9 Şubat 2009 Pazartesi

SOFYA'YA YENİ CAMİ MESELESİ - EDİTÖRÜN YORUMU

YADA BİRİNCİ CAMİYİ NEZAMAN DİKMİŞTİK!
Haberleri takip edenler bilirler. Kasım ayında Başmüftü Mustafa Hacı efendi Sofya Belediye Başkanı Boyko Borisov ile inşası düşünülen İslam Eğitim Kültür ve Kongre Merkezi'nin projesinin belediyece daha hızlı bir şekilde onaylanması meselesini görüştü.20 dönümlük arazi içerisinde bir caminin yapılması da var. Bunu duyan Bulgar medyası şöyle haber yaptı: Sofya'ya ikinci cami dikiyorlar. Aşırı milliyetçi Ataka Partisi de mal bulmuş mağribi gibi bunun üzerine atladı ve Bulgar başkentini İslam şehrine benzetilmesine izin vermeyeceğiz diyerek ortalığı kızıştırdı.Şimdi, Ataka Atakalığını yapacak.
Ancak bizim açımızdan mesele nedir, nasıl izah etmek gerekir.Birincisi, meselenin din ve vicdan hürriyeti boyutu var.İkincisi psikolojik boyutu. Bulgaristan anayasası her vatandaşa istediği dine inanma ve yaşama hakkı tanır. Ancak bu hakkın kullanılma isteğine gelindiğinde yönetimde olmayan partiler veya çeşitli sivil toplum kuruluşları eliyle ve kamuoyu oluşturmak suretiyle bir takım zorluklar çıkarılmaktadır. İşte Sofya'ya inşası düşünülen camide olduğu gibi. Volen Siderov diyor ki, caminin yapılacağı semtte yaşayanlara bunun sorulması lazım. Referandum yapılması lazım. İlk bakışta mantıklı geliyor insana. Ama öyle değil. Din ve vicdan hürriyeti veya herhangi bir hak/özgürlük aslı itibarıyla vardır. Bazılarının isteyip istememesine bağlı değildir.Şuanki Banyabaşı camii cemaate yeterli gelmemektedir. İnsanlar cuma namazında dışarıda, kışın soğukta, yazın güneş altında ibadetlerini yapmaktadır. Dolayısıyla zaten yeni bir camiye ihtiyaç vardır. Velev ki, ihtiyaç olmasaydı ve Başmüftülüğün parası pulu olsaydı ve ben 1 değil de 5 cami yapmak istiyorum deseydi. Bunu da yapmaya hakkı olurdu anayasaya göre. Buna en güzel örnek Sofya merkezinde bulunan Katolik Kilisesidir. Gelen gideni nerdeyse yok gibidir ama Ortodoks Bulgaristanın merkezine Katolik kilisesi diktiler, Protestan (evangelist) kiliseleri hiç saymayalım.
Psikolojik boyut dediğim noktaya gelince. Yukarıda belirttiğim gibi, medya "Sofyaya ikinci cami dikiyorlar" haberini okuduğumda aklıma şöyle bir soru geldi:
Birinci camiyi nezaman dikmiştik.
Bulgaristan kurulalı 130 yıl olmuştu. Ve bu 130 yıl içinde Sofya'ya ikinci bir cami yapılmamıştı. Prenslik dönemi, Çarlık dönemi, Komunizm dönemi geçmiş Demokrasi döneminden de 20 yılı geride bırakmışız ama Bulgaristan Müslümanları veya Bulgaristan Türk toplumu kendi parası, kendi imkanıyla bir cami dikememişti Sofya'ya. Ceddimiz Osmanlı'dan Allah bin kere razı olsun, 15. asırda yaşamış Kadı Seyfullah Efendinin yaptırdığı camide toplanabiliyor ve ibadetlerimizi yerine getirebiliyoruz.
Kısacası, Malinova dolina semtinde inşası düşünülen cami bizim için birinci cami olacaktır. Müftülükte bu işle meşgul olan dostlarımız da meseleye bu açıdan bakmaları ve savunmaları gerektiğine inanıyorum. Kendilerine başarılar diliyorum.

