13 Şubat 2013 Çarşamba

BULGARİSTAN'DA OSMANLI MİMARİ ESERLERİ


BULGARİSTAN'DA OSMANLI MİMARİ ESERLERİ, Yazan: Dr. Ekrem Hakkı AYVERDİ
Bulgaristan'a ait olan kısım 200 sayfa civarındadır. Yalnız Kırcaali ve Smolyan bölgeleri sayıma dahil edilmemiştir. 

7 Şubat 2013 Perşembe

EN FARKLI KOMŞU, MÜMÜN İSOV


Kitabın orijinal adı: NAY RAZLİÇNİYAT SISED
Yazarı: MÜMÜN İSOV
Yayınevi:    IMIR
Yayın Yeri: SOFYA
Yayın Yılı:  2005
Dili:            BULGARCA
Sayfa:        336 
Satış şekli: BASILI
Fiyatı: 25,00 TL
İletişim: bulgaristanalperenleri@gmail.com

Açıklama: 20. yüzyılın ikinci yarısında basılan Bulgarca tarih dersi kitaplarındaki Osmanlı (Türk) ve Osmanlı İmparatorluğu (Türkiye) İmajı 

BULGARİSTAN'DA TÜRK İBADET YAPITLARI VE YAZITLARI

Kitabın orijinal adı: TURSKİ KULTOVİ SGRADİ İ NADPİSİ V BILGARİYA
Yazarı: PROF. DR. İBRAHİM TATARLI
Yayınevi:    FAVORİT

Yayın Yeri: SOFYA

Yayın Yılı:  2003

Dili:            BULGARCA

Açıklama: 300 SAYFA
İletişim: bulgaristanalperenleri@gmail.com

AHMED DOĞAN'IN AJANLIK DOSYASI

Kitabın orijinal adı: DOSİETO NA DOGAN
Yazarı: TOMA BİKOV

Yayınevi:    MİLLENİUM
Yayın Yeri: SOFYA
Yayın Yılı:  2009
Dili:            BULGARCA
Açıklama: 430 SAYFA
Satış şekli: BASILI
Fiyatı: 25,00 TL
İletişim: bulgaristanalperenleri@gmail.com

6 Şubat 2013 Çarşamba

KİM KİMDİR SERİSİNDEN: AHMED DOĞAN

Yazarı: İLİANA BENOVSKA'NIN AHMED DAOĞANLA RÖPORTAJI

Yayınevi: EZİK İ KULTURA
Yayın Yeri: SOFYA
Yayın Yılı: 1992
Dili:            BULGARCA
Açıklama: 126 SAYFA
Satış şekli: Elektronik (PDF)
Fiyatı: 10,00 TL
İletişim: bulgaristanalperenleri@gmail.com

4 Şubat 2013 Pazartesi

BULGARİSTAN TÜRKLERİ, BİLAL ŞİMŞİR

Bulgaristan Türklerine dair temel kitaplardan biri... Genişletilmiş 2. baskısı çıktı. Fiyatı 22,00  TL. İletişim: bulgaristanalperenleri@gmail.com  


ORİENTALİA-DOĞU DERGİSİ

Özel Yeni Bulgar Üniversitesi yayını, Sofya/Bulgaristan 2007



29 Ocak 2013 Salı

BULGARİSTAN TÜRKLERİ TARİHİNDEN ESİNTİLER

Kitabı edinmek isteyenler için fiyatı 10,00 TL dir. Yapmaları gereken  şey bulgaristanalperenleri@gmail.com mail adresine bu isteklerini bildirdiklerinde kendilerine verilecek banka hesap numarasına ücreti yatırıp adreslerini bildirmektir. Kargo ücreti alıcıya aittir. Not: Bulgaristan'a da oradaki temsilcimiz vasıtasıyla satışta olan kitapları ulaştırma imkanımız vardır. Tüm takipçilerimize iyi okumalar dileriz. BTG  

