Osmanlı torunu Evlad-ı Fatihanlar... Geçmişi bilerek onu unutmadan, geleceğe kanat açanlar... Biz bize benzeriz ve özgün olma iddiasındayız. Kuruluş: Sofya 26 Mart 2008, Halen yayın: İstanbul
18 Aralık 2012 Salı
15 Kasım 2012 Perşembe
İsmet İNÖNÜ: M. Kemal entelektüel bir komitacı idi. Bu yeteneğini Bulgaristan'da iken edinmişti.
Değerli BTG okurları, bu sabah işe giderken yolda okumak üzere yakın tarihte yayınlanmaya başlayan ve gerçekten değerli bir tarih dergisi olan DERİN TARİH'i aldım. Kasım 2012 sayısında HARF İNKILABI konu edinmiş. Tarih dergilerini okurken devamlı Balkanlarla, Bulgaristanla ilgili acaba bir şey varmı? İnşallah güzel bir yazı önüme çıkar der, bu düşüncesiyle sayfaları hararetle çeviririm. Bugün de öyle yaptım ve karşıma İsmet İnönü'nün Mustafa Kemal Paşa ile ilgili ve içerisinde Bulgaristan geçen bir değerlendirmesini buldum. İşte onu sizinle paylaşmak istiyorum:
Yazının başlığı "Atatürk'ün tetikçisi Recep Zühtü" yazarı: İsmail Akbal
"Milli Mücadele yılları ve sonrasında bazı komitacıların doğrudan ordu içinde, bazılarının da Meclis'te Mustafa Kemal'in devrimin amaçları doğrultusunda verdiği emirleri yerine getirmek için istihdam edildikleri bir gerçektir. "Komitacılar" deyince yalnızca "silahşörler" anlaşılmasın; aralarında epeyce entelektüel olanlar da vardı. Buradan hareketle Mustafa Kemal'in eylemlerinin onu "entelektüel komitacı" olarak nitelendirmemize imkan verdiğini söyleyebiliriz. O, sistem içinde yıldırma politikalarını yürütmek için özellikle de basını kullanmayı tercih eder. İsmet İnönü de aynı kanaattedir: "Mustafa Kemal entelektüel bir komitacı idi. Bu yeteneğini Bulgaristan'da iken edinmişti. oradaki partilerin faaliyetlerini inceleyerek öğrenmişti. O, adam öldürme ve öldürtme taraftarı olmamıştır."
BTG Editörü
Yazının başlığı "Atatürk'ün tetikçisi Recep Zühtü" yazarı: İsmail Akbal
"Milli Mücadele yılları ve sonrasında bazı komitacıların doğrudan ordu içinde, bazılarının da Meclis'te Mustafa Kemal'in devrimin amaçları doğrultusunda verdiği emirleri yerine getirmek için istihdam edildikleri bir gerçektir. "Komitacılar" deyince yalnızca "silahşörler" anlaşılmasın; aralarında epeyce entelektüel olanlar da vardı. Buradan hareketle Mustafa Kemal'in eylemlerinin onu "entelektüel komitacı" olarak nitelendirmemize imkan verdiğini söyleyebiliriz. O, sistem içinde yıldırma politikalarını yürütmek için özellikle de basını kullanmayı tercih eder. İsmet İnönü de aynı kanaattedir: "Mustafa Kemal entelektüel bir komitacı idi. Bu yeteneğini Bulgaristan'da iken edinmişti. oradaki partilerin faaliyetlerini inceleyerek öğrenmişti. O, adam öldürme ve öldürtme taraftarı olmamıştır."
BTG Editörü
30 Eylül 2012 Pazar
EĞİTİMCİ ŞAİR ALİOSMAN AYRANTOK-TOKTAMAZ
EĞİTİMCİ ŞAİR
ALİOSMAN AYRANTOK-TOKTAMAZ
Alisoman Ayrantok 1878-1952 |
Yazan: İsa Cebeci
BİRİNCİ
BÖLÜM
Dobruca ve Deliorman’ın saygıdeğer edebiyatçıları ve şiir severleri, 20. Yüzyılın ilk yarısında öncelikle Dobruca Türkleri arasında, biraz da Deliorman Türkleri arasında öğretmen olarak çalışmış olan Aliosman Ayrantok-Toktamaz, Türkiye ve Kırım Türkçeleriyle şiirler ve yazılar yazmış bir aydınımızdır. Bu yıl ölümünden 6o, doğumundan da 134 yıl geçmiş bulunuyor. Ölümünün jübile dönüm yılı oluşu nedeniyle dostum Naim Bakoğlu’nun kulağına Ayrantok’un “Naim’in Köşesi” nde 60. Ölüm yıl dönümü nedeniyle tanıtılması gerektiğini fısıldadım. Nitekim Bakoğlu şairle ilgili bir internet yazısını köşesinde paylaşmıştı.
