tarih yazmak, tarihe not düşmek, istikbalimizin yol haritasını çizmek" te bizim görevimizdir.
2009 yılı bizim için demokrasi ve özgürlüğün 20. yılı olmakla beraber, Bulgaristan Türklerinin milli meselelerinin konuşulduğu BİRİNCİ MİLLİ TÜRK KONGRESİ'NİN de 80. yıl dönümüdür.
31 Ekim – 3 Kasım 1929'da Sofya'da toplanan Bulgaristan Türkleri'nin Birinci Millî Kongresi'ni kısaca hatırlayalım.
Bulgaristan Türkleri'ni temsilen 450 delegenin katıldığı bir Milli Kongre düzenlenir. Dört gün süren kongrede Bulgaristan Türkleri'nin meseleleri görüşülür ve çözümü için belli kararlar alınır. Kongre aldığı kararları hükümete iletir fakat dikkate alınmaz, uygulanmaz. Buna karşılık Milli Kongre, Bulgaristan Türk varlığına, onun duygu ve dileklerine tercüman olur ve Bulgaristan Türkleri'nin tarihinde derin izler bırakır. Kısaca kendisine faydası olur.
Parti veya dernek, vakıf gibi sivil teşkilatların kongreleri herkesçe malum olduğu üzere genelde 4 yılda bir yapılır. Bulgaristan Türkleri'nin Birinci Milli Kongresi, Bulgaristan kurulduktan 50 yıl sonra yapılmıştır, şu an itibarıyla da birincisinin üzerinden 80 yıl geçmiştir.
Velhasıl,
Yurt dışında çeşitli sempozyumlarda, gösterilerde ve toplantılarda Bulgaristan Türklerini temsilen katılan çok değerli aydınlarımız, Türk kültür merkezi temsilcileri, Türk okuma evi yöneticileri ve Bulgaristan Türklerinin meselelerini kendisine dert edinmiş dava adamları... Bulgaristan Türklerinin ana meselelerinin konuşlacağı ve kararların alınacağı BULGARİSTAN TÜRKLERİ'NİN İKİNCİ MİLLİ KONGRESİ fikrini düşünmek, olgunlaştırmak, teşebbüs etmek ve nihayetinde gerçekleştirmek, bizden evvelkilerin açtığı güzel bir çığırı devam ettirmenin yanında Bulgaristan Türklerine bir hayat aşısı olacaktır.

8 Nisan 2009 Çarşamba

ÖZÜMÜZE DÖNMELİYİZ

1944 ile 1989 yılları arasında geçen komünist dönemde Bulgaristan Türklerinin özlerini oluşturan değerlerin üzerinden silindirle geçildiği bir gerçek. O dönemlerde yürütülen büyük ateizm propagandasının etkileri nesiller üzerinde hala devam ediyor. Özellikle Bulgaristan Türk gençleri arasında gözlemlediğim inançsızlık, başıboşluk, gayesizlik, idealsizlik had safhada.
Evet demokrasinin gelmesi ile temel hak ve özgürlüklerimizin birçoğunu elde ettik. Ama malesef kullanmadık ve hala yeterince kullanmıyoruz. Bu bakımdan artık silkinme ve kendimize gelme zamanıdır. Bizi biz yapan özümüzü bilmek ona göre yaşamak ve öz değerlerimizle yetiştirdiğimiz nesiller geriye bırakmak ana vazifemizdir.
Bulgaristan Türk topluluğunun özünü İslam ve Türklük oluşturur kanaatimizce. İnsanı yaratan Allah'tır. Bu sebeple kişinin yaradıcısı ile bağlılığı ırki bağlılığından önce gelir. Dolayısıyla önce Müslüman sonra Türküz.
Müslüman olmak öncelikle inançlı olmayı gerektirir. Hem ateist hem müslüman olunmaz. Müslüman Allah'ın varlığına birliğine, bu dünyadan sonra cennet ve cehennemin var olduğu ahiret diye bir alemin varlığına, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kadere hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanır.
Müslüman diliyle Allah'tan başka ilah olmadığını ve Muhammed'in O'nun kulu ve peygamberi olduğunu söyler, namaz kılar, oruç tutar, zenginse zekat verir ve imkanı varsa hacca gider.
Müslüman, Allaha ortak koşmaz, haksız yere insan öldürmez, zina etmez, büycülük yapmaz ve yapana başvurmaz, harpten kaçmaz, yetim malı yemez, faizle iştigal etmez, namuslu kadına iftira etmez. Müslüman güzel ahlak sahibidir.
Türklük dediğimiz şey geldiğimiz soydur.
Türklüğümüz bizim tarihimiz, dilimiz, kültürümüz, yeryüzüne bıraktığımız izlerimizdir.
Bugün maalesef birçok Bulgaristan Türkü, Türk olmayı "Türk adı taşımak" ve "yarım yamalak Türkçe konuşmak" olarak anlıyor. Bu durumu düzeltmek ve öz değerlerimize dönmek, kimliğimizi oluşturan ana unsurları genç nesillere aktarmak, öğretmek, bir ideal aşılamak imkanı olan her Bulgaristan Türkü'nün boyun borcudur.

