BASRİ ZİLABİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BASRİ ZİLABİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mayıs 2011 Çarşamba

DS’NİN YETİŞTİRDİĞİ EN “DEĞERLİ” TÜRK AJAN: AHMED DOĞAN


DS’NİN YETİŞTİRDİĞİ EN “DEĞERLİ” TÜRK AJAN: AHMED DOĞAN
Bu yazıyı DS’nin gadrine uğramış
tüm mazlumlara ithaf ediyorum!
Basri Zilabid
Bulgaristan’da sokak ortasında bir Bulgar’ı durdurup “Türk dendiğinde aklına ne geliyor?” diye sorsanız çok büyük bir ihtimalle “Ahmed Dogan” cevabını alırsınız.
Bulgaristan Türklerinden, Pomaklardan ve Türk Çingenelerinden özellikle 50 yaş üstü kuşak için Ahmed Doğan bir efsane, bir “idol” haline gelmiştir. 90’lı yıllarda halkın ona yönelen sevgisi sayesinde 20 yıldır “manevi dokunulmazlık” zırhıyla düşmanlarının saldırılarına karşı koymada hiçbir zorluk çekmedi. Bu dokunulmazlık sadece halktan aldığı destekten değil, arkasında lağv edilmesine rağmen varlığını hala sürdürdüğüne inanılan Bulgar KGB’si diyebileceğimiz Dırjavna Sigurnost (DS) gibi bir istihbarat teşkilatının var olmasından da kaynaklandığını bugün itibarıyla görebiliyoruz.
Ahmed Doğan hayatımıza girdiği günden beri onu tanıma ve takip etmeye çalışıyoruz. İlk önce onun adlarımızın değiştirilmesine karşı yasadışı bir örgütün lideri olarak mücadele ederken Komünist rejim tarafından hapse atıldığını ve hapisten çıktıktan sonra Bulgaristan Müslümanlarının haklarını savunan bir kişi olduğunu öğrendik.
Ama çok geçmeden onun ajan olduğu yazılıp çizilmeye başlandı. Dosyalar açıklandıkça ajanlığı kesinleşmiş oldu. (Burada “Doğan’ın Dosyası” kitabı çıkmadan önceki durumdan bahsediyorum.) Hak ve özgürlüklerimizi savunan adam ajanlık yapmıştı. Ancak bu konuda ağzını bıçak açmıyordu. Akıl ve iz’an sahibi her kişinin buna bir anlam vermesi gerekiyordu.
O dönemde şöyle düşündüm: Türklerin adları değiştirilmeden önce ajanlık yapmış olabilir, ancak zorla isimlerin değiştirilmesine isyan etmiş ve buna katılmadığından dolayı siyasi suçlu olarak hapse atılmış. Cahar Dudayev’in komünist Rusya’da bir general olarak yetişip daha sonra Rusya’nın Çeçenistan’ı işgalini onaylamayarak adının “isyancı generale” çıkması ile benzerlik kurmaya çalıştım. Allah’ın günahkar kuluna verdiği pişman olup tövbe etme şansını Ahmed Doğan’a çok görmedim. Ancak bu “ajanlık” meselesi beynimin bir kenarını kemirmeye hep devam etti, ta ki 2008 yılının yazına kadar.
Eğridere’nin şirin bir köyünde yaz tatilimizi geçirirken bacanağımın evinde 1992 yılında basılmış, “Koy koy e” (Kim Kimdir) serisinden “Ahmed Doğan” kitabına rastladım. Bulgar bir kadın gazetecinin sorularına Ahmed Doğan’ın verdiği cevaplardan oluşan ince bir kitapçıktı bu. Bir solukta kitabı okudum ve Ahmed Doğan’ın DS tarafından yetiştirilmiş bir ajan olduğu fikri beynime iyice yerleşti. Komünist dönemde kendini bu kadar iyi yetiştirmiş bir Türkün olabileceğine ihtimal vermiyordum. Özellikle Türkiye ile ilgili sorulara verdiği cevaplar onun özel olarak hazırlandığı kanısını bende iyice pekiştirdi. Bulgaristan Türklerinden çok kişi ajanlık yapmıştır ancak bunlar içinde en “değerlisi” Ahmed Doğan’dır.
Bir yıl sonra “Dosieto na Dogan” (Doğan’ın [ajanlık] Dosyası) kitabı çıktı, hemen alıp okudum.
Bu tarihten itibaren yapbozun parçaları yerlerini buldular.
Bulgaristan Türkleri’nin soyadları Ahmed, Mehmed, Mümün, Sali iken Ahmed’in ki nasıl ve neden “Doğan” dı ?
Ahmed Doğan neden bu kadar kibirli ve küstahça konuşuyordu?
Neden bu kadar çok kadın eskitti?
Neden ateistti?
Neden enaniyeti, egosu dağları aşıyordu?
Neden çok konuşmuyordu?
Neden hakkında açılan 1,5 milyon levalık davada beraat etti de, saray denilen evinin duvarı ve barbeküsü yıkıldı?
Çünkü o bir ajandı! Ve “ailem” dediği DS’ye hizmet etmeye devam ediyordu.
Yukarıdaki sorulara verilecek cevaplar Ahmed Doğan’ın ajanlığa devam ettiğinin kanıtıdır. Bulgaristan siyasetini takip edenler yukarıdaki soruların cevabı olabilecek olayları çok rahatlıkla hatırlayacaklardır.
Oy satın almak Avrupa uygulamasıdır diyen o! Son seçimlerde “Bulgaristan’da iktidar benim elimde” diyerek oy kullanım oranının artmasına sebep olarak GERB’in zar zor tek başına iktidar olmasını sağlayan o! Türk düşmanlığını körükleyen o! Dine inanan bir adamın ajan olması çok zordur, bu yüzden ateistlik ajanlık mesleği için tabii bir olaydır. İstisnalar kaideyi bozmaz. Ajanlar, ağzı ketum olan insanlardır. Huzurlu, mutlu bir yuvaları yoktur, tıpkı Ahmed Doğan’ınki gibi. 1,5 milyon levalık hidroelektrik santraline danışmanlık ücreti hakkındaki davadan Doğan aleyhine bir sonuç bekleyenler avuçlarını yaladı, DS adamını kolay kolay harcatmaz, ama köylü ATAKA’lı Bulgarcıkların dillerine pelesenk etmeleri için sarayının duvarını ve barbeküyü sonunda hükümet yıkmayı başardı!. BOYKO ve VOLEN için ne büyük bir zafer!
Şu da bir gerçektir ki, Bulgaristan’da okumuş yazmış bir Türk yoktur ki, Bulgarlar onu kendi hizmetlerine gönüllü veya zorla çekmeye çalışmış olmasın. Ahmed Doğan ana babasından görmediği ilgi ve alakayı anlaşılan DS ailesinden görmüş.
Bulgar komünist istihbaratı Ahmed Doğan’ı önce Almanya oradan Amerika ve nihayetinde Türkiye’ye sokup sol bir partinin başına geçirmek için bu kadar iyi hazırlamıştır. Bunun için de ona Türkiye’de hiç dikkat çekmeyecek “Doğan” soyadını uygun görmüşlerdir.
Not: Dırjavna Sigurnost (DS): Devlet Emniyeti anlamına gelir. Bu, Bulgaristan’ın komünizm dönemindeki (1944-1989) istihbarat örgütünün adıdır. Demokrasiye geçişle resmi olarak lağvedilmiş ancak gizli bir örgütlenme olarak devam ettiği hakkında iddialar var.

4 Şubat 2011 Cuma

Bulgaristanlı Türk gençlerin mutlaka okuması gereken kitaplar – 2

“Tarihçe-i Vaka-i Zağra,

Türklerin vatan edebiyatında en samimi, yüksek bir şaheserdir.”

Yahya Kemal BEYATLI

İstanbul’dan Sofya’ya kadar küçük bir seyahat mazinin kalbimde kalan hayalini sileceğine bilakis daha ziyade alevlendirdi. Türklük Avrupa’ya doğru cezr ü meddi biten bir deniz gibi o dağlardan çekilmiş, lakin tuzunu bırakmış. Bütün o toprak Türklük kokuyor.

Akşam üstü Boğaziçi’nden geçen vapur sabahleyin Burgaz limanına giriyor. Burgaz’ın sokaklarında her köşeden Türkçe işitiliyor.