BAŞMÜFTÜ SÜLEYMAN FAİK EFENDİ'NİN TBMM'NE ÇEKTİĞİ İSTİKLAL HARBİ ZAFERİNİ KUTLAYAN TELGRAFI

10 Ocak 2013 Perşembe

RECEP KÜPÇÜ'NÜN ŞİİR KİTABI


Bulgaristan Türklerinin büyük şairi, düşünce ve duygu adamı, ufuk sahibi Recep Küpçü'nün değerli şiir kitabını okuyucularımıza sunmaktan büyük onur duyuyoruz. BTG
Eser 100 sayfadan oluşmaktadır. Baş kısmında Türkiye'nin yaşayan büyük edebiyatçılarından Beşir Ayvazoğlu Beyin Recep Küpçüyü tanıtan, onun şiirlerini tahlil ettiği bir yazısı bulunmaktadır. Beşir Ayvazoğlu şöyle demektedir: 
Türkiye'de Bulgaristanlı şairleri pek kimse tanımaz. Terkettiğimiz Bulgaristandaki Türklüğü de terketmişiz. Halbuki şu kitapta okuyacağınız şiirler, Türkçemizin güzelliğini ve Türklüğün gücünü bir defa daha ortaya koyacak yepyeni amma çok güzel bir sestir. içimizdeki solcu şairleri kıskandıracak bir güzellik, ürpertecek bir vatanperverlikte.

4 Ocak 2013 Cuma

Rumeli'de Yürükler, Tatarlar ve Evlad-ı Fatihan


342 sayfa olan eser sert ciltlidir. Fiyatı 25,00 TL dir.  Satın almak isteyenler  bulgaristanalperenleri@gmail.com  mail adresine bu isteklerini bildirdiklerinde kendilerine verilecek banka hesap numarasına ücreti yatırıp kitabı temin edebilirler. Kargo ücreti alıcıya aittir. Not: Bulgaristan'a da oradaki temsilcimiz vasıtasıyla satışta olan kitapları ulaştırma imkanımız vardır. Tüm takipçilerimize iyi okumalar dileriz. BTG   



20 Aralık 2012 Perşembe

SAVAŞ VE AYRILIK - ROMAN

Bulgaristan göçmeni yazarımız Ramis Çınar'ın romanını henüz yeni almış bulunuyoruz. İnşallah okuduktan sonra roman hakkındaki fikirlerimizi okuyucularımızla paylaşmaya gayret edeceğiz. Yazarı tebrik ederiz. BTG
Kitabı okudum ve çok hoşuma gitti. Çünkü benim memleketim Dobruca hayatından bahsediyor. Ancak bazı eleştirilerimiz de var. Şöyle ki, kitabın ismi ile içerik çok fazla uyuşmuyor. Konunun özü "savaş" değil Dobruca'da bir Türk köyünün hayatı... Evet kitabın sonuna doğru hafiften Balkan savaşından ve çetelerden ve daha çok Birinci Dünya Harbinden bahsediliyor. Kahramanımız zorla Bulgar ordusuna alınıp geri hizmetlerde ve siper kazmada çalıştırılıyor ve esir düşüyor ... Evet romanın en vurucu noktası 5 yıllık bu esaretten sonra evine dönen molla efendi ... Ancak dediğim gibi şahsen ben Balkan savaşını okuyacağımı sanmıştım ama öyle çıkmadı. İkinci bir nokta çok sık başlıklar konulmuş. Romanda benim bildiğim ara başlıklar olmaz, romanın metni okuyucuyu alıp sürükler... burada ise sık sık kesiyor.. Diğer bir konu kahramanın babası köyün ağası konumunda olan "Nazmi Efendi" iken annesi nedense sadece "Azize" ve bütün roman boyunca böyle gidiyor. "Azize Hanım" olması lazım gelir.. Birde İstanbul'dan köyüne yeni dönen Molla Hasan (romanın kahramanı) köy camisinde kendisine teklif edilen Cuma namazını kıldırmayı naz yapmadan kabul eder ve "namazı kıldırdıktan sonra hutbeye geçer ve hutbeyi okur"... Dini kitaplara ve uygulamaya göre Cuma namazında önce hutbe okunur sonra farz namazını kıldırır imam. Bayram namazında ise önce namaz kılınır sonra hutbe okunur... Ancak bu yazdıklarımız hiç bir şekilde romanı yerden yere vurmak için değildir. 30 yaşındaki değerli hemşehrimi kutluyorum ve yeni kitaplarla karşımıza çıkmasını diliyorum.. Tekrar tebrikler. Basri Zilabid-BTG Editörü

18 Aralık 2012 Salı

TRAKYA'DA BİR SAVAŞ FOTOĞRAFÇISI

Balkan Savaşı Anıları, yazar: Herbert F. Baldwin

Balkan Savaşı'nda Türk halkına yaşatılan büyük acıları objektifiyle belgelendiren bir savaş fotoğrafçısı anlatıyor...