18 Mart 2009 Çarşamba

MEDYA, DANS VE RADİKAL İSLAM

Pazartesi sabahı ortalığı toz dumana çeviren "radikal İslam" fırtınası öğleden sonra dindi. Medyanın inanılmaz gücü sayesinde "Bulgaristan - Yunanistan sınırına yakın bölgeden, birisinin belediye başkanı diğerinin öğretmen omak üzere 2 kişinin sorgulanmak üzere Ulusal içgüvenlik istihbaratına getirildiği" haberi bütün dünyayı bir anda dolaşıverdi. Sakin sessiz bir ülkeden gelen böyle bir haber tabi ki yabancı haber ajanslarını heyecanlandıracaktı. Bulgaristan'ın da Avrupa gündemini birkaç saatliğine de olsa meşgul etmesi güzel olurdu. "Radikal İslama" karşı Avrupa Birliği'nin sınırını koruyoruz mesajı verilmeliydi. İçe karşı ise korku salınmalı, endişeler had safhaya çıkarılmalıydı. Binbir zorluklarla düzene sokulmaya çalışılan seçmeli İslam Dini dersi ve öğretmeni öcü gösterilmeli, partili olarak ta, bağımsız olarak ta seçim kazanmasını bilen bir belediye başkanın itibarı zedelenmeye çalışılmalıydı. Bütün bunlar önceden planlanmış olabilir mi, bilemem, ancak bu sonuçları doğurmuştur.
DANS - Devlet "Ulusal Güvenlik" Ajansı kurulalı bir sene ikibuçuk ay oluyor. Bu müddet zarfında gösterişli "radikal İslam" baskınlarının ikisi fos çıktı. Birincisi eski Sofya müftüsü Ali Hayreddin'i "radikal İslam" fikirleri yayan tam tamına iki internet sitesi hazırlamakla itham ettiler. Sorguladılar ve serbest bıraktılar. Suç unsuruna rastlamadılar. Son olayda Sayın A. Başev ve M. Boşnakla ilgili olarak ta aynısı yaşandı.
Öte taraftan sessizce Türkiye Diyanet Vakfı Bulgaristan temsilcisini ulusal güvenliğe tehdit oluşturuyor gerekçesiyle sınırdışı ettiler, kimsenin ruhu duymadı; daha önce de Pazarcik merkezli "Vyara" Vakfı'nı "sivil toplum kuruluşları dini faaliyet gösteremez" gerekçesiyle kapattılar.
Dans'ta mutlaka İslam ve Bulgaristan müslümanları hakkında uzmanlar var. Neyin ne olduğunu biliyorlar. Bütün bu "gösterişli baskınların" psikolojik mücadele boyutu olduğunu düşünmemize mani birşey yok.
Bulgaristan halkının büyük bir çoğunluğu müslümanıyla hristiyanıyla İslam'ın ve "Radikal İslam" denilen şeylerin ne olduğunu bildiklerini hiç sanmıyorum. Hatta bu konunun uzmanları bile "radikal İslam"ın ne olduğu konusunda bir fikir birliğine varmış değillerdir. Bulgar oryantalisti Prof. Vladimir Çukov'un ifadesine göre 'mesela İngiltere'de radikal İslam kriterleri sabit değil hareketlilik aretmektedir. Yani değişmektedir. Bunları da belirleyen bir komisyon vardır.' Hristiyan ilahiyatı doktoru olan Stefan İlçevski "Bulgaristan'da müslüman topluluğu: gelenek, yeniden İslamlaşma, dünyevileşme ve radikalizim arasında seçim" (1) başlıklı makalesinde bütün bu kavramları irdeledikten sonra en son cümlesinde şunları söylüyor: Bizde (ülkemizde) "radikal" sayılan İslam, Batı'daki en "ılımlı" İslam'dan defalarca daha liberaldir.