Sabah erken Burgaz’dan kalkan tren yarı gecede Sofya’ya varıyor. Yol sahilden Filibe’ye kadar ovadan geçiyor. Şimalden bir düziye Balkan tepeleri görülüyor… Aydos, sonra Karinabad, Yanbolu tek kalan camileri ve minareleriyle görünüyorlar. Daha sonra Yeni Zağra ağaçları arasında kaybolmuş bir ova şehri. Daha sonra dağ eteğinde büyük bir dikili taş. Yol arkadaşım söyledi ki bu sütun Rusların meşhur Curanlı (Kalitinovo) müsademesinde düşen askerlerine diktikleri bir abideymiş.

Curanlı abidesinden biraz sonra dağ eteğinde Eski Zağra görünüyor. Bila-ihtiyar Raci Efendi’yi hatırladım. Daha çocukken Recaizade’nin Talim-i Edebiyat’ında, bilmem neye misal, beş on satır okumuştum. Bu misalin altında da bu kayıt vardı: Raci Efendi – Tarihçe-i Vak’a-i Zağra.

Türkçe’de bu nesir nümunesi ayarında güzel bir parça görmedim. Muharrir işgale uğramış bir Türk şehrinin hapishanesinden mahpusların zincirden boşanır gibi çıkışını naklediyordu, bu kadar.

Bu satırların ne muharririni tanıyordum, ne de hangi kitaptan alındığını biliyordum, mamafih daima yüreğimde tesirini hissettim.

Senelerden sonra bir gün Fatih’ten geçerken bir mahalle bakkalının camında bir kitap gözüme ilişti: Tarihçe-i Vak’a-i Zağra müellifi Raci Efendi. Kitapta bir kıt’a vardı ki hatırımda kalan ilk mısraı bu idi:

Aziz-i vakt idik a’da zelil kıldı bizi!

Kitabı satın aldım. Bu kıraatin teessürü iliklerime kadar geçti. Zağra müftüsü Raci Efendi doksan üçte, General Gurko’nun Eski Zağra’ya ilk defa nasıl girdiğini, Müslümanların çoluk çocuk, kadın ihtiyar nasıl kesildiklerini, sonra Süleyman Paşa ordusunun melekü’s-sıyane (koruyucu melek) gibi yetişip Eski Zağra'yı nasıl kurtardığını, Müslümanların cehennemi bir matemden birdenbire delice bir sevince nasıl geçtiklerini, mağlubiyetten sonra da ikinci ve son felaketi, İstanbul'a doğru o acıklı hicreti bütün sahneleriyle naklediyordu. Lakin nasıl temiz, yavaş ve duygulu bir naklediş.

Tarihçe-i Vak'a-i Zağra'yı Falih Rıfkı (Atay) gibi Türk nasirlerine gösterdim. Onlar benden ziyade hayran oldular. Bu kitap, Türklerin vatan edebiyatında en samimi, yüksek bir şaheserdir. Onun için de okunmaz !"

Samimi bir eserin ne yaman bir kudreti vardır. Eski Zağra’ya Raci Efendi’nin çizdiği levha haricinde bakamadım. Şehirde bir iki cami ve minare kalmış; lakin Müslümanlık daha o darbede bir defa dağılmış ondan sonra da yavaş yavaş ana vatana hicret etmiş. (Yahya Kemal'in eser hakkındaki değerlendirmesi burada bitiyor.)

Tarihçe-i Vaka-i Zağra kitabını günümüz Türkçesine çevirip bir çok dipnotlarla ilave açıklamalar yaparak Zağra Müftüsünün Hatıraları adıyla bu eseri neşreden M. Ertuğrul Düzdağ şöyle demektedir:

Bu kitap, yıkılan büyük ve mübarek devletimiz Osmanlı’nın son asırda, düşman hıyanet ve vahşetinin dehşet verici bir zaptı, Müslüman halkın çektiği ızdırapların ağlatan, kahreden acıklı destanıdır.

Bu kitap, dininden, kendinden ve tarihinden habersiz, otlar ve taşlar gibi hissiz ve heyecansız yaşayan bugünün ölülerini diriltmek için ecdad eliyle yazılmış bir “şok” eserdir.

Bu kitap, bütün propaganda vasıtaları ile “dostumuz” olduğu telkin edilen, can, kan ve din düşmanlarımızın yüzlerindeki maskeyi yırtacak; onların mukallid uşaklarının suratlarına çarpacak ve katillerine koyun gibi teslim olan bazı gafilleri uyandıracak tarihi bir feryattır.

(Not: Bu eser, Hüseyin Raci Efendi’nin oğlu Binbaşı Necmi Raci tarafından 1910 yılında Osmanlıca olarak İstanbul’da bastırılmıştır. M. Ertuğrul Düzdağ tarafından 1970’li yıllarda Tercüman Gazetesi’nin 1001 Temel Eser serisi arasında günümüz harfleriyle neşredilmiştir. 1990 yılında Timaş Yayınları tarafından ve en son 2004 yılında da İz Yayınları tarafından basılmıştır.)

Hüseyin Raci Efendi’nin kitabının başına koyduğu dörtlük:

Aziz-i kavm idik a’da zelil kıldı bizi,
Esir-i bend-i bela vü sefil kıldı bizi;
Bi-gayri hakkin atıp habse bir nice eyyam,
Mudîk-i ye’s ü sitemde alîl kıldı bizi.

M. Ertuğrul Düzdağ günümüz Türkçesine şöyle çevirmiş:

Efendi idik, düşman, zelil kıldı bizi,
Derde belaya atıp, sefil kıldı bizi;
Günlerce haksız yere hapiste yatırarak,
İşkence ve kederle, alîl kıldı bizi.

Arif Nihat Asya’nın Tarihçe-i Vak'a-i Zağra'dan ilham alarak yazdığı

MERSİYE

Huda, ki rûz-i ezelden asîl kıldı bizi,
Resûl-i Ekreme birgün vekil kıldı bizi:
Taraf taraf, yedi iklimi Hakk’a davette
Delil kıldı bizi;

Sonra bilmem ne oldu: Baht-ı siyah,
Hacîl kıldı bizi…
Ve hacaletle büktü boynumuzu
Ve melûl ü melil kıldı bizi…
Düştü bir bir kopup, kanatlarımız…
“Aziz-i vakt idik… A’da zelil kıldı bizi.”

Bize heybet veren Celal’inden,
Nice yıllar, celil kıldı bizi.
Kainatında Zât-ı Akdes’ine
Halil kıldı bizi.

Sormayın, sormayın fakat: Şimdi,
Hangi eller, sefil kıldı bizi?
Serngûn oldu tahtımız, Tanrı’m;
“Aziz-i vakt idik… A’da zelil kıldı bizi.”

Cebînimizde tecelli edip Cemalüllah,
Bir zamanlar cemil kıldı bizi;
Elimizden gül açtı bâdiyeler…
Kerem kerem Yed-i Takdir, Nîl kıldı bizi.
Ve zeminin bütün susuzlarına
Sebil kıldı bizi!
Sonra dünyamız oldu zîr ü zeber;
Sonra devran; alîl kıldı bizi!
Yüzümüz yok "Neden, niçin?" demeye…
Azîz-i vakt idik... A'dâ, zelîl kıldı bizi!


Derleyen: Basri Zilabid

26 Ekim 2010 Salı

Bulgaristan müslümanlarının tarihinde bir ilk yaşandı

Bulgaristan müslümanlarının tarihinde bir ilk yaşandı
Lıjnitsa köyü müslümanları imamlarına sahip çıktılar.

