BULGARİSTAN MÜSLÜMANLARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BULGARİSTAN MÜSLÜMANLARI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Nisan 2018 Perşembe

BULGARİSTANLI CESUR BİR KADIN: ZEYNEP İBRAHİM-ZAFER


Zeynep İbrahim 1958 yılında Kornitsa’da doğdu. Ailesi, yukarıda bahsedilen sürgün ailelerden biriydi. Beş yıl süreyle Plevne’nin Slavovitsa köyüne sürgün edilmişlerdi. Sürenin sonunda köylerine dönmeyi beklerken bu defa Tolbuhin’in (şimdi Dobriç) Feldfebel Dyankovo (Bayrampınar) köyüne sürgün edildiler, oradan da Şumnu’nun Kliment (E.mberler) köyüne. 1980 yılında Şumnu Pedagoji Enstitüsü Filoloji Fakültesi’ne yazılan Zeynep İbrahim, iki yıl sonra ismini değiştirmeyi reddettiği için okula ara vermek zorunda kalmış. Bir yıl sonra okula devam etmesine izin verilmiş ancak bu sefer 1984-1985 yıllarında yapılan ve tüm Müslümanları kapsayan zorla isim değiştirme döneminde 3 yakını ile birlikte hapse mahkûm edilmiştir. Aralık 1986 tarihine kadar Sliven hapishanesinde kalmış, akabinde Mihaylovgrad’ın (şimdi Montana) Botevo köyüne sürgün edilmiştir. Burada kardeşi İbrahim İbrahimov ve kuzenleri Yusuf Babeçki, Vahide Babeçka ve Kemal Babeçki ile beraber 1988’de İliya Minev’in kurduğu ve başkanı olduğu Bağımsız İnsan Hakları Koruma Cemiyeti’nin Mihaylovgrad şubesi ile irtibata geçmiş ve beraber çalışmaya başlamışlardır. Türk gençlerinin amacı, Bağımsız İnsan Hakları Koruma Derneği aracılığıyla Bulgaristan Türklerinin yaşadığı baskıları Batı medyasına duyurmaktır. Nitekim 1988’de ve 1989 yılı Ocak ayı başında yabancı gazetecilere röportaj veren Türk üyeler, asimilasyonu ve uygulanan baskıları anlatmak suretiyle seslerini Liberation, Le Monde gibi gazetelere duyurmuşlardır.[1] Zeynep İbrahim’in 1989 yılının ocak ayında Bulgaristan’ı ziyaret edecek olan Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın görüşme yapacağı kişiler listesine girmesi sağlanır, ancak Bulgar istihbaratı bunu haber alarak görüşmeyi engellemek için onu önce tutuklar daha sonra da Pomak Türklerine önderlik edebileceği korkusuyla[2] ailesiyle birlikte 3 Şubat 1989’da Avrupa ülkelerinden birine sınır dışı eder. Oradan Türkiye’ye sığınırlar. Mert, cesur ve haksızlıklara boyun eğmeyen Zeynep İbrahim Hanım, zafere ve özgürlüğe kavuşmanın sevincini soyadında yaşatmak için Türkiye’de “Zafer” soyadını aldı. Bugün Bulgar ve Rus Dili ve Edebiyatında “Prof. Dr.” olan Zeynep Zafer Ankara ve Gazi üniversitelerinde öğretim üyesidir.  


[1] Zafer, Zeynep, “Bulgaristan Türklerinin 89 Göçünü Hazırlayan Eritme Politikasına Karşı Direnişi”, 89 Göçü: Bulgaristan’da 1984-89 Azınlık Politikaları ve Türkiye’ye Zorunlu Göç, Editörler: Neriman Ersoy-Hacısalihoğlu ve Mehmet Hacısalihoğlu, İst. 2012, 199-234.

[2] Ahmet Şerif Şerefli, Bulgaristan’daki Türkler (1879-1989), Ank. 2002, s. 584.

7 Eylül 2017 Perşembe

"Çingenelerin İslamlaşması, Bulgaristan'ın toprak bütünlüğüne büyük bir tehdittir".

