25 Mayıs 2012 Cuma

NEVROKOPLU MEHMET BEHÇET PERİM'İN İKİ ESERİ DAHA KİTAPLIĞIMIZA EKLENDİ


NEVROKOPLU MEHMET BEHÇET PERİM'İN İKİ ESERİ DAHA KİTAPLIĞIMIZA EKLENDİ

Hayattan İlhamlar, Eskişehir 1951, 60 Sayfa
İçindekiler:
Tolerans
Hafiye
Yeşil Kurbağa
Müzik dersi
Kral ve neferleri
Milli müellif nasıl olur?
Yunus'un diyarında
Efendi köylü
Moskoflar hazırlanıyor
Kore zaferi
Arif'i anarken
Göçmenler gelirken
Hataylı

Görüşler ve Duyuşlar, Edirne 1935, 160 Sayfa
İçindekiler:

İki söz ve bir deneştirme
Ne yapacaksın bozayı?
Dam insanları..
İçki ve kumar
Hakiki bir Türk
Hepimiz böyle olmalıyız
Soy adı alırken
Okuyan Türk köylüsü
Asker kokusu
Amirle memur
Bir ders daha
Gönül birliği
Esnaf terbiyesi
Çiftçi
Yurdumun değerli kızlarına
Yurdumun sayın aydınlarına
Türkler ve Avrupalılar
Kitap ve gazete
İhtikar savaşı
Erbap adam
Nüfus meselesi
Bir adam 25 liraya
Bayram hediyesi
...
...

Not: Kitapların PDF versiyonunu elde etmek isteyenler bulgaristanalperenleri@gmail.com mail adresinden bizimle irtibata geçebilirler. BTG

27 Nisan 2012 Cuma

Bulgaristan'dan Bir Güzel Haber "Ahmed Davudoğlu Vakfı"

Bulgaristan'dan Bir Güzel Haber "Ahmed Davudoğlu Vakfı"

Vedat S. Ahmed
Bulgaristan Müslümanları arasından bir grup idealist genç 2001 yılının son aylarında “Ahmed Davudoğlu Dostluk ve Kardeşlik Vakfı"nı kurdular. Son dönemin başta gelen İslâm alimlerinden – Bulgaristan’da ve Türkiye’de hayırlı hizmetlerde bulunmuş olan - merhum Ahmed Davudoğlu’nun (1913-1983) adına kurulan vakıf ilk defa 20. 06. 2002 tarihinde başkent Sofya’da tanıtıldı.
Büyük bir katılımla gerçekleşen tanıtma toplantısına iştirak eden davetliler arasında Bulgaristan Müslümanları Başmüftüsü Selim Mehmed, Yüksek İslâm Şurası Başkanı Mustafa Hacı, Türkiye Diyanet Vakfı Bulgaristan temsilcisi Dr. Aydın Topaloğlu, Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü Rektör-Yardımcısı Hüseyin Çitak, Hak ve Özgürlükler Hareketi milletvekili ve parlamentodaki İnsan Hakları ve Dinler Komisyonu Başkan-Yardımcısı Ahmed Hüseyin ve yerli münevverler de bulunuyordu.
Toplantının açılışından sonra sözü alan vakıf başkanı Basri Zilâbid vakıfların ehemmiyeti, yeni kurulan vakfın amaçları, gelir kaynakları ve sekiz ay zarfında yapılmış olan hizmetler hakkında genişçe bilgi verdi ve birkaç ay sonra Müslüman kadro yetiştirmek için Filibe’nin Ustina köyünde faaliyete geçecek olan eğitim merkezinin müjdesini verdi.
Vakfın iyi hizmet verebilmesi için Başmüftü Selim Mehmed Efendi, Başmüftülük olarak ellerinden gelen yardımı esirgemeyeceklerini bildirdi. Başmüftü “Bizim tasarlayıp da yapamadığımız bazı hizmetleri bu yeni kurulan vakfımızın gerçekleştireceğine inanıyorum” diyerek sevinç ve memnuniyetini belirtti.
Daha sonra söz alan Dr. Aydın Topaloğlu ve Hüseyin Çitak gerek Türkiye Diyanet Vakfı’nın, gerekse Yüksek İslâm Enstitüsü’nün “Ahmed Davudoğlu Vakfı” ile şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da birlikte çalışmaya hazır olduklarını ifade ederek vakfın kuruluşunu tebrik ettiler.
Hak ve Özgürlükler Hareketi parlamenter grubu adına konuşma yapan Ahmed Hüseyin, bu gibi vakıfların ecdadımızın yiyecek lokmasını hibe ederek kurdukları hayrâtı yeniden eski haline getirmede büyük katkılar sağlayacağına inandığını ve bu yeni vakfın Müslüman halktan kendilerine gelen hayır eserlerinin harap olmasına dair yüzlerce şikayetin bertaraf edilmesini temenni etti.
55 yıl önce merhum Ahmed Davudoğlu Hoca'nın öğretmenlik ve müdürlük yapmış olduğu Şumnu Medresetü’n-Nüvvâb okulunun hal-i hazırdaki müdürü Hasan Salim, alim ve fazıl bir zat olan Ahmed Davudoğlu’nun hayatını ve eserlerini çok öz bir şekilde misafirlere tanıtarak, vakfımızın böyle ender şahsiyetlerin yetişmesine vesile olması dileğiyle konuşmasını bitirdi.
“Ahmed Davudoğlu Dostluk ve Kardeşlik Vakfı” tanıtma toplantısının son konuşmacısı Ahmed Davudoğlu Hoca’yı bizzat tanıyan ve kendisiyle birlikte hayatının en acı günlerini paylaşan Yusuf Kerim Hoca idi. Seksen yaşını aşan Yusuf Kerim Hoca, bir zamanlar okuduğu okulun müdürü Ahmed Davudoğlu ile birlikte Sofya Divan-ı Harbi’nde yaşadığı hapis günlerini yaşlı gözleri ve titreyen sesi ile dinleyenlere anlattı. Kurulan vakfın her zaman kendisine o acı günleri hatırlatacak olmasına rağmen, Müslüman halkın yararına olacağı için sevinç duyduğunu ifade etti. Tanıtım Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencilerinin hazırladığı birbirinden güzel ilahi, ezgi ve türkülerle sona erdi.
Yüce Allah’ın yeni kurulan vakfımızı hayır yarışında muvaffak kılması duasıyla...
Kaynak: Altınoluk Dergisi
2002 - Eylul, Sayı: 199, Sayfa: 019