2010 yılının ikinci yarısı Bulgaristan müslümanları için zorlu bir dönem oldu. Yaklaşık on yıllık Bulgaristan hizmetinden sonra İstanbula avdet etmiş, gelişmeleri internet üzerinden takip etmeye devam ediyordum.
Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında Bulgaristan müslümanlarını rahatsız eden olaylar olmuş, Nedim Gencev denilen ve komunist dönemin asimilasyon politikasının maşası olarak kullanılmış bu hain, yine Bulgar derin devletinin kendisine yüklediği vazifeyi yerine getirmek için seçilmiş Bulgaristan müslümanları cemaati idaresine karşı açtığı davalar hep lehine sonuçlanmış ve nihayetinde Yüksek Temyiz Mahkemesi tarafından resmi Yüksek İslam Şurası Başkanı olarak tanınmıştı. Bunun neticesinde Dr. Mustafa Hacı önderliğinde Bulgaristan müslümanlarının temsilcileri başta başkent Sofya olmak üzere ülkenin her köşesinde bu kararı protesto ettiler. Ancak, Nedim Gencev’in zor kullanarak başta Başmüftülük makamı olmak üzere bölge müftülüklerine, cami idarelerine girmek istemesine müslümanlar karşı koymuş ve Ramazan gibi mübarek bir ayda Filibe Cuma camisinde yaşanan kavga bu sorunu ülkenin bir sorunu olarak gündeme oturtmuştu.
Bulgar basını meseleyi ilk başlarda algılamakta zorlandı. Bu şundan ileri gelmekteydi. Bulgar Ortodoks Kilisesi’nde de demokrasiden sonra iki başlılık zuhur etmiş ve her iki tarafın da belli sayıda taraftarı bulunmakta idi. Yani buradaki çekişme iki grup arasında bir çekişme idi. Bir tarafta komunizm döneminde Bulgar Patriği olan Maksim diğer tarafta demokrat siyasi partilerin desteğini alan İnokentiy. Ancak Nedim Gencev – Mustafa Hacı çekişmesi iki grup arasında bir çekişme değil, Nedim Gencev’in bütün Bulgaristan müslümanlarına karşı bir çekişmesidir. Nedim Gencev’i destekleyen beslediği 20-30 kişiden başkası değildi. Yaklaşık bin civarındaki imam ve cami encümeni ise Mustafa Hacı başkanlığındaki idareyi tasvip ettiklerini defalarca teyit etmişlerdi. Mahkeme kararının tek Nedim Gencev’in lehine olmasına rağmen arkasında halk desteği olmadığını gören insaflı basın onun haklılığından ciddi ciddi şüphe etmeye başladı.
Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin 2001-2009 yılları arasında sekiz yıl süre ile iktidar ortağı olması Türk düşmanlığını körüklemiş, milliyetçilik duygularını had safhaya çıkarmıştı. Bulgar milliyetçiliği ile Türk düşmanlığını bayrak yapan partilerin oylarında patlama olmuş, bunun neticesinde Boyko Borisov başkanlığındaki GERB Partisi, aşırı milliyetçi ATAKA Partisinin şartsız desteği ile güvenoyu alarak hükümet kurmuş idi. Seçim gecesi gelecek dört yılın Başbakanı Boyko Borisov, “Bulgaristan müslümanlarının kendilerini güvende hissetmelerini istemesine” rağmen olaylar tam aksi yönde gelişmiştir.
Bu olaylar Türk ve Arap basınında da yer almış ve milyonlarca Bulgaristan muhacirini topraklarına kabul etmiş olan Ana Vatan Türkiye Cumhuriyetinin Ak Parti iktidarı da din ve vicdan özgürlüğü ile demoktarik seçim gibi evrensel ilkelerin ihlaline taalluk eden bu meseleye bigane kalmayıp Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ve Yurtdışı Türklerden sorumlu Devlet Bakanı ve Bursa Milletvekili Faruk Çelik Bulgaristan Başbakanı Sayın Boyko Borisov’u ziyaret ederek meselenin nasıl çözülebileceği yönünde bir görüşme yapmış idi. Bu görüşmeden belli bir müddet sonra Başbakan Borisov, Nedim Gencev ile Mustafa Hacı’yı makamına davet etmiş ve aralarındaki sorunu çözmelerini istemişti. Ancak bu toplantıdan da bir netice çıkmamış ve gözler T.C. Başbakanı Sn. R. Tayyip Erdoğan’ın 4 Ekimde gerçekleştireceği ziyarete çevrilmişti. Bu ziyaret önemliydi, çünkü Başbakan Borisov, Bakan Çelikle görüşmesinden sonra “eğer bu ikisi aralarında anlaşamazsa, biz Sn. Eroğanla bu meseleyi çözeriz” demesiydi.
12 Eylül Referandumu sebebiyle Bulgaristan gezisini 4 Ekime erteleyen Başbakan R. Tayyip Erdoğan, “% 58 Evet” sonucuyla Sofya havaalanına indiğinde yağmura rağmen uçağın merdivenlerine kadar kendisini karşılamaya gelmiş Başbakan Borisovu karşısında buldu. Görüşmeler yapıldı, beyanatlar verildi. Müftülük meselesinin görüşmelerde önemli bir noktayı teşkil ettiği apaçık ortadaydı. İki başbakan da “Bu Bulgaristan müslümanlarının bir iç meselesidir, biz buna karışmıyoruz, ancak yeni bir seçimin yapılmasına ortam hazırlayacağız” dediler. Kaldığı otele çekilen Başbakan Eroğan burada seçilmiş Başmüftü Mustafa Hacı ve heyetini kabul ederek kısa bir görüşme gerçekleştirdi.
Bu önemli ziyaretten ve olumlu havadan henüz iki gün geçmişti ki, 6 Ekim Çarşamba günü bütün Bulgaristan’ı şoka sokan bir haber ortalığı kasıp kavurdu. Bulgar Polisi ile İç İstihbarat Teşkilatı Pomak müslümanların yoğun olarak yaşadığı Rodop ve Pirin dağları bölgesinde 12 eve baskın düzenledi. Bu 12 kişiden 2’sinin Bölge müftüsü 8 tanesinin imam 2’sinin de sıradan müslüman olduğunu bilahare öğrendik. Bu masum müslümanlara isnat edilen suç terörist faaliyetleri desteklediği iddia edilen el-Vakful-İslami adlı kuruluşa üye olmak, devletin nizamını değiştirmek için propaganda yapmak v.s.
Bu baskından akıllarda geriye kalan ve tarihe geçen bir olay oldu. Olay da şu idi: Gotse Delçev ilçesine bağlı Lıjnitsa köyü imamı Muhammed Kamber’in evine savcılıktan alınan arama kararıyla giren polisler kitap, bilgisayar, kaset cd ne varsa el koymuş ve polis arabalarına bir kısmını yüklemiş oldukları halde haber nasılsa köyde yayılmış ve galeyana gelen kadın erkek yaklaşık 500 kişi imamın evi ile polis arabalarını çevreleyerek imamlarına sahip çıkmış, polislerin kitapları geri teslim etmesini istemiştir. Halkın toplandığını gören yüzleri kapalı siyah bereli polisler, halk dağılmayıncaya kadar evden çıkmayacaklarını söylemişler, ve altı saat halkın dağılmasını beklemişlerdir. Yağan yağmura rağmen köylülerin dağılmaması ve daha büyük olayların çıkmasına meydan verilmemesi için bizzat suçlanan köy imamı ile Gotse Delçev müftüsü araya girmiş ve halkı sakinleştirmeye çalışmıştır. Durumun uygun olduğunu gören polisler evden çıkarak acele ile arabalarına binerek köyden ayrılmışlardır. Ülkenin saygın gazetelerinden 24 Çasa (24 Saat) bunu “İç istihbarat ajanları hocanın evinde sıkıştırıldı” başlığıyla vermiş, Trud (Emek) gazetesi “300 kişi İç istihbarat ajanlarını rehin olarak tutuyor”, Dnevnik (Günlük) gazetesi ise “İmamlar, İstihbarat teşkilatının baskınlarından dolayı iktidarın özür dilemesini isteyecekler” demiştir.
Bulgaristan müslümanlarının Osmanlı’dan sonra çeşitli dönemlerde uğradıkları baskı ve zulümlere tepki gösterdikleri, direndikleri ilgililerin malumdur. Ancak, bir müslüman din adamına, hocalarına, imamlarına böyle sahip çıktıklarını ben ne bir ağızdan duydum ne bir kitapta okudum. Kadın erkek, Lıjnitsa köyü müslümanları büyük bir cesaret göstererek baştan aşağıya silahlarla donatılmış istihbarat ekiplerine karşı masum olduğuna inandıkları imamlarına sahip çıkması tarihi bir olay olmuştur, bir ilk ve bir örnek olmuştur. Böyle bir vukuatı beklemeyen Bulgar basını yapılan operasyonun haklılığını ve istihbaratta İslam uzmanlarının olup olmadığını sorgulamaya başlamıştır. Çünkü önemli iddialardan birisi de şu idi: radikal fikirleri yayan kitap bulundurmak. Baskıcı rejimlerde kitap ne yazık en önemli suç unsuru olabilmektedir, işte 2010 yılında da Avrupa Birliği üyesi Bulgaristanda böyle bir garabet yaşanmıştır.
Netice-i kelam, Lıjnitsa köyü müslümanlarnın imamlarına sahip çıkması Bulgar İç İstihbaratının keyfi “radikal İslam operasyonlarının” kamuoyu tarafından sorgulanması ve tartışılmasına yol açmış, bu yapılanın İslam ve müslümanlara karşı bir korkutma ve sindirme politikası olduğu seçilmiş Başmüftülük idaresi tarafından belirtilmiş ve en önemlisi olarak diğer müslümanlara bir örnek olmuştur. Bin yıldır İslamın bayraktarlığını yapan bir milletin ferdi, bir Bulgaristan Türkü olarak bu olaydan payıma düşen şu soru oldu: Türklerle dopdolu olan Deliorman ve Kırcaali havalisinde polis bir imamı almaya geldiğinde aynı tavrı Müslüman Türkler gösterebilecek midir?