8 Şubat 2009 Pazar

SOFYA'DA "KARA CAMİİ"

Kara cami'nin Sveti Sedmoçislenitsi Kilisesine dönüştürülmüş hali. (üstte)
Ressam Oberbauer tarafından Kara Camii resmi. (üstte)
1887 yılından Kara Camii fotografı.(altta)
KARA CAMİİ 1598 yılında Bosnalı Mehmet Paşa adında hayırsever bir zengin tarafından külliye olarak kurdurulmuştur. Bu cami Mimar Koca Sinan’ın Sofya’da en güzel eseridir.
Caminin "Kara" olarak adlandırılması minarelerinin siyah granit taştan yapılmış olması sebebiyle olduğu söylenir.
Bulgaristan kurulduktan sonra önce depo daha sonra hapishane olarak kullanılmış ve 1903 yılında minareleri yıkılarak kiliseye çevrilmiştir. Hemen yanında bulunan medrese de yıkılmış ve yerine bahçeye/oturma parkı yapılmıştır.


SOFYA'DA "ÇELEBİ CAMİİ"

ÇELEBİ CAMİİ hakkında henüz yazılı bir bilgiye rastlayamadık. Elimizde yalnız yukarıdaki resim bulunmaktadır. Ressam: Avusturyalı Joseph Oberbauer (1853-1926)

SOFYA'DA "SİYAVUŞPAŞA CAMİİ"

1580'li yıllarda Siyavuşpaşa camii olarak hizmet veren bina bugün (2009) Bulgar Ortodoks Kilisesine bağlı Sveta Sofya Kilisesi olarak hizmet vermektedir.
2. ve 3. resimler Siyavuşpaşa caminin son zamanlardaki harap halini göstermektedir.


Siyavus Paşa camii, Osmanlı döneminde kilise olan binanın camiye çevirilmiş halidir. 15. yüzyılın ortalarında meyana gelen depremde cami yıkılmış, ancak 16. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devletinin Sadrazamı Siyavuş Paşa tarafından tekrar inşa edilmiştir. Bulgarların iddiasna göre "1858 yılında Sofya'da deprem olmuş ve o esnada cami içinde bulunan hocanın 2 çocuğu ölmüş. Bundan sonra cami müslümlar tarafından terk edilmiş".

Bulgar isyanlarından ve Osmanlı Rus harbinden sonra, 1878 yıllında Bulgaristan’ın elden çıkmasıyla cami kiliseye dönüştürülmüş ve minaresi yıktırlımıştır.

Bina bugün (2009) Sveta Sofya Kilisesi olarak hizmet vermektedir.



SOFYA'DA "BÜYÜK CAMİİ"

Büyük Camiinin güncel resmi - 2009 (üstte)
Tarihi resim (altta)
Büyük Camii Bulgaristan'ın başkenti Sofya’da bulunur. Bu camiinin asıl adı Koca Mahmut Paşa Camii’dir. Fatih Sultan Mehmed'in sadrazamı (başbakanı) olan Mahmut Paşa tarafından yapımına başlanmış ve 1494 yılında bitmiştir.
Camii külliyesinde medrese, su sarnıcı ve çeşme bulunmaktadır. Caminin bulunduğu mahalleye halk arasında Büyük Camii mahallesi denilmekteymiş.
Osmanlı Rus savaşı 18771878 yıllarında camii hastaneye dönüştürülmüştür. Daha sonraki yıllarda camii kütüphane olarak kullanılmış ve 1892 yılından günümüze kadar da Sofya Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadır.