FERACESİZLEŞTİRME

Feracesizleştirme
Dr. İsmail Cambazov
1950'li yıllarda Müslüman kökenli Türk aydınları, hala ateizm propagandasının dışında kalmaya çalışıyorlar, ona aktif olarak katılmıyorlardı. Katılanlar ise, Rafiev İslamiyet hakkında şöyle diyor, Mizov filan kitabında şunları ya¬zıyor, bunları yazıyor diyerekten kendi fikirlerini söylemekten çekmiyorlardı. Parti buradaki taktiği anlamakta gecikmedi. Sofya'daki Türkçe basın-yayında çalışan Nüvvablıları bir gün BKP Merkez Komitesine topladılar. Selim Bilâl, Sabri Demir, Hafız Akif Solak, Lütfi Demir ve İsmail Cambazov. Dimitır Genov (Rafiev'in yardımcısı), bize Merkez Komitesinin İslamiyet hakkında bir kitap çıkarmak istediğini, bu kitabı da İslamiyeti en iyi tanıyan Marksist Nüvvablıların yazmasını kararlaştırıldığını bildirdi. Kitaba girecek olan konuları o verdi, biz de aramızda taksim ettik. Kitap "İslam Hakkında Konuşmalar" başlığı altında Türkçe ve Bulgarca yayınlandı (1962). Bizim kitapta ayrı ayrı konular işlendiği için konuşmacıların işine çok yaradı. Bir konuşmacıdan namazlar aleyhinde konuşması mı isteniyor, alıyor Sabri Demir'in yazısını doğrudan okuyor toplantıda. Bayramları mı eleştirilmesi isteniyor, kitaptan benim yazıyı alıp okuyor.
Fakat bu kitapta biz sadece beş altı Nüvvablı söz alıp fikrimizi söyledik, ya diğer Nüvvablılar? Onları da "Yeni Işık" gazetesi yakaladı. Çarşaf gibi yazılarla dinden nasıl vazgeçtiklerini anlattırdı. Sonra sıra imamlara, hocalara geldi.

Ateist propaganda, bu minval üzere giderken bir gün caminin önünde Başmüftü Efendi ile karşılaşıverdik. Çok üzgün görünen Akif Hoca hal hatırdan sonra bana şu fıkrayı anlattı:

- Nasrettin Hoca bir gün bir köye uğramış. Köpekler saldırmışlar. Avludan bir süven (kazık) çıkarıp kendisini savunmak iste¬miş, fakat toprak don olduğu için, süveni çıkaramamış. Bunun karşısında:

- Köpekleri salmışlar, süvenleri bağlamışlar, bu köyün geleceğinden korkarım diyerek geçip gitmişti.

Çok geçmedi, kitaplarla gazetelerle yapılan yazılı propagandadan pratiğe geçildi. Güzelim, renkli halk törelerinden dini hesap edilen (addedilen) tüm unsurlar ayıklanıp atıldı. Baştan setr-i avrettir [BTG'nin notu:tesettür/hicab kastediliyor] (kadının örtünmesi) diyerek kadın elbiselerine saldırdılar. Sosyalist kadına öcü gibi çarşaf, bürgü, ferace arkasında güzelliğini gizlemek yakışmıyormuş. Bunlardan vazgeçmesi lazımmış. Bu da ineğin sütünü azaltıyor, ya da tamamıyla durduruyormuş. Böylece Müslüman kadının yeri buğday, mısır tarlasında, harmanda imiş!

Başladı bir "Feracesizleştirme" kampanyası perdesi altında kıyafet reformu. Analarımız bacılarımız 5-6 ay içinde soyuk soğana dönüştürüldü. İnat edenler kooperatif bloklarına [geniş tarlalar] işe alınmadı, otobüslerden indirildi, mağazalardan alış-veriş yapmalarına müsaade edilmedi. Zora dağlar dayanamamış. Açlığa dayanılır mı? Müslüman kadınlar Bulgar kadınlardan çok daha modern oldular. Köylü Bulgar kadının önlüğü, beyaz yaşmağı bir kimsenin dikkatini çekmiyordu. Ama Türk kadını yaşmak taşıyamazdı. Çünkü yaşmak hem milli hem dini kıyafetin bir göstergesi idi.

Aynı yöntemlerle erkeklerin aba poturu, fesi sarığı da gitti. Köylerde aba poturlu, babaç kuşaklı, kuzu kalpaklı sadece Bulgarlar kaldılar. Türklere kuzu kalpağı, baret de yasak edildi. Meğer onlar da Türklük simgesi imişler. Güler misin, ağlar mısın?

Zoraki (Dobrovolno, zorlovolno) olarak bu kıyafet reformu yapıldı. Bu reforma karşı Baş müftünün bir tepkisini görmedim. Arşivlerde "Setri-avret farz değildir. Kadınlarımız modern giyinerek de Müslümanlıklarını muhafaza edebilirler" diyen bir fetvasına, genelgesine rastlamadım. Ancak imamları, bölge müftülerini bu işlere koştuklarını biliyorum. İmamlar baştan kendi kanlarını, kızlarını açmaya mecbur edildiler, sonra da komşu kadınlara, fistanla da, açık başla da namaz kılınabileceğini, Müslüman kalmak mümkün olabileceğini söylettiler.

Rahmetli Razgrad Müftüsü Hafız Osman anlatıyordu.

- Vatan Cephesinden geldiler. "Feracesizleştirme kampanyasında yardımımı istediler. Telefonu aldım. Baş müftüye sordum. Durumu idare et, böyle şeyler sorma bana, dedi. Ben de ne yapacağımı düşünürken Allah'tan Ankara radyosu yetişti yardımıma. Oradan Diyanet İşleri Başkanlığında çalışan bir hocanın vaazını dinledim. Hoca "Setr-i avret imanın şartlarından değildir. Açık kadın da pek alâ Müslüman olabilir, dini vecibelerini yerine getirebilir" dedi. İçim ferahladı. Köy toplantılarında hep bunu anlattım. Bir de müftülükte imamları topladım ve kampanyaya yardım etmeleri emrini verdim. Allah günahımı afetsin.