Basri Zilabid

4 Eylül 2010 Cumartesi

SELÂM SANA EY KUTLU NÖBETÇİ!

Bulgaristan müslümanları dünya gündemine pek gelmezler, geldikleri zaman da konu hep aynıdır: maruz kaldıkları haksızlıklar, baskılar ve zulümlerdir.
Bugün takvim yaprağı 5 Eylül 2010, Ramazan’ın 27. Kadir Gecesi’ni gösteriyor. Bulgaristan müslümanlarından bir avuç samimi müslüman, her türlü kötülüğü nefsinde toplamış olan Nedim Gencev denilen devletçe dayatılmış “sözde başmüftü”nün Sofya’da bulunan ve İslam’ın bu beldedeki kalesi hükmünde olan Başmüftülük binasını ele geçirme teşebbüsüne karşı bir kısmı kendilerini içeri hapsetmek sureti ile diğer bir kısmı da dışarıda olmak üzere nöbet tutmaktadırlar.
Kur’an’ın nazil olduğu bu mübarek gecede...
Bin aydan hayırlı olan bu mübarek gecede...
Meleklerin ve Cebrail’in her türlü hayırlı iş için indiği...
Sabaha kadar esenliğin olduğu bu Kadir Gecesi’nde tutulan bu nöbet ne kutlu bir nöbettir!

Selam olsun size ey Allah’ın bahtiyar kulları!
Zalim Gencev’in para ile tutulmuş Bulgar bodigartlarına karşı yardımcınız Allah’ın melekleri olsun bu gece...
Allah’ın rahmet kapıları üzerinize açılsın bu gece, kalplerinize sekinet, sabır ve sebat versin Yüce Mevlâ...
Rabbim her birinizin meşrebine göre Hz. Ebu Bekir samimiyeti, Hz. Ömer şecaati, Hz. Osman cömertliği ve Hz. Ali cengaverliği versin. Sizinle beraber nöbet tutamayanlar, ne kadar hayıflansa azdır.
***
Bu “Gencev meselesi”ni Rahman’ın bir şefkat tokadı olarak değerlendirmek ve biz Bulgaristan Müslümanları için bir çok hayırlarla dolu olduğunu düşünmek gerekiyor kanaatimce.
Nedir bu meseledeki hayırlar. Birincisi, Allah müslümanların maneviyatını olgunlaştırıyor, onları manevi bir eğitime tabi tutuyor. Haklının yanında olanla zalimin yanında olanı ayırdederek gözler önüne seriyor. İkincisi, Müslümanların kendilerine gelmelerini yitirdikleri değerleri hatırlamalarını temin ediyor. Üçüncüsü de “domuzdan post olmaz, gavurdan dost olmaz” atasözünü bize hatırlatarak saflarımızı sıklaştırmayı temin ediyor.

Şairimiz Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi:
Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın!..

Basri Zilabid

5 Nisan 2010 Pazartesi

ATAKA GAZETESİ YAZARINDAN TÜRKİYE HÜKÜMETİNE HAKARET VE İFTİRA

Bulgar aşırı milliyetçi ve Türk düşmanı Ataka Gazetesi yazarı ve SKAT televizyonunda program sunucusu Stefan Solakov 2.4.2010 tarihli yazısında isim vermeden Türkiye hükümetini “yeni osmanlı canavarına” benzeterek hakaret ediyor “İslam terörizmine elini uzatmakla” da iftira ediyor.
“Yeni Osmanlı Canavarı İslam Terörizmine Elini Uzatıyor” başlığını taşıyan yazıda Moskova’da meydana gelen terör olayını konu edinen Solakov New York, Madrid, Londra, Tokyo halklarının yaşadığı acıyı Rusların da başına geldiğini belirtiyor ancak İstanbul’da meydana gelen terör saldırılarını kasıtlı olarak anmıyor.
Solakov yazısına şöyle devam ediyor: “En iyi yetişmiş uzmanlar bile evrensel kötülük saçan İslam ideolojisinin radikal söylemlerine karşı ılımlı İslam temsilcilerinin kullanılabileceğini sanmakla hataya düşüyor. Bunun için çoğu kere Türkiye Cumhuriyeti örnek gösteriliyor ve Arap dünyasında geniş siyasi ve etnik toplumlar üzerinde etkili olabileceği ifade ediliyor. Atatürk tarafından reforme edilen Osmanlı devleti uzun süredir yükselen İslam enerjisininin Avrupa ve Hristiyan medeniyetini ele geçirme ve yok etmenin önünde bir engel oluşturuyordu. Ancak 15 seneden beri İsa ve Muhammed arasındaki Türk sınır muhafızlarının durumu birden bire değişiti. Laik devletin dayanağı ve ateşli dervişlerle kanlı Osmanlı İmparatorluğunu yeniden dirilmesini destekleyen ideologların saldırılarına karşı en güvenilir sigorta olarak gösterilen Ankara’daki generallerin şöhretinden hiç bir şey kalmadı. Malesef yeni islamcıların her türlü sınırı aşacak ölümcül bulaşıcı bir hastalık gibi kısa sürede yerkürenin büyük kısmını kapsayacağı anlaşılıyor.”Peki bütün bu hakaret ve iftiraları yapan Stefan Solakov kimdir ve bu küstahlığı neye güvenerek yapmaktadır.
1967 yılında henüz 25 yaşında iken “Sider” kod adıyla Bulgar komunist gizli servisinde en alt kademeden kadrolu olarak göreve başlayan yazar (!) 10 yıl içinde şube vekilliğine yükseliyor. 1989 yılından sonra ise maaşlı olarak görevine devam etmekle birlikte kadrodan çıkarılıyor1.
Bulgar komunist rejiminin kadrolu ajanının özgeçmişine bakılırsa yakalanmadan tam 13 yıl Türkiye’de faaliyet gösteriyor. 7 yıl Bulgar Telegraf Ajansı’nın (BTA) Ankara temsilciliği, 2 yıl Sofya-Press İstanbul temsilciliği, Bulgar Devlet Televizyonu’nun 3 yıl İstanbul temsilciliği ve Tercüman Gazetesi’nde 1 yıl gözlemci olarak bulunuyor.
Bütün bu kin ve düşmanlığa şaşmamak lazım, çünkü Osmanlı’dan sonra Bulgar halkının birlik ve bekası devlet ideolojisi olarak Türk ve Türkiye düşmanlığı üzerine bina edilmiştir. Türk ve Türkiye düşmanlığı Bulgar halkın bilinç ve bilinç altına pompalanmazsa Bulgarları bir arada tutan harç yok olur gider, bütün bunların altında yatan sebep budur.

Basri Zilabid, Sofya

18 Aralık 2009 Cuma

OSMAN KESKİOĞLU’NUN BULGARİSTAN TÜRKLERİ’NİN KÜLTÜR TARİHİNE KATKILARI

OSMAN KESKİOĞLU’NUN BULGARİSTAN TÜRKLERİ’NİN KÜLTÜR TARİHİNE KATKILARI

Basri Zilabid
Sofya Yüksek İslam Enstitüsü Öğr. Gör.