Not: Halkın Belediye Başkanı Ahmed Başev'i kahraman gibi karşıladığını gören siyasiler nasıl da hemen ağız değiştiriverdiler.

Kaynak:
(1) http://www.center-religiousfreedom.com/bg/art.php?id=139

10 Mart 2009 Salı

AVRUPA BİRLİĞİNDE BULGARİSTAN TÜRKLERİNİ TESPİT


Başlıktaki ifadeden kastımız nedir? Belki Bulgaristan Müslümanları tabirini kullanmak daha yerinde olacaktı. Neden diyeceksiniz? 11 Eylül 2001'den sonra dünya üzerinde topluluklar daha ziyade ait oldukları dinle anılmaya başladılar. Sanki dünya "müslümanlar" ve "hristiyanlar"dan ibaretmiş gibi konuşulmaya başlandı. "Medeniyetler çatışması" tezleri ortaya atıldı. İşte bütün bu ortamda Avrupa Birliğinde de, "acaba içimizde nekdar müslüman var, aday ülkelerde nekadar müslüman yaşıyor" soruları sorulmaya başlandı. Bulgaristan da bir aday ülke idi ve önemli bir müslüman nüfusu barındırıyordu.
Bulgaristan Türklerini ve Müslümanlarını konumlandırmak icap ediyordu ve medyanın, sosyologların ve güya İslamiyet uzmanı oryantalistlerin kolaya kaçtıkları ve gerçeği saptırdıkları görüldü.
Bütün bunların şuur altyapısında Bulgaristan müslümanları, Batı Avrupaya değişik İslam ülkelerinden iş için göç etmiş ve beraberinde çeşitli problemleri götürmiş, sorunlu bir topluluktu.
Onlara göre bu problemler nelerdi:
- En başta entegrasyon, beraberinde dil, kültür farklılığı, gettolaşma, radikalizim vesaire vesaire...
İşte bütün bu sorunları Bulgar medyası, sosyologları, oryantalistleri Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlarına da şamil kıldılar. Peki gerçek böyle miydi? Bizce, hayır.
Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları nedir ve ne değildir:
1-Bulgaristan Müslümanları Türkiye'den, Irak'tan, Suriye'den, Filistin'den, Fas'tan, Cezayir'den vesaire İslam ülkesinden iş göçü sebebi ile Avrupa'ya yerleşen müslümanlar gibi Bulgaristan'a gelip yerleşmemişlerdir. Osmanlı zamanında buralara yerleştirilmişlerdir ve çekildikten sonra da burada kalan topluluktur. Yani Bulgaristan Müslümanları "yabancı" değil, yerlidir.
2-Bulgaristan Müslümanlarının "entegrasyon" denilen bir sorunu yoktur. 600 yıl beraber yaşanmıştır. Hristiyan ve müslüman kültürlerin birbirine etkileri olmuştur.
3-Bulgaristan Müslümanlarının "dil" diye bir sorunu yoktur. Osmanlıdan sonra Bulgaristan kurulmuş ve resmi dil Bulgarca olmuştur. Eğitimin gelişmesi ile Bulgaristan Türkleri de Bulgarcayı öğrenmişler. Hatta bugün için Türk dil öğretimi yok denilecek seviyede olduğundan birçok Türk Bulgarcayı daha iyi konuşmakta ve Türkçe zorlandığında hemen Bulgarcaya geçmektedir.
4-Bulgaristan Müslümanlarında "getto"laşma yoktur. Avrupa'da yaşayan müslümanlar bildiğimiz kadarıyla zamanla kurdukları "müslüman mahalleleri"nde yaşamaktadırlar. Halbuki, Bulgaristan müslümanlarında böyle bir olay yoktur, görülmez. Bunun sebebi kendisini yabancı görmediğinden; dindaşlarım, ırkdaşlarımla beraber yaşayayım, güven içinde olayım düşüncesinin bulunmayışından. Çünkü o kendisini burada doğmuş, buranın sahibi ve bu yeri vatanı kabul etmektedir.
5-Bulgaristan Müslümanlarında ırk milliyetçiliği ve dini radikalizm yoktur. Milliyetçiliğin ve radikalizmin oluşması için altyapı gereklidir. Bu yoktur. Bu konuda toplumsal bir gelişmenin ihtimali sıfır olmakla birlikte devlet bu sıfır ihtimaline karşı da tedbirini almıştır.
Dolayısyla Bulgaristan Müslümanlarını bu açılardan değerlendirmek ve eğer birileri bu topluma rol biçmek istiyorsa bunları dikkate almak durumundadır.
Basri Zilabid, Sofya