Kadınlarımıza, hele de köylü kadınlarına, erkeklerine anadan babadan alıştıkları geleneksel kıyafetlerini değiştirmek çok ağır geldi, fakat bu işin dayatmakla olmayacağını görünce sineye çektiler. Kıyafet reformundan sonra halkın düğün, doğum geleneklerine el atıldı. Hacı hoca takımı bu iki yerden de kovuldu. Kanunen serbest olan dini nikâhlar yasak edildi. Yaptıran da yapan da cezalandırıldı.
Kaynak: Müslümanlar Dergisi (Bulgaristan), Nisan 2012 sayısı.

18 Nisan 2012 Çarşamba

Sofyalı Bali Efendi Türbesi’nde Bir Hatıra

Bali Efendi Türbesinin
Sofya kvartal Knyajevo'da
bulunduğu yer
Sofyalı Bali Efendi Türbesi’nde Bir Hatıra

Basri Zilabid

2006 yılındaydı Sofyalı Bâli Efendi Sempozyumu’ndan sonra BNT den bir programcı hanım "Ağustos ayı başlarında burada insanlar toplanıyor, türbeyi ziyaret ediyorlar ben de çekim yapmak istiyorum" demişti. O gün türbe kapısını açabilir misiniz... diye benden ricada bulundu. Ben de "yetkili olmamakla birlikte yakındaki fırıncıdan anahtarı temin eder, açarız" dedim. Çünkü anahtar Türkiyeli bir işadamının işlettiği fırında duruyordu.

Tarih yaklaşınca yanımda çalışan Aytoslu Beyhan Mehmed kardeşimle türbeyi bir ziyaret edelim dedik. Bir de baktık kilise bahçesindeki büyüyen otları papazlar biçtirmiş, arka tarafta kalan türbe çevresindeki diz boyu otlar olduğu gibi duruyor. Bu böyle yakışık almaz dedik ve Banyabaşı Camii’ndeki görevli arkadaşlara kosaları [tırpanları] olup olmadığını sorduk. Olumsuz cevap alınca Knyajevo’daki dükkanlardan iki orak satın aldık, oradaki otları iki üç saat çalışmayla güzelce kesip bir kenara topladık. Orakları da türbenin içine bir köşeye koyduk ki, daha sonra tekrar lazım olduğunda kullanılsın diye...

Gün geldi çattı… Hafızam beni yanıltmıyorsa 5 veya 6 ağustos olacak... Sofya'dan, İhtiman'dan, Kostinbrod taraflarından Çingeneler gelmeye başladı. Biz kapıyı açtık, televizyon için program hazırlayan Bulgar hanım benimle kısa bir röportaj yaptı daha sonra ziyarete gelenlere mikrofonu uzattı. Onların duygu ve düşüncelerini aldı.

Gelenlerden yaşlı bir dede bana:

-"Oğlum, biz her sene buraya geliriz ama hiç açık bulamayız, çok sağ olun, var olun!" dedikten sonra tabeladaki "Bali Efendi" ibaresi gözüne ilişti "biz onu Ali Baba" biliyorduk, dedi. Evet yıllar yılı terk edilmiş, bir kitabesi bile olmayan bu türbede yatan büyük Halveti Şeyhi Bali Efendi, zamanla Ali Baba olmuştu.

Türbeyi ziyarete gelenlerden birkaç aile arabalarından mangalları kasalarla biraları indirmeye başladılar, belli ki burayı içkili piknik alanına çevireceklerdi. Biz neye uğradığımızı şaşırdık. Buna nasıl engel oluruz diye düşünürken

-Burada ateş yakmak tehlikeli olabilir, kilise yetkililerinden izin aldınız mı? Deyiverdim. Papazların buna izin vermeyeceklerini zannederek… Tam o sırada genç papaz göründü. Çingene hemen yanına koştu ve:

-Papaz efendi, mangal yakabilir miyiz? Diye sordu. Papaz:

-Dikkatli olun, yangın çıkarmayın yeter, giderken iki bira da bize bırakın demez mi!

Biz, Kanuni Sultan Süleymanla mektuplaşmış bu büyük zatın ruhuna birer Fatiha ve üçer İhlas göndererek oradan ayrıldık.
Not: Bali Efendi Türbesi, Sofya’nın banliyösü olan Knyajevo semtindeki ana yol üzerinde bulunan Sveti Prorok İliya Kilisesinin hemen arkasında bulunmaktadır. 

17 Nisan 2012 Salı

SOFYA'DA NURİ TURGUT ADALI ANILDI

Bu akşam Sofya'daki Bulgaria otelinin salonunda güzel bir etkinlik düzenlendi. Timur Bey ve Sevda Hanımın hazırlayıp sundukları Nuri Turgut Adalı'yı Anma Gecesi duygulu anlara sahne oldu. Bulgaristan Türklerinin Kahramanı Gazi Nuri Turgut Adalı'nın hayatı ve davası anlatıldı. Aynı zamanda dertli bir şair olan mücahidimizin şiirlerinden de örnekler sunuldu. Kaynak: Vedat S. Ahmed/Facebook
DELİ
Dokunma diyorlar, suya sabuna.
Bakma etrafına, gir sen kabına.
Başkaları için ağlayan gözler,
Her yerde tüm hakkı savunan sözler,
Yıldırım kesilir üstüne döner.
Bu zulmette bakma olmaya fener!
Fırtınalar kopar hep söndürürler,
Hakkı haykıranı her an döverler.
Az mı dayak yedik bu yüzden gafil?
Bir ömür boyu hep sen kaldın cahil!
Aç gözünü artık yeter bu uyku,
Ara şu felekte sakin bir kuytu!
Gizlice orada ör çorabını.
Yeter artık kapat şu Hak bâbını!
O yoldan gidenler hep harap oldu.
Yaz bile gelmeden gülleri soldu.
Nasibini al sen cennet dünyadan,
Yeter bahsetme şu bomboş hülyadan.
Hayaller, emeller hem çoktan öldü,
Senden evvel kabre onlar gömüldü!
Aldandın, aldattın sen etrafını,
Kederle doldurdun her tarafını.
Yakınlara miras kaldı kederler,
Hakkı savunana "bir deli" derler
Ko deli kalayım değilim pişman,
Bence delilerde kalmıştır iman...
Ne kadar istesem olamam veli,
Vahşi kalmaktan olayım deli...