Bulgaristan Prensliği’nin henüz Osmanlı Devleti’ne vasal olduğu 1907 yılında doğan Osman Keskioğlu’nun Bulgaristan Türkleri’nin kültür tarihine olan katkısını uzun gayretler neticesinde tamamladığı Bulgaristan’da Türkler - tarih ve kültür - adlı eseri etrafında sunmaya gayret göstereceğiz.
O. Keskioğlu, Bulgaristan’da Arapça ders kitapları Türkiye’ye göçünden sonra ise genellikle dini telif ve tercümeler üzerine çalışmış olmasına rağmen Bulgaristan Türkleri’nin tarih ve kültürünü anlatan bir eser yazmayı kendisine vazife addetmiş ve bunu tarihi bir borç bildiğini kitabının ilk satırında şöyle ifade etmiştir:
“Bu eseri yazmayı tarihi bir borç bildim. Bu borcu ödemeye çalışırken çok zahmet çektim. Tam anlamıyla iğneyle kuyu kazarcasına bir işti bu. Yıllarca didindim araştırdım. Bulgaristan’da iken topladığım notlarımı, kitaplarımı salmadılar. Anayurda gelince yeniden işe başladım. Yıllık izinlerimi bu uğurda harcadım. İskenderun’dan Edirne’ye kadar arkadaşları bulup bilgi almaya çalıştım. Zaman zaman bezginlik geldi.”
Arkadaşlarının ve dostlarının yardımı ve teşvikiyle eserini tamamlayan Keskioğlu, “eserde olayları olduğu gibi yansıtmaya gayret ettim. Bazı kişiler hakkındaki sözler hoşa gitmeyebilir, fakat ben olayı naklediyorum, olanı anlatıyorum, hüküm vermiyorum, hüküm okuyucunun ve tarihindir.” dedikten sonra Bulgaristan’da zaman içinde oluşan Abdülhamitçi – Jöntürk, İttihatçı – İtilafçı, inkılapçı – tutucu gibi grupların birbiriyle mücadelesinden milletin çok zarar gördüğünü ve gelecek nesillerin bu gibi hatalara düşmemesi için bunları bir ibret levhası olarak kaydettiğini belirtir.
Osman Keskioğlu, Bulgaristan Türkünün istinat etmesi gereken iki unsurun din ve dil olduğunu şöyle ifade eder: “Milletler ve cemaatler bazen gaflete düşerler. İyi yapıyoruz sanarak zarar getirirler. En büyük gaflet, milliyetini unutmaktır. Milletin iki ana unsuru vardır. Din ve Dil.”
Keskioğlu, Bulgaristan’da Türkler isimli eserini 1978 yılında tamamlamış olmasına rağmen ancak Aralık 1985’te Türkiye Kültür ve Turizim Bakanlığı tarafından basılmıştır. Bunda, Bulgaristan Türklerine karşı girişilmiş olan asimilasyon politikasının son perdesi olan zorla isim değiştirme zulmünün etkisi olduğu kanaatindeyiz. Yeri gelmişken şunu da belirtelim ki, bu olay sebebiyle bugün elimizde başucu kitabı olarak O. Keskioğlu’nun Bulgaristan’da Türkler, Bilal Şimşir’in, Bulgaristan Türkleri ve Osman Kılıç’ın Kader Kurbanı isimli eserleri bulunmaktadır.
Bulgaristan’da Türkler isimli eserini bir Giriş ve beş Bölümden oluşturan yazar sonuna da 58 adet resim eklemiştir.
Girişte imparatorluktan ayrıldıktan sonra meydana gelen tahribat, zulüm ve göçleri konu edinir. Bulgarların, Türklerin taassubundan yararlanarak onları nasıl göçe zorladıklarını Ömer Seyfeddin’in Tuhaf Bir Zulüm hikayesinden de alıntı yaparak anlatır.
Rakamlarla Bulgaristan Türklerinin sayısını gösteren yazar, nüfus çokluğuna rağmen siyasi arenada – partizanlık yüzünden – bundan faydalanılamadığını belirtir.
1918-1928 yılları arasını birlik, huzur ve atılım devri olarak betimleyen Keskioğlu, bu devirde din, eğitim, basın, spor ve kültür derneklerinin faaliyetlerini konu edinir.
Giriş kısmının sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile Bulgaristan Krallığı arasında 1909 ve 1913 yıllarında imzalanan antlaşmalarla bunlara ek protokollerin sağladığı haklar ile Büyük Ali Haydar efendinin yaptığı çalışmaları anlatır.
Yukarıda bahsettiğimiz kitabın esasını oluşturan beş bölüm şunlardır:
1. Dini Teşkilat
2. Eğitim ve Öğretim
3. Dernekler
4. Kültür kaynakları
5. Hizmet edenler
Dini Teşkilat bölümünde, Başmüftülük ve müftülüklerin kurumsal yapısını oluşturan 1895 Tüzüğü, 1909 ve 1913 tarihli İstanbul Protokolleri ve bu iki protokole istinat eden 1919 tüzüğünden bahsedilir.
Bulgar hükümetlerinin Türklere karşı daima kaypak bir siyaset izlediğini belirten Keskioğlu, 1938 yılında müftülüklerden hakimlik vasfı alınırken diğer taraftan hoş görünmek için aynı yıl Kral Boris’in tahta çıkışının 20. Yıl dönümü münasebetiyle 26 müslüman ileri gelene nişan verildiğini yazar.
Bulgaristan’da din ve eğitim hayatının vazgeçilmezi olan ecdat vakıflarının idaresi için Başmüftülük nezdinde kurulan Vakıflar Müdürlüğünden ve görevlerinde bahseden yazar, vakıfların bir kolunu da tekkelerin ve zaviyelerin oluşturduğunu belirtir ve Tuna vilayetinde 86 tekke ve zaviyenin olduğunu ifade ettikten sonra Demir Baba, Kaligra Sultan, Akyazılı Baba ve Bali Baba’dan ayrıntılı olarak bahseder.
Keskioğlu eğitim ve öğretim alanında geri kalmışlığımıza hayıflanır, Bulgarların 1810’da ilk yeni usul okulu açtıklarını bizim ise bunu ancak 1834’te başarabildiğimizi ortaya koyar. İlkokul ve Rüştiyelerin şehirlere göre dağılımını , sayısını, ders programını, öğretmen ve öğrenci sayılarını veren yazarın üzerinde durduğu meselelerden başlıcaları öğretmenlerin maaş konusu, ders kitapları ve ders kitaplarının Türkiye’de meydana gelen harf inkılabından sonra latin harfleriyle basılıp basılmaması konusunda oluşan ihtilaf .
Keskioğlu eserinin içinde geçen başlıklara uygun düşen şiirler koymakla hem onu renklendirmiş ve tadlandırmış hemde kendi görüşünü şairin dilinden ifade etmiştir.
Şumnu Devlet Türk Öğretmen Okulunu anlattığı başlığın altına Tevfik Fikret’in şu beytini almıştır:
Yükselmeli artık yetişir zilletü zulmet
Fikir ordusuyuz, meşal-i irfanla mücehhez
İlim irfan ateşiyle donanmış fikir ordusu olacak öğretmenlerin zillet ve karanlığı yıkacaklarına inan Osman Keskioğlu, Darul Muallimini ayrıntılarıyla anlatır.
Bulgaristan Türk öğrencilerine öğretmen yetiştirecek bir Darul Muallimin (Devlet Türk Öğretmen Okulu) açılması fikrini ortaya atan bir siyasetçi/milletvekili Tahir Lütfi ve ona yardımcı olan bir müftü Hacı Ömer; Mektep Encümenleri Kongresinin 1905 yılında aldıkları karara istinadet gerekli makamlar nezdinde teşebbüse geçmiş ise de okulun kesin olarak açılması ancak 13 yıl sonra Şumnu’da 1918 yılında gerçekleşmiştir. Çiftçi hükümetinin Türklerin oyunu almak için Razgrad ve Kırcaali’de de öğretmen okulları açma vaadi gerçekleşmemiş, aksine 1928 yılında Şumnu Darul Muallimini de kapatılmıştır.
Keskioğlu, Bulgristan Türkleri’nin eğitim hayatında silinmez izler bırakan Medrestün Nüvvabı anlatırken, Mehmet Akif’in “Ah şu sizin medreseler, asrın icabına uyakta inad etmeseler” mısralarını koymuş olmasına rağmen bu medresenin asrın icabına uymakta inat etmeyi bırakın bunun için can attığını belirtmekle sözlerine başlar. Kendisi de bu okulun hem öğrencisi hem öğretmeni olması hasebiyle bütün medreseleri böyle gördüğü şeklinde bir mülahazada bulunulmaması maksadıyla olsa gerek Osmanlının yıkılış döneminde medresenin çürüdüğünü ve verimsiz hale geldiğini açık açık belirtir.
Bir ihtiyaçtan kaynaklanan Medrestün Nüvvab’ın açılışı 1913 yılında Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan protokollere girecek kadar önemli bir meseledir. Ancak bu okulun açılışı da 9 yıl sonra 1922 yılında gerçekleşmiştir. Okulun kuruluşunu, ders programını, müdür ve öğretmenlerini, şehirlere göre mezun sayısını veren Keskioğlu, öğrenci derneği Müsterşitler Cemiyeti ve faaliyetlerinden de bahseder ve iki önemli öğrenci isteğini belirtmeden geçmez. Bunlardan birincisi Nüvvab mezunlarının öğretmen olma hakkının verilmesi, ikincisi de okulun Padagoji ve İlahiyat bölümlerine ayrılmasıdır.
Nüvvab mezunlarına öğretmen olma hakkı 1933 yılında Maarif yani Eğitim Bakanlığınca tanınmıştır, ancak okulun iki bölüme ayrılması talebi Başmüftülükçe kabul edilmemiştir.