7 Şubat 2009 Cumartesi

Birinci Dünya Savaşından Posta Pulu



Ressam: Willy Stieborsky
Şahıslar: Vilhelm ІІ, Ferdinand, Mehmed V, Frantz Yosif
Yazı: Viribus - Unitis
Birinci Dünya Savaşı
Yayınladığı yer: Viyana
Posta pulu

Kaynak: Bulgar Milli Kütüphanesi, Dijital ortam

http://193.200.14.178/scripts/cgi/dwis.pl

2 Şubat 2009 Pazartesi

BAŞMÜFTÜLÜKTEN YENİ BİR KİTAP

Bulgaristan Başmüftülüğü Konya Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker'in İslama Göre Kadının Elbisesi adlı kitapçığını Bulgarca olarak neşretti. Kitabı edinmek isteyenler Bulgaristanda bulunan bölge müftülükleri, Başmüftülük veya www.hubavakniga.com adresine başvurarak edinebilirler. Meraklılara iyi okumalar...

20 Ocak 2009 Salı

SÖZLERİN ACİZ KALDIĞI YERDE KARİKATÜR KONUŞUR


Küçücük bir şehit cennete uçacak - Gazzenin minicik şehidlerine


Suskunluğun bedeli çaresizliğin diyetidir Muhammed

Ve şimdi Kudüs şahittir ki, semaların küçük şehidi, nazlı çiçeğidir Muhammed.

Kudüs’te puslu bir yaz günü

Birazdan kıyamet kopacak

Küçücük bir şehit cennete uçacak

Birazdan

Muhammed, yaralı ceylanım kapatma gözlerini

Muhammed kurbanın olayım bırakma elimi

Muhammed ne olur duy beni baba gidelim de

Daha çok görecek günün var acelen ne diye

Kapıda annen bekliyor, yolunu gözlüyor

Muhammed, aaa Muhammed...


KAHROLSUN İSRAİL!

16 Ocak 2009 Cuma

AŞIRI MİLLİYETÇİ BULGARLARI ÇİLEDEN ÇIKARAN PROJE YAYINLANDI



Bulgaristan Başmüftülüğü'nün yayını Müslümanlar dergisi Ocak 2009 sayısında geçtiğimiz haftalarda aşırı milliyetçi Bulgarların tepkisine neden olan ve Sofya'nın Malinova dolina semtinde inşası planlanan İslam Eğitim, Kültür ve Kongre Merkezi'nin projesini yayınladı.

MEHMET FİKRİ’NİN 100'ÜNCÜ DOĞUM YILDÖNÜMÜ


BİR FİKRİN UYANIŞI

Yazan: Sabri M. CON

Osmanpazarı'nın (Omurtag) büyük bir gururu var: Meh­met Fikri. Yüz yıl önce doğmuş, yaklaşık yetmiş yıl önce hak­kın rahmetine kavuşmuş.

Bu kadarını söylemek dile kolay. Ama dur, okuyucu! Bir soralım, bir öğrenelim; kimdir, nedir bu gurur?

Fakir, ama terakkiperver bir ailede dünyaya gelmiş. Daha çocukken yaşıtlarını, talebeyken de hocalarını keskin zekâsıy­la, atılganlığıyla, dürüstlüğüyle, doğruluğuyla şaşırtmış, durmuş. Bir Allah vergisi midir, nedir, kademe kademe sı­nıf geçmek ona vız gelir. Hep alâcı, hep sınıfın birincisidir. Hattâ, iki sınıfı bir yılda yuvarlamak bile onun işi. Diyorlar ki, bazı hocalar, küçük Mehmet'in zekâsından ürktükleri için onun bulunduğu sınıfa girmekten kaçınıyorlarmış. Bu kadarı da olmaz ya demeyin! Oluyormuş işte!

Hafız Hüseyin oğlu Mehmet diyorlarmış kendisine. Oku­maya düşkün, ilme susamış, Müslümanlığa âşık, ama yazmaya tutkun olduğu için ve belki de yıldızlarla boğuşacak fikirleri ol­duğu için Mehmet Fikri olarak ün yapmış şu kısacık yaşam par­çasında. Hırsında İstanbul'da, Mısır'da okuyup ilmin zirvelerine ulaşmak varmış her zaman. Ama felek öyle bir oyun oynamış ki, Mehmet'in zirvelerde değil, orta sıralarda bile okumasına mani olmuş. Bunun adı da sarsılan sağlıktır.