"Yürek burkan bir görüntüydü bu. Savaş alanı içinde kalan yıkılmış evlerinden kaçan yüzlerce köylü daha kuzeyden İstanbul'a doğru yürümekteydi. Kurtarmış oldukları eşyayı ağır ağır giden kağnılara yığmışlar, zaten kötü olan yolun çamurunu nerdeyse yoğurarak yol alıyorlardı. Az konuşuyorlardı, çoğu çıplak ayaklı, çocuklarını kucaklarında taşıyan gözü yaşlı kadınlar, çamur deryası içinde yorgun ilerleyen bu suçsuz insanlar, savaşın, entrikaların ve kötü yönetimlerin ne anlama geldiğini diğer insanlara canlı bir biçimde anımsatıyorlardı."
"Türklere yapılan "barbar ve acımasız" gibi yanlış suçlamaların doğru olmadığını, Trakya savaş alanında geçirdiğim süre içinde gösteren tek bir kanıtın olmadığını anlamıştım. Osmanlı ordusu askerlerine karşı söylenen her suçlamaya karşı çıkma durumunda değilim, ancak Avrupa'nın en iyi birliklerinin moralini disiplin altına alabilecek koşullar altındaki tutumlarını görmüş olarak o askerlerin, panik anında bile herhangi bir aşırı öfke ve canavarlıklarıyla ilgili, İngiliz ya da yabancılardan ne bir şey ne duymuştum, ne de öyle bir olaya tanık olmuştum."

"Hıristiyanların katledildiği düşüncesini ortaya atan tek kurum Amerikan konsolosluğu idi. Orada çalışanlar kendilerine ulaşan haberleri sürekli olarak çarpıtıyordu."

MAKEDONYA EŞKIYALIK TARİHİ VE SON OSMANLI YÖNETİMİ




15 Kasım 2012 Perşembe

İsmet İNÖNÜ: M. Kemal entelektüel bir komitacı idi. Bu yeteneğini Bulgaristan'da iken edinmişti.

Değerli BTG okurları, bu sabah işe giderken yolda okumak üzere yakın tarihte yayınlanmaya başlayan ve gerçekten değerli bir tarih dergisi olan DERİN TARİH'i aldım. Kasım 2012 sayısında HARF İNKILABI konu edinmiş. Tarih dergilerini okurken devamlı Balkanlarla, Bulgaristanla ilgili acaba bir şey varmı? İnşallah güzel bir yazı önüme çıkar der, bu düşüncesiyle sayfaları hararetle çeviririm. Bugün de öyle yaptım ve karşıma İsmet İnönü'nün Mustafa Kemal Paşa ile ilgili ve içerisinde Bulgaristan geçen bir değerlendirmesini buldum. İşte onu sizinle paylaşmak istiyorum:

Yazının başlığı "Atatürk'ün tetikçisi Recep Zühtü" yazarı: İsmail Akbal

"Milli Mücadele yılları ve sonrasında bazı komitacıların doğrudan ordu içinde, bazılarının da Meclis'te Mustafa Kemal'in devrimin amaçları doğrultusunda verdiği emirleri yerine getirmek için istihdam edildikleri bir gerçektir. "Komitacılar" deyince yalnızca "silahşörler" anlaşılmasın; aralarında epeyce entelektüel olanlar da vardı. Buradan hareketle Mustafa Kemal'in eylemlerinin onu "entelektüel komitacı" olarak nitelendirmemize imkan verdiğini söyleyebiliriz. O, sistem içinde yıldırma politikalarını yürütmek için özellikle de basını kullanmayı tercih eder. İsmet İnönü de aynı kanaattedir: "Mustafa Kemal entelektüel bir komitacı idi. Bu yeteneğini Bulgaristan'da iken edinmişti. oradaki partilerin faaliyetlerini inceleyerek öğrenmişti. O, adam öldürme ve öldürtme taraftarı olmamıştır."
BTG Editörü