Medresetün Nüvvab’ın münevver/aydın muallimler yetiştiremediği hakkındaki yapılan bazı tenkitlere katılmayan O. Keskioğlu şöyle demektedir: “Nüvvab mezunları Bulgaristan’da Türk okullarında öğretmenlik yaptılar, Türk yavrularına milli kültür ve ruh verdiler, milli bünyede boşluk bırakmadılar, halkı öksüz koymadılar.” Türkiye’ye göç edenlerin de inkılaplara uyum sağladığını ve önemli vazifelerde hizmet ettiklerini belirtir.
Keskioğlu, çok değerli Nüvvab öğretmenlerinin kısa hal tercümelerini verirken onlarla ilgili ilginç noktaları da belirtmeden geçmez. Örneğin, Nüvvabı bitirdikten sonra Beden terbiyesi kursuna gidip Nüvvabta jimnastik öğretmeni olan Sabri Mollaoğlu Çeliktürk’ün öğrenciyken Şumnu’da Çarşı camiinde Türkçe ezan okuduğunu belirtir.
Eserinin üçüncü bölümünde bugün sivil toplum kuruluşu denilen Bulgaristan Türklerinin kurduğu dernekleri anlatan Keskioğlu, en eski ve en büyük cemiyetimiz olan Muallimin-i İslamiye Cemiyeti İttihadiyesi (yani Müslüman Öğretmenler Birliği) ile başlar. 1906 yılında kurulan bu derneğin amacı Türk okullarının ıslah edilmesidir. Bunun için okul programları yapmak, ders kitapları hazırlayıp basmak ve okul talimatnamesi ile müfredatlı program hazırlamayı kendisine vazife addeder. Her yıl farklı şehirlerde kongreler tertip eden cemiyet önemli kararlar alır ve uygulamaya koyar. 1928 yılında yapılan Filibe kongresinde adını Türk Muallimler Cemiyeti olarak değiştirir. 1921-1923 yılları arasında Terbiye Ocağı, 1923-1926 arası Muallimler Mecmuası adında dergiler yayınlamıştır. Keskioğlu öğretmenlik hizmetinin kutsal olduğunu ve unutulmaması gerektiğini belirttikten sonra, “Türk Muallimler Birliği halka çok hizmet etmiş ve Türklüğü yaşatmıştır” der.
Bulgaristan Türk gençleri arasında spor kuruluşları ortaya çıkmaya başlamış bunlar belli bir zaman sonra spor faaliyetleriyle birlikte fikir bakımından da yükselmesi amaçlanarak 1926 yılında Turan Cemiyeti adı altında birleşmişlerdir. Sekiz yıl ardarda değişik şehirlerde kongreler düzenleyen Turan Cemiyeti ulaştığı 95 şube ve 5000 üyesi ile dikkat çeken bir hal alır. Gençler arasında milliyetçiliği ve kemalizim ideolojisini yaydığı gerekçesiyle devletçe zararlı görülür ve 1934 yılında kapatılır.
Keskioğlu, Turan Cemiyetinin bir taraftan kara taassuba bağlı tutucu grup diğer taraftan milliyetçi Bulgarlarca haksız saldırıya maruz kaldığını belirtirken, Muallim Hasip Safveti’nin Cemiyet Hayatı ve Gençlik başlıklı yazısını eserine almakla onun çok yerinde olan görüşlerini de paylaşmış oluyor.
Söz konusu yazıda: ... “Bulgaristan Türk gençliği, ekseriyet itibarıyla kendi kuvvetini ölçememiş, başka kuvvetlere hürmet ve tebaiyyete de alışmamıştır. Bulgaristan Türk gençliği, yıkacağını ve yapacağını ne için yıkmak ve nasıl yıkıp yakmak lazım geldiğini tayin etmemiştir, edememiştir.
... Teşkilatçı gençlere faaliyet programlarında en büyük ehemmiyeti gösterişlere değil, ruhi hazırlığa tevcih etmelerini büyük bir ehemmiyetle tavsiye eylerim.” Denilmektedir.
Eserinin dördüncü bölümünü “Kültür Kaynakları” olarak adlandıran Keskioğlu, Midhat Paşa zamanından itibaren çeşitli yerlerde basılan ilmi, edebi ve okul kitaplardan, matbaalardan, açılan kıraathanelerden, Osmanlı zamanında bugünkü Bulgaristan sınırları içinde olan büyük kütüphanelerden bahseder. Bunların 3’ü Filibe’de, 2’si Vidin’de, birer tane de Sofya, Şumnu, Plevne, Köstendil, Samokov, Eski Zağra, Tırnovo ve Ziştevi bulunmaktadır. Ayrıca Nüvvab ve Öğrenci derneğinin kütüphanelerini de zikreder.
Şumnu Şerif Halil Paşa Kütüphanesinin çok zengin olduğunu belirten Keskioğlu, buna örnek olarak 12. Yüzyılda yaşamış meşhur İslam Coğrafyacısı İdrisi’nin, Sicilya Kralı II. Roger için yazdığı ve 70 haritayı ihtiva eden Nüzhetü'l-Müştâk fi İhtirâkı'l-Âfâk (yani İklimler Boyunca Yolculuk Yapmayı Arzu Edenin Sevinci) isimli eserinin 16. Yüzyılda istinsah edilmiş bir nüshasının bulunduğunu ve çok iyi muhafaza edildiğni kaydeder.
Bulgaristan Türklerinin anavatanla olan manevi bağlarını muhafaza etmek için konuştuğu dilin İstanbul Türkçesi olması gerektiğini belirten Keskioğlu, bu sebeple Bulgaristan’da basılan okul kitaplarına Türkiye yazarlarının yazılarının konulduğunu belirtir ve listesini verir.
Kültür kaynaklarının önemli bir unsuru da gazete ve dergilerdir. Keskioğlu, 1879 yılı ile 1947 yılları arasında çıkan 90 gazete ve 13 derginin yayınlandıkları yer, dönem ve yayıncıları hakkında bilgiler verir.
Eserinin beşinci ve son bölümünü Bulgaristan Türklerine hizmet edenlere ayıran Keskioğlu, onları “din adamları”, “[milletvekili], idareci ve gazeteci”, “öğretmen ve yazar” olarak 3 gruba ayırmış çok meşhur olanlarının kısaca tercüme-i hallerini vermiş diğerlerinin isimlerini zikretmekle yetinmiştir.
Keskioğlu, eserinin son cümlesinde, “Bu kitap 1978’de tamamlandıkatn sonraki olaylar tarihte benzeri görülmemiş feci zulümler başka bir eserde ele alınacaktır.” Demiş ancak ömrünün buna kifayet edip etmediğini ve varislerine ilmi çalışmalarından neler bıraktığını şuan için bilemiyoruz.
1986 yılında Bulgaristan’da Müslümanlar ve İslam Abideleri ismiyle yayınladığı eserinde Keskioğlu, Osmanlı İmparatorluğu devrinde bugünkü Bulgaristan sınırları içinde yaşamış alimleri ve burada meydana getirilmiş abideleri şehir şehir sıralayarak anlatır. 40 büyük ve küçük şehrin camilerini, medreselerini ve tekkelerini, bunlara ait – ulaşabildiği - vakfiye ve kitabeleri, bu müesseselerde hizmet etmiş alim ve mutasavvıfları başta Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesine, Şemseddin Sami’nin Kamusul Alamına, Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Müelliflerine ve kendi müşahedelerine dayanarak anlatır.
Kitabının sonunda Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Bulgaristan’ı da anlattığı Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri kitabını “muazzam” olarak niteleyen Keskioğlu, burada kullanılan bazı resimlerin kendisi tarafından tedarik edildiğini belirtmektedir.
Bulgaristan’da Müslümanlar ve İslam Abideleri, geniş okuyucu kitlesinin bu konudaki bilgi ihtiyacını karşılaması ve Osmanlı kaynaklarındaki bilgileri toplu bir şekilde vermesi bakımından önemli bir hizmet görmüştür.
Sonuç olarak, Osman Keskioğlu’nun Bulgaristan Türkleri’nin kültür tarihlerine dair bu iki eseri ve Vakıflar dergisinde yayınladığı dört makalenin önemi aşağıda vereceğimiz bilgiler müvacehesinde değerlendirildiğinde çok daha iyi anlaşılacaktır.
Yazarın Türkiye’ye göç tarihi olan 1950’den, 1985 yılında Bulgaristan Türkleri’ne uygulanan zorunlu isim değiştirme zulmüne kadar konuyla ilgili Türkiye’de yayınlanmış kitap sayısının iki elin parmakları kadar olduğunu tespit ettik. Bulgaristan’da Türkler isimli eserini taradığımızda Keskioğlu’nun kendisinin de sadece yedi kitaptan faydalandığı diğer kaynaklarının Bulgaristan’da yayınlanmış süreli yayınlar ve bizatihi müşahedeleri olduğu görülür.
Keskioğlu’nun 1978’de tamamladığı Bulgaristan’da Türkler isimli eseri Bulgar komünist rejiminin Türk azınlığınının zorla isimlerini değiştirerek sözmün ona Bulgaristan’da Türk olmadığını dünyaya ilan etmesi neticesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin buna neşriyat alanında olan tepkilerinden biri olarak alelacele Aralık 1985’te Kültür ve Turizim Bakanlığınca basılması bundan sonra gelecek araştırma ve yayınların öncüsü olma vasfını kazandırmıştır. Nitekim, ikinci baskısı daha yeni yayımlanan Bulgaristan Türkleri eserinde Bilal Şimşir, 1985 – 2008 yılları arası Bulgaristan Türkleri üzerine çıkmış başlıca kitapların listesini verir. Türkçe olarak yayınlananların sayısı yüzü aşkındır.
Not: 16 Aralık 2009 tarihinde Sofya’da düzenlenen “Ölümünün 20. Yıldönümünde Osman Keskioğlu – Hayatı, Fikirleri ve Eserleri” sempozyumunda sunulan bildiri.