Ben bu kadarının yeterli olmadığını, hiç olmazsa bir anma töreni yapılabileceğini düşündüm. Ankara’dan ağabeyim Dr. Ahmet Cebeci ile konuyu telefonla görüştük. O iki defa bana Ayrantok’un köydeşi Meliha’dan (Meliya Tat) bahsedip şiirlerini bir kitap halinde yayınlamayı düşündüğünü söyledi. O düşüncelerle kafam meşgulken internete yöneldim ve orada Meliya Tat Hanım’ın paylaşımlarıyla karşılaştım. Orada ilk defa Ayrantok’un fotoğrafını da gördüm. Edebiyatçı olduğum için Ayrantok’un biyografisini ve Bulgaristan basınında yayımlanmış olan şiirlerini de okumuştum. Ancak Meliya Hanım okumadığım bazı şiirleri de paylaşmıştı. Şaire dair İlk biyografik bilgileri hocam İbrahim Tatarlı 1960 yılında yayımlanan ANTOLOGİYA kitabında yarım sayfa olarak yayınlamış, sonraki sayfalarda da 1947-1949 yıllarında “Yeni Işık” gazetesinde basılmış 4 şiirine yer vermişti. Tatarlı hocamızın şairin yaratıcılığına dair sözleri ilginçtir:
“9 Eylül
sosyalist inkılâbımızı, halkımızın yeni hayatını, geçmişte çektiği ıstırapları
terennüm etmiş, vatanımızın güzelliklerini tasvir etmiştir. Aydınlıkçılık,
didaktizm ve primitiv bir edebiyat anlayışı ve noksanlıklarına rağmen Aliosman
Ayrantok, teşekkül etmekte olan yeni edebiyatımıza hizmeti olanlardan biridir.”
(Antologiya, s. 29)
Bu
bilgiler 1964 yılında basılan Antoloji kitabında da yer almıştır. Daha sonra şair Mehmet Çavuş, 1988 yılında
İstanbul’da basılan “20. YÜZYIL BULGARİSTAN TÜRKLERİ ŞİİRİ” antolojisinde biraz
daha hacimli bir biyografiyle şairi tanıtarak üç şiirini sundu. Bu kitapta “BE
YAHU” başlığını taşıyan iki şiire yer verilmişti. M. Çavuş’un verdiği
biyografide şu düşünceler dikkat çekiciydi:
“Bulgaristan
Türkleri şiirinde yepyeni bir ekol bilinen şairin tüm şiirleri gazete ve dergi
sayfalarında kalmışlardır. Şair ve araştırmacı Mülâzim Çavuş’un gayretli
çalışmaları sonucu Ayrantok arşivinin bir bölümü ele geçmişse de kitap halinde
yayımlanmalarına müsaade edilmemiştir.” (Adı geçen antoloji, s. 77).
Burada
kitabın yayımlanmasına kimlerin müsaade etmediği söylenmemiş ama tahmin
edebileceğiniz gibi komünist rejimin sansürü kast edilmektedir. İstanbul’da oturan Niyazi Hüseyin Bahtiyar’ın
hazırlayıp yayımladığı “Balkanlarda Türk Ünlüleri” kitabının ikinci cildinde
üçüncü kez Aliosman Ayrantok biyografisi verilmiştir. Dikkatimizi çeken
cümleleri buraya alıyorum:
“Sovyet
idaresinin asıl niteliğini bilmeyen halk coşkuluydu. Kitlelerle birlikte
Ayrantok da bu yeni ortama uyum sağladı ve kaleme aldığı yapıtlarında bu
sevinci konu edindi. Bulgaristan Türklerinin yeni edebiyatına öncülük etti,
hizmetlerde bulundu, onu tekrar canlandıran ilk piyonerlerden biri oldu.” (N.H.
Bahtiyar, “Balkanlarda Türk ünlüleri c. 2, ).
Burada “bu
sevinci konu edindi” demek yeterli değildir, “bu sevinci dile getirdi” demek
daha doğru olur. Aşağıdaki örnekler bu fikrimi doğrulayacaklardır:
Biraz da geçelim yeni hayata
Kalmadı dünyada o eski marda
Sosyalist rejimde ön ayak ol da
Dostların elinden tutar mı dersin?
Ayrantok, bir dert var gizli dilinde
Açık yaz bu şirin ecdat ilinde
Kardeşin gidiyor hicret selinde
Akıbet ölümden beter mi dersin?
(İ. Tatarlı, Antologiya, Sofya, 1960, s. 31)
Kalmadı dünyada o eski marda
Sosyalist rejimde ön ayak ol da
Dostların elinden tutar mı dersin?