Bulgaristan’ın en çok satan gazetelerinden “24 ÇASA”, 6 Eylül 2017 tarihinde resmi olmayan ancak sızdırıldığı anlaşılan istihbarat birimlerinin raporunu yayınladı. Buna göre “Çingenelerin Müslümanlaşması, Bulgaristan’ın toprak bütünlüğüne büyük bir tehdit” imiş.
Gettolarda yaşayan marjinalleşmiş grupların çok kolayca Türkiye ve İslam dünyasından gelen yabancı din adamlarının etkisinde kaldığı belirtilen raporda, Çingene gruplarının belli bölgelerde yoğunlaşmasının, Bulgaristan'ın toprak bütünlüğüne aykırı, özerk bölgeler oluşumuna dair fikirlerin doğabileceği sonucuna varılıyor.
İnsan hakları savunucusu Prof. Mihail İvanov olaya sert tepki gösterdi.
Prof. İvanov konuyla ilgili şöyle konuştu:
“Bulgar istihbaratının “uzman sıfatıyla” hazırladığı rapor nefretimin uyanmasına neden oldu. Ben gerçekleri istihbarattan öğrenmek isteyen biri değilim, fakat entrika yapılmasına kesin karşıyım. Çünkü Devlet İstihbarat Ajansı’nın hazırladığı gizli ve yayınlanmamış rapordan sızdırılan bilgilerle haber ve yorum yapmak provokasyondur. Uzman kişilerce kaleme alınan raporda “Çingene vatandaşların İslamlaştırılması ülkemizin bölünmesi için en büyük tehlikedir iddiası” “24 çasa” (24 saat) gazetesinde yayınlandı. Bulgaristan’da Çingenelerin İslamlaştırılmasından söz edilmesi bir kara cahilliğin eseri olmalı. Bu yalan yanlış yorumları yazanlar acaba şu gerçekleri biliyorlar mı?
1)      1865 yılında Tuna Vilayeti’nin Büyük Valisi Mithat Paşa tarafından yapılan bir nüfus sayımı sonuçlarına göre, % 77’si Müslüman olan Çingenelerin sayısı 32 694 kişidir.
2)      1874-75 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu nüfus sayımı ve Rus konsolosu Nayden Gerov’un kayıtlarında yer aldığına göre, Filibe sancağında  % 90’nı Müslüman olan 13 893 Çingene yaşamaktadır.
3)      Aynı nüfus sayımı sonuçlarını analiz eden Rus diplomat Teplov’a göre, onun Bulgaristan olarak adlandırdığı Trakya ve Makedonya gibi Osmanlı topraklarında % 92’si Müslüman olan 130 762 Çingene yaşamaktadır.
Bu rakamlara göre, 1877-78 Türk-Rus Harbi öncesi bu topraklarda yaşayan Çingene nüfusun hemen hemen hepsi Müslümandır. Fakat olaya biraz daha derinlemesine bakalım. “Uzman” geçinen çevreler şu gerçekleri biliyor mu acaba dersiniz:
1)      Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi danışmanı Kolev’in verilerine göre, 1960-61 yıllarında 120 bin Müslüman Çingenenin isimleri değiştirildi.
2)      1981-83 döneminde, İç İşleri Bakanlığının periyodik bülteninde yayınlanan bilgilere göre, (22.07. 1983) 230 897 Müslüman Çingenenin daha isimleri değiştirilmiştir. 
Bu rakamlar, Bulgar devletinin değişik dönemlerde ülkemizde yaşayan Çingene nüfus sürekli eritme ve asimilasyon siyasetine hedef olmuş ve isimleri değiştirilerek Bulgarlaştırılmıştır. Bu dönemde, onların bir kısmı, köklerine yani babalarının ve dedelerinin dinine İslam’a dönüyorlar. Ve Bulgar istihbarat uzmanları gelişen süreci İslamlaşma olarak görüp Bulgaristan toprak bütünlüğü için en büyük tehlike olarak görüyorlar. Ülkemizde birçok bilim adamı profesör, dilimizde olmayan “konverti” (mühtedi) sözünü kullanarak, atalarının dinine dönen bu insanlarla alay ediyorlar. Bu, Bulgaristan’daki Müslümanlığa, İslam dinine karşı bir kışkırtmadır. Bu gelişmeler yeni bir uluslararası gerginlik yaratacak niteliktedir. Yapılan milli güvenliğimize karşı bir kışkırtmadır. Ülkemizdeki Müslümanların bu gelişmeleri ciddiye almayacağını umuyorum. Bugün Bulgaristan’ın milli güvenliği için büyük tehlike, Güney Bulgaristan’da bazı getto-mahallelerde yaşayan Müslüman Çingeneler değil, bu konuda “uzman” geçinip yalan yanlış rapor yazanlardır.

