30 Ekim 2015 Cuma

SARIKLI KAHRAMANLARIMIZDAN: EĞRİDERELİ HASAN VEHBİ EFENDİ

SARIKLI KAHRAMANLARIMIZDAN
EĞRİDERELİ HASAN VEHBİ EFENDİ (d. 1870 - ö. 1956)

Basri Zilabid ÇALIŞKAN

A. Hayatı

1917'de Sofya'da çekilmiş bir resmi
Hasan Vehbi Efendi, rûmî 1286 miladî 1870 yılında Osmanlı Devletinin Edirne vilayetinin Gümülcine sancağına bağlı Eğridere kaza merkezine tabi Koca Aliler köyünün Memişler mahallesinde doğmuştur. Ana ve baba tarafından asil bir aileye mensup olup her iki taraf ta din bilginlerinden ibaret idi. İlk tahsilini mahalle mektebinde yaptıktan sonra aynı kazada Ericek medresesine devam etmiştir. Burada hocasının kendisinde sezdiği yüksek zeka sebebiyle babasına İstanbul’da okutulmasını tavsiye etmiştir.[1]  Bunun üzerine babası Ahmet Efendi oğlunu İstanbul’a göndermiş, önce Tophane medresesinde okumuş, daha sonra Fatih medresesine geçerek tam 19 yıl buranın dersiamlarından Hasan Efendi, Muğlalı Ali Rıza Efendi[2], Alasonyalı Hacı Ali ve Halis Efendilerden ders görerek icazet almıştır.[3]
İlk memuriyetine 1906 yılında henüz daha Osmanlı sınırları içinde bulunan Cisr-i Mustafa Paşa[4] müftülüğüne tayin olunmak suretiyle başlamıştır. Burada aynı zamanda müderrislik te yapmıştır. 1912 yılında müftülük vazifesini deruhte ederken zevce ve evladını sıla-i rahim için memleketi Eğridere’ye gönderdiği bir sırada Balkan harbi zuhur etmiş. Kendisi Mustafa Paşa’da hanımı ve çocukları ise Eğridere’de birbirlerinden ayrı düşmüşlerdir. Ailesi Eğridere halkı ile Gümülcine üzerinden İstanbul’a kaçmak istedi ise de arkadan gelen Bulgar ordusu kendilerine Gümülcine’de yetişmiş ve daha öteye gitmelerine izin verilmeyerek Eğridere’ye dönmüşler ancak evlerini Bulgarlar tarafından yakılmış bir vazıyette bulmuşlardır. Müftü Hasan Vehbi Efendi ise annesi Zeynep Hanımla birlikte ilk önce Edirne’ye sığınmış, daha sonra ailesini almak için Eğridere’ye vardığında halk “bizi kime yetim bırakıyorsun” diyerek kendisini alıkoymuşlar, başlarında bulunmasını istemişlerdir. Bu durum karşısında annesini de Edirne’den alıp Eğridere’ye getirmiş ve orada kalmıştır. Batı Trakya Türk Hükümeti bünyesinde hem Eğridere hükümet reisi[5] hem müftü olarak görev yapmıştır. Burada Birinci Dünya Harbi sonuna kadar (1918) Eğridere müftüsü olarak görev yaptıktan sonra önce Kırcaali müftülüğü’ne oradan da Eski Zağra vilayet müftülüğüne tayin olunmuştur. Bu dönem artık Bulgaristanlılık dönemidir. Burada Bulgar hükümetinin tazyiki karşısında istifa etmek zorunda kalmış, tekrar Eğridere’ye dönmüştür.
Türk dostu ve Çiftçi Birliği partisi lideri ve Başbakan Aleksander Stamboliyski askeri darbe ile devrilince (1923) Bulgaristan Müslümanları için kötü günler geri dönmüştü. Öğretmen oğlu Re’fet’in Turan Cemiyeti bünyesindeki çalışmaları dolayısıyla 1933 yılında sınır dışı edilmesi üzerine bütün aile fertleri pasaport ile anavatana iltica etmiş sadece Hasan Vehbi Efendi’ye pasaport verilmemiş, 65 yaşında olduğu halde yalnız başına Bulgaristan’da kalmıştı.  Buna rağmen idareyi gafil avlayarak 1935 yılının Temmuz ayında kaçak bir şekilde hududu geçmiş ve anavatana sığınmıştır. Kısa bir müddet sonra Diyanet İşleri Başkanlığı kendisini Kırklareli iline bağlı Demirköy ilçesine müftü olarak tayin etmiş, 1945 yılında da Kırklareli il müftüsü olmuştur. Altı yıl görevden sonra 1951’de sağlık durumundan dolayı emekliye ayrılmıştır. Türkiye’ye geldikten sonra Rodoplu soyadını almıştır.
Emeklilik günlerinde de muhitinde dini bilgiler bakımından müracaatgah vazifesi görmek suretiyle milletine hizmet etmiştir. Son nefesine kadar zekâsına halel gelmeyerek şuur ve muhakemesi yerinde olarak din ve millet uğruna bir an çalışmaktan geri kalmamıştır.
19 Şubat 1956 tarihinde 86 yaşında olduğu halde Kırklareli’nde vefat etmiştir. Kadı Camii imamı Abbas Akyürek tarafından gaslolunmuş, cenaze namazı Hızır Bey Cami-i Kebir’de müftü Ahmet Hamdi Özten tarafından kıldırılmış ve o zaman Yeni Mezarlık denilen kabristana defnedilmiştir.
Hasan Vehbi Efendi’nin Hayriye Hanım ile evliliğinden Re’fet, Şevket ve İsmet adında üç oğlu ile Bedriye ve Sabiha adında iki kızı olmuştur.