30 Eylül 2012 Pazar

EĞİTİMCİ ŞAİR ALİOSMAN AYRANTOK-TOKTAMAZ



EĞİTİMCİ ŞAİR 
ALİOSMAN AYRANTOK-TOKTAMAZ
 
Alisoman Ayrantok 1878-1952


Yazan: İsa Cebeci

BİRİNCİ BÖLÜM

Dobruca ve Deliorman’ın saygıdeğer edebiyatçıları ve şiir severleri, 20. Yüzyılın ilk yarısında öncelikle Dobruca Türkleri arasında, biraz da Deliorman Türkleri arasında öğretmen olarak çalışmış olan Aliosman Ayrantok-Toktamaz, Türkiye ve Kırım Türkçeleriyle şiirler ve yazılar yazmış bir aydınımızdır. Bu yıl ölümünden 6o, doğumundan da 134 yıl geçmiş bulunuyor. Ölümünün jübile dönüm yılı oluşu nedeniyle dostum Naim Bakoğlu’nun kulağına Ayrantok’un “Naim’in Köşesi” nde 60. Ölüm yıl dönümü nedeniyle tanıtılması gerektiğini fısıldadım. Nitekim Bakoğlu şairle ilgili bir internet yazısını köşesinde paylaşmıştı.
Ben bu kadarının yeterli olmadığını, hiç olmazsa bir anma töreni yapılabileceğini düşündüm. Ankara’dan ağabeyim Dr. Ahmet Cebeci ile konuyu telefonla görüştük. O iki defa bana Ayrantok’un köydeşi Meliha’dan (Meliya Tat) bahsedip şiirlerini bir kitap halinde yayınlamayı düşündüğünü söyledi. O düşüncelerle kafam meşgulken internete yöneldim ve orada Meliya Tat Hanım’ın paylaşımlarıyla karşılaştım. Orada ilk defa Ayrantok’un fotoğrafını da gördüm. Edebiyatçı olduğum için Ayrantok’un biyografisini ve Bulgaristan basınında yayımlanmış olan şiirlerini de okumuştum. Ancak Meliya Hanım okumadığım bazı şiirleri de paylaşmıştı. Şaire dair İlk biyografik bilgileri hocam İbrahim Tatarlı 1960 yılında yayımlanan ANTOLOGİYA kitabında yarım sayfa olarak yayınlamış, sonraki sayfalarda da 1947-1949 yıllarında “Yeni Işık” gazetesinde basılmış 4 şiirine yer vermişti. Tatarlı hocamızın şairin yaratıcılığına dair sözleri ilginçtir:
“9 Eylül sosyalist inkılâbımızı, halkımızın yeni hayatını, geçmişte çektiği ıstırapları terennüm etmiş, vatanımızın güzelliklerini tasvir etmiştir. Aydınlıkçılık, didaktizm ve primitiv bir edebiyat anlayışı ve noksanlıklarına rağmen Aliosman Ayrantok, teşekkül etmekte olan yeni edebiyatımıza hizmeti olanlardan biridir.” (Antologiya, s. 29)
Bu bilgiler 1964 yılında basılan Antoloji kitabında da yer almıştır. Daha sonra şair Mehmet Çavuş, 1988 yılında İstanbul’da basılan “20. YÜZYIL BULGARİSTAN TÜRKLERİ ŞİİRİ” antolojisinde biraz daha hacimli bir biyografiyle şairi tanıtarak üç şiirini sundu. Bu kitapta “BE YAHU” başlığını taşıyan iki şiire yer verilmişti. M. Çavuş’un verdiği biyografide şu düşünceler dikkat çekiciydi:
“Bulgaristan Türkleri şiirinde yepyeni bir ekol bilinen şairin tüm şiirleri gazete ve dergi sayfalarında kalmışlardır. Şair ve araştırmacı Mülâzim Çavuş’un gayretli çalışmaları sonucu Ayrantok arşivinin bir bölümü ele geçmişse de kitap halinde yayımlanmalarına müsaade edilmemiştir.” (Adı geçen antoloji, s. 77).
Burada kitabın yayımlanmasına kimlerin müsaade etmediği söylenmemiş ama tahmin edebileceğiniz gibi komünist rejimin sansürü kast edilmektedir. İstanbul’da oturan Niyazi Hüseyin Bahtiyar’ın hazırlayıp yayımladığı “Balkanlarda Türk Ünlüleri” kitabının ikinci cildinde üçüncü kez Aliosman Ayrantok biyografisi verilmiştir. Dikkatimizi çeken cümleleri buraya alıyorum:
“Sovyet idaresinin asıl niteliğini bilmeyen halk coşkuluydu. Kitlelerle birlikte Ayrantok da bu yeni ortama uyum sağladı ve kaleme aldığı yapıtlarında bu sevinci konu edindi. Bulgaristan Türklerinin yeni edebiyatına öncülük etti, hizmetlerde bulundu, onu tekrar canlandıran ilk piyonerlerden biri oldu.” (N.H. Bahtiyar, “Balkanlarda Türk ünlüleri c. 2, ).
Burada “bu sevinci konu edindi” demek yeterli değildir, “bu sevinci dile getirdi” demek daha doğru olur. Aşağıdaki örnekler bu fikrimi doğrulayacaklardır:
Biraz da geçelim yeni hayata
Kalmadı dünyada o eski marda
Sosyalist rejimde ön ayak ol da
Dostların elinden tutar mı dersin?