9 Şubat 2009 Pazartesi

SOFYA'YA YENİ CAMİ MESELESİ - EDİTÖRÜN YORUMU

YADA BİRİNCİ CAMİYİ NEZAMAN DİKMİŞTİK!
Haberleri takip edenler bilirler. Kasım ayında Başmüftü Mustafa Hacı efendi Sofya Belediye Başkanı Boyko Borisov ile inşası düşünülen İslam Eğitim Kültür ve Kongre Merkezi'nin projesinin belediyece daha hızlı bir şekilde onaylanması meselesini görüştü.20 dönümlük arazi içerisinde bir caminin yapılması da var. Bunu duyan Bulgar medyası şöyle haber yaptı: Sofya'ya ikinci cami dikiyorlar. Aşırı milliyetçi Ataka Partisi de mal bulmuş mağribi gibi bunun üzerine atladı ve Bulgar başkentini İslam şehrine benzetilmesine izin vermeyeceğiz diyerek ortalığı kızıştırdı.Şimdi, Ataka Atakalığını yapacak.
Ancak bizim açımızdan mesele nedir, nasıl izah etmek gerekir.Birincisi, meselenin din ve vicdan hürriyeti boyutu var.İkincisi psikolojik boyutu. Bulgaristan anayasası her vatandaşa istediği dine inanma ve yaşama hakkı tanır. Ancak bu hakkın kullanılma isteğine gelindiğinde yönetimde olmayan partiler veya çeşitli sivil toplum kuruluşları eliyle ve kamuoyu oluşturmak suretiyle bir takım zorluklar çıkarılmaktadır. İşte Sofya'ya inşası düşünülen camide olduğu gibi. Volen Siderov diyor ki, caminin yapılacağı semtte yaşayanlara bunun sorulması lazım. Referandum yapılması lazım. İlk bakışta mantıklı geliyor insana. Ama öyle değil. Din ve vicdan hürriyeti veya herhangi bir hak/özgürlük aslı itibarıyla vardır. Bazılarının isteyip istememesine bağlı değildir.Şuanki Banyabaşı camii cemaate yeterli gelmemektedir. İnsanlar cuma namazında dışarıda, kışın soğukta, yazın güneş altında ibadetlerini yapmaktadır. Dolayısıyla zaten yeni bir camiye ihtiyaç vardır. Velev ki, ihtiyaç olmasaydı ve Başmüftülüğün parası pulu olsaydı ve ben 1 değil de 5 cami yapmak istiyorum deseydi. Bunu da yapmaya hakkı olurdu anayasaya göre. Buna en güzel örnek Sofya merkezinde bulunan Katolik Kilisesidir. Gelen gideni nerdeyse yok gibidir ama Ortodoks Bulgaristanın merkezine Katolik kilisesi diktiler, Protestan (evangelist) kiliseleri hiç saymayalım.
Psikolojik boyut dediğim noktaya gelince. Yukarıda belirttiğim gibi, medya "Sofyaya ikinci cami dikiyorlar" haberini okuduğumda aklıma şöyle bir soru geldi:
Birinci camiyi nezaman dikmiştik.
Bulgaristan kurulalı 130 yıl olmuştu. Ve bu 130 yıl içinde Sofya'ya ikinci bir cami yapılmamıştı. Prenslik dönemi, Çarlık dönemi, Komunizm dönemi geçmiş Demokrasi döneminden de 20 yılı geride bırakmışız ama Bulgaristan Müslümanları veya Bulgaristan Türk toplumu kendi parası, kendi imkanıyla bir cami dikememişti Sofya'ya. Ceddimiz Osmanlı'dan Allah bin kere razı olsun, 15. asırda yaşamış Kadı Seyfullah Efendinin yaptırdığı camide toplanabiliyor ve ibadetlerimizi yerine getirebiliyoruz.
Kısacası, Malinova dolina semtinde inşası düşünülen cami bizim için birinci cami olacaktır. Müftülükte bu işle meşgul olan dostlarımız da meseleye bu açıdan bakmaları ve savunmaları gerektiğine inanıyorum. Kendilerine başarılar diliyorum.