B. Kişiliği
Muhterem eşi Hayriye Rodoplu ile

Rivayet olunduğuna göre daha ana rahminde iken ağlamış, bunu duyan annesi “efendi olasın oğlum” diye dua etmiştir. Bundan kastı din âlimi olmasını temenni etmek imiş. O zamanlar anne rahminde ağlayanlar için “bahtiyar bir ömür geçireceğine” dair bir inanç var imiş. 
Hasan Vehbi Efendi İstanbul’daki uzun talebelik yıllarını Sultan II. Abdulhamid zamanında geçirmiş ancak hiçbir siyasi işle meşgul olmamıştır. Devrin Tercüman-ı Hakikat, Sabah, İkdam gibi meşhur gazetelerini takip etmiş, padişah aleyhinde olan hareketlerden haberdar olmuştur. Cisr-i Mustafa Paşa’da müftü bulunduğu sırada II. Meşrutiyet ilan olunmuş, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın durumları ile alakalanmaya başlamıştır, fakat yine de ömrü boyunca hiçbir siyasi partiye girmemiştir. (Rodoplu 1957: 55) Mustafa Paşa’lı olması hasebiyle feylesof Rıza Tevfik, ittihatçı Talat Paşa, Edirne mebuslarından meşhur hatip Mehmet Şerafettin Aykut ve Mehmet Faik Kaltakkıran ile keza Edirne’nin sayılı tüccarlarından Hafız Ağa diye anılan zat ile samimi münasebetleri olmuştur. Her partiden temiz gördüğü kimselerle memleket hayrına milli ve siyasi fikir alışverişinde bulunur, saygınlığından yararlanmak isteyenlere alet olmaz, milli seciyelerini nazar-ı itibara alarak ona göre hareket ettiği nakledilmektedir. (Rodoplu 1957: 56)
Ailecek Balkan harbinin ızdırap ve çilesini yaşamış, Allah aşıkı, yüksek ahlak sahibi bir zattır. İlkokuldan itibaren bütün hayatını din ilimlerini tahsil ve sonrasında tedris, telkin, ikaz ve irşadla geçirmiştir. (Rodoplu 1957: 9) Görev yaptığı Kırklareli halkı kendisine “Koca müftü” lakabı takarak gönlünde beslediği muhabbeti böylece izhar etmiştir.
Büyük oğlu Re’fet Rodoplu, pederi için “Heybet, seyret ve suret sıfatlarını haiz olup orta boylu idi. Gençliğinden beri gözlük takar, baston taşır, tütün içmezdi. Mücessem-i ahlak ve fazilet bir zat-ı sıfat idi. Çok derin ve emsalsiz dini kültüre sahip idi. Bir tarikata intisabı yoktu.” (Rodoplu 1957: 53) demektedir.
Dünyaya rağbeti olmayan ilme âşık, hadis, kelam, fıkıh, mantık, bedii ve beyan ilimlerine vakıf olan Hasan Vehbi Efendi’nin tek ideali İslam dininin yükselmesine hizmetten başka bir şey olmamıştır. [6]  Telif edilmiş eseri yoktur. Fakat söz olarak yaptığı telkinler, nesilden nesile intikal edecek derece ve kıymettedir. Fenn-i cedel denilen mantık ilmine vukufu dolayısıyla bütün sözleri tartışmaya mahal vermeyecek şekilde mantıki idi.
Kendisinden özel ders okumak isteyenlere Fahreddin Razi’nin Mefatihu’l-Gayb’ını, İbn-i Kesir’in Tefsir-i Kebir’ini, Mevlana Celaleddin Rûmi’nin Mesnevi’si gibi klasik İslam eserlerini okutmuştur.
Hayatının son yıllarında karaciğer yetmezliği sebebiyle vuku bulan kaşıntı ızdırabına karşı her türlü sağlık tedbirine başvurmuş, buna rağmen bir defa olsun üzüntü ızhar etmemiş, adeta bunu Allah’ın bir lütfu gibi karşılayarak devamlı şükür halinde olmuştur. Vasiyet olarak sadece, sahip olduğu kitapların onları anlayan ahlaklı âlimlere verilmesini istemiştir. (Rodoplu 1957: 26; 55)