3 Şubat 2017 Cuma

Bulgaristan Kırcaali Darıdere Müftüsü Kamil Efendi'nin Kızı Asiye'nin Mezar Taşı

1. Kimseler sezmez iken ah ciğerimin illeti
2. Dembedem artub verirdi canıma bin zahmeti
3. Meydane urunca doktorlara ittim ricati
4. Bulmadım bir çare ah ettim bekaya rihleti
5. Yaşım 16 idi ah ağla hem al ibreti
6. Bi muradlığıma ya Rab bana eyle rahmeti
7. Asiye binti Kamil el-Akpınari 1367 hicri (1948 miladi)







1 Şubat 2017 Çarşamba

Bulgaristan Müslümanlarının Toplumsal ve Din Algısında Yeni Eğilimler

Sofya Yüksek İslam Enstitüsü, eski müdürlerinden Doç. İbrahim Yalımov'un Bulgaristan Müslümanlarının Toplumsal ve Din Algısında Yeni Eğilimler adlı 2566 kişi ile yapilan anket araştırmasını yayınladı. 
İlk defa bir Türk ve Müslüman tarafından böyle bir araştırma yapıldı. 
Değerli hocamızı tebrik ederiz.

13 Temmuz 2016 Çarşamba

BULGAR BELEDİYELERİNDEN CAMİLERİMİZE BÜYÜK SAYGISIZLIK! PROTESTO EDİYORUZ!

BULGARİSTAN'A yaptığımız Ramazan Bayramı (5 Temmuz 2016) ziyaretinde gördük ki, Pravadı, Kozluca (Suvorovo) ve Montana belediyeleri camilerimizin tam önüne çöp konteynerleri yerleştirmişler. Medeni bir ülkede asla tasvip edilmeyecek bu tutumu kınıyor ve sorumluları protesto ediyoruz. Derhal bu çöp konteynerlerinin daha uygun bir yere değiştirilmesini talep ediyoruz.
Tarihi Kozluca camisi. 1672 yılında 
Sadrazam Köprülü Ahmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bahçe duvarının önü görüldüğü üzere çöplük! 

Tarihi Kozluca camisi. 1672 yılında
Sadrazam Köprülü Ahmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. 
Yaklaşık 10 yıl önce Pravadı şehrine Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri çerçevesinde gitmiş ve şehri gezmiş idik. O zaman gördüğümüz manzara ile Ramazan Bayramında gördüğümüz manzara arasında gram fark yok. Çöp konteynerleri yıkık Sarı Hacı Hüseyin Ağa Camimizin gene önünde idi. 

Burası da Sofya'nın kuzeyinde bulunan eski adı Kutloviçe daha sonra Ferdinand, komunizm döneminde Mihaylovgrad ve en son Montana  olan şehrin Camisi, 2016

30 Ekim 2015 Cuma

SARIKLI KAHRAMANLARIMIZDAN: EĞRİDERELİ HASAN VEHBİ EFENDİ

SARIKLI KAHRAMANLARIMIZDAN
EĞRİDERELİ HASAN VEHBİ EFENDİ (d. 1870 - ö. 1956)

