Eski Zağralı Eyüp Durukan Paşa’nın Edirne’nin Düşmesiyle Başlayan Sofya Esaret Günleri
Basri Zilabid
Son yıllarda Türkiye’de Balkanlara ve Bulgaristan’a dair
oldukça güzel kitaplar yayınlanmaya başladı. Geçen yıl ziyaret ettiğim İstanbul
Tüyap Kitap Fuarından Sofya Esaretinden Çanakkale Zaferine
adını taşıyan bir kitap almıştım. Okumak şimdi nasip oldu.
Kitabın yazarı Eyüp Durukan 1882 yılında Eski Zağra’da
doğmuş. 21 yaşında bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi olan Mühendishane-i
Berri Hümayun’u bitirmiş ve Osmanlı ordusuna girmiş. Almanya, Fransa, Avusturya
ve İngiltere’ye ağır silahlar almak üzere giden ekiplerde yer almış, Çanakkale
ve Balkanlar’daki topçu bataryalarını denetlemiş bir subay.
Eyüp Durukan, Edirne’de topçu komutanı Rifat Paşa’nın refakat
subayı iken Balkan Savaşı patlak verir. Edirne’yi Bab-ı Ali’nin isteğinden çok
daha uzun bir süre müdafaa etmesine rağmen İstanbul’dan bir türlü yardım
gelmeyince Şükrü Paşa’nın şehri Bulgarlara teslim ettiği herkesin malumu olan
tarihi bir hadisedir. İşte bu olaydan sonra başta Şükrü Paşa olmak üzere Rifat,
İsmail ve Kazım Karabekir paşaların da dahil olduğu toplam 15 kişilik kurmay
subay kafilesi ile birlikte Yüzbaşı Eyüp Efendi de 1913 yılında esir olarak
Sofya’ya getiriliyor.
Splendid Otel’de yedi ay kaldıkları esaret günlerinde bu
notları tutuyor. İki devlet arasında yapılan anlaşmadan sonra esaretten
kurtulunca önce Çanakkale ve sonra da Türkiye’nin İstiklal Savaşında görev
alıyor. Askerlik vazifesinden emekliye ayrıldıktan sonra iki dönem Hatay
milletvekilliği yapıyor. 1963 yılında vefat ediyor.
Aslında Eyüp Durukan için “nev-i şahsına münhasır bir adam”
diyebiliriz çünkü günlükleri sadece bu kitaptan ibaret değil. O elli yıl
boyunca toplam 17 277 sayfa günlük tutmuş ve bu günlükler şimdi peyder pey
yayınlanıyor.
24 Haziran 1913 Salı günü yüzbaşı Eyüp Efendi defterine
şunları yazmış:
Sabayleyin
toplandık. Bu toplantıda Bulgaristan’da 36. Nizamiye Alayı’ndan esir bir
mülazım efendi tarafından Şükrü Paşa’ya gelen bir mektup okundu. Bahsi geçen
mülazım efendi Nevrekopa’a tabi Pletena köyünde bulunan validesinden aldığı bu
mektuptan bahsediyor. Ve validesinin yazdığı mektubun bir kısmını aynen
yazıyor: “Oğlum, Bulgarlar köyümüzün
erkeklerinin hepsini kestiler. Genç kadınj ve kızlarımıza vahşiyane hücum
ettiler. Namuslarını parçalayıp ayaklar altına almaktan utanmadılar. Sonra başlarında
bir iki rahip olduğu halde köyümüze tekrar geldiler. Evvela hoca ve
müezzinimizi şehit ettiler. Kutsal kitabımızı hakaretle ayakları altında
parçaladılar. Camimizi kiliseye dönüştürdüler. Bizi cebren bulgar yaptılar. Hep
isimleri değiştirdiler. Bizi zorla kiliseye çevirdikleri camiye götürüp haç
çıkarttırıyorlar. Benim ismime de Babadinska dediler. Kadınlarımızın çarşaflarını
çıkarttılar. Öyle gezmeye zorluyorlar. Bana yazacağın mektuplarında artık Müslüman
ismiyle bana hitap etme çünkü o mukaddes isimlere hakaret ediyorlar.”
Mektuptan bu
kadar kısmını yazdıktan sonra validesini getirmek üzere birkaç muhafızla oraya
gönderilmesini Dahiliye Nezaretinden istirham ettiği ve bir dilekçe garnizon
kumandanına verdiğini fakat bir cevap alamadığını yazıyor ve bu yönde Şükrü
Paşa’nın yardımını talep ediyor. Heyhat! Gölgesinden korkan böyle yüreksiz bir
kumandandan ne beklenir. Erkanıharbi “biz yapabiliriz” deyip ellerini
ovuşturuyor. Biz de Almanya sefaretine veyahut Şükrü Paşa’nın bunu doğrudan
doğruya çara yazmasını teklif ettik. Fakat ne yazık ki cüret edebilecek bir hal
gösteremediler. Yüreğimiz titredi. “Allah alçakları kahretsin ve din
kardeşlerimize selamet ihsan etsin” deyip kaldık.[1]
[1] Eyüp
Durukan, (Yay. Haz. Murat Uluğtekin), Günlüklerde Bir Ömür – II: Sofya
Esaretinden Çanakkale Zaferine (1913-1915), Türkiye İş Bankası Kültür Yay.,
İst. 2014, s. 87-88.