4 Eylül 2025 Perşembe

Velingrad Kasabasının Kısa Tarihçesi

DEYAN ROSENOV DIMITROV'DAN 

Velingrad Kasabasının Kuruluşu

Velingrad, 1948 yılında Lıdjene, Kamenitsa ve Çepino köylerinin birleşmesiyle kurulmuştur. Adını, komünist partizan Vela Peeva’dan almıştır.

Çepino havzası, Bulgar devletine Malamir döneminde katılmış, halefi Presiyan ise tüm Rodop bölgesini sınırlarına dahil etmiştir. Bölgenin stratejik önemini, kanlı savaşlar veya gizli entrikalar sonucu kimi zaman Bizans’ın, kimi zaman Bulgarların eline geçmesi açıkça göstermektedir. Bizanslılardan kesin kurtuluşu ise Çar Kaloyan döneminde gerçekleşmiştir. Bu döneme ait kalıntılar hâlâ mevcuttur: kentin 12 km doğusundaki “Straja” mevkiinde ve 12 km kuzeyde, Rakitovo topraklarında “Gradot” mevkiinde. Çar Kaloyan’dan sonra, Çepina kalesi bir süre Despot Aleksiy Slav’ın başkenti olmuştur. Daha sonra Aleksiy Slav, başkentini Melnik’e taşımıştır. Çar İvan Aleksandır dönemine ait sikkeler Çepino bölgesinde bulunmuştur. Bölgenin Osmanlı hâkimiyetine geçişi, Çepina kalesinin de düşmesiyle birlikte 1371–1373 yıllarına tarihlenmektedir.

Bu olayın ardından yerel Bulgarların yaşamında önemli değişiklikler yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, merkezde müttefiklere ihtiyaç duymuş ve 16. yüzyılın başlarından itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak İslam’ı yaymaya başlamıştır. 1516–1517 yıllarına ait Osmanlı tahrir defterinde bölgede ilk Müslümanların ortaya çıktığı görülmektedir. O dönemde Çepino köylerinde toplam 624 hane bulunmaktaydı; bunlardan 12’si Müslümandı. Bulgarların isimleri Velço (Zlatko’nun oğlu), Petko (Rayo’nun oğlu), Radul (Proslav’ın oğlu) gibi iken, Lıdjene’den 7 hane “Abdullah” soyadını kullanmaya başlamıştı. Bu ad, İslam’a yeni girenlere verilen yaygın bir isimdi. Ayrıca bu 7 hanenin her biri tam bir çiftlik arazisine sahipti ki bu, bir aile için iyi bir geçim kaynağı sayılmaktaydı.

Çepino

Velingrad’ın en güneydeki mahallesidir. Şehir kurulmadan önce köy statüsündeydi ve 1934 yılına kadar “Ban’ya Çepinska” adını taşımış, daha sonra “Çepino” olarak değiştirilmiştir (Çepino havzasından dolayı). İsim farklı şekillerde (Ban’ya, Ban’ya-Çepino, Çepino-Ban’ya, Çepino) kullanılmış ve bu da zaman zaman karışıklığa yol açmıştır. “Çepino” adı (eski şekliyle “Tsepinа”/“Tsepino”), Osmanlı belgelerinde 1666 yılında geçmektedir. Türkçede “ts” sesi bulunmadığından isim “Çepino” şeklinde kaydedilmiştir. Burada ayrıca Klептуza adlı koruma altındaki doğal alan ve iki gölet bulunmaktadır.

Lıdjene

Velingrad’ın merkezî mahallesidir. Belediye binası, merkez postanesi, bölge mahkemesi, merkez kooperatif pazarı ve diğer resmî kurumlar burada yer almaktadır. Lıdjene, eskiden bir feodal çiftlik iken, etrafındaki sıcak su kaynakları ve kaplıcalar sebebiyle yerleşime açılmıştır.

Kamenitsa

Velingrad’ın en büyük mahallesidir. Vlasа, Kükürtlü Kaplıca (Syarna ban’ya) gibi çok sayıda kaynak burada bulunmaktadır. Mahallede ayrıca Bulgaristan’ın en eski kiliselerinden biri vardır. Bu kilisenin sunak bölümü, 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında silahların saklandığı gizli bir depo olarak kullanılmıştır.







Sofya’daki “Roma Duvarı” – aslında Osmanlı namazgâhıdır

 







DEYAN ROSENOV DIMITROV'DAN 

Sofya’daki “Roma Duvarı” – aslında Osmanlı namazgâhı.

Sofya’da “Roma Duvarı” ya da “Eski Duvar” olarak bilinen yapı, gerçekte Roma döneminden kalma değildir; bu yapı bir Osmanlı namazgâhıdır – üstü açık, yalnızca bir duvarı olan, camiyi andıran özel bir açık hava ibadet alanıdır. Günümüze nispeten iyi korunmuş şekilde ulaşan yapı, kökeni ve işlevi hakkında açık izler sunmaktadır.