Ayrantok, bir dert var gizli dilinde
Açık yaz bu şirin ecdat ilinde
Kardeşin gidiyor hicret selinde
Akıbet ölümden beter mi dersin?
(İ. Tatarlı, Antologiya, Sofya, 1960, s. 31)
Göçmenliğin olumsuzluklarını bizzat yaşamış olan A. Ayrantok, İstanbul’da öğrenim görüp oraya yerleşme fırsatını değerlendirmemiş, Dobruca’daki soydaşlarının arasında yaşamayı, onları tenvir etmeyi tercih etmiştir. 1934-1938 yıllarında gerçekleşen Romanya Türklerinin göçüne de çok üzülmüş, hattâ bu göç esnasında Romen makamlarının göçen Türklere uyguladıkları rüşvet ve soygun politikalarını, her türlü yolsuzlukları tenkit etmek amacıyla Mehmet Conla birlikte 1937 yılında Silistre şehrinde ÇARDAK gazetesini çıkarmaya başlamışlardı. Kızıl ordunun 1944 yılında Bulgaristan’a girmesi, Georgi Dimitrov’un devletin başına geçmesi konularını Sofya’da çıkan Yeni Işık gazetesinde 1949 yılında yayımlanan “Dokuz Eylül Kurtuluş Bayramı” ve “Büyük önder Georgi Dimitrov” başlıklarını taşıyan şiirlerinde işlemiştir. Bu şiirler tabii ki slogancı, deklaratif ve methiyeci şiirlerdir ve estetik yönden günümüzün şiir anlayışıyla değerlendirilemezler. Şunu unutmamalıyız ki, o yıllarda Dobruca’da olsun, Deliorman’da olsun okumuş insanların sayısı çok azdır ve yeni kurulan komünist rejim ne pahasına olursa olsun eğitimli insanlardan yararlanmak istemiştir. Büyük bir olasılıkla bu tür şiirler ısmarlama şiirlerdir ve belki de baskı sonucu yazılmışlardır.
1997 yılında T.C. Kültür Bakanlığınca yayınlanmış olan TÜRKİYE DIŞINDAKİ TÜRK EDEBİYATLARININ ANTOLOJİSİ kitabının 8. Ciltinde Bulgaristan Türkleri Edebiyatına yer verilmiştir. Bu kitapta da A. Ayrantok’a bir sayfa tahsis edilmiştir. Sofya ve Ankara Üniversitesi üyelerinden Prof. Hayriye Memova, Ayrantok’un iki şiirini sunmuştur.
Kırcaali’de
çıkan ALEV dergisi de 27. sayısında Aliosman Ayrantok’un jübile ölüm yılına bir
buçuk sayfayı kapsayan bir yazı sundu ki, bu girişimlerinden dolayı dergi
yönetimi edebiyat severlerin takdirini fazlasıyla hak etmiştir. Yazıyla
birlikte şairin bir fotoğrafına da yer verilmesi pek isabetli olmuştur. Yazının
sonunda düşülmüş olan kısa not da şiir severleri ümitlendirmektedir:
“ALEV
kültür dergisi, Aliosman Ayrantok’un yapıtlarının bir kitap halinde
yayımlanması konusunu sürekli gündeme getirip elinden geleni yapacaktır.”
Buraya
kadar dört Bulgaristan aydınının Dobruca şairi A. Ayrantok’a dair düşüncelerine
kasıtlı olarak yer verdim. Onların genç nesiller tarafından bilinmesi gerektiği
gibi bizim düşüncelerimize de ışık tutacağını düşündüm. Benim Aliosman
Ayrantok’un şiirine ve kişiliğine karşı ilgi duymamın nedeni sadece branşımın
Türk dili ve Edebiyatı olmasından kaynaklanmıyor tabii. Benim Türklük Bilimine
(Türkoloji) karşı merakım gönlümün gözlerini Kuzey Türklerine yöneltmişti. Hem
Kırım, hem Kazan Tatarlarının tarihine ve edebiyatına karşı ilgi duyuyor ve bu
dillere dair bilgilerimi sürekli derinleştiriyordum. Kazan şairlerinden
Abdullah Baştu, Abdullah Tukay, Kırım şairleri Mehmet Niyazi ve Musa Celil gibi
şairlerin hayat ve yaratıcılıkları hakkında bilgi sahibi olmuştum. Aliosman
Ayrantok-Toktamaz’ın bir Kırım Türkü
oluşu, 1929-1930 ders yılında benim doğduğum Pirlicamimahalle (Boraçevo, daha
sonra Glavantsi) köyünde öğretmenlik yapmış olması araştırma merakımı daha da
kamçılamıştır.