C. Hizmetleri

a) Vaaz ve İrşatları
Seçkin arkadaşları ile sohbet esnasında

Medrese talebesi olduğu yıllarda Batı Trakya’nın İskeçe kazasının Okçular köyüne Ramazan hocası olarak gidiyormuş. Müftü olarak görev yapmaya başladıktan sonra görevli olarak bulunduğu Mustafapaşa, Eğridere, Kırcaali ve Eski Zağra kasabalarından başka Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Filibe’ye bağlı Kuklen köyünde yine Cuma Camii olarak meşhur Filibe Murad Hüdavendigar camiinde de vaaz-u nasihatlerde bulunmuştur. Vaazlarında Müslümanları çalışmaya ve bilgilenmeye davet etmiş, Allah’ın bilgili insanlara dünya nimet ve bereketlerinden daha fazla kısmet vereceğini telkin etmiştir. “Çocuklarınızı ve kızlarınızı sakın ha cahil bırakmayınız” tarzında uyarılarda bulunmuştur.

b) Müslümanların hukukunu müdafaada toplum önderliği

Birinci Dünya Harbi yıllarında kendisi Eğridere müftüsü iken Osmanlı ile Bulgaristan müttefik iki ülke idi. Bulgar Radoslavov hükümeti 16 Türk milletvekilinin[7] desteği ile idarede durabiliyordu. Hasan Vehbi Efendi bölgesinde meydana gelen zulüm ve işkenceleri şahsi dostluğu bulunan milletvekilleri Ethem Ruhi Balkan, Zümrezade Şakir, Mehmed Celal Perin, Salim Nuri Dağlı, Tokalızade Talat Beylere iletmekle kalmıyor, Başbakan Radoslavov ile de temasa geçip fenalık yapanlara karşı Müslüman halkın hukukunu koruyordu.   
İstanbul’da Birinci Dünya Savaşı’nda Cihad-ı Mukaddes ilan edildiğinde halktan yardım maksadıyla topladığı beş bin sarı lirayı mesafe olarak yakın olan Osmanlı’nın Gümülcine konsolosuna götürmüş ancak konsolostan  “Siz artık Bulgaristan sınırları içerisindesiniz, bu yardımları ben alamam, Sofya elçiliğine götürmeniz gerekir” tarzında hoş olmayan bir cevap alınca her türlü eşkıyanın kol gezdiği o dönemde patika yollardan Sofya’ya ulaşmış, emaneti Osmanlı’nın Sofya Elçisi Fethi Beye (Okyar) teslim etmiştir. (Rodoplu 1957: 58) Bu davranışıyla hem büyük bir hizmet gayreti hem cesaret örneği olmuştur.
1927 yılı parlamento seçimlerinde Liberal partisine mensup Makedonyalı Türk dostu Dimitar Açkov Rodoplardan bir aday listesi oluşturmak istemiş ve Hasan Vehbi Efendi’den daha etkili bir Türk bulamayınca ona adaylık teklif etmiş. Mesleği icabı buna pek taraftar olmayan Hoca Hasan Efendi çevresinin “milli bir hizmettir” ısrarı üzerine müstakil olarak listeye girmeye zorla razı ettirilmiştir. Kazanma şansı çok yüksek olan bu listeye karşı hükümet büyük bir cephe almış, neticede az bir farkla bu liste kazanamamıştır.