Duvar, Osmanlı mimarisine özgü hücreli duvar tekniğiyle (dörtgen tuğla çerçeveler içine yerleştirilmiş taş bloklarla) inşa edilmiştir. Bu özellik, onu Roma ve ortaçağ duvar işçiliğinden hemen ayırmaktadır. Üzerinde iki yüksek pencere açıklığı vardır; ortalarında ise batıya dönük mihrap nişi yer almaktadır ki bu da yapının ibadet amacıyla kullanıldığını açık biçimde göstermektedir. Üst kısmı dişli tuğla kornişle tamamlanmış, bu da yapıya daha gösterişli bir görünüm kazandırmıştır.

Namazgâh, açık gökyüzü altında ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Hac yolculuğuna çıkan Müslümanlar burada toplanır, imam da onlar için dua ederdi. Duvarın yanında konulan iri taşlar, hac yolcularının daha rahat bir şekilde atlarına binmesine yardımcı oluyordu. Böylece burası hem manevi hazırlığın yapıldığı, hem de yolculuğun fiilen başladığı bir uğurlama mekânı olmuştur.

Benzer yapılar bütün İslam dünyasında bulunur. Arap geleneğinde bunlara musalla denirken, Osmanlı Türkleri Farsça kökenli “namazgâh” adını kullanmıştır; kelime anlamı “namaz kılınacak yer”dir. En erken örnekleri, kare taş platformun bir kenarında mihraplı bir duvar olarak inşa edilmiş, etrafında cemaatin toplanabileceği açık alanlar bırakılmıştır. Çoğu kez yerleşim alanlarının dışında, önemli yolların kenarında, kavşaklarda, menzillerde ve kervansaray duraklarında yapılmışlardır. Sadece ibadet için değil, aynı zamanda yolda olan askerî birlikler, kervancılar ve işçiler tarafından da kullanılmıştır.

Bulgar topraklarında da başka örnekler mevcuttur. Örneğin Kuzeydoğu Bulgaristan’daki Suvorovo bölgesinde, namazgâhlarla birlikte çeşmeler de bulunur; böylece hem ibadet hem de yolcuların su ihtiyacı aynı yerde karşılanmıştır. Bu da bu yapıların çok işlevli karakterini – dini, sosyal ve pratik yönlerini – bir kez daha ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla Sofya’daki “Roma Duvarı”, sıkça antik bir Roma kalıntısı zannedilmiş olsa da, gerçekte Osmanlı dini ve kültürel hayatının değerli bir tanığıdır. İbadet ve yolculuğun günlük ihtiyaçlarını karşılayan bu mimari unsur, Osmanlı İmparatorluğu yollarındaki açık hava camilerinin geniş geleneğinin bir parçasıdır.

1877 yılı 9 Eylül tarihli L'Illustrazione Italiana dergisinin 36. sayısında yayımlanan Hacıoğlu Pazarcık şehrine ait bir gravür

 

DEYAN ROSENOV DIMITROV'DAN

1877 yılı 9 Eylül tarihli L'Illustrazione Italiana dergisinin 36. sayısında yayımlanan Dobriç (Bazarcık) şehri gravürü.

Söz konusu gravürde, 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın en yoğun döneminde, günümüzde Dobriç olarak bilinen Bazarcık şehrine ait bir sahne tasvir edilmektedir.

Kompozisyonun merkezinde, zarif sütunlarla taşınan kubbeli bir sundurmayla örtülmüş büyük bir çeşme–fıskiye yer almaktadır. Bu yapı, hem kentin mimari açıdan dikkat çeken öğelerinden biridir hem de yalnızca su temini için değil, aynı zamanda toplumsal buluşmalar için de kullanılmış olmalıdır. Çeşmenin arkasında, çıkmalı pencerelere sahip iki katlı Osmanlı tarzı evler, kamu binaları ve minaresi görülen bir cami yükselmektedir; bu da şehrin dini merkezine işaret etmektedir.

Meydan oldukça canlıdır – gravürde birçok insan, atlı ve asker görülmekte, bu da sahneye dinamizm katmaktadır. Osmanlı askerî birlikleri, geleneksel kıyafetleriyle yerel halk, çeşmenin çevresinde testileriyle kadınlar ve çocuklar betimlenmiştir. Kalabalığın arasında Avrupalı seyyahlar ya da askerî gözlemciler de göze çarpmaktadır; bu da Avrupa kamuoyunun Balkanlardaki gelişmelere duyduğu ilgiyi yansıtmaktadır.

Gravürün altındaki yazı şöyledir: “Piazza e fontana della città di Basardjik, a 8 ore da Varna” – “Varna’dan 8 saat uzaklıktaki Bazarcık şehrinin meydanı ve çeşmesi.” Bu not, İtalyan okuyucular için şehri coğrafi bağlama oturtmakta ve onu önemli Karadeniz limanı Varna ile ilişkilendirmektedir.

Gravür, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Dobriç’in şehir görünümü, Osmanlı mimarisi, toplumsal yaşamı ve Osmanlı-Rus Savaşı arefesındeki atmosferine dair değerli bir tarihî kaynak niteliği taşımaktadır.