Mehmet Fikri, sağlığına "boş verip" zirveleri kendi kurma­ya çalışmış ve bunda yeteri kadar muvaffak olmuştur diyebiliriz. Onun, talebelik yıllarında, özgürlükçü şair Mehmet Akif Ersoy'dan esinlenerek olgun şiirler yazmaya başladığını biliyoruz da, çocukken uyaklı (kafiyeli) konuştuğunu taze öğrenmiş oluyoruz. Şöyle ki, bir kış gününde kaldırımdan yürürken düşüp kalktığı anda, yanındakilere şöyle demiş:

"Vah şu şeytanın kaldırımı,

Az daha kırıyordu baldırımı..."

Şimdi, kısaca özetleyelim: Mehmet Fikri, köy okullarında hocalık yapmış, çeşitli yerlerde müezzinlik görevinde bulunmuş, şiirler, makaleler yazmış, gazetelerde başmuharrirlik yapmış... Ve bütün bunları öyle yapmış ki, Müslüman'ı da, Hıristiyan'ı da kendine hayran bırakmış. Şiirleri, makaleleri, fikirleri günümüze tıpa tıp uyuyor. Gafletten uyanmak için Türk gencini şaşırtıcı bir dille uyarması ne kadar da büyük bir cesaret! Hayatın haksızlıkla­rı, Türk insanının pasifliği, cehalet ve umursamazlık onu o kadar üzmüştür ki, bir şiirinde esefle şöyle demiştir: "...

Görmeseydim keşke kahpe dünyayı,

Ne olurdu ya Rab, âmâ olsaydım !...

Çekmektense bunca kahpe yarayı,

Ne olurdu, çiçekken solsaydım... "

Ama Mehmet Fikri, Türk gencine "korkma, yürü, ümidisin milletin... her maniyi yıkar, ezer himmetin..." demeyi de bilir eninde, sonunda.

Mehmet Fikri’yi olduğu gibi anlamak ve anlatmak zor. "O bir devdir” diyor şimdiki aydınlarımız. 1941 yılında, 33 yaşında hayata gözlerini yumduğunda, M. Fikri için çok şeyler söylendi, çok ağıtlar yakıldı. Hem de Türkiye'de, Balkanlar'da... Onlardan sadece bir Türk büyüğümüz Osman Keskioğlu'nun sözünü ha­tırlamak yeterli bence. Keskioğlu, "Mehmet Fikri'nin ölümü, fikrin ölümü" diye yazmıştır. Başka yoruma gerek var mı bu ifadeden sonra?! Ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz, değil mi?!

Bu Fikri unutulmaz! Bu Fikri hatırlanır, okunur ve hem örnek, hem de cesaret alınır ondan! Türk insanı­nın, Türk gencinin parlak bir yıldızıdır o çünkü...

Bunu, geçenlerde, Omurtag'da yapılan bir anma töreninde çok iyi anlamış olduk.

Aşk olsun, Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü'nün öncülüğüyle Omurtag belediye idaresi, Omurtag "Şafak" okuma evi yönetimi ve Tırgovişte Bölge Müftülüğü hep birlikte almış oldukları bir kararla, Omurtag belediyesi halkına çok muhteşem bir kutlama töreni yaşattılar. Mehmet Fikri'nin hayatı, gazeteci­liği, şairliği ve fikirleri hakkında söz alıp konuşan Başmüftü Yar­dımcısı Vedat S. Ahmed, Doç. Dr. İbrahim Yalımov, Dr. İsmail Cambaz, şair, gazeteci ve okutman İsmail Çavuşev, salonu dol­durmuş dinleyiciler tarafından ne kadar beğenildiler, sevildiler, bilemezsiniz! Kürsüde söz alıp heyecanlı konuşmalar yapan ve kendi şiirlerini okuyan şairlerimizden Ali Bayram, Mustafa Çete, Nurten Remzi, Fevzi Ömer ve başkaları da ona keza. Velhasıl, Omurtag Omurtag olalı bir Türk büyüğü hakkında bu derecede düzenli bir organizasyon gerçekleştirmemiştir her halde. Bunun için başta Tırgovişte Bölge Müftüsü Hacı Enver Yahya olmakla Suat Mustafa ve Mustafa Raşit kardeşlerimize de tebrikler olsun diyoruz! Ama en önemlisi neydi, biliyor musunuz? Söyleyeyim:

Mehmet Fikri'nin vefatıyla ölmüş olan fikir, bu organizasyo­nun ardından yeniden uyanıyor, hayat buluyor gibi geldi bana. Tören sonrasında konuştuğum gençler ve yaşlılar, hep bir ağız­dan şöyle diyorlardı: "Bu adam (M. Fikri) bizi gerçekten gaflet uykusundan uyandıracak! Yazık ki, onu şimdiye kadar tanıma­mışız. Onu okumak, içimizde uyuyan aslanı uyandırmak gibi bir şey yani..."

Ve bir gencin mırıldandığını duydum:

"...Yeter artık hu mezellet, cehalet!

Senden artık uzak olsun atâlet!...

Uyan! Uyan! Bu girdaptan uzaklaş,

İlerleyen milletlere koş, yaklaş...

Her milletin gençlerindedir rehberi,

Sen de durma, haydi atıl ileri!..."

Evet, ben de buna "Fikrin Uyanışı" demekten başka ne diye­bilirim ki?!...

Ne mutlu bize!...

100. Yıldönümünde Mehmet Fikri'nin Hayatı ve Eserleri Konferansı’nın teklifleri:


1. Mehmet Fikri'nin Omurtag'ta yaşadığı evin sokağına "Mehmet Fikri" adı verilsin.
2. Omurtag Belediyesi’ndeki bir okula Mehmet Fikri'nin adı verilsin.
3. Konferansta sunulan bildiriler Omurtag Belediyesi’nin desteğiyle kitap halinde basılsın.
4.
Omurtag'ta Mehmed Fikri adına "Fikir" adlı dergi yayınlansın.

MÜSLÜMANLAR DERGİSİNİN OCAK 2009 SAYISI ÇIKTI

3 Ocak 2009 Cumartesi

MADAN MÜSLÜMANLARI İSRAİL VAHŞETİNİ PROTESTO ETTİ

Madan / Smolyan

Cuma namazı çıkşında 600'ü aşkın müslüman Madan'ın merkezinde İsrail vahşetini protesto etmek üzere toplandı. Onlara diğer vatandaşlar da katıldı. Bulgar Ulusal Radyosu - BNR'nin bildirdiğine göre, Madan Müslüman Encümenliğinin organize ettiği mitingte yayınlanan protesto beyannamesinde Gazze'ye karşı yapılan İsrail saldırısı kınandı.
Soğuk hava ve kar yağışına aldırmayan bir çok kişi Bulgarca, İngilizce ve Arapça yazılı "İslam savaş değil, barıştır" ve "Gazze'de savaşı durdurun" pankartaları taşıyordu.
Okunan beyannamede büyük ve orantısız bir askeri gücün kullanıldığı ve suni bir kin ve düşmanlığın yaratıldığı belirtilerek, bu savaşta her gün masum çocukların öldürüldüğü veya yaralandığına dikkat çekildi.
"Dünya hükümetleri şunu iyi anlamaları lazım ki, teörizme karşı savaş milyonlarca müslümanın öldürülmesi ile eşit anlamlı değildir." denildi.
Protesto sonunda Madan imamı Hayri Emin, İsrail vahşetinden kurtuluş ve barış için yaptığı duaya tüm katılanlar samimiyetle "Amin" diyerek dualarının kabulünü niyaz ettiler.
Protestocular bu saldırıların İsrail'in bir provakasyonu olduğundan emindiler. Onlara göre, Olmert ve Buş hükümetleri dünyanın efendileri gibi davranmayı bırakıp barış görüşmeleri masasına oturmaları gerekir.
Not: Bulgaristanla ilgili haber yapan dost sitelerimizin dikkatine, haberlerimizi yayınlarken lütfen kaynak gösterelim.