On
yaşlarında iken Aliosman Ayrantok’un öğrencisi bulunan Glavantsili adaşım İsa
Şakiroğlu, büyük bir memnuniyetle hocasının İstanbul’da okumuş bilge bir kişi
olduğunu ve Camimahallesi’nde Romenler tarafından inşa edilen yeni “işkola”da
(okul) çocuklara “Başını Vermeyen Şehit” piyesini oynattığını, köy insanlarının ilk defa bir piyes seyrettiklerini,
başında Atatürk şapkası taşıdığını gurur ve memnuniyetle anlatıyordu. İsa
Şakiroğlu’nun babası Hafız Şakir de bir süre İstanbul’da okumuş olduğundan
Aliosman Hoca ile tanışıyorlarmış. Ben onun köyümüze öğretmen olarak gelmesinde
bu tanışıklığın da rolü olduğunu düşünüyorum. Köyümüzün insanları, Aliosman
Ayrantok için “Tatar Oca” lâkabını kullanıyorlarmış.
“Başını Vermeyen Şehit” eseri aslında piyes
değil, büyük hikâyeci Ömer Seyfettin’in yazdığı masalımsı bir uzun hikâyedir ve
içindeki diyaloglar nedeniyle dramatizasyon işi için tam da biçilmiş bir kaftan
gibidir. Şunu da belirteyim ki, İsa dedemiz 1920 yılında doğmuş olup 90 yıl
yaşadı ve Çorlu’da vefat etti. Çok terbiyeli, çok ağır başlı, çok da saygın bir
insandı. Kız kardeşimin de kayın pederiydi. Şimdi bu bilgi üzerine bazı kişiler
hemen Tatar olduğumu düşüneceklerdir, oysa böyle bir şey yok. Ancak İsa dedenin
de mensup olduğu Tatarlar sülâlesi köyümüzün saygın bir sülâlesi idi. Yerli
Türklerle nikâh bağları kurup karışmışlar ve ana dilleri olan Tatarca’yı da
unutmuşlardı.
Bu yazımızda Aliosman Ayrantok’un hayatı hakkında bilinenleri tekrar edip yazımızı ağırlaştırmak istemiyorum. İlgilenenler antolojilerden ve internette paylaşılanlardan yararlanabilirler. Okuyucularımız haliyle şairimizin ailesi, kişiliği ve yaratıcılığı ve yaşadığı zamana dair daha fazla bilgi sahibi olmayı isteyeceklerdir. Benim kaygım işte o istekleri bir nebze olsun karşılayabilmektir. Bu görevi yaparken bazı bilinenler yinelenmiş olabilir, o nedenle okurlarımca mazur görülmeyi şimdiden temenni ediyorum. Antolojilerde A. Ayrantok’un Silistre’nin Beypınar (Sredişte) köyünde doğduğu ve Dobriç’in Yurtluk (Onogur) köyünde öldüğü yazılır. Burada şairin neden Onogur köyünde öldüğü sorulabilir. Bunun cevabını Meliya Tat hanım veriyor:
Şairimizin
ilk eşi öldükten sonra ikinci eşini Onogur’da buluyor ve ömrünün sonuna kadar
orada kalıyor. Ayrantok’un bir kızı Türkiye’ye göç edip İstanbul Paşabahçe’ye
yerleşmiş ve 2012 yılında orada 89 yaşında vefat etmiştir. Bu bayanın adı Saber
olup 1923 doğumludur. Her halde orada torunları da vardır.
Evet,
şairimiz Aliosman Ayrantok, Dobruca’da yerli Türklerle Kırım Türkleri arasında nam salmış
Kırım kökenli iki şairimizden biridir. Diğerinin adı Mehmet Niyazi’dir. Her
ikisi de birbirinden habersiz 1878 yılında dünyaya gelmişler, her ikisi de İstanbul’da
öğrenim görüp tekrar hemşerilerinin yanına dönmüşlerdir. Her ikisi de Karadeniz
ardını kasıp kavuran ve Kafkas Müslümanlarını darmadağın eden Rus kılıcından
kaçan çilekeş ve cefakâr Kırım Türklerinin ahfatları olup Dobruca Türklerine
eğitim ve kültür hizmeti vermişlerdir. Aralarındaki farklar şunlardır:
Mehmet
Niyazi Kuzey Dobruca’nın, Köstence şehrinde doğup hizmet vermiş ve şair olarak
tanınmış, Aliosman Ayrantok ise Güney Dobruca’da ve özellikle Silistre ilinde
öğretmenlik yapmış ve şiirler yaratmıştır. Mehmet Niyazi, Hak’ka 1931 yılında
yürüdüğü halde, A. Ayrantok 1952 yılında vefat etmiştir. Romanya’daki Kırım
Türk toplumu milli şairlerine daha o zaman gereken saygıyı gösterip anıt taşı
dikmiş, Güney Dobruca Türkleri Ayrantok’un mezarına bir yazıt bile koyamamış ve
bugün orman içinde kalan mezarı dahi tespit edilememektedir.