Basri Zilabid ÇALIŞKAN

A. Hayatı

1917'de Sofya'da çekilmiş bir resmi
Hasan Vehbi Efendi, rûmî 1286 miladî 1870 yılında Osmanlı Devletinin Edirne vilayetinin Gümülcine sancağına bağlı Eğridere kaza merkezine tabi Koca Aliler köyünün Memişler mahallesinde doğmuştur. Ana ve baba tarafından asil bir aileye mensup olup her iki taraf ta din bilginlerinden ibaret idi. İlk tahsilini mahalle mektebinde yaptıktan sonra aynı kazada Ericek medresesine devam etmiştir. Burada hocasının kendisinde sezdiği yüksek zeka sebebiyle babasına İstanbul’da okutulmasını tavsiye etmiştir.[1]  Bunun üzerine babası Ahmet Efendi oğlunu İstanbul’a göndermiş, önce Tophane medresesinde okumuş, daha sonra Fatih medresesine geçerek tam 19 yıl buranın dersiamlarından Hasan Efendi, Muğlalı Ali Rıza Efendi[2], Alasonyalı Hacı Ali ve Halis Efendilerden ders görerek icazet almıştır.[3]
İlk memuriyetine 1906 yılında henüz daha Osmanlı sınırları içinde bulunan Cisr-i Mustafa Paşa[4] müftülüğüne tayin olunmak suretiyle başlamıştır. Burada aynı zamanda müderrislik te yapmıştır. 1912 yılında müftülük vazifesini deruhte ederken zevce ve evladını sıla-i rahim için memleketi Eğridere’ye gönderdiği bir sırada Balkan harbi zuhur etmiş. Kendisi Mustafa Paşa’da hanımı ve çocukları ise Eğridere’de birbirlerinden ayrı düşmüşlerdir. Ailesi Eğridere halkı ile Gümülcine üzerinden İstanbul’a kaçmak istedi ise de arkadan gelen Bulgar ordusu kendilerine Gümülcine’de yetişmiş ve daha öteye gitmelerine izin verilmeyerek Eğridere’ye dönmüşler ancak evlerini Bulgarlar tarafından yakılmış bir vazıyette bulmuşlardır. Müftü Hasan Vehbi Efendi ise annesi Zeynep Hanımla birlikte ilk önce Edirne’ye sığınmış, daha sonra ailesini almak için Eğridere’ye vardığında halk “bizi kime yetim bırakıyorsun” diyerek kendisini alıkoymuşlar, başlarında bulunmasını istemişlerdir. Bu durum karşısında annesini de Edirne’den alıp Eğridere’ye getirmiş ve orada kalmıştır. Batı Trakya Türk Hükümeti bünyesinde hem Eğridere hükümet reisi[5] hem müftü olarak görev yapmıştır. Burada Birinci Dünya Harbi sonuna kadar (1918) Eğridere müftüsü olarak görev yaptıktan sonra önce Kırcaali müftülüğü’ne oradan da Eski Zağra vilayet müftülüğüne tayin olunmuştur. Bu dönem artık Bulgaristanlılık dönemidir. Burada Bulgar hükümetinin tazyiki karşısında istifa etmek zorunda kalmış, tekrar Eğridere’ye dönmüştür.
Türk dostu ve Çiftçi Birliği partisi lideri ve Başbakan Aleksander Stamboliyski askeri darbe ile devrilince (1923) Bulgaristan Müslümanları için kötü günler geri dönmüştü. Öğretmen oğlu Re’fet’in Turan Cemiyeti bünyesindeki çalışmaları dolayısıyla 1933 yılında sınır dışı edilmesi üzerine bütün aile fertleri pasaport ile anavatana iltica etmiş sadece Hasan Vehbi Efendi’ye pasaport verilmemiş, 65 yaşında olduğu halde yalnız başına Bulgaristan’da kalmıştı.  Buna rağmen idareyi gafil avlayarak 1935 yılının Temmuz ayında kaçak bir şekilde hududu geçmiş ve anavatana sığınmıştır. Kısa bir müddet sonra Diyanet İşleri Başkanlığı kendisini Kırklareli iline bağlı Demirköy ilçesine müftü olarak tayin etmiş, 1945 yılında da Kırklareli il müftüsü olmuştur. Altı yıl görevden sonra 1951’de sağlık durumundan dolayı emekliye ayrılmıştır. Türkiye’ye geldikten sonra Rodoplu soyadını almıştır.
Emeklilik günlerinde de muhitinde dini bilgiler bakımından müracaatgah vazifesi görmek suretiyle milletine hizmet etmiştir. Son nefesine kadar zekâsına halel gelmeyerek şuur ve muhakemesi yerinde olarak din ve millet uğruna bir an çalışmaktan geri kalmamıştır.
19 Şubat 1956 tarihinde 86 yaşında olduğu halde Kırklareli’nde vefat etmiştir. Kadı Camii imamı Abbas Akyürek tarafından gaslolunmuş, cenaze namazı Hızır Bey Cami-i Kebir’de müftü Ahmet Hamdi Özten tarafından kıldırılmış ve o zaman Yeni Mezarlık denilen kabristana defnedilmiştir.
Hasan Vehbi Efendi’nin Hayriye Hanım ile evliliğinden Re’fet, Şevket ve İsmet adında üç oğlu ile Bedriye ve Sabiha adında iki kızı olmuştur.