Ayrantok, bir dert var gizli dilinde
Açık yaz bu şirin ecdat ilinde
Kardeşin gidiyor hicret selinde
Akıbet ölümden beter mi dersin?
(İ. Tatarlı, Antologiya, Sofya, 1960, s. 31)

Göçmenliğin olumsuzluklarını bizzat yaşamış olan A. Ayrantok, İstanbul’da öğrenim görüp oraya yerleşme fırsatını değerlendirmemiş, Dobruca’daki soydaşlarının arasında yaşamayı, onları tenvir etmeyi tercih etmiştir. 1934-1938 yıllarında gerçekleşen Romanya Türklerinin göçüne de çok üzülmüş, hattâ bu göç esnasında Romen makamlarının göçen Türklere uyguladıkları rüşvet ve soygun politikalarını, her türlü yolsuzlukları tenkit etmek amacıyla Mehmet Conla birlikte 1937 yılında Silistre şehrinde ÇARDAK gazetesini çıkarmaya başlamışlardı. Kızıl ordunun 1944 yılında Bulgaristan’a girmesi, Georgi Dimitrov’un devletin başına geçmesi konularını Sofya’da çıkan Yeni Işık gazetesinde 1949 yılında yayımlanan “Dokuz Eylül Kurtuluş Bayramı” ve “Büyük önder Georgi Dimitrov” başlıklarını taşıyan şiirlerinde işlemiştir. Bu şiirler tabii ki slogancı, deklaratif ve methiyeci şiirlerdir ve estetik yönden günümüzün şiir anlayışıyla değerlendirilemezler. Şunu unutmamalıyız ki, o yıllarda Dobruca’da olsun, Deliorman’da olsun okumuş insanların sayısı çok azdır ve yeni kurulan komünist rejim ne pahasına olursa olsun eğitimli insanlardan yararlanmak istemiştir. Büyük bir olasılıkla bu tür şiirler ısmarlama şiirlerdir ve belki de baskı sonucu yazılmışlardır.