Resim: blitz haber ajansı


13 Kasım 2008 Perşembe

YÜKSEK İSLAM ENSTİTÜSÜNDE 11. DERS YILI BAŞLADI


Ekim ayı başlarında Sofya Yüksek İslâm Enstitüsünde 11. ders yılının açı­lışı münasebetiyle törenli bir toplantı ya­pıldı. Toplantıda Baş müftü Dr. Mustafa Hacı, HÖH milletvekili Ahmet Hüseyin, T.C. Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşa­viri Mazhar Bilgin, Kültür ataşesi Murat Dikman enstitü yönetmenliği, öğretmen ve öğrenciler hazır bulundular.
Kur'ân-ı Kerim okuyarak yapılan açılıştan sonra esaslı bir konuşma yapan rektör Doç. Dr. İbrahim Yalımov’tan sonra Baş ­müftü Dr. Mustafa Hacı sözü aldı ve ez­cümle şöyle dedi:
- Bugün bir bayram günü daha ya­şıyoruz. Enstitümüzün yeni ders yılının açılışı münasebetiyle bir araya gelmiş bulunuyoruz. Geçen on yıl içinde, kar­şılaştığımız bütün zorluklara rağmen, bugünlere gelebildik. (Esasen İslâm ens­titüsünün temelleri 1990'da Yanyüksek İslâm Enstitüsü olarak atılmıştır). Geç­tiğimiz yola bakınca arada çok büyük bir fark olduğunu görüyoruz. Bizler, bu okulumuzun önemini anlayarak onudaha ileriye götürmeliyiz. Kuşkusuz, gelecek yıllarda eğitim ve öğretim çok daha güzel şartlarda olacaktır. Ancak bu noktaya gelmemizde bize yardımlarını esirgemeyen Türkiye Diyanet Vakfına teşekkürlerimi sunmak isterim. Cenab-ı Hak sizleri muvaffak eylesin!
Ondan sonra konuşan milletvekili Ahmet Hüseyin öğrenci ve öğretmenleri yeni ders yılının açılışı münasebetiyle selâm­ladı ve: "Biz, bir sıra güçlüklere rağmen Islâmi okullarımızı korumaya muvaffak olduk. Bu yoldaki gayretlerimizin devamlı olacağını ümit ediyorum. Sizler, bugün Bulgaristanda nasıl bir hayat yaşadığımızı görüyorsunuz. Fakat biz optimist olmalıyız. Bugün Müslümanlar hakkında neler neler konuşuluyor. Fakat siz, gençler, kendinizi öyle güzel hazırlamalısınız ki, her yerde, her zaman bu türden yanlış görüşlere lâyık oldukları cevabı ve-rebilmelsiniz!
Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşaviri Sayın Mazhar Bilgin de ezcümle şöyle konuştu:
- Sevgili gençler! Sizlere Büyükelçiliğimizin selâmlarını getirdim. Diyanet İşleri Başkanlığı adına yeni öğretim yılınızın hayırlı olmasını diliyorum. Biz, Türkiyeli Müslüman kardeşle­riniz olarak her zaman sizlere yardıma hazırız, yeter ki, sizler de fiilen istemesini biliniz. Ben sizlere bu okulda derslere iyi çalışmanızı, mezun olurken ilimle donatılmış olarak okuldan ayrılmanızı diliyorum. Diploma almak önemli değil, ilimle mü­cehhez olmak önemli. Neden Allahımız bilgiden bahsediyor? Ve bize "Oku!" diye emrediyor? Her halde İslâm dininin cahiller tarafından temsil edilemeyeceği, ancak İslâmı algılamaya hazır kişilerin bunu yapabileceğini bildiği için. Tarihe baktığımız zaman her devir­de ilimle mücehhez olduğumuz zaman muvaffak olmuşuz. Ne zaman ilmi bırakmışsak, çöküş ve gerileme başlamıştır. Müslü­manlar Medinede ilk camiyi inşa ettikleri zaman onun yanında Suffa okulunu açtılar. Öyle ki, ilim ve ibadeti el ele yürüttüler. Zira dinsiz ilim, ilimsiz din olamaz!