Bu ayıbı birilerinin temizlemesi gerekir ama kimler taşın altına ellerin sokacak? Bana sorarsanız bu görevi herkesten önce şairin Yurtluk (Onogur) köyündeki ve de Türkiye’ye göç etmiş olan akraba ve öğrencileri üstlenmelidir. Şairin doğduğu köyün (Silistre’nin Beypınarı-Sredişte) sakinleri arasında da yakınları ve öğrencileri ve sevenleri vardır. Bu davaya onların da seyirci olarak bakmaması gerekir. Şairin köydeşi Meliya Tat Hanım onun şiirlerinden küçük bir derleme yapıp köydeşlerine dağıtmış, bazı bilgi ve bilinmeyen şiirlerini de internet sayfalarında paylaşmış. Bu, başlı başına bir duyarlılık, sorumluluk ve özverilik örneğidir ve herkesçe mutlaka takdir edilmelidir. Kendilerini Kırım Türkü veya Tatarı olarak vasıflandıran aydınlarımızın da kişiliklerine yakışır şekilde bu davaya omuz vermeleri gerekir.
Bu ayıbı birilerinin temizlemesi gerekir ama kimler taşın altına ellerin sokacak? Bana sorarsanız bu görevi herkesten önce şairin Yurtluk (Onogur) köyündeki ve de Türkiye’ye göç etmiş olan akraba ve öğrencileri üstlenmelidir. Şairin doğduğu köyün (Silistre’nin Beypınarı-Sredişte) sakinleri arasında da yakınları ve öğrencileri ve sevenleri vardır. Bu davaya onların da seyirci olarak bakmaması gerekir. Şairin köydeşi Meliya Tat Hanım onun şiirlerinden küçük bir derleme yapıp köydeşlerine dağıtmış, bazı bilgi ve bilinmeyen şiirlerini de internet sayfalarında paylaşmış. Bu, başlı başına bir duyarlılık, sorumluluk ve özverilik örneğidir ve herkesçe mutlaka takdir edilmelidir. Kendilerini Kırım Türkü veya Tatarı olarak vasıflandıran aydınlarımızın da kişiliklerine yakışır şekilde bu davaya omuz vermeleri gerekir.
Ben Mayıs sonu ve Haziran başında
Bulgaristan’da bulundum, birçok etkinliklere katıldım. Bu arada Dobriç dönüşü
eşimle birlikte Karapelit-Silistre yolunu takip ederek şairimizin vefat ettiği
Yurtluk (Onogur) köyüne uğradım. Sarınebi (Balik) köyünün kuzeyinde yer alan
Onogur köyü ana yola birkaç km mesafede yeşillikler içine gömülmüş küçük ve
şirin bir köy. Köyün küçücük meydanı asfalt döşenmiş ve yanda görünen binalar
da taze badanaları ve temizliği ile dikkat çekiyor. Otomobilimi sağda uygun bir
yere park edip fotoğraf makinemle alelacele birkaç fotoğraf çektim. Ipıssız bir
köy. Sokaklar boş, evler boş. Ne çocuk, ne yetişkin, ne yaşlı insan var. Oysa
zaman ikindi ile akşam arası. Yamaca konmuş olan köyün meydanından kuzeye
bakınca yemyeşil bir vaadi, duvar gibi uzanan kayalıklar ve yeşillikleri giymiş
bir köy. Daha sonra vadinin meşhur Kurudere, köyün de Baraklar (Bakalovo)
olduğunu öğreniyoruz. Fotograf makineme bu güzellikleri depoluyorum. Son göç
dalgası burayı da fena vurmuş olacak ki, konuşacak, danışacak insan
bulamıyoruz.
Köyün
nereye kadar devam ettiğini anlamak için tekrar virajlı asfalt yolca
ilerliyoruz. Köy hemen sona ermiş ama geri dönmeye yer yok. Birkaç dakikada
kendimizi Baraklar’da buluyoruz. Orada öğrencilik arkadaşım var. Onu ararken
DPS (HÖH) kurucusu Necmettin Hakla karşılaşıyoruz. Orada yarım saat kalıp
tekrar Onogur’a dönüyoruz. Bu kez yol boyundaki bir evde bir kadınla bir erkek
görüyoruz. Onlara cami imamını görüp görmediklerini soruyoruz. Cami işlerine
Nejdet Hoca’nın baktığını söylüyorlar. Durduğu evi gösteriyorlar, orada da
bulamıyoruz. Ben, minaresiyle Kırımlı olduğunu duyuran cami ve minarenin, bazı
sokakların ve evlerin resimlerini çekiyorum. Nejdet Hoca orada da yok. Yaşlı
kadın, Aliosman Hoca’nın mezarının Eski Mezarlıkta olduğunu, yeni mezarlığın da
köy çıkışı sağ tarafta olduğunu söylüyor. Köy idarecisi namına kimseyi
bulamadan çaresiz ve tatminsiz ana yola doğru sürüyoruz “kır beygirimizi”.