1997 yılında T.C. Kültür Bakanlığınca yayınlanmış olan TÜRKİYE DIŞINDAKİ TÜRK EDEBİYATLARININ ANTOLOJİSİ kitabının 8. Ciltinde Bulgaristan Türkleri Edebiyatına yer verilmiştir. Bu kitapta da A. Ayrantok’a bir sayfa tahsis edilmiştir. Sofya ve Ankara Üniversitesi üyelerinden Prof. Hayriye Memova, Ayrantok’un iki şiirini sunmuştur.
Kırcaali’de çıkan ALEV dergisi de 27. sayısında Aliosman Ayrantok’un jübile ölüm yılına bir buçuk sayfayı kapsayan bir yazı sundu ki, bu girişimlerinden dolayı dergi yönetimi edebiyat severlerin takdirini fazlasıyla hak etmiştir. Yazıyla birlikte şairin bir fotoğrafına da yer verilmesi pek isabetli olmuştur. Yazının sonunda düşülmüş olan kısa not da şiir severleri ümitlendirmektedir:
“ALEV kültür dergisi, Aliosman Ayrantok’un yapıtlarının bir kitap halinde yayımlanması konusunu sürekli gündeme getirip elinden geleni yapacaktır.”
Buraya kadar dört Bulgaristan aydınının Dobruca şairi A. Ayrantok’a dair düşüncelerine kasıtlı olarak yer verdim. Onların genç nesiller tarafından bilinmesi gerektiği gibi bizim düşüncelerimize de ışık tutacağını düşündüm. Benim Aliosman Ayrantok’un şiirine ve kişiliğine karşı ilgi duymamın nedeni sadece branşımın Türk dili ve Edebiyatı olmasından kaynaklanmıyor tabii. Benim Türklük Bilimine (Türkoloji) karşı merakım gönlümün gözlerini Kuzey Türklerine yöneltmişti. Hem Kırım, hem Kazan Tatarlarının tarihine ve edebiyatına karşı ilgi duyuyor ve bu dillere dair bilgilerimi sürekli derinleştiriyordum. Kazan şairlerinden Abdullah Baştu, Abdullah Tukay, Kırım şairleri Mehmet Niyazi ve Musa Celil gibi şairlerin hayat ve yaratıcılıkları hakkında bilgi sahibi olmuştum. Aliosman Ayrantok-Toktamaz’ın bir Kırım Türkü oluşu, 1929-1930 ders yılında benim doğduğum Pirlicamimahalle (Boraçevo, daha sonra Glavantsi) köyünde öğretmenlik yapmış olması araştırma merakımı daha da kamçılamıştır.
On yaşlarında iken Aliosman Ayrantok’un öğrencisi bulunan Glavantsili adaşım İsa Şakiroğlu, büyük bir memnuniyetle hocasının İstanbul’da okumuş bilge bir kişi olduğunu ve Camimahallesi’nde Romenler tarafından inşa edilen yeni “işkola”da (okul) çocuklara “Başını Vermeyen Şehit” piyesini oynattığını, köy insanlarının ilk defa bir piyes seyrettiklerini, başında Atatürk şapkası taşıdığını gurur ve memnuniyetle anlatıyordu. İsa Şakiroğlu’nun babası Hafız Şakir de bir süre İstanbul’da okumuş olduğundan Aliosman Hoca ile tanışıyorlarmış. Ben onun köyümüze öğretmen olarak gelmesinde bu tanışıklığın da rolü olduğunu düşünüyorum. Köyümüzün insanları, Aliosman Ayrantok için “Tatar Oca” lâkabını kullanıyorlarmış.
 “Başını Vermeyen Şehit” eseri aslında piyes değil, büyük hikâyeci Ömer Seyfettin’in yazdığı masalımsı bir uzun hikâyedir ve içindeki diyaloglar nedeniyle dramatizasyon işi için tam da biçilmiş bir kaftan gibidir. Şunu da belirteyim ki, İsa dedemiz 1920 yılında doğmuş olup 90 yıl yaşadı ve Çorlu’da vefat etti. Çok terbiyeli, çok ağır başlı, çok da saygın bir insandı. Kız kardeşimin de kayın pederiydi. Şimdi bu bilgi üzerine bazı kişiler hemen Tatar olduğumu düşüneceklerdir, oysa böyle bir şey yok. Ancak İsa dedenin de mensup olduğu Tatarlar sülâlesi köyümüzün saygın bir sülâlesi idi. Yerli Türklerle nikâh bağları kurup karışmışlar ve ana dilleri olan Tatarca’yı da unutmuşlardı.