Nuri Turgut Adalı

2 Nisan 2012 Pazartesi

SOFYA HATIRALARI, MEHMET BEHÇET PERİM

Mücadeleci, gazeteci, yazar ve şair Nevrokoplu Mehmet Behçet Perim'in 1947 ve 1949 yıllarında iki kısım halinde yayınladığı hatıraları tekrar gün yüzüne çıktı ve okuyucuyla buluştu. BTG Editörü Basri Zilabid tarafından yayına hazırlanan ibret ve ilginç olayları içeren Sofya Hatıralarını zevkle okuyacağınızı umut ediyoruz.
 
Kitap 132 sayfadan oluşmaktadır. Ücreti: 5,00 TL'dir. Baskısı tükenmiştir, satılan PDF versiyonudur. Satın almak isteyenler bulgaristanalperenleri@gmail.com mail adresine kitabı satın almak istediklerini bildirdikten sonra kendilerine bir banka hesap numarası verilecektir, ücret bu hesaba yatırılacak, akabinde alıcının mail adresine gönderilecektir. 

Kitabın arka kapağından:
Bundan seneler evvel arkasında torbası, sırtında abadan camadanı ile poturu bulunan bir genç, Garbi Trakya'nın Kırca Ali Kasabasındaki geniş kahveye giriyordu. Yanında beyaz sarıklı bir zat vardı. Bu da Trakya’nın en münevver uzuvlarından olup o tarihlerde Daimî Encümen Azası bulunan dayım Hasan Sabri idi.

Hasan Sabri, bu poturlu ve camadanlı arkadaşını bana “Mehmet Behçet” diye takdim edince tuhaf bir haleti ruhiye içinde kalmıştım. O sene Kırca Ali Rüştiyesinde öğretmen idim. Mehmet Behçet adını babamdan [Hasan Vehbi Rodoplu] işitmiştim. Trakya müdafaası sonunda Bulgaristan’a iltica eden Cafer Tayyar kıt'alariyle birlikte Sofya'ya gelen bu zat, o günlerde Sofya'da bulunan şimdiki Kırklareli Müftüsü babamla bir otelde görüşmüşlerdi. Babamla aralarında çok samimane bir dostluk teessüs etmiş olmalı ki babam kendisini, kendisi de babamı daima takdirle ve sitayişle anarlardı. Bu suretle kaleminden millî heyecanlar duyarak istifade ettiğim bu zatı apansız karşımda görünce içimde anlatılmaz bir sevinç ve ürperme duymuştum.

Perim dağlarının yetiştirdiği bu ateşli genç, Bulgaristandaki Türk Milletine kalemiyle ve dili ile çok önemli hizmetlerde bulunmuş olduğu için Kırca Ali'de kaldığı müddetçe yanından hiç ayrılmamış ve geceli gündüzlü devam eden konuşmalarını derin hayranlıklarla dinlemekten haz duymuştum.
Re'fet Rodoplu
Lüleburgaz "Özdilek" Gazetesi, 1947

31 Mart 2012 Cumartesi

30 Mart 2012 Cuma

BAYRAKÇILAR


Dr. İsmail CAMBAZOV
Sofya
Geçen asrın 70’li yıllarında bir bayrakçılık modası aldı yürüdü. Başı Razgrad çekti. İşine gücüne giden memurlar, işçiler bir sabah bazı camilerin minarelerinde sallanan ay yıldızlı Türk bayrakları gördüler. Bazıları da elektrik direklerine asılmışlardı. Görenler şaşıp kaldılar desem az. Soğuk savaşın en ağır yıllarında, Türkiye tarafına kuş dahi uçurtulmadığı dönemlerde “barışçı sosyalist Bulgaristan”ın baş düşmanı, saldırgan, harpçı Amerikan emperyalistlerinin Yakın Doğuda’ki candarması Türkiye’nin bayrağını “Deliorman’ın başkenti Rasgarad”a kim asmıştı?
İşte bu meseleyi araştırıp bulmak için BKP (Bulgaristan Komünist Partisi) Merkez Komitesi beş kişilik bir komisyon kurarak Razgrada gönderdi.

KOMİSYON TUTUKLANDI

Cebimizde Merkez Komitesi Sekreteri Venelin Kotsev tarafından imzalanmış olan görev belgeleri olduğu halde Sancak Parti Komitesinin kapısını çaldık. Ancak birinci sekreter köyleri dolaşmaya çıktığından benim önerim ile doğrudan Milis Müdürlüğüne gittik. Kapıcı şefe haber verdi:

- Merkez Komitesinden bir komisyon var.

Şef bizzat kendisi aşağıya inerek bizi odasına çıkardı. Hoşbeşten sonra ben ziyaretimizin sebebini anlattım ve bayrakları bize göstermesini istedim. Herif, burada böyle bir şey olmamıştır. Olayı ben ilk defa sizden işitiyorum. Tabii çeşitli kaynaklardan bilgi edinen Parti her şeyi bilir, ama bizim bu işten haberimiz yok demesin mi! Hem de sadece demekle kalmayarak bizi komşu odaya geçirerek:

- Sekreter yoldaş köylerden dönünceye kadar burada benim misafirim olarak kalacaksınız, diyerek bizi düpedüz tutukladı. Protesto ettik, bizi Venelin Kotsev ile bağlatmasını istedik.

- Benim şefim sadece İçişleri Bakanı Dimitır Stoyanov yoldaştır, sadece onu dinlerim.

- Şu halde Dimitır Stoyanov yoldaş ile bağlat bizi.

- Telefonum çalışmıyor.

Çaresiz üç-dört saat tutuklu kaldık Razgrad Sancak Milis Müdürlü ğünde. Bereket, sekreter gittiği yerden dönmüş olacak ki bizi milisten aldırdı.

Sekreter bizim ne için geldiğimizi anlayınca hemen milis şefine telefon etti ve bayrakları getirmesini istedi. Masanın üzerine çeşitli büyüklükte 11 bayrak serildi. Hepsi pırıl pırıl, insan eli dokunmamış, fabrika ürünü.

