Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
20 Ocak 2009 Salı
Küçücük bir şehit cennete uçacak - Gazzenin minicik şehidlerine
18 Ocak 2009 Pazar
16 Ocak 2009 Cuma
MEHMET FİKRİ’NİN 100'ÜNCÜ DOĞUM YILDÖNÜMÜ
BİR FİKRİN UYANIŞI
Yazan: Sabri M. CON
Osmanpazarı'nın (Omurtag) büyük bir gururu var: Mehmet Fikri. Yüz yıl önce doğmuş, yaklaşık yetmiş yıl önce hakkın rahmetine kavuşmuş.
Bu kadarını söylemek dile kolay. Ama dur, okuyucu! Bir soralım, bir öğrenelim; kimdir, nedir bu gurur?
Fakir, ama terakkiperver bir ailede dünyaya gelmiş. Daha çocukken yaşıtlarını, talebeyken de hocalarını keskin zekâsıyla, atılganlığıyla, dürüstlüğüyle, doğruluğuyla şaşırtmış, durmuş. Bir Allah vergisi midir, nedir, kademe kademe sınıf geçmek ona vız gelir. Hep alâcı, hep sınıfın birincisidir. Hattâ, iki sınıfı bir yılda yuvarlamak bile onun işi. Diyorlar ki, bazı hocalar, küçük Mehmet'in zekâsından ürktükleri için onun bulunduğu sınıfa girmekten kaçınıyorlarmış. Bu kadarı da olmaz ya demeyin! Oluyormuş işte!
Hafız Hüseyin oğlu Mehmet diyorlarmış kendisine. Okumaya düşkün, ilme susamış, Müslümanlığa âşık, ama yazmaya tutkun olduğu için ve belki de yıldızlarla boğuşacak fikirleri olduğu için Mehmet Fikri olarak ün yapmış şu kısacık yaşam parçasında. Hırsında İstanbul'da, Mısır'da okuyup ilmin zirvelerine ulaşmak varmış her zaman. Ama felek öyle bir oyun oynamış ki, Mehmet'in zirvelerde değil, orta sıralarda bile okumasına mani olmuş. Bunun adı da sarsılan sağlıktır.
Mehmet Fikri, sağlığına "boş verip" zirveleri kendi kurmaya çalışmış ve bunda yeteri kadar muvaffak olmuştur diyebiliriz. Onun, talebelik yıllarında, özgürlükçü şair Mehmet Akif Ersoy'dan esinlenerek olgun şiirler yazmaya başladığını biliyoruz da, çocukken uyaklı (kafiyeli) konuştuğunu taze öğrenmiş oluyoruz. Şöyle ki, bir kış gününde kaldırımdan yürürken düşüp kalktığı anda, yanındakilere şöyle demiş:
"Vah şu şeytanın kaldırımı,
Az daha kırıyordu baldırımı..."
Şimdi, kısaca özetleyelim: Mehmet Fikri, köy okullarında hocalık yapmış, çeşitli yerlerde müezzinlik görevinde bulunmuş, şiirler, makaleler yazmış, gazetelerde başmuharrirlik yapmış... Ve bütün bunları öyle yapmış ki, Müslüman'ı da, Hıristiyan'ı da kendine hayran bırakmış. Şiirleri, makaleleri, fikirleri günümüze tıpa tıp uyuyor. Gafletten uyanmak için Türk gencini şaşırtıcı bir dille uyarması ne kadar da büyük bir cesaret! Hayatın haksızlıkları, Türk insanının pasifliği, cehalet ve umursamazlık onu o kadar üzmüştür ki, bir şiirinde esefle şöyle demiştir: "...
Görmeseydim keşke kahpe dünyayı,
Ne olurdu ya Rab, âmâ olsaydım !...
Çekmektense bunca kahpe yarayı,
Ne olurdu, çiçekken solsaydım... "
Ama Mehmet Fikri, Türk gencine "korkma, yürü, ümidisin milletin... her maniyi yıkar, ezer himmetin..." demeyi de bilir eninde, sonunda.