Bu yazımızda Aliosman Ayrantok’un hayatı hakkında bilinenleri tekrar edip yazımızı ağırlaştırmak istemiyorum. İlgilenenler antolojilerden ve internette paylaşılanlardan yararlanabilirler. Okuyucularımız haliyle şairimizin ailesi, kişiliği ve yaratıcılığı ve yaşadığı zaman
a dair daha fazla bilgi sahibi olmayı isteyeceklerdir. Benim kaygım işte o istekleri bir nebze olsun karşılayabilmektir. Bu görevi yaparken bazı bilinenler yinelenmiş olabilir, o nedenle okurlarımca mazur görülmeyi şimdiden temenni ediyorum. Antolojilerde A. Ayrantok’un Silistre’nin Beypınar (Sredişte) köyünde doğduğu ve Dobriç’in Yurtluk (Onogur) köyünde öldüğü yazılır. Burada şairin neden Onogur köyünde öldüğü sorulabilir. Bunun cevabını Meliya Tat hanım veriyor:
Şairimizin ilk eşi öldükten sonra ikinci eşini Onogur’da buluyor ve ömrünün sonuna kadar orada kalıyor. Ayrantok’un bir kızı Türkiye’ye göç edip İstanbul Paşabahçe’ye yerleşmiş ve 2012 yılında orada 89 yaşında vefat etmiştir. Bu bayanın adı Saber olup 1923 doğumludur. Her halde orada torunları da vardır.
Evet, şairimiz Aliosman Ayrantok, Dobruca’da yerli Türklerle Kırım Türkleri arasında nam salmış Kırım kökenli iki şairimizden biridir. Diğerinin adı Mehmet Niyazi’dir. Her ikisi de birbirinden habersiz 1878 yılında dünyaya gelmişler, her ikisi de İstanbul’da öğrenim görüp tekrar hemşerilerinin yanına dönmüşlerdir. Her ikisi de Karadeniz ardını kasıp kavuran ve Kafkas Müslümanlarını darmadağın eden Rus kılıcından kaçan çilekeş ve cefakâr Kırım Türklerinin ahfatları olup Dobruca Türklerine eğitim ve kültür hizmeti vermişlerdir. Aralarındaki farklar şunlardır:
Mehmet Niyazi Kuzey Dobruca’nın, Köstence şehrinde doğup hizmet vermiş ve şair olarak tanınmış, Aliosman Ayrantok ise Güney Dobruca’da ve özellikle Silistre ilinde öğretmenlik yapmış ve şiirler yaratmıştır. Mehmet Niyazi, Hak’ka 1931 yılında yürüdüğü halde, A. Ayrantok 1952 yılında vefat etmiştir. Romanya’daki Kırım Türk toplumu milli şairlerine daha o zaman gereken saygıyı gösterip anıt taşı dikmiş, Güney Dobruca Türkleri Ayrantok’un mezarına bir yazıt bile koyamamış ve bugün orman içinde kalan mezarı dahi tespit edilememektedir.
Bu ayıbı birilerinin temizlemesi gerekir ama kimler taşın altına ellerin sokacak? Bana sorarsanız bu görevi herkesten önce şairin Yurtluk (Onogur) köyündeki ve de Türkiye’ye göç etmiş olan akraba ve öğrencileri üstlenmelidir. Şairin doğduğu köyün (Silistre’nin Beypınarı-Sredişte) sakinleri arasında da yakınları ve öğrencileri ve sevenleri vardır. Bu davaya onların da seyirci olarak bakmaması gerekir. Şairin köydeşi Meliya Tat Hanım onun şiirlerinden küçük bir derleme yapıp köydeşlerine dağıtmış, bazı bilgi ve bilinmeyen şiirlerini de internet sayfalarında paylaşmış. Bu, başlı başına bir duyarlılık, sorumluluk ve özverilik örneğidir ve herkesçe mutlaka takdir edilmelidir. Kendilerini Kırım Türkü veya Tatarı olarak vasıflandıran aydınlarımızın da kişiliklerine yakışır şekilde bu davaya omuz vermeleri gerekir.