Komisyon dilini yuttu. Ne dersin! Her şey meydanda. Biz uyurken düşman çalışmış, emekçi, çalışkan, barışçı halkımızı şaşırtmak, parçalamak için gelmiş, burnumuzun dibine bayrağını dikmiş.

Fakat şeytanın işi yok, beni fitledi. Milis şefine şöyle bir soru yönelttim:

- Bu sıralarda Razgrada veya Deliormana Türkiyeden gelen giden var mı?

- Yok.

- Batı Almanya’dan Türkiye’ye geçen işçilerden “yolunu şaşırıp” da Deliorman’a sapan var mı?

- Şoselerde nöbet tutan trafik milisi herkese doğru yolu gösteri yor.

- Öyle ise bu bayraklar Rayna Knâginâ’nın göz nuru, el hüneri ile kör kandilin aydınlığında gecelikle diktiği Nisan ayaklanması bayrağı değil. Hepsi tam bir fabrikasyon. Herhalde gökyüzünden uçak veya helikopter ile atılmış olacaklar ki, kimisi cami minaresine düşmüş, kimisi elektrik dire ğine takılmış. Kim bilir daha ne kadar da sokaklara düşüp dağılanlar var!

- Ne demek yani? Sen bu bayrakları görmüyor musun? Düşmanlar tarafından buralara asıldıklarına inanmıyor musun?

- Hem görüyorum, hem de düşmanın eline nereden ve nasıl geçtiklerini anlamaya çalışıyorum. Tartışma uzadı. Sonra ben komisyonun yerinde hazırladığı tutanağı imzalamadım. Bundan sonra da beni artık böyle komisyonlara katmadılar.

İSMET HOCANIN TELAŞI

Razgrad köylerinden halim selim bir Nüvvab arkadaşım vardı. Adı İsmet Bekir. Okulu

bitirdikten sonra yollarımız ayrıldı. Memleketin dörtbir tarafına dağıldık. Kimimiz öğretmen olduk, kimimiz hoca, bazımız da gazeteci. Hayat bizi yıllardan sonra “Yeni Işık” gazetesinde karşılaştırdı. Аnсак İsmet Bekir Sofya’da fazla tutunamadı. Razgrad’a döndü. Çok geçmeden Deliorman’a Bölge Müftüsü atandığını işittim.

İşte bu Razgrad Müftüsü senelerden sonra Sofya’ya gelerek beni buldu. Sıkıntılı, telaşlı bir durumu vardı. Kendisini üzen bir şeyler paylaşmak istediğini derhal anladım.

- Arkadaş patlıyorum, sana bir şeyler anlatacağım, ama gayet büyük bir sır. Hiç bir kimseye söylemeyeceğine yemin billah et.

- Ne yemini istiyorsun? Sen de ateist, ben de. Allah bizim gibisinin yeminini kabul eder mi?

- Mesele hiç de senin anladığın gibi değil, bak anlatayım da gör. Razgrad’ta müftülük caminin avlusunda bulunur. Bir gün fazla işim çıktı, geç vakitlere kadar çalıştım. Dairemden çıkarken gözüme ilişti. Karşıdaki camiin kapısı açık. İmam yatsı namazını kıldırdıktan sonra camii açık bırakmış gitmiş, diye canım sıkıldı. Kapıyı kilitledim, çıktım sokağa. Mübarek ay etrafı öyle bir aydınlatmış ki, aç kitap oku şavkında. İçim ferahladı. Geniş bir nefes alarak şöyle etrafıma bir bakındım. Minare gözüme ilişince soluğum durdu. Şerefede büyük bir Türk bayrağı sallanıyor. Bir kaç dakika ne yapacağımı düşündüm. Aklıma ilk gelen şey milise haber etmek oldu. Hemen bir cip dayandı camiin önüne. Milisler Türk bayrağını görünce silahlarını doldurdular. Benim tabancam camiin anahtarı. Açtım kapıyı, daldılar içeri. Fakat minare kapısına giderken önümüzde bir takım karaltılar gördük. Milisler hemen üzerlerine atıldılar. Tekme tokat kıskıvrak bağlayarak ellerine kelepçe vurdular. Attılar cipe.

Allah’tan olacak, minareye bayrağı asan bu iki kişi, benim tesadüfen görüp de kilitlediğim camiin içinde kalmışlar. Nasıl çıkarız filan diye düşünürken de milisler gelip bastırıverdi. Milisler bana teşekkür ettiler, holiganları alıp gittiler.

Tam eve vardım, yatmak için soyunmaya başladım, telefon çaldı. Karşıda Sancak Milis Müdürlüğü şefi.

- Müftü yoldaş, geç olmasına rağmen hemen sizinle görüşmemiz icap ediyor. Arabayı gönderiyorum, lütfen beş dakika için geliniz buraya.

Bunlar bayrağı benim astığımı zannederek tutuklamak için çağırmasınlar korkusu ile indim aşağıya.

Miliste şef, parti sekreteri beni ayakta karşıladılar. O sarmaş dolaş olmaklar, elimi yüzümü öpmekler değme gitsin. Birinin kucağından kurtuluyorum, ötekisinin kucağına düşüyorum. Вen bu holigan bayrakçıların tutuklanmalarına sebep olmakla çok büyük patriotik bir görev ifa etmişim, en yüksek dereceli devlet nişanı almayı hak etmişim. Gösterdiğim uyanıklık ile ne kadar sosyalist bir patriot (vatansever) biri olduğumu sadece sözle değil, fiiliyatta da kanıtlamışım... Daha neler neler!...

En nihayet halâ daha ayakta olduğumuzun farkına vararak masa başına oturduk. Milis şefi konulmaya başladı:

- Müftü yoldaş, sen çok büyük bir iş yaptın. Görüyorsun seni öveсеk kelime bulamıyoruz. Ancak bu işin başka bir tarafı da var. Etraf bunu duyarsa biz çok güç durumda kalırız. Hele de Sofya’nın kulağına varırsa yandığımız gündür. Bunun için biz sana rica ediyoruz. Sen bu işi yatak arkadaşın ile bile paylamayacaksın. Biz o holiganları yakında da mahkemeye vererek cezalandıracağız.

- Olur, paylaşmam.