Mermer taşlarıyla dikkat çeken Yeni
Mezarlık’ın hizasına geldiğimizde yolun sol tarafında duran eşek arabasını ve
ot biçmeye çalışan sahibini görüyoruz. Arabayı oracıkta stop ederek yaşlı adama
doğru yürüyorum. Bana Cami imamı Necdet Hoca olduğunu söyleyince dünyalar benim
oluyor. Nihayet bir şeyler sorabileceğim, şairimiz Ayrantok hakkında bilgi
alabileceğimiz “en-yetkili” kişiyi bulmuştum. Necdet Hoca’nın Ayrantok’un
öğrencisi olduğunu, onun şiirlerinden birçok şiir bildiğini bana Meliya Hanım
da yazmıştı. Şimdi bu adamla göz göze, kol kolaydık. Her şeyden önce Aliosman
Hocanın mezarını görmek istediğimi bildirdim kendisine.
- Mezarı bulamayız, dedi, onun bulunduğu Eski Mezarlık şindi orman oldu, gürlük içinde kaldı. Taşında yazı da yok. O gömüleli 60 sene oldu. Bir kere Mülâzım Çavuşla Mehmet Çavuş gelmişlerdi. O zaman benim büyük oğlumun düğünü vardı. Gittik, bulduk ama o günden beri çok sene geçti…
- Mezarı bulamayız, dedi, onun bulunduğu Eski Mezarlık şindi orman oldu, gürlük içinde kaldı. Taşında yazı da yok. O gömüleli 60 sene oldu. Bir kere Mülâzım Çavuşla Mehmet Çavuş gelmişlerdi. O zaman benim büyük oğlumun düğünü vardı. Gittik, bulduk ama o günden beri çok sene geçti…
-Nasıl bir adamdı Aliosman Hoca?
-Çok bilgili bir adamdı. Kendi kafasından şiirler
yazar bize üüredirdi. Çok kişinin üstünde emeği vardır onun. Bana sadece okuma
yazma üüretmedi, Kuran da
üüretti. O zamannar bizim küüde rüştiye yoktu. İyi okuyannarı Telerik (Has
Köseler) küüne yollarlardı. Aliosman Hoca beni de yollamak istedi amma bubam
razı olmadı. Keşke benim payım olan on dönüm tarlayı satıp ta beni Teleree
yollasaydı…
27 Eylül 2012 Perşembe
TÜRKÇE'NİN SARMAŞIKLARI
TÜRKÇE'NİN SARMAŞIKLARI
Bulgaristan Türkleri'nin Şiirinden Seçmeler
Hazırlayan: Sabahattin BAYRAMÖZ
Kültür Bakanlığı, Ankara 2002
Sayfa 257-258'den:
HASBİHAL / ŞAİR RECEP KÜPÇÜ
Hadi dost bildiklerim,
Yürüyelim.
Ben durgun sulara istemem yansımak,
Akar suları severim,
Akar sular gibi
Akar giderim yolumda yaya yapıldak.
Çıkın siz de, siz de çıkın,
Çıkın gizlendiğiniz kuytudan.
Esen rüzgarın sessizliği
Bulgaristan Türkleri'nin Şiirinden Seçmeler
Hazırlayan: Sabahattin BAYRAMÖZ
Kültür Bakanlığı, Ankara 2002
Sayfa 257-258'den:
HASBİHAL / ŞAİR RECEP KÜPÇÜ
Hadi dost bildiklerim,
Yürüyelim.
Ben durgun sulara istemem yansımak,
Akar suları severim,
Akar sular gibi
Akar giderim yolumda yaya yapıldak.
Çıkın siz de, siz de çıkın,
Çıkın gizlendiğiniz kuytudan.
Esen rüzgarın sessizliği
Şöyle, seher vakti düşelim yollara
Canınız sıkılmaz benimle yürürseniz;
Aç ve susuz kalsanız da ara ara,
Mevsimine göre ahududu toplarım size
Fındık toplarım.
En berrak,
En temiz kaynaklardan
Su getiririm size avuçlarımın içinde
Aç komam, susuz komam sizi,
Üzülmeyin,
Ben alelade insanlardan öğrendim
Değerini, yüceliğini kardeşliğin...