 Ben Mayıs sonu ve Haziran başında Bulgaristan’da bulundum, birçok etkinliklere katıldım. Bu arada Dobriç dönüşü eşimle birlikte Karapelit-Silistre yolunu takip ederek şairimizin vefat ettiği Yurtluk (Onogur) köyüne uğradım. Sarınebi (Balik) köyünün kuzeyinde yer alan Onogur köyü ana yola birkaç km mesafede yeşillikler içine gömülmüş küçük ve şirin bir köy. Köyün küçücük meydanı asfalt döşenmiş ve yanda görünen binalar da taze badanaları ve temizliği ile dikkat çekiyor. Otomobilimi sağda uygun bir yere park edip fotoğraf makinemle alelacele birkaç fotoğraf çektim. Ipıssız bir köy. Sokaklar boş, evler boş. Ne çocuk, ne yetişkin, ne yaşlı insan var. Oysa zaman ikindi ile akşam arası. Yamaca konmuş olan köyün meydanından kuzeye bakınca yemyeşil bir vaadi, duvar gibi uzanan kayalıklar ve yeşillikleri giymiş bir köy. Daha sonra vadinin meşhur Kurudere, köyün de Baraklar (Bakalovo) olduğunu öğreniyoruz. Fotograf makineme bu güzellikleri depoluyorum. Son göç dalgası burayı da fena vurmuş olacak ki, konuşacak, danışacak insan bulamıyoruz.
Köyün nereye kadar devam ettiğini anlamak için tekrar virajlı asfalt yolca ilerliyoruz. Köy hemen sona ermiş ama geri dönmeye yer yok. Birkaç dakikada kendimizi Baraklar’da buluyoruz. Orada öğrencilik arkadaşım var. Onu ararken DPS (HÖH) kurucusu Necmettin Hakla karşılaşıyoruz. Orada yarım saat kalıp tekrar Onogur’a dönüyoruz. Bu kez yol boyundaki bir evde bir kadınla bir erkek görüyoruz. Onlara cami imamını görüp görmediklerini soruyoruz. Cami işlerine Nejdet Hoca’nın baktığını söylüyorlar. Durduğu evi gösteriyorlar, orada da bulamıyoruz. Ben, minaresiyle Kırımlı olduğunu duyuran cami ve minarenin, bazı sokakların ve evlerin resimlerini çekiyorum. Nejdet Hoca orada da yok. Yaşlı kadın, Aliosman Hoca’nın mezarının Eski Mezarlıkta olduğunu, yeni mezarlığın da köy çıkışı sağ tarafta olduğunu söylüyor. Köy idarecisi namına kimseyi bulamadan çaresiz ve tatminsiz ana yola doğru sürüyoruz kır beygirimizi”.
 Mermer taşlarıyla dikkat çeken Yeni Mezarlık’ın hizasına geldiğimizde yolun sol tarafında duran eşek arabasını ve ot biçmeye çalışan sahibini görüyoruz. Arabayı oracıkta stop ederek yaşlı adama doğru yürüyorum. Bana Cami imamı Necdet Hoca olduğunu söyleyince dünyalar benim oluyor. Nihayet bir şeyler sorabileceğim, şairimiz Ayrantok hakkında bilgi alabileceğimiz “en-yetkili” kişiyi bulmuştum. Necdet Hoca’nın Ayrantok’un öğrencisi olduğunu, onun şiirlerinden birçok şiir bildiğini bana Meliya Hanım da yazmıştı. Şimdi bu adamla göz göze, kol kolaydık. Her şeyden önce Aliosman Hocanın mezarını görmek istediğimi bildirdim kendisine.
-
Mezarı bulamayız, dedi, onun bulunduğu Eski Mezarlık şindi orman oldu, gürlük içinde kaldı. Taşında yazı da yok. O gömüleli 60 sene oldu. Bir kere Mülâzım Çavuşla Mehmet Çavuş gelmişlerdi. O zaman benim büyük oğlumun düğünü vardı. Gittik, bulduk ama o günden beri çok sene geçti…
-Nasıl bir adamdı Aliosman Hoca?
-Çok bilgili bir adamdı. Kendi kafasından şiirler yazar bize üüredirdi. Çok kişinin üstünde emeği vardır onun. Bana sadece okuma yazma üüretmedi, Kuran da üüretti. O zamannar bizim küüde rüştiye yoktu. İyi okuyannarı Telerik (Has Köseler) küüne yollarlardı. Aliosman Hoca beni de yollamak istedi amma bubam razı olmadı. Keşke benim payım olan on dönüm tarlayı satıp ta beni Teleree yollasaydı…