- Sizin gibi patriottan bаşka bir cevap beklenmez ya, ama gene de teşekkür ederiz. Formalite ama bizim için gerekli. Size şu deklarasyonu imzalamanızı teklif ediyoruz.

Bir baktım, imzalamak için önüme sürdükleri deklarasyonda filan tarihte gördüğüm olayı hiç bir kimseye söylemeyeceğime yemin ediyorum. Söylediğim takdirde askeri ceza yasasının bilmem kaçıncı maddesinde, devlet sırrı kanunun şu şu fıkralarında öngörülen hapis cezasına çarptırılacağım bildiriliyordu.

Bu korkunç metnin üzerinde pek de fazla durmadan imzaladım. Mahkemeyi merakla beklemeye başladım. Fakat bir gün çarşı pazar gezerken bizim camide tuttuğumuz o iki bayrakçıya rastlamayayım mı? Gözlerime inanacağım gelmedi. Hemen koştum milise. Şef bana hiç merak etme. Onların ifadeleri alındı. Geçici bir zaman için serbest bırakıldılar. Mahkeme bir ay sonra çıkacak. Hak ettikleri cezayı fazlasıyla alacaklar, dedi. Şefin o kadar samimi anlattıklarına inandım. Vicdan huzuru içinde milisten çıkarken o iki iti Müdürlüğe girerken görünce ayaklarım kesildi, kafam zonklamaya başladı. Demek o bayrağı asanlar... diye düşünmeye başladım.

1987 yılında bir görevle gittiği Fas’ta Hakk’ın rahmetine kavuşan saf arkadaşım o provokatörlerin mahkemesini halâ bekler durur.

Kaynak: “Müslümanlar” Dergisi, Şubat sayısı, Sofya 2012

9 Mart 2012 Cuma

ULUSLARARASI SEMPOZYUM: MEDRESELER

MEDRESELER ULUSLARARASI SEMPOZYUM
Muş Alparslan Üniversitesi - İlahiyat Fakültesi

Tebliğ Özetlerinin Son Teslim Tarihi : 15 Mart 2012


1. Medreseler: Kavramsal Çerçeve-Tarih

i. Kavramsal çerçeve (Medrese, mele, mir, molla, seyda, fakih, şıh, pir, ahund vb. kavramların tahlili)
ii. Coğrafî bölgelere dağılımı açısından medreseler (Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Karadeniz, İç Anadolu Medreseleri vb.)
iii. Mezhebî aidiyetleri açısından medreseler (Şâfiî, Hanefî, Caferî medreseleri vb.)
iv. Eğitim dili açısından medreseler (Türkçe, Kürtçe, Arapça eğitim veren medreseler)
v. Geleneği olan medreseler (Tillo, Nurşin medreseleri vb.) ve tarihî kökenleri


2. Medreselerde Eğitim-Öğretim

i. Müfredat, eğitim-öğretim teknikleri, ilimlerin tasnifi, fen bilimlerine bakış
ii. Din eğitimi alanında hizmet veren müesseselerle, medreselerin eğitim-öğretim açısından mukayesesi (İlahiyat Fakülteleri, Diyanet İhtisas Kursları, İmam-Hatip Liseleri, Kur’ân Kursları vb.)
iii. Medreselerin hoca ve öğrenci profilini değerlendiren sosyolojik araştırmalar
iv. Son dönemde kurulan medreseler (İstanbul, Ankara ve Konya gibi şehirlerde kurulan medreseler) ve bu medreselerin eğitim-öğretimde gerçekleştirdiği değişiklikler
v. Bayanlara yönelik dinî eğitim açısından medreseler
vi. Medrese kütüphanelerindeki yazma eserler
vii. Medrese hocalarının matbû ya da mahtût eserleri


3. Modernleşme Sürecinde Medreseler

i. Din eğitim-öğretiminde sivil bir alan olarak medreseler
ii. Medreselerin sosyo-kültürel hayata etkileri
iii. Medreselerin ilim dünyasına katkıları
iv. Medreselerin dinî-mezhebî farklılıklara yaklaşımları
v. Medreselerin toplumsal gruplarla ilişkileri (dinî cemaatler, farklı inanç grupları ve düşünce kuruluşlarıyla ilişkiler)
vi. Medreselerin Doğu ve Batı dünyasıyla ilişkileri
vii. Medreselerin İlahiyat Fakülteleri, İmam-Hatip Liseleri ve Kuran Kurslarıyla ilişkileri
viii. Modernleşme sürecinde medreseler
ix. Cumhuriyet dönemi edebiyatında medreseler


4. Medreselerin Mevcut Durumu ve Geleceği

i. Medreselerde sosyal hayat (ders takrir saatleri, teneffüsler, yemek saatleri, namaz vakitleri, medreselerin iç işleyişi, idari birimler, etkinlikler, tatil günleri, mizah, oyunlar, tekerlemeler)
ii. Medreselerdeki hiyerarşik yapı; hoca-talebe, ast-üst ilişkileri
iii. Kanaat önderleri olarak öne çıkmış medrese âlimleri
iv. Medreselerin dinî eğitim veren resmî kurumlarla ilişkilerinin geleceği
v. Medreselerin malî kaynakları, karşılaştıkları ekonomik güçlükler
vi. Medrese mezunlarının istihdam problemleri
vii. Diğer konular