Mehmet Fikri’yi olduğu gibi anlamak ve anlatmak zor. "O bir devdir” diyor şimdiki aydınlarımız. 1941 yılında, 33 yaşında hayata gözlerini yumduğunda, M. Fikri için çok şeyler söylendi, çok ağıtlar yakıldı. Hem de Türkiye'de, Balkanlar'da... Onlardan sadece bir Türk büyüğümüz Osman Keskioğlu'nun sözünü hatırlamak yeterli bence. Keskioğlu, "Mehmet Fikri'nin ölümü, fikrin ölümü" diye yazmıştır. Başka yoruma gerek var mı bu ifadeden sonra?! Ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz, değil mi?!
Bu Fikri unutulmaz! Bu Fikri hatırlanır, okunur ve hem örnek, hem de cesaret alınır ondan! Türk insanının, Türk gencinin parlak bir yıldızıdır o çünkü...
Bunu, geçenlerde, Omurtag'da yapılan bir anma töreninde çok iyi anlamış olduk.
Aşk olsun, Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü'nün öncülüğüyle Omurtag belediye idaresi, Omurtag "Şafak" okuma evi yönetimi ve Tırgovişte Bölge Müftülüğü hep birlikte almış oldukları bir kararla, Omurtag belediyesi halkına çok muhteşem bir kutlama töreni yaşattılar. Mehmet Fikri'nin hayatı, gazeteciliği, şairliği ve fikirleri hakkında söz alıp konuşan Başmüftü Yardımcısı Vedat S. Ahmed, Doç. Dr. İbrahim Yalımov, Dr. İsmail Cambaz, şair, gazeteci ve okutman İsmail Çavuşev, salonu doldurmuş dinleyiciler tarafından ne kadar beğenildiler, sevildiler, bilemezsiniz! Kürsüde söz alıp heyecanlı konuşmalar yapan ve kendi şiirlerini okuyan şairlerimizden Ali Bayram, Mustafa Çete, Nurten Remzi, Fevzi Ömer ve başkaları da ona keza. Velhasıl, Omurtag Omurtag olalı bir Türk büyüğü hakkında bu derecede düzenli bir organizasyon gerçekleştirmemiştir her halde. Bunun için başta Tırgovişte Bölge Müftüsü Hacı Enver Yahya olmakla Suat Mustafa ve Mustafa Raşit kardeşlerimize de tebrikler olsun diyoruz! Ama en önemlisi neydi, biliyor musunuz? Söyleyeyim:
Mehmet Fikri'nin vefatıyla ölmüş olan fikir, bu organizasyonun ardından yeniden uyanıyor, hayat buluyor gibi geldi bana. Tören sonrasında konuştuğum gençler ve yaşlılar, hep bir ağızdan şöyle diyorlardı: "Bu adam (M. Fikri) bizi gerçekten gaflet uykusundan uyandıracak! Yazık ki, onu şimdiye kadar tanımamışız. Onu okumak, içimizde uyuyan aslanı uyandırmak gibi bir şey yani..."
Ve bir gencin mırıldandığını duydum:
"...Yeter artık hu mezellet, cehalet!
Senden artık uzak olsun atâlet!...
Uyan! Uyan! Bu girdaptan uzaklaş,
İlerleyen milletlere koş, yaklaş...
Her milletin gençlerindedir rehberi,
Sen de durma, haydi atıl ileri!..."
Evet, ben de buna "Fikrin Uyanışı" demekten başka ne diyebilirim ki?!...
Ne mutlu bize!...
100. Yıldönümünde Mehmet Fikri'nin Hayatı ve Eserleri Konferansı’nın teklifleri:
1. Mehmet Fikri'nin Omurtag'ta yaşadığı evin sokağına "Mehmet Fikri" adı verilsin.
2. Omurtag Belediyesi’ndeki bir okula Mehmet Fikri'nin adı verilsin.
3. Konferansta sunulan bildiriler Omurtag Belediyesi’nin desteğiyle kitap halinde basılsın.
4. Omurtag'ta Mehmed Fikri adına "Fikir" adlı dergi yayınlansın.