10 Ekim 2008 Cuma

Pomakların, Kuman Türklerine dayanan tarihi geçmişi vardır


Yazan: Basri Zilabid

Pomaklar, Balkanlarda Pomakça konuşan Müslümanlara verilen bir addır. Pomakların, Kuman Türklerine dayanan uzun bir tarihi geçmişi vardır. Kuman Türkleri miladi 916 yılında Kuzey Çin’den ayrılarak önlerine çıkan Ruslarla savaşıp, XI. ve XII. yüzyılda Ukrayna ve Romanya üzerinden Balkanlara inmeğe başlayan bir Türk kavmidir. İlk olarak kuzey Bulgaristan’a daha sonra güneye doğru inerek Rodoplara ve Makedonya’nın doğu kısımlarına yerleşmişlerdir. Yerleştikleri bölgelere Kumanova, Kumantsi, kumança gibi isimler vermişlerdir.
Kuman ve Peçenek Türkleri’nin 1087’de kurdukları federasyonun 1091’de yıkılması neticesinde Kuman Türk boylarından birçoğu Romanya, Macaristan, Avusturya ve Çekoslovakya içlerine kadar giderek gayri Türk unsurların içinde Hıristiyanlığı kabul etmişler ve etnik varlıklarını kaybetmişlerdir. Batı Trakya ile Rodop ve Prin bölgelerinin dağlık kesimlerinde ise bir hayli Kuman Türk boyu kalmıştır.
1065 yıllarından itibaren Bizans, Slavların güneye inmelerini önlemek amacıyla Konya’nın bazı kesimlerinden birçok Türk kabilelerini gayet tavizkar tekliflerle Teselya ile Makedonya ve Rodoplara götürüp iskan ettirmiştir. Bu kabilelerin 55-60 bin kişilik bir topluluk olduğu Bizans kroniklerinde belirtilmektedir. Daha sonra 1345 yılında Gazi Umur Beyin fütuhatına sahne olan bu bölgelere 100 bin kadar Yörük Türkmen iskan edilmiştir.
Anadolu’dan iskan edilen bu Türk-Müslüman grup-ları bu bölgede yaşayan Kuman Türkleri arasında İslamiyetin yayılmasında etkili rol oynamışlardır. Bu gruplar arasında şeyh, abdal, derviş, gibi İslam misyonerleri İslam’ın propagandasını yapmışlardır. Bulgar tarihçileri Zlatarski ve İreçek İslam Dini mis-yonerlerinin Bulgaristan’da İslam propagandasını yaptıklarını ve XIII. asra kadar İslam dininin bu yörelerde yayıldığını belirtmektedir. Tarihi verilere göre Kuman Türkleri’nin ihtida ederek Müslüman oluşları Osmanlı’nın bölgeye gelmesinden önceye rastlamaktadır.