26 Şubat 2012 Pazar

PLEVNE KAHRAMANI GAZİ OSMAN PAŞA

Gazi Osman Paşa'nın İstanbul'da adını taşıyan ilçede bulunan heykeli




24 Şubat 2012 Cuma

Ünlü Gazeteci, Canlı Aksiyon Adamı, Yetenekli İdareci Re’fet Rodoplu

Refet RODOPLU
Yazan: Dr. İsmail CAMBAZOV
Seçkin Türk gazetecisi Altan Deliorman’ın “Mustafa Kemal Balkanlar’da” başlıklı kitabını okurken biz Rodopluları yakından ilgilendiren enteresan bir olaya rastladım:
Balkan savaşları içinde (1912-1913) Ardino (Eğri Dere) de müftü bulunan Hasan Vehbi Rodoplu adında bir hoca, Osmanlı ordusuna yardım etmek için halktan altın para toplar. Bir heybenin iki gözüne yerleştirdiği 30 kilo altını sırtlıyarak Gümülcine’deki Osmanlı Başkonsolosluğuna götürür. Fakat et kafalı konsolos bu altınları kabul etmez.
-Doğu Rodoplar artık Bulgaristan’dır ve Sofya’daki Osmanlı Elçiliğine bağlıdır, der ve altınları oraya götürülmelerini tavsiye eder.
Böyle karşılamadan büyük hayal kırkılığına uğrayan müftü efendi asıl niyetinden ve kararından vazgeçmez. Gümülcine’den ter pülçek içinde dönerek sırtındaki haybeyi katırına yükletir, gecelikle keçi patekalarından tutar Sofya’nın yolunu. Dağdan tepeden yürüyerek bir haftada başkente varır ve Osmanlı Sefareti’ni bulur. Altınları tam Sefir Beye (Fethi Okyar) teslim ederken odaya genç, güzel sarışın bir Osmanlı zabiti (subay) girer. Sefir bey kendisine olayı anlatır. Bu zabit, sefarette askeri ateşe olarak çalışan kolağası (yarbay, pod polkovnik) Mustafa Kemal’dir. Olayı anlayınca kolağasının gözleri yaşarır.

-Böyle evlâtlara sahip bir milletin arkası hiç bir zaman yere gelmez, der.
Altan Deliorman’dan bu bilgiyi edindikten sonra iz sürmeye başladım. Hasan Vehbi Hoca’nın kimliğini araştırmaya başladım. Ne yazık ki, Eğri Dere’de, Kırcaali’de, Svilengrad’ta, Kırklareli’nde kendisini tanıyanlar bu dünyayı çoktan terketmişlerdi. Bazı yazılı kaynaklarda Hasan Vehbi Efendi’nin 1913 yılında Gümülcine’de kurulan Batı Trakya Federal Türk Cumhuriyeti’nin, Rodoplar Kesimi Başkanı, Kırklareli Müftülüğünden emekli eiken 1956 yılında yine burada ölüp toprağa verildiğini okudum.
Ancak bu iz sürme hepten boşuna gitmedi. Bir laf vardır, babasını ararken oğlunu buldum, derler. Benim işim de öyle oldu. Sofya Ulusal Kütüphanesi’nin Şarkiyat bölümünde eski Türkçe gazeteleri karıştırırken 1930-lu yıllarda çeşitli gazetelerde Kırcaali Türk Ruştiyesi öğretmeni Re’fet Rodoplu, Kırcaali Türk Ruştiyesi Müdürü Re’fet Rodoplu imzalarına rastlıyordum. Rodoplu soyadına bakılırsa bu aktif gazetecinin bizim taraflardan olacağı kanaatine vardım. Acaba kimdir filân derken bu zatın o ünlü müftünün büyük oğlu olduğunu öğrendim. Çok iyi bir rastlantı.
Ahmet Re’fet Rodoplu Kimdir?
1922 yılında Razgrat’ta çıkartılmaya başlanan daha sonra Sofya’ya taşınan ve başkentte 1927 yılına kadar yayın hayatına devam eden “Deliorman” gazetesini karıştırırken sık sık rastladığım Re’fet Rodoplu imzası dikkatimi çekti. Rodoplu soyadı ilgimi uyandırdı.
"Deliorman" gazetesi çıkmaz olunca bu imzanın 1925 yılında gene Sofya'da çıkmaya başlayan "Dostluk" gazetesine geçtiğini görüyoruz. Daha sonraları Re'fet Rodoplu 1928 - 1934 yılları arasında Vidin, Varna, Kırcaali'de yaınlanan "Turan" gazetesine geçiyor. Vidin'de çıkarılan "İstikbal" (1931 - 1932), Plovdiv'te yayınlanan "Rodop" (1929 - 1934), "Özdilek" gazeteleri Re'fet Rodoplu'nun derin anlam taşıyan ilgine fikir yazılarına sayfalarını açıyorlar. Yazılar, Rodoplu'nun büyük bir gazeteci, eğitmen, derin fikir adamı olduğunu gösteriyorlar. Her halde İstanbul medreselerinde beş on yıl okumuş bir bilgin olsa gerek, dedim. Geçen asrın 30-lu yıllarında en itibarlı gazetecilerden birisi haline gelen, üç-beş gazetede aynı zamanda yazan Re'fet Rodoplu'nun kimliği ile ilgilendim. Yaptığım araştırmalar karşıma gerçek değerli, eğitimi kıt, fakat çok okumakla kendisini yetiştirmiş, idealist, ülkücü bir fikir adamı çıkardı. '

Re'fet Rodoplu Eğridereli. Hem de içinden. Burada doğmuş 1901 ama, Mustafa Paşa (Svilengrad) kasabasında büyümüş. Çünkü babası, ateşin milliyetçi, ilerici din adamı Hasan Vehbi Efendi XX. asrın başlarında bu şehirde Osmanlı ilçe müftüsüdür. Asıl adı Ahmet olan (Re'fet takma gazeteci adıdır ve merhamet, acımak, yüce anlamlarını ifade eder). Rodoplu ilk okulu Mustafa Paşa'da bitirmiş, orta okulu artık Bulgaristan'a geçmiş olan Eğridere'de ikmal etmiştir. Bu okulun medrese mi, yoksa rüştiye mi olduğu bilinmiyor. Herhalde o yıllar da açılan özel Türk rüştiyesi olsa gerek. Idadiyeyl (lise) de Plovdiv'te bitirdiğini yazıyor gazeteler. Plovdiv'te okuması artık Birinci Dünya Savaşı yıllarına rast geliyor. Bu yüzden yüksek tahsiline devam edemiyor. 18 yaşındaki genç iş hayatına atılmak zorunda kalıyor.