D. Hakkında yazılanlar

Hasan Vehbi Efendi’nin ölümünden sonra büyük oğlu Re’fet Rodoplu babası hakkında çeşitli gazetelerde çıkan taziye ve onu tanıtıcı yazıları hacmi küçük ancak değeri büyük Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları adlı kitapçıkta toplamıştır.  Burada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli subaylarından Binbaşı Abdulmennan N. Bayraktar’ın Hasan Vehbi Efendi’nin ölüm haberini alması üzerine hocanın hem talebesi hem dostu Süreyya Dumlu’ya hitaben yazdığı bir mektubu derc etmek istiyoruz:
“Muhterem Üstadım,
Mektubunuzun ilk satırlarını okuyarak hasretle beklediğim yazılarınızla ferahlamaya başladım.
Az sonra gönlüm karardı, gözlerim buğulandı. İçime öksüzlüğün acısı bağrımı yakarak sindi. Kendimi zor topladım. Mağfiret dilemeyi ye’se tercih ettim ve ilk manevi hediyemi gönderdim.
O mübarek melek sima zata bizim kadar alem-i ervahında tehassürü (ruhlar aleminin de özlemi) büyükmüş, onlar galebe etti. Onu bizden maddeten ayırdı. Gideceği yere hazırlıklı yüz aklığı ile gitti. Bizlere de yol gösterdi. Kabiliyetimiz nispetinde bu yolda yol alabilirsek onunla birleştiğimiz zaman yüzümüz kızarmayacak, bizi yine bağrına basacak, onu yine doya doya seyredeceğiz, onu yine dinleyecek, hakikatlere şahit olacağız.
Kırklareli onu sinesine basmak şerefi ile öğünsün. Onun medfun olduğu bu belde bize devamlı bir ziyaretgâh oldu. Onu bir an unutmak gafleti bizden uzak olsun.
Onun himmetini Allah üstümüzden eksik etmesin. O, Rasulüllah’ın nurunu Müslüman halkına ulaştırabilen bir vasıta-i hidayetti. Makamı pür nur, ruhu her an mesrur olsun…” 
Hasan Vehbi Efendi’nin, liberal bir düşünceye sahip olmasına rağmen temiz ahlakından dolayı sevdiği İsviçre Friburg Üniversitesi’nde eğitim görmüş Muharrem Yumuk’un müftü efendinin ölümü üzerine Ankara’da yayınlanan Anayurt gazetesinde neşrettiği şiir ile makalemize son veriyoruz:

Rahmetli Hasan Vehbi Hocamıza[8]
Havalar berrak gitsin, hep berrak
Baharlar açılsın, hep ilk yaz olsun…
Bizlere yas verdi bu acı firak
Mekanın hep cennet, ruhun şad olsun…

Ak – kızıl tan yeri şafak sökerken,
Bülbüller konup ta hep erken erken,
Yanında “ah” edip, diller dökerken,
Dilde bir destan, ilde saz olsun…

Rahmetler dökülsün, tabiat gülsün.
Ruhlarda pasları, çirkefi silsin.
Çevrene bin türlü çiçek ekilsin,
Renkleri kabrine bir cihaz olsun…

Dirilsin ihvan da, kabrine gitsin,
O cennet mekanı ziyaret etsin,
Ruhuna fatiha tilavet etsin,
Böylece hem Hakka bir niyaz olsun…

Kabrinde bitsin de güller, çiçekler,
Çevrende deveran etsin melekler.
Özümden kopuşan işbu dilekler
Tanrı’ya ulaşan bir avaz olsun…






[1] A. Garbi Trakyalı, “Memleketin Büyük Kayıplarından: Hasan Vehbi Rodoplu – Şahsiyeti ve Hizmetleri”, Yeşil yurt gazetesi, Kırklareli 1956, s. 2634-2644; Re’fet Rodoplu, Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, Edirne 1957, s. 52
[2] Osmanlı’nın son Fetva emini.
[3] Sadık Albayrak, Son Devrin Osmanlı Uleması, İstanbul 1996, c. 2, s. 95
[4] Bugün Bulgaristan sınırları içinde, Edirne’ye 30 km mesafede ve Svilengrad diye maruf bir kenttir.
[5] Re’fet Rodoplu, Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, Edirne 1957, s. 41; Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya’da Milli Mücadele, Ankara 1992, s. 76.
[6] Mustafa Paşa’da müftü iken zamanın Dâhiliye Nazırı Talat Paşa koluna girerek kendisini bir kenara çekmiş ve: - Herkes bir şey istiyor. Sen bir şey söylemiyorsun, hiçbir arzun dileğin yok mu? Diye sormuş. O da “Buhari Şerhi Aynîler vardır. Bana onlardan bir takım temin edebilirseniz, memnun olurum”, demiştir. Dünyalık bir şey istemeyen bu cevap karşısında çok mütehassıs olan Talat Paşa: İstediğiniz kitap olsun derhal yollarım, demiş ve bir müddet sonra 11 ciltlik kitabı yollamıştır. (Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, s. 60.)
[7] Celal Perin, Nevrokoplu Celal Beyin Hatıraları – Batı Trakya’nın Bitmeyen Çilesi, İstanbul 2000, s. 36.
[8] Anayurt Gazetesi, 15.4.1956, sy. 52-53.

20 Ekim 2015 Salı

RUMELİ'DE YAŞAM, HALİME DOĞRU

Животът в Румелия според един кадийски сиджил/дефтер. Халиме Догру е професор в Анадолския университет който се намира в Ескишехир. 
Книгата е плод на много голям труд. Тя изследва социалния живот в гр. Хаджиоглу пазарджик т.е. Добрич въз основа на кадийски дефтер от 1798 до 1809 г. 
Кадийски дефтер или сиджил означава книга в която се записват решенията на кадията/съдията и не само това, всички фермани, заповеди и т.н. които са пристигнали до кадията и те се вписват в тази книга. От тази гледна точка те представляват особено важен източник за живота на обикновения човек в империята. Изследванията върху сиджилите е много труден процес защото са османотурски ръкописи. От тази гледна точка искрено благодарим на г-жа Halime Kozlubel Doğru .