Ortalığın karardığına aldırmayın,
Gözlerimin feri aydınlatacak yolunuzu.
Sarışın kız örneği ay da doğar biraz sonra,
Ağaçlar altına çekilen ürkek karanlıklara
Terk ederiz uykumuzu...
Hadi dost bildiklerim,
Yürüyelim.
Yollar, yürüyen yolcuları sever,
Yollar, yolcuları varsa gülümser.
Bir gün sona erince tuttuğumuz yol,
Bilirim, ürkeceksiniz birden bire,
Zira herşeyin sonudur insanı tedirgin eden:
Dostlukların sonu
Aşkların sonu
Yolların sonu...
Fakat ürkmemek gerek, asıl mesele,
Çiğnenmiş yolun bitişinden öte gitmekte,
Biz gitmeliyiz,
Kalblerimiz pusula olacak oradan öte...
şiirin devamı var, o da kitapta değerli dostlar...BTG
12 Eylül 2012 Çarşamba
SOFYA CAMİ'SİNİN EYLÜL 2012'DEKİ HALİ
2 Ağustos 2012 Perşembe
Nüvvab İmam Hatip Lisesi Yeni Eğitim Binasına Destek Kampanyası
Muhterem Müslümanlar,
Başmüftülüğümüz her yıl Ramazan ayının son haftasında İslâmî Eğitim Haftası münasebetiyle İslâmî eğitime yardım kampanyası düzenlemektedir. Bu yıl 13-19 Ağustos tarihleri arasında düzenlenecek olan kampanya esnasında toplanacak yardımlarla Şumnu (Şumen) şehrinde 1922 yılında kurulan ve 40 yıllık kesintiden sonra 1990 yılında tekrar açılan Nüvvab İmam Hatip Lisesinin eğitim ve yurt binasının inşaatı başlatılacaktır. Yıl sonuna kadar inşaata başlama zorunluluğu olduğu için İslâmî Eğitim Fonundaki yardımlar bu yıl okulumuza tahsis edilecektir.
Bu kampanyamızı daha iyi bir şekilde duyurabilmek için siz değerli medya mensuplarının yardımları son derece büyük öneme sahiptir.
Bu konudaki gayretlerinize inanıyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Saygılar sunarım...
Vedat S. AHMED
Bulgaristan Başmüftü Yardımcısı
Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü
27 Bratya Miladinovi Str., 1301 Sofia, BULGARIA
27 Bratya Miladinovi Str., 1301 Sofia, BULGARIA
Telefon:+359 2 981 60 01; Fax:+359 2 980 30 58
GSM: +359 894 64 28 35; E-mail: v.ahmed@genmuftibg.net
Web: www.genmuftibg.net
Değerli Müslümanlar,
IBAN: BG22UBBS85411010055403 BIC: UBBSBGSF
Değerli Vatandaşlar!
Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü ve Şumnu Nüvvab İmam Hatip Lisesi yönetimi olarak sizlere ve bütün iyi niyetli kimselere seslenerek Avrupa standartlarına uygun yeni ve çağdaş bir okul binası ile öğrenci yurdunun inşaatı için gerekli mali yardım toplama kampanyasına katılmamız çağrısında bulunuyoruz.
Yeni inşa edilecek olan 4 katlı okul binasında dört sınıf odası, bilgisayar odası, kütüphane, öğretmenler odası, okul idaresi ve yardımcı personele ait odalar, spor salonu, sağılık odası bulunacaktır.
Okulun 150 öğrenciyi barındıracak yurdunda her biri iki veya üç yataklı, lavabo ve banyo bölümleri, çalışma bürosu ve dolabı olan odalar bulunacaktır. Erkek ve kızlara ait olmak üzere iki bölümden ibaret olacak binada 150 kişilik yemekhane bulunacaktır.
Okulumuzun şanlı bir geçmişi ve parlak bir geleceği olan bir ilim ve irfan ocağı olduğunu söyleyebilmek için geçmiş yıllar içinde bir sıra deneyimler edindik, gelenekler oluşturduk.
Her gençte var olan iyi ve güzel meziyetleri geliştirmek amacıyla bu sloganımızın pek manidar olduğuna inanmış bulunuyoruz.
Bugün siz, saygıdeğer dindaş ve vatandaşlarımızın gönlünüzden kopan belli bir miktar yardımı bu hayırlı girişimimize katılarak bu kutsal davamızda hep beraber olduğumuzu göstereceğinize inanıyoruz, zira biz daima Müslüman insanlarımızın iyi niyetine görmüş ve inanmışızdır.
Mübarek Ramazan günlerimizin verimli olması dileklerimizle.