MEYHANECİ İMAM

Geçenlerde bir köy camiinde cuma namazı kıldım. Müezzinin güzel sesi dikkatimi çekti. Öyle bir ezan okuması, kamet getir­mesi var ki, insanın kalbini mest ediyor. Namazdan sonra kendisini kutladım.
-Efendim, başkaları da kutlar beni sesim için ama, hiç bir kimse bu işin sırrını bilmez. Ben ezandan Önce bir şişe bira içerim, ünüğümü temizlerim, sesim açılır, diye cevap verdi. Şaka yapıyor zan­nettim. Yüzüne baktım, herif ga­yet ciddi söylüyor. Hem de bunu ucundan bir olaymış gibi anlatı­yor. Yanındakileri de takıldılar:
- Sen rakı da içtiğini gizlemek için birayı daha ehven-i şer, diye söylüyorsun, imam ilâve etti:
-Biz burada iftarları toptan ya­parız. Herkes evinde ne varsa tas­la tavayla getirir, hep beraber yer, içeriz. Sadece bizim müezzin evde yapar iftarı. Ezanı okur hemen gi­der evine. Bu iş beni kuşkulandır­dı. Bir akşam ansızın bir baskın yaptım. Ne göreyim bizim Eşref oturmuş sofranın başına. Önünde rakı şişesi, meze tabağı, demlenip duruyor.
Eşref, artık dayanamadı.
- İçersem kendime içiyorum, dedi. Siz hiç bir defa beni sarhoş gördünüz mü? Hem dini hizme­timi yapıyorum, hem de keyfimi. Filân köyün imamı gibi meyha­necilik yapmıyorum ya, siz ona şükredin. Benim akşamcı olduğu­mu bilirsiniz. Ben sizin gibi bul­duğum zaman içmem. Akşamdan akşama... içerim. Namazı ise Cu­madan Cumaya kılarım.
Bu defa artık ben söze karışmak ihtiyacı hissettim. Anlattılar. Kom­şu köyün imamı hem meyhanecilik yapıyormuş, hem de namaz kıldı­rıp cenaze yıkıyormuş. İnanma­dım. Meseleyi yerinde yoklamak için gittim söyledikleri köye. Köy şirin, küçük bir Türk köyü. Küçük de bir bakkaliyesi var.
Raflara çeşitli gıda madde­lerinden başka beş on çeşit içki şişesi dizilmiş. Dükkânın önüne birkaç masa konmuş. Etrafların­da beş on da sandalye var. Birini altıma çekerek kahve ısmarladım. 60 yaşlarında, kırçıl sakallı, orta boylu dükkâncı kahveyi getirdi.
Kendisine bu köyün imamı­nı arıyorum dedim.
- İmam benim, efendim. İnsan kıtlığında ben bu kö­yün her şeyiyim. Hem imam, hem muhtar, hem dükkâncı. Siz muska filân yazdırmak için gelmiş olmayasmız, yoksa sünnet ettirecek toru­nunuz mu var? Hepsini ya­parım Allah’ın yardımıyle, elhamdülillah.
Yanımdaki sandalyeye oturdu. Tanıştık. Konuşur­ken bir köydeşi geldi:
- Hacı, bana bir yüzlük, dedi. İmam kalktı müşteri­sine yüz gram rakı getirdi.
- Müşteri size "hacı" dedi. Takılıyor mu, yoksa soyadınız mı Hacı?
-Hayır, efendim. Allah nasip etti. Ben o mübarek yerleri de zi­yaret ettim, hacı oldum.
Konuşurken saatına baktı, na­maz vakti geliyor, ben abdestleneyim, dedi. Abdest alırken baş­ka bir müşteri geldi, bira istedi. İmam hemen abdestini kesti, bira­yı müşterisinin önüne koydu, son­ra devam etti.
Artık şaşmak sırası bana geldi. Herif hem imam, hem hacı, hem de içki satıyor. Baktım, bu işleri de gayet rahat yapıyor. Hiç öyle bir vicdan çarpıklığı filan okun­muyor yüzünde.
Ne diyeyim, bilemiyorum. Ma­sal gibi anlattığım bu olay aynı ile vaki. Ancak yüzlerce dürüst, imanlı, hizmet aşığı müezzini, imamı gücendirmemek için, her ikisinin de köyünü, adını şimdilik saklıyorum. Yoksa bana verdikle­ri sözü tutup da ahlaklarını düzelt­mezlerse dergide resimlerini bile verebilirim.