Her ne kadar kitap Rumeli'de Yaşam başlığını taşısa da Hacıoğlu pazarcığı şehrinden bahsetmektedir. Çok değerli bir araştırmadır.

29 Eylül 2015 Salı

BULGARLAR’DAN YENİ TAKTİK - OSMANLI CAMİLERİNİ İADE ETMEMEK İÇİN PUTPEREST KİLİSESİ KURDULAR

BULGARLAR’DAN YENİ TAKTİK - OSMANLI CAMİLERİNİ İADE ETMEMEK İÇİN PUTPEREST KİLİSESİ KURDULAR

Basri Zilabid
BTG Editörü

Bulgaristan’ın en yüksek tirajlı Trud (Emek) Gazetesi’nin 27.09.2015 tarihinde manşetten verdiği habere göre Sofya Mahkemesi ilk Putperest Kilisesi’nin kaydını yapmış. Putperest Kilisesi’nin sözcüsü Hristo Boyçev’in ifadesine göre, söz konusu kiliseyi kurmalarının sebebi Ortodoks kilisesi ile Bulgaristan Müftülüğü’nün ulusal kültür anıtlarına (Osmanlı camileri ile tarihi kiliseler kastediliyor) yönelik talepleri imiş. “Eskiden birçok cami ve kiliseler putperest tapınakları üzerine yapılmış, bu da bize davalarda taraf olma hakkını verecektir.” diyor sözcü…

Sofya Şehir Mahkemesi, Putperest Kilisesi’nin ilk kayıt taleplerini “inanç ve ibadet şekillerinin yeteri derecede açık olmaması” sebebiyle reddetmiş ancak vaki olan ikinci taleplerini 10 Ağustos 2015 tarihinde kabul edip, Nikolay Vıjarov, Hristo Boyçev (yazar ve tiyatrocu), Tonço Tokmakçiev (artist), Elena Vataşka (futbol taraftarı) ve Svetozar Filipov’u (ilk Bulgar ekzarhı Antim soyundan) kurucu heyet olarak tescil etmiş.
Fikir iki yıl önce Bulgaristan Müslümanlarının Osmanlı camileri için yoğun bir hukuki mücadeleye girişmesinden sonra ortaya çıkmış
Putperest Kilisesi Sözcüsü Hristo Boyçev: “Kilisemizi iki yıl önce Müftülüğün ve Ortodoks kilisesinin ulusal kültür anıtlarını faal ibadethane olarak kullanma ve sahiplik iddialarında bulunması üzerine kurduk. Neden bunları talep ediyorlar. Gelir kaynağı için… içeride mum satmak için…
Bugün, ister Ortodoks kilisesine ister müftülüğe ait olsun birçok mülk ile kilise ve camiler eski Trak mezarları veya tapınakları üzerine inşa edilmiştir. Müftülük Karlova camiini istiyordu, Ulusal Arkeoloji Müzesi için talepleri vardı. (Fatih’in veziri Koca Mustafa Paşa’nın Büyük Camisi kastediliyor.) Ortodoks kilisesi ise Rotondayı istiyordu. İşte Bulgar kültür mirasını ilgilendiren bu gibi sebeplerden dolayı biz derneğimizi kurduk. Artık bizde mabetlerle ilgili davalarda müdahil olabileceğiz.”
Putperest Boyçev’in sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla maksatları putperest ayinleri yapmaktan ziyade Müslümanlara ait olması gereken Osmanlı camilerinin iade sürecinde sözüm ona hukuki müdahalelerde bulunabilmek. Resmiyette “dini cemaat” kurdukları halde “dernek”ten bahsediyor olması onların gerçek niyetlerini açığa çıkarıyor.
Şuan resmi olarak Bulgar devletine veya belediyelere ait olan ancak Bulgaristan Başmüftülüğü’nün iadesini istediği Osmanlı camileri ve eserlerinden bazıları
Sofya: Büyük Camii (Koca Mahmud Paşa Camii), Kara Camii
Filibe’de: Taşköprü Camii, Çifte Hamam, 100 dönüm Türk mezarlıkları
Vratsa: Eski camii
Dupnitsa: Ahmet Bey Camii
Vidin: Konak ve Postahane
Eski Zağra: Hamza Bey Camii
Köstendil: Fatih Mehmed Camii
Samokov: Bayraklı Camii
Kırcaali: Medrese binası
Razgrad: Makbul İbrahim Paşa Camii
Yambol: Bedesten
Gotse Delçev: Karaca Paşa Camii
Varna: Üç vakıf binası
Ezerovo köyü: cami ve medrese 

12 Eylül 2015 Cumartesi

Eski Zağralı Eyüp Durukan Paşa’nın Edirne’nin Düşmesiyle Başlayan Sofya Esaret Günleri