Burada şu ayrıntıya dikkatinizi çekmek isterim. Ahmet Rodoplu'nun Plovdiv'te idadiye bitirmesi çok önemli bir meseledir, Kaynaklar bu idadiyeniıf herhangi yabancı bir kolej (Fransız, İngiliz, Alman koleji) olduğunu belirtmediklerine göre, demek o düz lisede okumuştur. 1915 - 1918 yıllarında Plovdiv'te Osmanlı idadiyesi bulunmadığına gore, Rodoplu Bulgar lisesi bitirmiştir. Dolayısı ile Eğridere'den Bulgar lisesi bitiren ilk Türk gencidir. Bu yüzden cebinde Bulgar diploması ile (ozamanlarda bu lise herhangi bir fakülteye denktir) hayata atılan Rodoplu'yu 1919 yılında Kırcaali'deki özel Türk rüştiyesinde ders verirken görüyoruz. Bu okulda öğretmen ve müdür olarak 15 yıl çalışan Re'fet Rodoplu bizim dağlarda yüzlerce ilk okul öğretmeni yetiştirmiştir. Ozamanlarda rüştiye tahsilli öğretmenler sadece en büyük ilokullarda bulunuyordu. Ahmet Re'fet Rodoplu'nun gazeteciliğe merak sarıp yazı yazmaya başlamasu, Kırcaaali rüştiyesinde öğretmenliği ve müdürlüğü sırasına rast gelmektedir. Birçok yazısının altında Re'fet Rodoplu - Kırcaali Türk rüştiyesi öğretmeni veya müdürü tamamlamasının bulunması da bunu göstermektedir.

Ahmet Re'fet Rodoplu'nun Bulgaristan Türk eğitim ve kültürüne, hele de Rodop Türklerine hizmeti sadece eğitim ve gazetecilik alanında değildir. Türkler arasında ulusal bilinci oluşturup şekillendirmek, kemalistlerin Türkiye'de hayatın her sahasında yaptıkları reformların Bulgaristan Türkleri arasında da uygulanmasını sağlamak için kurulan birçok toplumsal teşkilatta sorumlu görevler yüklenmiş ve aktif olarak çalışmıştır. Örneğin Bulgaristan'daki Türk ahalisinin eğitim ve kültür hayatında önemli rol oymyan "Muallim-i İslâmiye" (Türk Öğretmenler Birliği), gençlik ve spor cemiyeti "Turan" teşkilatında kurucu üye olarak sorumlu görevlerde bulunmuştur. Eğridere'de "Turan" cemiyetinin başkanlığını yapmış, teşkilâtın Rodoplar'da yaygınlaşmasına, şubelerinin artmasına gecesini gündüzüne katarak çalışmıştır. Ancak Rodoplunun dağlıların eğitim ve kültürünü yükseltmek suretiyle ulusal bilincini geliştirme çalışmaları, Bulgar Emniyetinin dikkatinden kaçmamıştır. Onun kemalistliği Bulgar şovenlerinin hoşuna gitmemiştir. Bu yüzden 1933 yılında çok sevdiği öğretmenlikten çıkarılmıştır. Gözüdönük Bulgar ırkçıları bununla da yetinmeyerek Trakya- Makedonya Komitası örgütü bu kahramanı idam etme kararı almıştır. Bu durumda Rodoplu canını kurtarmak, davasına Anavatan topraklarında devam etmek için Türkiye'ye sığınmak mecburiyetinde kalmıştır.

Ahmet Re'fet Rodoplu'nun çok taraflı yeteneği, bitmez tükenmez enerjisi, Türkiye'de daha da gelişmiş ve bol meyveler vermiştir. Kırklareli, Babaeski, Lüleburgaz yörelerinde bucak müdürlüğü, tahrirat kâtipliği, kaymakam vekilliği, belediye başkam yardımcılığı yapmıştır. Bütün bu idari mevkilere rağmen Rodoplu, daha Bulgaristan'da başladığı gazeteciliği de bir tarafa atmamıştır. 1930 yılında Ahmet Gültekin (Arda), Mustafa Uguz Peltek ve Terziköylü Hasanoğlu Mustafa ile birlikte Kırcaali'de çıkarmaya başladığı "Özdilek" gazetesini Lüleburgaz'a taşıdı. Bu gazeteyi bir süre hem tek başına çıkardı ve hem de onlarca Doğu Trkya gazetesinde okkalı yazılar yazdı. Bu gazetelerin listeleri sayfalara sığmaz, işte beşi-onu: Milli Gazete (Edirne), Trakya'da Yeşiyurt (Kırklareli), Edirne Postası (Edirne), Yeni İman (Tekirdağ), Batı Trakya (İstanbul), Önder (Keşan), Babaeski (Babaeski), Hür Fikir (Lüleburgaz), Yeni Fikir (Kırklareli), Ulus (Ankara), Vize Postası (Vize), Anayurt (Ankara), Birlik (Edirne), Tekirdağ (Tekirdağ), Kolay İlân (İstanbul) gazete ve dergilerinde sık sık Re'fet Rodoplu imzasını bulmak mümkündür. Rodoplu'nun Bulgaristan Türk basınında yazdığı yazıların ana konusu azınlık hakları, Türk okulları, kültürü meselesi idi. Türkiyedeki gazeteciliğinin ana konusu ise Bulgaristan Türklerinin durumu oldu. Rodoplu'nun "Deliorman", "Dostluk", "Turan", "Rodop", "İstikbal", "Özdilek" gazetelerinde yazdığı yazılar toplansa ciltlere sığmaz. Türkiye'de yazdıkları ise koskoca bir kitap dizisini besleyecek kadar çoktur.

Anavatanda 33 yıl Türk kültürüne hizmet eden Ahmet Re'fet Rodoplu 1970 yılında yerleştiği İstanbul'da (Bakırköy) Bulgaristan Türklerine, göçmenlerine yardım cemiyetlerinde, derneklerinde çalışmıştır. Rodop - Tuna Türkleri Kültür ve Dayanışma Demeğinin onursal başkanlığını yapmıştır. Bundan başka Mustafa Kemal Derneği Büyük Devrim Konseyinde, Halk Evleri Derneği Atatürk Enstitüsünde, Türk Basın Birliğinde aktif çalışmalarda ve değerli katkılarda bulunmuştur. Onun Türkiye'de Esperanto dilinin gelişip yaygınlaşmasında büyük hizmetleri vardır.

Türk ulusuna gazeteci, yazar, idareci ve toplumcu olarak 59 yıl hizmet vermiş olan Ahmet Re'fet Rodoplu 10 Nisan 1984 tarihinde Çapa hastahanesinde hayata gözlerini yummuştur. Gömütü Kozlu mezarlığındadır. Nur içinde yatsın.
KAYNAK: KırcaaliHaber.com