B. Kişiliği
Muhterem eşi Hayriye Rodoplu ile

Rivayet olunduğuna göre daha ana rahminde iken ağlamış, bunu duyan annesi “efendi olasın oğlum” diye dua etmiştir. Bundan kastı din âlimi olmasını temenni etmek imiş. O zamanlar anne rahminde ağlayanlar için “bahtiyar bir ömür geçireceğine” dair bir inanç var imiş. 
Hasan Vehbi Efendi İstanbul’daki uzun talebelik yıllarını Sultan II. Abdulhamid zamanında geçirmiş ancak hiçbir siyasi işle meşgul olmamıştır. Devrin Tercüman-ı Hakikat, Sabah, İkdam gibi meşhur gazetelerini takip etmiş, padişah aleyhinde olan hareketlerden haberdar olmuştur. Cisr-i Mustafa Paşa’da müftü bulunduğu sırada II. Meşrutiyet ilan olunmuş, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın durumları ile alakalanmaya başlamıştır, fakat yine de ömrü boyunca hiçbir siyasi partiye girmemiştir. (Rodoplu 1957: 55) Mustafa Paşa’lı olması hasebiyle feylesof Rıza Tevfik, ittihatçı Talat Paşa, Edirne mebuslarından meşhur hatip Mehmet Şerafettin Aykut ve Mehmet Faik Kaltakkıran ile keza Edirne’nin sayılı tüccarlarından Hafız Ağa diye anılan zat ile samimi münasebetleri olmuştur. Her partiden temiz gördüğü kimselerle memleket hayrına milli ve siyasi fikir alışverişinde bulunur, saygınlığından yararlanmak isteyenlere alet olmaz, milli seciyelerini nazar-ı itibara alarak ona göre hareket ettiği nakledilmektedir. (Rodoplu 1957: 56)
Ailecek Balkan harbinin ızdırap ve çilesini yaşamış, Allah aşıkı, yüksek ahlak sahibi bir zattır. İlkokuldan itibaren bütün hayatını din ilimlerini tahsil ve sonrasında tedris, telkin, ikaz ve irşadla geçirmiştir. (Rodoplu 1957: 9) Görev yaptığı Kırklareli halkı kendisine “Koca müftü” lakabı takarak gönlünde beslediği muhabbeti böylece izhar etmiştir.
Büyük oğlu Re’fet Rodoplu, pederi için “Heybet, seyret ve suret sıfatlarını haiz olup orta boylu idi. Gençliğinden beri gözlük takar, baston taşır, tütün içmezdi. Mücessem-i ahlak ve fazilet bir zat-ı sıfat idi. Çok derin ve emsalsiz dini kültüre sahip idi. Bir tarikata intisabı yoktu.” (Rodoplu 1957: 53) demektedir.
Dünyaya rağbeti olmayan ilme âşık, hadis, kelam, fıkıh, mantık, bedii ve beyan ilimlerine vakıf olan Hasan Vehbi Efendi’nin tek ideali İslam dininin yükselmesine hizmetten başka bir şey olmamıştır. [6]  Telif edilmiş eseri yoktur. Fakat söz olarak yaptığı telkinler, nesilden nesile intikal edecek derece ve kıymettedir. Fenn-i cedel denilen mantık ilmine vukufu dolayısıyla bütün sözleri tartışmaya mahal vermeyecek şekilde mantıki idi.
Kendisinden özel ders okumak isteyenlere Fahreddin Razi’nin Mefatihu’l-Gayb’ını, İbn-i Kesir’in Tefsir-i Kebir’ini, Mevlana Celaleddin Rûmi’nin Mesnevi’si gibi klasik İslam eserlerini okutmuştur.
Hayatının son yıllarında karaciğer yetmezliği sebebiyle vuku bulan kaşıntı ızdırabına karşı her türlü sağlık tedbirine başvurmuş, buna rağmen bir defa olsun üzüntü ızhar etmemiş, adeta bunu Allah’ın bir lütfu gibi karşılayarak devamlı şükür halinde olmuştur. Vasiyet olarak sadece, sahip olduğu kitapların onları anlayan ahlaklı âlimlere verilmesini istemiştir. (Rodoplu 1957: 26; 55)