16 Aralık 2009 Çarşamba

KESKİOĞLU KONFERANSI SKAT TV'YI ÇILGINA ÇEVİRMİŞ

İlk olarak sitemizde yayınlanan Osman Keskioğlu anısına düzenlenecek sempozyum haberini Bulgaristan Türklerine haber yayını yapan iki değerli site (Bulgaristan Haber ve Kırcaali Haber) daha geniş kitlelere ulaştırdı. Anlaşılan bu gibi sitelerin müdavimlerinden biri de SKAT TV.
Sempozyumun bir gün öncesi (15.12.2009) "BAŞMÜFTÜLÜKTE, TÜRK MİLLİYETÇİSİ OSMAN KESKİOĞLUNU HATIRLAMALARI GEREKTİĞİNE KARAR VERDİLER" başlıklı bir haber yayınladı skat tv internet sitesi.
"Kimse tarafından kontrol edilmeyen, savcılık soruşturması ve kapatılmak için adeta yalvaran Türkçe internet siteleri "kendiliklerinden ve emir almadan" tuhaf bir organizasyonu haber veriyorlar." denilerek başlanan yazının nedense yazarı yok. Ama yazısından konuya vakıf olduğu anlaşılıyor. "Bildiri sunacaklar arasında İslam Enstitüsü Rektörü İbrahim Yalımov ile Başmüftü yardımcısı Vedat Ahmed'in isimleri öne çıkıyor" denilen yazıda bunun "Bulgaristan müslümanlarının maneviyatının korunması" kampanyasından ibaret Türk yanlısı bir kutlama olduğunda hiç bir şüphemiz yoktur" vurgusu yapılıyor.
Bu satırları sempozyumdan döndükten sonra yazıyorum. Allaha şükür sempozyum çok güzel geçti, salon Sofyalı Türk aydınlarla ve İslam Enstitüsü öğrencileri tarafından doldurulmuştu. Okunan tebliğler/bildiriler de Osman Keskioğlu'nun farklı yönlerini ortaya koydu, inşallah bunlar yayınlanacak ve daha geniş okuyucu kitlesine ulaşacaktır. Skat yazarı ve milliyetçi Bulgarlar üzülecek diye bunlar yapılmayacak mı? Biz de sizin haksız saldırılarınıza üzülüyoruz ama huyunuzdan hiç vazgeçmiyorsunuz.
Ayrıca Skat yazarı diyor ki, Keskioğlu'nun Bulgaristan'da Türkler -tarih ve kültür- kitabını 1985 yılında TC Kültür ve Turizim Bakanlığı tekrar olarak yayınladı yani önce yayınlanmıştı ama zorla isim değiştirmeye karşı bir propaganda olarak tekrar yayınlandı. Organizatörler bizi aldatmaya kalkmasınlar deniliyor.
Sayın yazar, söyleyin de bizde öğrenelim. Hangi yılda hangi kuruluş tarafından yayınlanmış. Hani bizler, Bulgaristan Türkleri, 2. sınıf insanız ya, cahiliz ya, belki bizi ayınlatırsınız!
Basri Zilabid, Sofya

AŞAĞIDA OSMAN KESKİOĞLU'NUN ESERLERİNDEN ÇOK AZ BİR KISMININ KAPAK RESİMLERİNİ YAYINLIYORUZ.

13 Eylül 2009 Pazar

Sofya Büyük Camii Tiyatro Olmaktan Nasıl Kurtuldu

“50 Yıl Önce Sofya” isimli Bulgarca kitaptan alıntı:

Büyük Camii’den söz açılmışken şunu söyleyeyim, bu camiin arkeoloji müzesi olmasına karar verilmeden önce burası Devlet matbaasına ev sahipliği yapıyordu. Ancak Devlet matbaası bügünkü Aleksandır Nevski meydanında bulunan kendi özel binasına geçtikten sonra belediye, camii tiyatro kullanımına tahsis etti. Bu haber bizim evsiz aktörleri pek sevindirdi. Kredi verilmiş, localı, sahneli, makyaj odalı, büfe ve saire özellikleri ile bir tiyatroya çevrilecek olan cami önüne malzemeler getirilip yığılmıştı. Artık aktörler bile caminin bir kanadında provalara başlamışlarken ansızın Bakanlar Kurulu belediyenin kararını iptal ederek caminin tiyatroya dönüştürülmesini yasakladı. O günkü Belediye Başkanı Daskalov Başbakan Stambolov’un yanına giderek şahsı ve aktörler adına Bakanlar kurulu kararının değiştirilmesini talep etmiş, ancak Stambolov kendi iradesi dışında bunu yapmak zorunda olduğunu, Türklerle dostluğunu bozmak istemediğini bildirmiştir. Son sözleri şunlar olmuş “Camiileri karagözoyunu oynanan yerlere çevirdiğimizi gördüklerinde İstanbuldakiler ne diyecek”.
Yazar: Georgi Kanazirsi – Verin
Kitabın adı: 50 Yıl Önce Sofya,
Yayın tarihi:1947
Bulgarca’dan tercüme eden: Basri Zilabid

27 Ağustos 2009 Perşembe

Ey TRT Türk! Vurma kusurlarımızı yüzümüze...