Eski Zağralı Eyüp Durukan Paşa’nın Edirne’nin Düşmesiyle Başlayan Sofya Esaret Günleri 
Basri Zilabid

Son yıllarda Türkiye’de Balkanlara ve Bulgaristan’a dair oldukça güzel kitaplar yayınlanmaya başladı. Geçen yıl ziyaret ettiğim İstanbul Tüyap Kitap Fuarından Sofya Esaretinden Çanakkale Zaferine adını taşıyan bir kitap almıştım. Okumak şimdi nasip oldu.
Kitabın yazarı Eyüp Durukan 1882 yılında Eski Zağra’da doğmuş. 21 yaşında bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi olan Mühendishane-i Berri Hümayun’u bitirmiş ve Osmanlı ordusuna girmiş. Almanya, Fransa, Avusturya ve İngiltere’ye ağır silahlar almak üzere giden ekiplerde yer almış, Çanakkale ve Balkanlar’daki topçu bataryalarını denetlemiş bir subay.
Eyüp Durukan, Edirne’de topçu komutanı Rifat Paşa’nın refakat subayı iken Balkan Savaşı patlak verir. Edirne’yi Bab-ı Ali’nin isteğinden çok daha uzun bir süre müdafaa etmesine rağmen İstanbul’dan bir türlü yardım gelmeyince Şükrü Paşa’nın şehri Bulgarlara teslim ettiği herkesin malumu olan tarihi bir hadisedir. İşte bu olaydan sonra başta Şükrü Paşa olmak üzere Rifat, İsmail ve Kazım Karabekir paşaların da dahil olduğu toplam 15 kişilik kurmay subay kafilesi ile birlikte Yüzbaşı Eyüp Efendi de 1913 yılında esir olarak Sofya’ya getiriliyor.
Splendid Otel’de yedi ay kaldıkları esaret günlerinde bu notları tutuyor. İki devlet arasında yapılan anlaşmadan sonra esaretten kurtulunca önce Çanakkale ve sonra da Türkiye’nin İstiklal Savaşında görev alıyor. Askerlik vazifesinden emekliye ayrıldıktan sonra iki dönem Hatay milletvekilliği yapıyor. 1963 yılında vefat ediyor.
Aslında Eyüp Durukan için “nev-i şahsına münhasır bir adam” diyebiliriz çünkü günlükleri sadece bu kitaptan ibaret değil. O elli yıl boyunca toplam 17 277 sayfa günlük tutmuş ve bu günlükler şimdi peyder pey yayınlanıyor.
24 Haziran 1913 Salı günü yüzbaşı Eyüp Efendi defterine şunları yazmış:
Sabayleyin toplandık. Bu toplantıda Bulgaristan’da 36. Nizamiye Alayı’ndan esir bir mülazım efendi tarafından Şükrü Paşa’ya gelen bir mektup okundu. Bahsi geçen mülazım efendi Nevrekopa’a tabi Pletena köyünde bulunan validesinden aldığı bu mektuptan bahsediyor. Ve validesinin yazdığı mektubun bir kısmını aynen yazıyor: “Oğlum, Bulgarlar köyümüzün erkeklerinin hepsini kestiler. Genç kadınj ve kızlarımıza vahşiyane hücum ettiler. Namuslarını parçalayıp ayaklar altına almaktan utanmadılar. Sonra başlarında bir iki rahip olduğu halde köyümüze tekrar geldiler. Evvela hoca ve müezzinimizi şehit ettiler. Kutsal kitabımızı hakaretle ayakları altında parçaladılar. Camimizi kiliseye dönüştürdüler. Bizi cebren bulgar yaptılar. Hep isimleri değiştirdiler. Bizi zorla kiliseye çevirdikleri camiye götürüp haç çıkarttırıyorlar. Benim ismime de Babadinska dediler. Kadınlarımızın çarşaflarını çıkarttılar. Öyle gezmeye zorluyorlar. Bana yazacağın mektuplarında artık Müslüman ismiyle bana hitap etme çünkü o mukaddes isimlere hakaret ediyorlar.”
Mektuptan bu kadar kısmını yazdıktan sonra validesini getirmek üzere birkaç muhafızla oraya gönderilmesini Dahiliye Nezaretinden istirham ettiği ve bir dilekçe garnizon kumandanına verdiğini fakat bir cevap alamadığını yazıyor ve bu yönde Şükrü Paşa’nın yardımını talep ediyor. Heyhat! Gölgesinden korkan böyle yüreksiz bir kumandandan ne beklenir. Erkanıharbi “biz yapabiliriz” deyip ellerini ovuşturuyor. Biz de Almanya sefaretine veyahut Şükrü Paşa’nın bunu doğrudan doğruya çara yazmasını teklif ettik. Fakat ne yazık ki cüret edebilecek bir hal gösteremediler. Yüreğimiz titredi. “Allah alçakları kahretsin ve din kardeşlerimize selamet ihsan etsin” deyip kaldık.[1]





[1] Eyüp Durukan, (Yay. Haz. Murat Uluğtekin), Günlüklerde Bir Ömür – II: Sofya Esaretinden Çanakkale Zaferine (1913-1915), Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İst. 2014, s. 87-88.