C. Hizmetleri

a) Vaaz ve İrşatları
Seçkin arkadaşları ile sohbet esnasında

Medrese talebesi olduğu yıllarda Batı Trakya’nın İskeçe kazasının Okçular köyüne Ramazan hocası olarak gidiyormuş. Müftü olarak görev yapmaya başladıktan sonra görevli olarak bulunduğu Mustafapaşa, Eğridere, Kırcaali ve Eski Zağra kasabalarından başka Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Filibe’ye bağlı Kuklen köyünde yine Cuma Camii olarak meşhur Filibe Murad Hüdavendigar camiinde de vaaz-u nasihatlerde bulunmuştur. Vaazlarında Müslümanları çalışmaya ve bilgilenmeye davet etmiş, Allah’ın bilgili insanlara dünya nimet ve bereketlerinden daha fazla kısmet vereceğini telkin etmiştir. “Çocuklarınızı ve kızlarınızı sakın ha cahil bırakmayınız” tarzında uyarılarda bulunmuştur.

b) Müslümanların hukukunu müdafaada toplum önderliği

Birinci Dünya Harbi yıllarında kendisi Eğridere müftüsü iken Osmanlı ile Bulgaristan müttefik iki ülke idi. Bulgar Radoslavov hükümeti 16 Türk milletvekilinin[7] desteği ile idarede durabiliyordu. Hasan Vehbi Efendi bölgesinde meydana gelen zulüm ve işkenceleri şahsi dostluğu bulunan milletvekilleri Ethem Ruhi Balkan, Zümrezade Şakir, Mehmed Celal Perin, Salim Nuri Dağlı, Tokalızade Talat Beylere iletmekle kalmıyor, Başbakan Radoslavov ile de temasa geçip fenalık yapanlara karşı Müslüman halkın hukukunu koruyordu.   
İstanbul’da Birinci Dünya Savaşı’nda Cihad-ı Mukaddes ilan edildiğinde halktan yardım maksadıyla topladığı beş bin sarı lirayı mesafe olarak yakın olan Osmanlı’nın Gümülcine konsolosuna götürmüş ancak konsolostan  “Siz artık Bulgaristan sınırları içerisindesiniz, bu yardımları ben alamam, Sofya elçiliğine götürmeniz gerekir” tarzında hoş olmayan bir cevap alınca her türlü eşkıyanın kol gezdiği o dönemde patika yollardan Sofya’ya ulaşmış, emaneti Osmanlı’nın Sofya Elçisi Fethi Beye (Okyar) teslim etmiştir. (Rodoplu 1957: 58) Bu davranışıyla hem büyük bir hizmet gayreti hem cesaret örneği olmuştur.
1927 yılı parlamento seçimlerinde Liberal partisine mensup Makedonyalı Türk dostu Dimitar Açkov Rodoplardan bir aday listesi oluşturmak istemiş ve Hasan Vehbi Efendi’den daha etkili bir Türk bulamayınca ona adaylık teklif etmiş. Mesleği icabı buna pek taraftar olmayan Hoca Hasan Efendi çevresinin “milli bir hizmettir” ısrarı üzerine müstakil olarak listeye girmeye zorla razı ettirilmiştir. Kazanma şansı çok yüksek olan bu listeye karşı hükümet büyük bir cephe almış, neticede az bir farkla bu liste kazanamamıştır.