Türkiye’nin devlet televizyonu TRT’nin bir çok kanalı var. Onlardan biri de TRT TÜRK. Türk dünyası ve uluslar arası haber ve yorum ağırlıklı bir yayın izliyor.
Bizler de -Bulgaristan Türkleri- büyük Türk dünyasının bir parçası olduğumuz için bu kanalın bazı yayınlarına konuk oluyoruz.
Seçimlerden bir hafta sonra idi galiba yanılmıyorsam kanalları gezerken birde ne göreyim yeni seçilen genç bir milletvekilimiz Sofya’dan canlı bağlantı ile “40 Dakika” programının sunucusu Mete Belovacıklı’nın sorularını yanıtlıyor. Kendisi DPS’nin Türkiye’ye üniversite okumaya gönderdiği gençlerden biri. Duru ve düzgün bir Türkçe ile soruları cevaplandırıyor, sakin.
Salı akşam yine tv kanallarını zaplarken yine aynı programda yine genç bir vekilimiz. Farkı, Fransa’da okumuş olması. Ama nasıl zorluk çekiyor konuşurken, önce sorunun cevabını kafasında Bulgarca vermesi gerekiyor sonra onu Türkçe’ye tercüme ediyor. Bütün bunların da çok hızlı bir şekilde olması gerekiyor. Sanki yabancı bir dili konuşuyor gibiydi. Kelimelerde, cümlelerde yanlışlıklar... Çok zorlanıyordu. Neyse ki programın sonu geldi. Hem kendisi hem izleyiciler kurtuldu. Ama sunucunun son cümleleri şöyleydi:
- Bulgaristan’ı takip etmeye devam edicez. Sizden ve arkadaşlarınızdan gidişat hakkında bilgi almayı sürdürücez.
Şimdi benim aklıma ister istemez şöyle bir soru geldi: Vekillerimizden kaç kişi gönüllü bu programa katılabilir?
B.Z.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Gençliğimiz ve Ramazan Ayı

Gençliğimiz derken, Bulgaristan Türk gençliğimizi kastediyoruz. Maalesef bugünkü gençliğimiz dinimiz İslamla ilgili bilgilerden oldukça yoksun. Bilgi olmayınca dini bir davranışın ortaya çıkması da mümkün değil. Müslüman anne babadan doğduğu halde kelime-i şehadeti bilmeyen, camide ne yapıldığını bilmediği için oraya gitmekten sıkılan gençlerimiz çok çok fazla.
Öncelikle şunu paylaşmak istiyorum. Bilgi ve davranış iki ayrı şeydir. Bir şey yapmayabilirsiniz ama bilmek durumundasınız. Müslüman, Müslümanlığın gerektirdiği asgari/minimum bilgileri bilmek durumundadır yoksa toplum içinde öyle bir gaf yapar ki, yüzü kızarır kalır. İkili ve özellikle ticari ilişkileriniz başarısızlığa uğrayabilir.
Ramazan ayı, Ay takvimine göre 9. Aydır. Bu ay Allah tarafından Kur’an-ı Kerim’de anılmış ve bazı özellikleri olan bir aydır.
Bakara Suresinin 185. ayetinde Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayırt eden, hidayet ve deliller halinde bulunan Kur'an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz!"
1. Ramazan ayı, Müslümanların oruç tuttuğu bir aydır.
2. Ramazan ayı, kendisinde Kur’an’ın indirildiği bir aydır. Dolayısıyla Müslümanlar bu ayda Kur’an’ı baştan sona okumaya çalışırlar. Bu okuma orijinal Arapçasından yapılır ancak bilmeyenler Türkçe veya Bulgarca tercümesini de okuyabilirler.
3. Ramazan ayı, Teravih namazı kılınan bir aydır.
4. Ramazan ayı, zengin Müslümanların sadaka-i fıtır ve zekatlarını verdikleri bir aydır.
5. Ramazan ayı, iyiliklerin bol bol yapıldığı bir aydır. Çünkü sevap olarak karşılıkları kat kat verilmektedir.
6. Ramazan ayı, içerisinde Kadir Gecesi bulunduran bir aydır. Kur`ân-ı Kerim`in inmeye başladığı Ramazan ayı`nın 27. gecesi İslâm`da en kutsal ve faziletli gecedir. Kur`ân-ı Kerim’de bu gecenin faziletini belirten müstakil bir sûre vardır. Bu sûrede yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"Doğrusu biz Kur`ân`ı Kadir gecesinde indirmişizdir. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler. O gece, tanyerinin ağarmasına kadar bir esenliktir. " (Kadir sûresi, 97/ 1-5)
7. Ramazan ayı, on bir ayın sultanıdır. Başı rahmet, ortası mağfiret (bağışlanma), sonu cehennem ateşinden kurtuluş olan mübarek bir aydır.
8. Ramazan ayı, yoksulları, muhtaçları, sevdiklerini, dostlarını iftar sofrana davet etme ayıdır.
9. Ramazan ayı, sonu bayram olan bir aydır. Ramazan bayramı başka hiçbir bayrama benzemez, ona incelik, sadelik, huzur hakim olmuştur.
Ey Bulgaristan’ın Türk ve Müslüman Gençleri!
Ramazanınız hayırlar, hidayetler getirsin, sizleri mutlu dünya ve ahıret bayramlarına kavuştursun.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Haber yarım kalmış biz tamamlayalım

Yeni hükümet kuruldu, çalışmalarına hızlı adımlarla başladı. Kriz mi dersin, sabık hükümetin yolsuzlukları mı dersin, bütçe açığı mı dersin hepsi var...
Ama bizim üzerinde durmak istediğimiz başka bir konu. Hükümet kurulduğunda gözler bir kişiye odaklanmıştı. Bulgarların tanınmış, medyatik tarih profesörü Bojidar Dimitrov. Komunist dönemde ajan olduğu için, Dış Bulgarlardan sorumlu Devlet Bakanı olarak tayin edilmesi eleştirilen Bojidar Dimitrov’u Başbakan şöyle savunmuştu: Dimitrov son 3 yılda devamlı benim yanımda oldu,beni destekledi, bu ona yapabileceğimin en azı. Gerçekten de öyle oldu. Çok geçmeden Devlet arşivleri ve Diyanet müdürlüğü de Bojidar Dimitrov’a bağlandı.
Diyanet müdürlüğünün Prof. Bojidar Dimitrov’a bağlanmasını haber yapan Bulgaristan Başmüftülüğü resmi web sayfası haberi verdikten sonra bir yorum ve temennide bulunuyor. Diyor ki:
“Çeşitli yayınlarına baktığımızda onun müslümanları pek sevdiğini söyleyemeyiz. Ancak bütün bunlara rağmen müslümanlar ve diğer din temsilcileri ile ilişkilerinde devlet adamlığına yakışır bir şekilde davranış sergilemesini umut ediyoruz.”
Burada bir iddia var. Bojidar Dimitrov kitaplarıyla, çeşitli dergi ve gazetelerdeki yazılarıyla, verdiği mülakatlarla, Bulgar resmi televizyonunda Bulgar Anısı (Pamet Balgarska) isimli programıyla Türkleri ve Müslümanları sevmediğini belirtmiş bir kişidir. Diyanet müdürlüğünün ona bağlanması müslümanlara karşı olumsuz, önyargılı fikirleriyle tanınmış birisinin idareci yapılması demek bu da hiç te iyiye işaret etmiyor, demek istiyorlar. Ancak müslümanlara karşı hangi sözleri sarfettiği belirtilmiyor. Haberin eksik kalan kısmı işte bu yanı.
Prof. Dimitrov’un Pazar günleri sunduğu Pamet Balgarska programını tarihe meraklı biri olarak zevkle izlerdim. Şu anda devam ediyor mu bilmiyorum. Bazen bilmediğim şeyleri gündemime taşıması açısından hoşuma gider, bazen gülmekten kırıp geçirirdi. Programların birinde Bulgarların, Büyük Simeon dedikleri çarlarının at üzerinde yapılacak devasa heykeli tartışılıyordu. Ancak atın kafası yukarı doğru mu bakmalıydı, yoksa aşağıya doğru mu?... Gel de çık işin içinden.
Esas konumuza dönelim. İşte Dış Bulgarlardan, Devlet arşivlerinden ve Diyanet müdürlüğünden sorumlu Devlet Bakanı Prof Dr. Bojidar Dimitrov’un müslümanlar hakkındaki fikirleri:“Şuanda ne yazık ki, Türkiye’nin siyasi idaresi İslam’ın elinde, bü yüzden hristiyanları boğazlama olayları sıklaştı. Sadece bir kaç gün önce hristiyan literatürü yayınlayan dört kişi boğazlandı. Evet boğazlandı, bu müslümanların en sevdiği yöntem, aynı Batak’ta olduğu gibi.” (25 Nisan 2007 tarihinde Monitor gazetesine verdiği mülakattan)
Zannederim bu alıntı, daha doğrusu tarih profesörü ünvanı taşıyan yeni bakanın katmerli önyargısı, genellemeleri ve hertürlü ilmi iddiadan yoksun hükmü kendisi hakkında az da olsa bir fikir edinmenize yardımcı olmuştur, aynı zamanda Bulgaristan müslümanlarına Vejdi Raşidov’u Kültür Bakanı tayin ederek şirin görünmeye çalışan Boyko Borisov’un da iki yüzlülüğünü ortaya çıkarmıştır.