8 Eylül 2015 Salı

27 Ağustos 2015 Perşembe

ADIMDAN YOKSUN BIRAKTIKLARINDA (ANTOLOJİ), HAZ. ZEYNEP ZAFER-VİHREN ÇERNOKOJEV

ADIMDAN YOKSUN BIRAKTIKLARINDA (ANTOLOJİ), 
HAZ. ZEYNEP ZAFER-VİHREN ÇERNOKOJEV

Bulgaristan müslüman toplumun edebiyatında 1970 - 1980'li yıllarda zorla isim değiştirme 

Bulgaristan İlâhiyat Mezunları Derneği'nden önemli bir hizmet

Prof. İbrahim Sezgin ile

Trakya Üniversitesi Merkez Kütüphane Müdürü Recep Zogo ile
Bulgaristan İlâhiyat Mezunları Derneği'nden önemli bir hizmet
Adı Bulgaristan Yüksek İslâmî Eğitim Mezunları Derneği (BAZVİO) olup 2013 yılında tesis edilen sivil toplum kuruluşu Bulgaristanlı ilâhiyatçıları geliştirmek, yetiştirmek ve hizmetlerini artırmak amacıyla kuruldu. 100’ün üzerinde üyesi olan dernek, kuruluşundan bu yana Bulgaristanlı ilâhiyat mezunlarının eğitim düzeylerini ve becerilerini artırmaları ve diğer ülkelerdeki benzerleri ile iletişim içerisinde olmaları için değişik faaliyetler yapmaktadır. Derneğin son projesi Osmanlıca vesika ve kitabeleri okuma kursu düzenlemek oldu.
Proje kapsamında Edirne’de 17-21 Ağustos tarihleri arasında Edirne’de düzenlenen seminerefarklı alanlarda hizmet eden 13 ilâhiyat mezunu katıldı. Çalışma, dernek Başkanı Dr. Sefer Hasanov’un girişimiyle Trakya Üniversitesi ve Edirne’de hizmet veren Hasan Sezai Vakfı’nın destekleriyle gerçekleşti. Bir haftalık program esnasında üniversite hocalarından Prof. Dr. İbrahim Sezgin, Prof. Dr. Ali İhsan Öbek, Doç. Dr. Cumhur Ün ve Edirne Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Musa Öncel uygulamalı olarak Osmanlıca vesika, edebi eser, kitabe ve mezartaşlarının nasıl okunacağını öğrettiler. Bu kapsamda ferman, berat, telhis, sicil, arzuhal vs. türden vesikalar, Selimiye, Beylerbeyi ve Üç Şerefeli Camileri hazirelerindeki ve Arkeoloji ve Etnografya Müzesinde sergilenen mezartaşları ve kitabelerden örnekler tanıtıldı ve okundu. Aryıca Edirne tarihi ve divan edebiyatı ile ilgili eserler okunup değerlendirildi.
Seminer boyunca büyük bir misafirperverlikle ağırlanan katılımcılar, dersler dışında Edirne’nin tarihî ve kültürel dokusuyla tanışma imkânı da buldular. Ayrıca Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yener Yörük misafirler onuruna bir akşam yemeği vererek projenin önemini ve bundan sonra da benzeri çalışmalara destek vereceğini ifade etti. Rektör, katılımcılara hatıra olması amacıyla aynı gün baskıdan çıkmış olan Prof. Dr. İbrahim Sezgin’in “Osmanlı Çingeneleri” eserini hediye etti, bu şekilde müellif de ilk kitaplarını imzaladı.
BAZVİO’nun ilk faaliyetlerinden biri olan seminer başarıyla tamamlanmış olup katılımcıların ısrarlı talepleri üzerine devamı beklenmektedir. Zira Bulgaristan’da hem Müslüman-Türk topluluğunun, hem de genel anlamda Bulgaristan tarihini ilgilendiren binlerce kitap, kitabe, mezartaşı, vesika, eşya vs. bulunmakta ve bunları okuyacak ve anlayacak çok az sayıda insan bulunmaktadır.
Prof. Ali İhsan Öbek ile

Osmanlı Romanları (Çingeneleri) , İbrahim Sezgin



Kemal Atatürk devri ve Bulgaristan'ın trajedisi ve İslam dini literatürünün Bulgarcaya tercume problemleri (Bulgarca)

Bugün Sofya postasından gelenler. Teşekkürler Ahmed Hasan Bahadır teşekkürler Beyhan Mehmed...
Üzerinde Ay yildiz olan kitap Kemal Atatürk devri ve Bulgaristan'ın trajedisi, yazarı komunist istihbarat dönemi Türk masası albayı V. Bojkov. 
Diğer kitap kasım ayinda Sofyada yapilan "İslam dini literatürünün Bulgarcaya tercume problemleri" adlı sempozyumun bildirileri. Sofya Yüksek İslam Enstitüsü'ne bağlı Bilimsel Araştırmalar Merkezi tarafindan yayınlanmıştır.