D. Hakkında yazılanlar

Hasan Vehbi Efendi’nin ölümünden sonra büyük oğlu Re’fet Rodoplu babası hakkında çeşitli gazetelerde çıkan taziye ve onu tanıtıcı yazıları hacmi küçük ancak değeri büyük Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları adlı kitapçıkta toplamıştır.  Burada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli subaylarından Binbaşı Abdulmennan N. Bayraktar’ın Hasan Vehbi Efendi’nin ölüm haberini alması üzerine hocanın hem talebesi hem dostu Süreyya Dumlu’ya hitaben yazdığı bir mektubu derc etmek istiyoruz:
“Muhterem Üstadım,
Mektubunuzun ilk satırlarını okuyarak hasretle beklediğim yazılarınızla ferahlamaya başladım.
Az sonra gönlüm karardı, gözlerim buğulandı. İçime öksüzlüğün acısı bağrımı yakarak sindi. Kendimi zor topladım. Mağfiret dilemeyi ye’se tercih ettim ve ilk manevi hediyemi gönderdim.
O mübarek melek sima zata bizim kadar alem-i ervahında tehassürü (ruhlar aleminin de özlemi) büyükmüş, onlar galebe etti. Onu bizden maddeten ayırdı. Gideceği yere hazırlıklı yüz aklığı ile gitti. Bizlere de yol gösterdi. Kabiliyetimiz nispetinde bu yolda yol alabilirsek onunla birleştiğimiz zaman yüzümüz kızarmayacak, bizi yine bağrına basacak, onu yine doya doya seyredeceğiz, onu yine dinleyecek, hakikatlere şahit olacağız.
Kırklareli onu sinesine basmak şerefi ile öğünsün. Onun medfun olduğu bu belde bize devamlı bir ziyaretgâh oldu. Onu bir an unutmak gafleti bizden uzak olsun.
Onun himmetini Allah üstümüzden eksik etmesin. O, Rasulüllah’ın nurunu Müslüman halkına ulaştırabilen bir vasıta-i hidayetti. Makamı pür nur, ruhu her an mesrur olsun…” 
Hasan Vehbi Efendi’nin, liberal bir düşünceye sahip olmasına rağmen temiz ahlakından dolayı sevdiği İsviçre Friburg Üniversitesi’nde eğitim görmüş Muharrem Yumuk’un müftü efendinin ölümü üzerine Ankara’da yayınlanan Anayurt gazetesinde neşrettiği şiir ile makalemize son veriyoruz:

Rahmetli Hasan Vehbi Hocamıza[8]
Havalar berrak gitsin, hep berrak
Baharlar açılsın, hep ilk yaz olsun…
Bizlere yas verdi bu acı firak
Mekanın hep cennet, ruhun şad olsun…

Ak – kızıl tan yeri şafak sökerken,
Bülbüller konup ta hep erken erken,
Yanında “ah” edip, diller dökerken,
Dilde bir destan, ilde saz olsun…

Rahmetler dökülsün, tabiat gülsün.
Ruhlarda pasları, çirkefi silsin.
Çevrene bin türlü çiçek ekilsin,
Renkleri kabrine bir cihaz olsun…

Dirilsin ihvan da, kabrine gitsin,
O cennet mekanı ziyaret etsin,
Ruhuna fatiha tilavet etsin,
Böylece hem Hakka bir niyaz olsun…

Kabrinde bitsin de güller, çiçekler,
Çevrende deveran etsin melekler.
Özümden kopuşan işbu dilekler
Tanrı’ya ulaşan bir avaz olsun…






[1] A. Garbi Trakyalı, “Memleketin Büyük Kayıplarından: Hasan Vehbi Rodoplu – Şahsiyeti ve Hizmetleri”, Yeşil yurt gazetesi, Kırklareli 1956, s. 2634-2644; Re’fet Rodoplu, Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, Edirne 1957, s. 52
[2] Osmanlı’nın son Fetva emini.
[3] Sadık Albayrak, Son Devrin Osmanlı Uleması, İstanbul 1996, c. 2, s. 95
[4] Bugün Bulgaristan sınırları içinde, Edirne’ye 30 km mesafede ve Svilengrad diye maruf bir kenttir.
[5] Re’fet Rodoplu, Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, Edirne 1957, s. 41; Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya’da Milli Mücadele, Ankara 1992, s. 76.
[6] Mustafa Paşa’da müftü iken zamanın Dâhiliye Nazırı Talat Paşa koluna girerek kendisini bir kenara çekmiş ve: - Herkes bir şey istiyor. Sen bir şey söylemiyorsun, hiçbir arzun dileğin yok mu? Diye sormuş. O da “Buhari Şerhi Aynîler vardır. Bana onlardan bir takım temin edebilirseniz, memnun olurum”, demiştir. Dünyalık bir şey istemeyen bu cevap karşısında çok mütehassıs olan Talat Paşa: İstediğiniz kitap olsun derhal yollarım, demiş ve bir müddet sonra 11 ciltlik kitabı yollamıştır. (Hasan Vehbi Rodoplu’nun Ölümünün Yankıları, s. 60.)
[7] Celal Perin, Nevrokoplu Celal Beyin Hatıraları – Batı Trakya’nın Bitmeyen Çilesi, İstanbul 2000, s. 36.
[8] Anayurt Gazetesi, 15.4.1956, sy. 52-53.