Kuman Türkleri Anadolu’dan gelen Müslüman kardeşlerine maddi ve manevi yardımlarda bulunmuşlar, “öncü”, “ardcı” ve “ileri keşif” kolu olarak aktif görevlerde bulunmuşlardır. Slavlar Kuman Türk Müslümanlarına Osmanlı ordularına yardım ettikleri için yardımcı anlamına gelen “pomagaç” adını vermişler ve bu zamanlarda Pomak şeklini almıştır. Ancak bu kelime Osmanlı müelliflerinin eserlerinde geçmediği gibi, Pomak adına da hiçbir yerde rastlanmamaktadır. Bu tabir Türkçe eserlerde ancak 1877-1878 Türk-Rus harbinden sonra Balkanlar’dan gelen muhaceretler dolayısıyla rastlanır.
Pomaklar bütün tarihleri boyunca Osmanlı Devletine sadakat ile hizmet etmiştir. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının elim neticeleri Rodopların Rus ordusu ve Bulgar komitacıların istila tehlikesine kaldığı vakit, Rodop Türkleriyle Pomaklar yine birlik ve beraberlik içinde düşmanlarını bu bölgeye sokmamışlardır. 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos andlaşması hükümlerine itiraz etmişler ve oturdukları bölgede “Muvakkat hükümet” kurmuşlardır. Bulgar-Rus kuvvetleri muahede şartlarını yerine getirmek için, Pomaklara saldırdılar. Pomaklar ve Rodop Türkler’i, aylarca mukavemet edip memleketlerine düşmanı sokmadılar. 1878 Haziran ayından itibaren büyük Avrupa devletlerinin ve Osmanlı Devleti’nin mümessilleri Berlin’de barış müzakerelerine başladıkları vakit, Rodoplar’da savaş devam ediyordu. Bu çetin mücadele Berlin’de toplanan kongre üzerinde etkili oldu ve çeşitli milletlerin temsilcilerinden oluşan bir heyet, Rodoplar’a gönderildi. Neticede Pomaklar arzularına kavuştular. Berlin Kongresi kararları gereğince müstakil bir “Şarkî Rumeli Vilâyeti” kuruldu ve Pomaklar’ın vatanı düşman istilasından kurtuldu.
Pomaklar’ın konuştukları dile gelince, % 30 Ukrayna Slavcası, % 25 Kuman-Kıpçakçası, % 20 Oğuz Türkçe’si, % 15 Nugayca ve % 10 Arapça’dan müteşekkildir. Buna göre Bulgarlar’ın iddia ettikleri gibi Pomakça’nın Bulgarca’nın bir şivesi olduğunu söylemeye imkan yoktur. Pomaklar bugün Bulgaristan güneyinde, Yunanistan’ın kuzeyinde, Makedonya’nın çeşitli bölgelerinde ve Türkiye’nin kuzeybatısında ve güney orta bölümlerinde yaşamaktadırlar. Bugün kendini Pomak kabul edenlerin sayısı 500 bini aşmaktadır.
Pomaklar umumiyetle zeki, çalışkan ve cesur insanlar olup, daha ziyade ziraat ve ticaretle ile meşguldürler. Şehirlerde oturanların çoğu Türkçe konuşur. Bunlar Türk-İslam medeniyeti içinde gelişmiş olduklarından, bugün duyguları ile Türklüğe bağlı yaşamışlar ve onun keder ve saadetini paylaşmayı bir vazife bilmişlerdir.