Sofya Esaretinden Çanakkale Zaferine

2014 te aldığım bir kitaptı. Şimdi okuyorum. Yazarı Eski Zağralı. Çok enteresan bir adam 50 yıl boyunca günlük tutmuş. Şimdi yavaş yavaş yayınlanıyor. 
Günlük ve hatırat okumak, hele hele Osmanlı subayının elinden olunca daha bir zevkli oluyor. 
Not: Şükrü paşa için "kendi gölgesinden korkan adam" diyor.

25 Mart 2015 Çarşamba

2014 YILINDA “MÜSLÜMANLAR” DERGİSİNDE YAYINLANAN BAZI MAKALELER



Cemal Hatip, Ben Müslümanım Beni O İşe Karıştırmayın, Müslümanlar dergisi, sayı 5 (233), Mayıs 2014, s. 4.
Ramadan Yakup, Ölümünün 40. Yıldönümünde Topal Hocayı Rahmetle Anıyoruz, Müslümanlar dergisi, sayı 6 (234), Haziran 2014, s. 10.
“Kızım sen bu yoldan sakın ayrılma” (Selime Hasanova ile Söyleşi), Müslümanlar dergisi, sayı 7 (235), Temmuz 2014, s. 14-15.
İbrahim Yalımov, Mehmet Fikri’nin Toplumsal ve Felsefi Düşünü – 1, Müslümanlar dergisi, sayı 7 (235), Temmuz 2014, s. 11.
İbrahim Yalımov, Mehmet Fikri’nin Toplumsal ve Felsefi Düşünü – 2, Müslümanlar dergisi, sayı 8 (236), Ağustos 2014, s. 15.
İsmail Cambazov, Çok Sevaplı Bir Sadaka, Müslümanlar dergisi, sayı 7 (235), Temmuz 2014, s. 1.
Gövrenliler Armağan Köyüne Nasıl Geldi, Müslümanlar dergisi, sayı 8 (236), Ağustos 2014, s. 17.
Sabri Con, Karagözlü Hüseyin Pehlivan, Müslümanlar dergisi, sayı 8 (236), Ağustos 2014, s. 16.
Ahmed H. Bahadır, Göl Olan Yerde Su Bitmez (Hafız Ali Ahmetçik’i Anıyoruz), Müslümanlar dergisi, sayı 9 (236), Eylül 2014, s. 14.
Cemal Hatip, Hakkımı Helal Etmiyorum, Müslümanlar dergisi, sayı 9 (236), Eylül 2014, s. 6.
Doğu Kocabalkan Eteklerinde İslamı Yaşıyor ve Yaşatıyorlar, (Aytos Bölge Müftüsü Selahattin A. Muharrem ile Söyleşi), Müslümanlar dergisi, sayı 11 (238), Kasım 2014, s. 2-4. 



Мурад Бошнак, Скритата елифка, сп. Мюсюлмани, бр. 1 (229), Януари 2014, с. 14
Исмаил Джамбазов, Моите преживелици по време на Рамазана, сп. Мюсюлмани, бр. 5 (233), Май 2014, с. 10
Исмаил Джамбазов, Прозорливостта на Омер Ефенди, сп. Мюсюлмани, бр. 6 (234), Юни 2014, с. 10
Джемал Хатип, Когато големите чанове ни будеха на сахур, сп. Мюсюлмани, бр. 6 (234), Юни 2014, с. 15.
Исмаил Чаушев, Животът между двете досиета, сп. Мюсюлмани, бр. 8 (236), Август 2014, с. 8.
Ислямът е жив и те живеят в исляма (Разговор с р-я мюфтия на Айтос – Селятин А. Мухаррем), сп. Мюсюлмани, бр. 11 (238), Ноември 2014, с. 2.
Джемал Хатип, Днешните мюсюлмани през погледа на Ибрахим ага, сп. Мюсюлмани, бр. 11 (238), Ноември 2014, с. 6.
Хатидже Тибер, Моят първи хиджаб, сп. Мюсюлмани, бр. 12 (239), Декември 2014, с. 12-13.
Исмие Исмаилова, Мюсюлманите в Самоков, сп. Мюсюлмани, бр. 12 (239), Декември 2014, с. 16.
Иван Първанов, Ходжа спасява църква, сп. Мюсюлмани, бр. 12 (239), Декември 2014, с. 17.