25 Mart 2015 Çarşamba

2014 YILINDA “MÜSLÜMANLAR” DERGİSİNDE YAYINLANAN BAZI MAKALELER



Cemal Hatip, Ben Müslümanım Beni O İşe Karıştırmayın, Müslümanlar dergisi, sayı 5 (233), Mayıs 2014, s. 4.
Ramadan Yakup, Ölümünün 40. Yıldönümünde Topal Hocayı Rahmetle Anıyoruz, Müslümanlar dergisi, sayı 6 (234), Haziran 2014, s. 10.
“Kızım sen bu yoldan sakın ayrılma” (Selime Hasanova ile Söyleşi), Müslümanlar dergisi, sayı 7 (235), Temmuz 2014, s. 14-15.
İbrahim Yalımov, Mehmet Fikri’nin Toplumsal ve Felsefi Düşünü – 1, Müslümanlar dergisi, sayı 7 (235), Temmuz 2014, s. 11.
İbrahim Yalımov, Mehmet Fikri’nin Toplumsal ve Felsefi Düşünü – 2, Müslümanlar dergisi, sayı 8 (236), Ağustos 2014, s. 15.
İsmail Cambazov, Çok Sevaplı Bir Sadaka, Müslümanlar dergisi, sayı 7 (235), Temmuz 2014, s. 1.
Gövrenliler Armağan Köyüne Nasıl Geldi, Müslümanlar dergisi, sayı 8 (236), Ağustos 2014, s. 17.
Sabri Con, Karagözlü Hüseyin Pehlivan, Müslümanlar dergisi, sayı 8 (236), Ağustos 2014, s. 16.
Ahmed H. Bahadır, Göl Olan Yerde Su Bitmez (Hafız Ali Ahmetçik’i Anıyoruz), Müslümanlar dergisi, sayı 9 (236), Eylül 2014, s. 14.
Cemal Hatip, Hakkımı Helal Etmiyorum, Müslümanlar dergisi, sayı 9 (236), Eylül 2014, s. 6.
Doğu Kocabalkan Eteklerinde İslamı Yaşıyor ve Yaşatıyorlar, (Aytos Bölge Müftüsü Selahattin A. Muharrem ile Söyleşi), Müslümanlar dergisi, sayı 11 (238), Kasım 2014, s. 2-4. 



Мурад Бошнак, Скритата елифка, сп. Мюсюлмани, бр. 1 (229), Януари 2014, с. 14
Исмаил Джамбазов, Моите преживелици по време на Рамазана, сп. Мюсюлмани, бр. 5 (233), Май 2014, с. 10
Исмаил Джамбазов, Прозорливостта на Омер Ефенди, сп. Мюсюлмани, бр. 6 (234), Юни 2014, с. 10
Джемал Хатип, Когато големите чанове ни будеха на сахур, сп. Мюсюлмани, бр. 6 (234), Юни 2014, с. 15.
Исмаил Чаушев, Животът между двете досиета, сп. Мюсюлмани, бр. 8 (236), Август 2014, с. 8.
Ислямът е жив и те живеят в исляма (Разговор с р-я мюфтия на Айтос – Селятин А. Мухаррем), сп. Мюсюлмани, бр. 11 (238), Ноември 2014, с. 2.
Джемал Хатип, Днешните мюсюлмани през погледа на Ибрахим ага, сп. Мюсюлмани, бр. 11 (238), Ноември 2014, с. 6.
Хатидже Тибер, Моят първи хиджаб, сп. Мюсюлмани, бр. 12 (239), Декември 2014, с. 12-13.
Исмие Исмаилова, Мюсюлманите в Самоков, сп. Мюсюлмани, бр. 12 (239), Декември 2014, с. 16.
Иван Първанов, Ходжа спасява църква, сп. Мюсюлмани, бр. 12 (239), Декември 2014, с. 17.