BİBLİYOGRAFYA
• ACAROĞLU, Türker, “Bulgaristan”, Türk Ansiklopedisi, VII/377-396, Ank. 1956
• (ALTINAY), Ahmet Refik, Türk İdaresinde Bulgaristan, Devlet Matbaası, İst. 1933
• AYDINLI, Ahmet, Batı Trakya Faciasının İçyüzü, Akın Yay., İst. 1971
• ÇAVUŞOĞLU, Halim, Balkanlarda Pomak Türkleri, Köksav Yay., Ank. 1993
• EREN, A. Cevat, “Pomaklar”, İA, İX/572-576, İst. 1964
• ----, “Pomaklara Dair”, Türk Kültürü, Sayı 4 (Şubat) Ank. 1963
• FEHER, Geza, Bulgar Türkleri Tarihi, TTK, Ank. 1999
• KONSTANTİNOV, Yulian, “Strategies for Sustaining a Vulnerable Identity: The Case of the Bulgarian Pomaks”, Muslim Identity an The Balkan State, London 1997
• MEMİŞOĞLU, Hüseyin, Pomak Türklerinin Tarihi Geçmişinden Sayfalar, Ank. 1991
• “POMAKLAR”, Müslüman Halklar Ansiklopedisi (MHA), İST. 1991
• “RODOPLAR VE POMAK TÜRKLERİ” , Türk Dünyası, Sayı 28, İst. 1973
• YÜCEL, Yaşar, “Balkanlarda Türk Yerleşmeleri ve Sonuçları”, Bulgaristan’da Türk Varlığı (Bildiriler) TTK, Ank. 1992.

15 Nisan 2008 Salı

EDİTÖRÜN YORUMU:

BİTİFIL LOVEÇ EKSİK OLMUŞ

13 Nisan 2008 pazar günü nezamandan beri gitmek isteyip te gidemediğim Lofça'ya doğru yola çıktık. Doğrusu pek uzak değilmiş ve yorulmadan şehre ulaştık. Küçük şirin bir şehir. Dağ havası, yeşillikler, şehrin ortasından geçen Osım nehri ve Varoş denilen eski şehrin bulunduğu mahalle çok güzeldi. Kolü Fiçeto köprüsü üzerindeki hediyelik eşya satan dükkanlar ve Bitıfıl Loveç projesi çerçevesinde restorasyonu yapılan etraftaki osmanlı zamanından kalan evler ve dükkanlar çok hoştu. Kale onarılmış ve Bulgar bayrağı sallanıyordu.
Ama benim en çok merak ettiğim Lofça camisinin nerde olduğu ve durumu idi. Ayaklarımız bizi ilk önce Osmanlı hamamının önünden geçirdi ve az sonra cami önünde durdurdu.
Camiyi gördüğünüzde edindiğiniz ilk izlenim sanki binanın Osmanlıdan sonra yapıldığıdır. Çünkü giriş kısmını çimento ile sıvanmış halbuki kapı üzerindeki osmanlıca taş kitabede hicri 1170 yılı yazmaktadır. Yan duvarları görünce binanın gerçekten osmanlıdan kaldığına kani oluyorsunuz. Bizi üzen taraf nedir:
1. Bitıfıl (Güzel) Loveç Projesi çerçevesinde turizme hizmet etmesi düşünülen yerler tabir edilip güzelleştirilmiş ancak yalnız hamam ve cami harap halde bırakılmış.
2. Öğrendiğimize göre Loveç valisi Suray Velieva hanımefendi vilayet binasının önüne 2. Bulgar Krallığını simgeleyen bir heykel yaptırmış. At üzerinde bir asker. Osmanlıya karşı savaşan bir askerin heykelini dikmiş.

Lofça'da Türk ve Müslüman olmak zor bunu anlıyorum, ancak dedelerimize düşman olmaya gerek yok. Asimile olduysanız adınız Türk olmasın. Eğer gerçekten ben Türküm diyorsanız denizden bir damla kadar da Türklüğünüzü gösterin.

Lütfen!