Dr. İsmail CAMBAZOV

"MÜSLÜMANLAR" DERGİSİ KASIM 2008 SAYISI


2 Kasım 2008 Pazar

CUMHURBAŞKANI: BORİSOV ÖZÜR DİLE

Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov, Borisov'un sözde "soya dönüş" sözleriyle ilgili etnik gerginlik yaratabilir endişesi taşıdığını belirterek Bulgaristan Türkleri'nden özür dilemesini istedi. Pırvanov, "Seçim öncesi tartışmaların ana gündemi etnik sorunlar olursa bizi iyi şeyler beklemiyor" diyerek siyasileri uyardı.

1 Kasım 2008 Cumartesi

BULGARİSTAN HELSİNKİ KOMİTESİNİN AÇIKLAMASI:

BORİSOV, KOMÜNİZMİN AĞIR BİR SUÇUNU HAKLI ÇIKARMAYA ÇALIŞIYOR.

İnsan hakları savunucu olan Bulgaristan Helsiniki Komitesi, Sofya Belediye Başkanı'nın yaptığı beyanatlar üzerine bir açıklama yaparak sözde "soya dönüş" hareketinin amaçlarının doğru olduğunu söylemek bir suçu haklı çıkarmakla eşdeğerdir, dedi. Yüksek idari makamlara gelme iddiasında olan Boyko Borisov'un komunizmin en ağır suçu olan 1985-1989 arasında zorla Bulgaristan Türkleri'nin isimlerinin değiştirilmesini haklı göstermeye çalışması kabul edilebilir bir şey değildir, bunu şiddetle kınıyoruz denildi. Ayrıca, Avrupa Birliği üyesi olan bir ülkeyi yönetme iddiasında olan Borisov'un bu sorumsuzca beyanatlarının insan hak ve özgürlükleri kadar etnik barışın korunması konusunda kendileri gibi düşünen bütün siyasi ve sivil toplum hareketleri tarafından kınanması çağrısında da bulunuldu.

Boyko Barisov, skandal üstüne skandal üretiyor


Sofya Büyükşehir Belediye Başkanı ve GERB adlı partinin başkanı olan Boyko Borisov son günlerde skandal üstüne skandal üretiyor.


İlkin DPS'nin terörist eylemlere yönelebileceğini iddia etti. İkincisi, Bulgar komünist partisinin Türk ve müslümanların zorla isim değiştirme kampanyası olan sözde "soya dönüş" hareketinin amacı bakımından doğru olduğunu, ancak kullanılan metodun yanlış olduğunu söyledi. İsim değiştirmenin - Amerikadaki gibi - yeni doğan çocuklara Bulgar isminin verilmesi ile başlanması gerektiğini belirten Borisov ayrıca Bulgaristan'da Bulgar vatandaşlarının olduğunu, Türkiye'de Türk, Sırbistan'da da Sırp vatandaşlarnın olduğunun bilinmesini istedi. Bunun için sınırlar ve devletler var dedi. Kim kendini nasıl biliyor ve nasıl hissediyorsa öyledir. Kim Türkse Türkiyeye gitsin, diyerek başta Cumhurbaşkanı G. Pırvanov olmak üzere, Başbakan Sergey Stanişev ve insan hakları örgüterinin tepkisini çekti.