Banka Hesabımız:
SODU NÜVVABIBAN: BG22UBBS85411010055403 BIC: UBBSBGSF
18 Temmuz 2012 Çarşamba
KOMÜNİZM DÖNEMİNDE BULGARİSTAN'DA TÜRKÇE YAYINLANAN BİRKAÇ KİTAP-2
28 Haziran 2012 Perşembe
BİRLİĞİMİZ NEYE DAYANACAK?
Birliğimiz neye dayanacak?
Basri Zilabid
Yıllardır
bu yazıyı yazmamak için kendimi frenliyordum. Ne zaman bir yazı yazmak istesem
hep bu konu “beni ne zaman yazacaksın” dercesine devamlı rahatsızlık veriyordu.
Ben ne kadar kaçsam da o beni kovalayacak, çünkü bu mesele “bizim” temel
meselemiz... “Birlik meselesi.”
Bu
konu her zaman gündemdir ve hiçbir zaman önemini ve sıcaklığını kaybetmez.
İstanbul’daki üniversite hayatımdan sonra dokuz yıl – tam da HÖH’ün iktidar
ortağı olduğu dönemlerde – Sofya’da arkadaşlarımızla beraber kurduğumuz bir
sivil toplum kuruluşunda çalıştım.
Bulgaristan
Türklerinin kendi aralarında “birliği” etnisiteye dayandırdığını gördüm.
İnsanların ana müşterekleri “Türk” olmaktı. Burada din bile ikincil bir öneme
sahipti. Dünya görüşlerinin neredeyse hiçbir anlamı yoktu. Bir solcu ile bir
milliyetçi ve bir islamcı “Türklükleri” sebebiyle bir araya gelip diğer
görüşlerini kendine saklayabiliyordu. Ben buna “Etnisite Birliği” diyorum.
Türklerin,
Pomaklar ve Çingenelerle ilişkisine gelince, onlarla olan birlik meselesi “din birliği” çerçevesinde işliyordu.
Ancak bunun topluluklar arasında çok güçlü olduğunu söyleyemeyiz.
Dışarıdan
sosyolojik olarak baktığımızda – Başmüftülük hariç – seküler bir kuruluş olarak
Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) aslında Bulgaristan’daki sadece Türkleri
değil 3 Müslüman topluluğunu bir araya getirmektedir. Ve bir anlamda “Din Birliği”ni oluşturmaktadır. (HÖH
içerisindeki az sayıda Hıristiyan Bulgarların mevcudiyeti genel görüntüyü
bozmaz onlar istisnalardır.) Ancak bu “Din Birliği” dediğimiz şey sadece
görünürde oluşmuş bir neticedir. Üç toplumdan hiç biri bu netice hâsıl olsun
diye HÖH’e oy vermemektedir. Ya ne için oy vermektedir? Siyaset arenasında hak
ve özgürlüklerini müdafaa etme iddiasında
olan “tek” parti oldukları için. Burada oy verenler parti ile ilişkilerini “Menfaat Birliği”ne dayandırmışlardır.
Bir manada, “oyuma karşılık hak ve özgürlüklerimi savunup elde etmeni talep
ediyorum”, demektedirler. Bu talepleri karşılanmış mıdır veya ne kadarı
karşılanmıştır, sorusuna cevap ne yazık ki olumsuzdur. Eğer cevap olumlu olsa
idi biz bugün “birlik meselesini” konuşmuyor olacaktık.
Âcizane
kanaatimce Balkanların tamamında olduğu gibi Bulgaristan’da da Türklük siyaseti
yerine İslam siyaseti güdülmelidir.
Türklük siyaseti Pomak ve Çingene kardeşlerimizi bizden uzaklaştırmaktadır,
onları İslam siyaseti ile kucaklamak ve eşit
Müslüman kardeşler olarak ilişkilerimizi geliştirmek durumundayız. Türkler
kendi aralarında “Dil Birliği”ni,
Bulgaristan Müslüman toplumu olarak ta aralarında “Gönül, Fikir ve İş Birliği”ni tesis etmek için çalışmalıdır. Gönül,
fikir ve iş birliğini biraz açacak olursak, gönül birliğinden Türk, Pomak ve Çingene’nin
birbirine saygı ve sevgisini, fikir birliğinden ülkü ve ideal birliğini, iş
birliğinden zenginliği paylaşma ve arttırma anlaşılmalıdır.
Kanaatimce
birliğimizin temeline etnisite birliği yerine din birliğini, Türkler arasında
dil birliğini, Müslüman toplum arasında gönül, fikir ve iş birliğini sözde değil uygulama olarak
gerçekleştirdiğimiz zaman epey bir yol kat etmiş olacağız.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)